HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Coğrafya, kader demektir

“Cennetin Kayıp Toprakları” bütün kasvetine, rahatsız ediciliğine rağmen okutuyor kendini... Cennetin Kayıp Toprakları” memurluğunuzun yaza...


“Cennetin Kayıp Toprakları” bütün kasvetine, rahatsız ediciliğine rağmen okutuyor kendini...

Cennetin Kayıp Toprakları” memurluğunuzun yazarlığınızı etkilemesine izin vermediğinizi, kendinizi sansürlemediğinizi gösteriyor. Yazarken bu konuda kendi içinizde bir mücadele yaşıyor musunuz?
Memurluğumu düşünerek hiç yazmadım. Bugüne kadar da kendi içimde bundan dolayı her hangi bir mücadele yaşamış değilim. Öğretmenlik benim mesleğim, işim... Yazarlık ise benim hayatım, yaşama biçimimdir. Sansür konusuna gelince... Sansür kavramını hiçbir zaman düşünmedim. Metnime her hangi bir kişinin veya kurumun gölgesi hiçbir zaman düşmedi. Bu cesur olduğum için değil, bu metne inandığım içindir. Çünkü bir yazar olarak yazdığım metinlerde benim bir hükmüm yok, sadece metinin iç dinamiklerinin hükmü vardı. Metnin iç dinamikleri neyi gerektiriyorsa onu uