Şafak geçen yıl bugün öldüğünde 26 yaşındaydı. Bedenindeki kansere, çekilmez ağrılara ve atama sorununa karşı “çifte mücadele” verdi. Verdiğ...
Şafak geçen yıl bugün öldüğünde 26 yaşındaydı. Bedenindeki kansere, çekilmez ağrılara ve atama sorununa karşı “çifte mücadele” verdi. Verdiği mücadelelere her bakan, Şafak Bay’ın mayalanan yeni bir kuşağın unutulmayacak temsilcilerinden birisi olduğunu hemen anlayacaktır
Şafak Bay bir yıl önce bugün ayrıldı aramızdan. Siz onu “kanser hastası, ataması yapılmayan öğretmen” olarak tanıdınız belki. Tanım eksikti. Şafak Bay kimdi, kısacık yaşamına sığdırdıklarıyla öğrettikleri nelerdi? Şafak, hatırlanmayı hak ediyor; çünkü hatırlamak da bir direnme şekli.
Şafak, üniversiteden mezun olduktan sonra, mesleğine kavuşmak, öğretmenlik yapmak için KPSS baskısıyla mücadele etmeye başlamıştı. Ve KPSS cenderesiyle mücadele ederken, bir yandan da yaşam mücadelesi veriyordu. Kemik kanserine yakalanmıştı; günden güne eriyordu.
Durumunu kabullenmedi. Yaşamak için verdiği mücadeleyi, diğer atama bekleyen öğretmen arkadaşları ve elbette öğretmensiz sınıflarda öğretmen bekleyen binlerce öğrenci için verdiği mücadeleyle birleştirme azmiydi onun yaşamı. O’nun bu mesajını doğru kavrayanlar, bedeni yok olsa da Şafak’ı yaşatmanın yöntemini de kavrayabilirler.
2009 yılının Temmuz ayıydı. Bakanlık, ataması yapılacak öğretmen sayısını açıklamış ve haber; sayıları 300 bini geçen ataması yapılmayan öğretmen için yine hüsran olmuştu. Artık bıçağın kemiğe dayandığı andı; Şafak için de, binlerce öğretmen için de. Şafak, bir internet sitesinin forum sayfasına düştüğü notta şöyle diyordu o gün: “artık yeter, ben Ankara’ya gidip bu durumu protesto için açlık grevi yapacağım”. Öyle de yaptı. O süreçte Eğitim Sen Genel Merkezi’nde tanıştık Şafak’la. Türkiye’nin farklı bölgelerinden, daha önce tanışmadığı, sadece o mesaja dayanarak Ankara’ya gelen meslektaşlarıyla birlikteydi. Abdi İpekçi Parkı’ndaki üç günlük açlık grevi sonunda Türkiye, ataması yapılmayan öğretmenler sorununu konuşuyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı görüşme taleplerini kabul ediyor ve Şafak, Bakanlığa ortak talepleri ileterek ataması yapılmayan öğretmenlerin mücadelesinde katılımcı bir mekanizmanın oluşumuna önderlik etmeye başlıyordu.
Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, yani AYÖP tam da o koşullarda doğdu. Şafak ve arkadaşları, dağınıklığa, çaresizliğe, günden güne artan öğretmen intiharlarına dur demek için örgütlenmek gerektiğini, çözümü aşağıdan örmek gerektiğini düşündüler ve AYÖP doğdu. Doğmakla kalmadı; hızla gelişti, büyüdü. “Atanamayan değil, ataması yapılmayan öğretmen” vurgusuyla; kadrolu-güvenceli atama ve kamusal eğitim gibi iki net taleple doğan bu mücadelede Şafak, hem kansere hem de kendisini atamayan sisteme direndi. Şafak’ların yaptığı, üstlerine yüklenen “atanamayanlar” yaftasının nesnesi olmaktansa, ataması yapılmayanları kendi hakları için özneleştirmekti.
Şafak, bedeninin acılarını, mücadeleyle bastırdı. 26 yıllık yaşamına sığdırdığı en büyük ders buydu: Direnmeyi öğretti, yaşama tutunmayı. Mayalanan bir mücadele kuşağının sembolüydü Şafak, kendisine dayatılan gençlik modeline başkaldırıydı. Böyle özetlenebilirdi yaşamı; ama özete sığmazdı. Son günlerinde “ölümden korkmuyorum, ölümden korkmamak için yaşamaktan korkmamak gerekiyor” demişti Şafak. Bu bilgelik, Şafak’ın “öğretmen” olarak bize bıraktığı derslerin iyi okunmasını gerektiriyor. Şafak, öğretmendi ve öğretmeden gideceğini düşünmek, Şafak Bay’ı tanımamak, anlamamak olurdu. İşte 4 maddede Şafak dersleri:
Bireysel kurtuluşa karşı toplumcu-halkçı damar
Şafak Bay, deyim yerindeyse “kolektif kişilik” taşıyordu. Bireyselci değildi, bireysel kurtuluşa karşı çıkıyordu. Kanser hastası olduğu için kendisine atamada bir istisna yapılmasına dönük “haberleştirme”leri yalnızlaştırıcı buluyordu, kızgındı. O, ataması yapılmayan öğretmen Şafak’ı öne çıkardıkça, sistem “kanser hastası Şafak”ı haberleştiriyordu. Hak talebinin karşısına acıma duygusu çıkarıldıkça, o da kolektif kişiliğini belirginleştiriyordu. Şafak’ın bu anlayışı, AYÖP mücadelesini genişleten formüldü. Kaç kere bireysel tekliflerle yaklaşmadılar ki kendisine? “Sana bir istisna yapalım, kadro verelim, bir kere de olsa ataman yapılsın, öğretmenlik yap”. Bu tekliflere Şafak, “ben sadece kendi atamam için değil, 320 bin ataması yapılmayan öğretmenin tamamının atanması ve çocuklarımızın kamusal eğitim görmesi için mücadele ediyorum” diyerek yanıt veriyordu. Şafak tam da bunun için kendi kişiliğinde “birey”i değil “toplum”u büyütüyordu. Şafak Bay, kendi kuşağı içinde mayalanan yeni çözüm damarı; programıydı. Algısında “toplum” öndeydi; sistemin satın alma araçlarını etkisizleştiren de bu bilinçti.
Çözümsüzlüğe/çaresizliğe karşı örgütlenme
Şafak çok ders bıraktı geride, hakiki “öğretmen”di. “Derslik”ten çıktığı anda “sınıf”a giren türden. Bu derslerden birisi de, sayıca çok olmalarına rağmen, dağınıklığın, seslerini ortak bir platformdan duyurmalarını sağlayacak mekanizmalardan yoksun olmanın; umudu değil, çaresizliği büyüttüğü tespitiydi. İlker Akcasoy ve Kansu Yıldırım ile birlikte ölümünden önce gerçekleştirdiğimiz nehir söyleşisinde, atama umudunu yitiren, çevre ve aile baskısıyla yaşama tutunmakta zorlanan, güvencesiz işlerde ağır sömürüye maruz kalan meslektaşlarının intihar haberlerinin kendi üzerinde yarattığı tahribatı anlatmıştı. Dağınıklık çaresizlik; çaresizlik atama bekleyen öğretmenler için intihar ve ölüm demekti. Şafak ölüme karşı yaşama tutunma mücadelesini kendi bedeninde yürütüyordu; o mücadeleyi başka intiharlar olmasın diye bir umuda dönüştürmek gerekiyordu. Dönüştürdü de. Mücadele ve örgütlenme, ölümün ve intiharların karşısına yaşamı çıkarmanın formülüydü Şafak’ta. AYÖP böyle bir ihtiyacın ürünüydü. Şafak çözümsüzlüğe/çaresizliğe karşı bireysel çözümlerin yakınından bile geçmedi; çözümü ortaklaşa örmek, “zil keşke çalmasa” diyeceğiniz akıcı ve coşkun Şafak Bay derslerindendi.
Bölünme değil birleşme
Şafak Bay bu ihtiyacı fark ettiğinde, ortak talepler ekseninde birleşmenin önemini de fark etmişti. Birbirini hiç tanımayan, yüzlerini görmediği, seslerini duymadığı binlerce ataması yapılmayan öğretmenle, nicelikte az, nitelikte yoğun iki talep ekseninde birleşmekti hedefi: Kadrolu-güvenceli atama ve herkese parasız kamusal eğitim. Şafak Bay, isimlerini tek tek anamayacağım yüzlerce meslektaşıyla birlikte gerçekleştirdi bu birleşmeyi. Şafak, birleştiriciydi; “kolektif kişilik” olarak Şafak Bay her kesimden meslektaşıyla önyargı duvarlarını yıkarak mücadelede ortaklaşmayı önüne koyduğu için Şafak’tı. Ve 2010’da TEKEL direnişi, Şafak ile arkadaşlarında birleşme ufkunu adım adım genişleten nitelikteydi; atama bekleyen öğretmenlerin mücadelesini güvencesizleştirilen diğer emekçilerin mücadelesinden ayırmamak gerektiğini fark edip TEKEL çadırlarında yerlerini aldıklarında, Usta, Salı kürsüsünden kendilerini “Öğretmen Olamayanlar Birliği” diyerek azarlamıştı. Kıssadan hisse, bugüne dersti.
Çürümeye karşı mayalanma kuşağı
Şafak geçen yıl bugün öldüğünde 26 yaşındaydı. Bedenindeki kansere, çekilmez ağrılara ve atama sorununa karşı “çifte mücadele” verdi. Verdiği mücadelelere her bakan, Şafak Bay’ın mayalanan yeni bir kuşağın unutulmayacak temsilcilerinden birisi olduğunu hemen anlayacaktır. Şafak Bay, kendisine biçilen daracık “gençlik” elbisesini yırtıp attı; özetle Şafak, 12 Eylül darbesinin, onun toplum ve gençlik modelinin inkarıydı. Şafak Bay’ın yaşamı geçmişte kalmış olabilir; ama bıraktığı dersi şimdiye ve geleceğe taşıyan bu mayalanmaydı. Şimdi kuşak tartışmasını, eğitim sistemindeki dönüşümleri “isyankar bir nesil mi olsun?” korkularıyla açıklayanların aklında isim yok belki, ama bir model var bu isyankarlığı anlatırken. Biz söyleyelim: Şafak Bay modeli. Demek ki Şafak Bay, bedeniyle bizi terk etti; ama dersleriyle bizde, korkularıyla başkalarında yaşamayı sürdürüyor. Ölümünden 6 ay sonra, acısı taptaze anne-babasına ve kardeşlerine; o güzelim insanlara “oğlunuza 3 yıl hapis cezası verildi” diyerek tebligat yapılmasını başka nasıl açıklarsınız ki?
* Deniz Yıldırım
Yrd. Doç. Dr., Siyaset Bilimci - SENDİKA.ORG
Şafak Bay bir yıl önce bugün ayrıldı aramızdan. Siz onu “kanser hastası, ataması yapılmayan öğretmen” olarak tanıdınız belki. Tanım eksikti. Şafak Bay kimdi, kısacık yaşamına sığdırdıklarıyla öğrettikleri nelerdi? Şafak, hatırlanmayı hak ediyor; çünkü hatırlamak da bir direnme şekli.
Şafak, üniversiteden mezun olduktan sonra, mesleğine kavuşmak, öğretmenlik yapmak için KPSS baskısıyla mücadele etmeye başlamıştı. Ve KPSS cenderesiyle mücadele ederken, bir yandan da yaşam mücadelesi veriyordu. Kemik kanserine yakalanmıştı; günden güne eriyordu.
Durumunu kabullenmedi. Yaşamak için verdiği mücadeleyi, diğer atama bekleyen öğretmen arkadaşları ve elbette öğretmensiz sınıflarda öğretmen bekleyen binlerce öğrenci için verdiği mücadeleyle birleştirme azmiydi onun yaşamı. O’nun bu mesajını doğru kavrayanlar, bedeni yok olsa da Şafak’ı yaşatmanın yöntemini de kavrayabilirler.
2009 yılının Temmuz ayıydı. Bakanlık, ataması yapılacak öğretmen sayısını açıklamış ve haber; sayıları 300 bini geçen ataması yapılmayan öğretmen için yine hüsran olmuştu. Artık bıçağın kemiğe dayandığı andı; Şafak için de, binlerce öğretmen için de. Şafak, bir internet sitesinin forum sayfasına düştüğü notta şöyle diyordu o gün: “artık yeter, ben Ankara’ya gidip bu durumu protesto için açlık grevi yapacağım”. Öyle de yaptı. O süreçte Eğitim Sen Genel Merkezi’nde tanıştık Şafak’la. Türkiye’nin farklı bölgelerinden, daha önce tanışmadığı, sadece o mesaja dayanarak Ankara’ya gelen meslektaşlarıyla birlikteydi. Abdi İpekçi Parkı’ndaki üç günlük açlık grevi sonunda Türkiye, ataması yapılmayan öğretmenler sorununu konuşuyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı görüşme taleplerini kabul ediyor ve Şafak, Bakanlığa ortak talepleri ileterek ataması yapılmayan öğretmenlerin mücadelesinde katılımcı bir mekanizmanın oluşumuna önderlik etmeye başlıyordu.
Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, yani AYÖP tam da o koşullarda doğdu. Şafak ve arkadaşları, dağınıklığa, çaresizliğe, günden güne artan öğretmen intiharlarına dur demek için örgütlenmek gerektiğini, çözümü aşağıdan örmek gerektiğini düşündüler ve AYÖP doğdu. Doğmakla kalmadı; hızla gelişti, büyüdü. “Atanamayan değil, ataması yapılmayan öğretmen” vurgusuyla; kadrolu-güvenceli atama ve kamusal eğitim gibi iki net taleple doğan bu mücadelede Şafak, hem kansere hem de kendisini atamayan sisteme direndi. Şafak’ların yaptığı, üstlerine yüklenen “atanamayanlar” yaftasının nesnesi olmaktansa, ataması yapılmayanları kendi hakları için özneleştirmekti.
Şafak, bedeninin acılarını, mücadeleyle bastırdı. 26 yıllık yaşamına sığdırdığı en büyük ders buydu: Direnmeyi öğretti, yaşama tutunmayı. Mayalanan bir mücadele kuşağının sembolüydü Şafak, kendisine dayatılan gençlik modeline başkaldırıydı. Böyle özetlenebilirdi yaşamı; ama özete sığmazdı. Son günlerinde “ölümden korkmuyorum, ölümden korkmamak için yaşamaktan korkmamak gerekiyor” demişti Şafak. Bu bilgelik, Şafak’ın “öğretmen” olarak bize bıraktığı derslerin iyi okunmasını gerektiriyor. Şafak, öğretmendi ve öğretmeden gideceğini düşünmek, Şafak Bay’ı tanımamak, anlamamak olurdu. İşte 4 maddede Şafak dersleri:
Bireysel kurtuluşa karşı toplumcu-halkçı damar
Şafak Bay, deyim yerindeyse “kolektif kişilik” taşıyordu. Bireyselci değildi, bireysel kurtuluşa karşı çıkıyordu. Kanser hastası olduğu için kendisine atamada bir istisna yapılmasına dönük “haberleştirme”leri yalnızlaştırıcı buluyordu, kızgındı. O, ataması yapılmayan öğretmen Şafak’ı öne çıkardıkça, sistem “kanser hastası Şafak”ı haberleştiriyordu. Hak talebinin karşısına acıma duygusu çıkarıldıkça, o da kolektif kişiliğini belirginleştiriyordu. Şafak’ın bu anlayışı, AYÖP mücadelesini genişleten formüldü. Kaç kere bireysel tekliflerle yaklaşmadılar ki kendisine? “Sana bir istisna yapalım, kadro verelim, bir kere de olsa ataman yapılsın, öğretmenlik yap”. Bu tekliflere Şafak, “ben sadece kendi atamam için değil, 320 bin ataması yapılmayan öğretmenin tamamının atanması ve çocuklarımızın kamusal eğitim görmesi için mücadele ediyorum” diyerek yanıt veriyordu. Şafak tam da bunun için kendi kişiliğinde “birey”i değil “toplum”u büyütüyordu. Şafak Bay, kendi kuşağı içinde mayalanan yeni çözüm damarı; programıydı. Algısında “toplum” öndeydi; sistemin satın alma araçlarını etkisizleştiren de bu bilinçti.
Çözümsüzlüğe/çaresizliğe karşı örgütlenme
Şafak çok ders bıraktı geride, hakiki “öğretmen”di. “Derslik”ten çıktığı anda “sınıf”a giren türden. Bu derslerden birisi de, sayıca çok olmalarına rağmen, dağınıklığın, seslerini ortak bir platformdan duyurmalarını sağlayacak mekanizmalardan yoksun olmanın; umudu değil, çaresizliği büyüttüğü tespitiydi. İlker Akcasoy ve Kansu Yıldırım ile birlikte ölümünden önce gerçekleştirdiğimiz nehir söyleşisinde, atama umudunu yitiren, çevre ve aile baskısıyla yaşama tutunmakta zorlanan, güvencesiz işlerde ağır sömürüye maruz kalan meslektaşlarının intihar haberlerinin kendi üzerinde yarattığı tahribatı anlatmıştı. Dağınıklık çaresizlik; çaresizlik atama bekleyen öğretmenler için intihar ve ölüm demekti. Şafak ölüme karşı yaşama tutunma mücadelesini kendi bedeninde yürütüyordu; o mücadeleyi başka intiharlar olmasın diye bir umuda dönüştürmek gerekiyordu. Dönüştürdü de. Mücadele ve örgütlenme, ölümün ve intiharların karşısına yaşamı çıkarmanın formülüydü Şafak’ta. AYÖP böyle bir ihtiyacın ürünüydü. Şafak çözümsüzlüğe/çaresizliğe karşı bireysel çözümlerin yakınından bile geçmedi; çözümü ortaklaşa örmek, “zil keşke çalmasa” diyeceğiniz akıcı ve coşkun Şafak Bay derslerindendi.
Bölünme değil birleşme
Şafak Bay bu ihtiyacı fark ettiğinde, ortak talepler ekseninde birleşmenin önemini de fark etmişti. Birbirini hiç tanımayan, yüzlerini görmediği, seslerini duymadığı binlerce ataması yapılmayan öğretmenle, nicelikte az, nitelikte yoğun iki talep ekseninde birleşmekti hedefi: Kadrolu-güvenceli atama ve herkese parasız kamusal eğitim. Şafak Bay, isimlerini tek tek anamayacağım yüzlerce meslektaşıyla birlikte gerçekleştirdi bu birleşmeyi. Şafak, birleştiriciydi; “kolektif kişilik” olarak Şafak Bay her kesimden meslektaşıyla önyargı duvarlarını yıkarak mücadelede ortaklaşmayı önüne koyduğu için Şafak’tı. Ve 2010’da TEKEL direnişi, Şafak ile arkadaşlarında birleşme ufkunu adım adım genişleten nitelikteydi; atama bekleyen öğretmenlerin mücadelesini güvencesizleştirilen diğer emekçilerin mücadelesinden ayırmamak gerektiğini fark edip TEKEL çadırlarında yerlerini aldıklarında, Usta, Salı kürsüsünden kendilerini “Öğretmen Olamayanlar Birliği” diyerek azarlamıştı. Kıssadan hisse, bugüne dersti.
Çürümeye karşı mayalanma kuşağı
Şafak geçen yıl bugün öldüğünde 26 yaşındaydı. Bedenindeki kansere, çekilmez ağrılara ve atama sorununa karşı “çifte mücadele” verdi. Verdiği mücadelelere her bakan, Şafak Bay’ın mayalanan yeni bir kuşağın unutulmayacak temsilcilerinden birisi olduğunu hemen anlayacaktır. Şafak Bay, kendisine biçilen daracık “gençlik” elbisesini yırtıp attı; özetle Şafak, 12 Eylül darbesinin, onun toplum ve gençlik modelinin inkarıydı. Şafak Bay’ın yaşamı geçmişte kalmış olabilir; ama bıraktığı dersi şimdiye ve geleceğe taşıyan bu mayalanmaydı. Şimdi kuşak tartışmasını, eğitim sistemindeki dönüşümleri “isyankar bir nesil mi olsun?” korkularıyla açıklayanların aklında isim yok belki, ama bir model var bu isyankarlığı anlatırken. Biz söyleyelim: Şafak Bay modeli. Demek ki Şafak Bay, bedeniyle bizi terk etti; ama dersleriyle bizde, korkularıyla başkalarında yaşamayı sürdürüyor. Ölümünden 6 ay sonra, acısı taptaze anne-babasına ve kardeşlerine; o güzelim insanlara “oğlunuza 3 yıl hapis cezası verildi” diyerek tebligat yapılmasını başka nasıl açıklarsınız ki?
* Deniz Yıldırım
Yrd. Doç. Dr., Siyaset Bilimci - SENDİKA.ORG
Hiç yorum yok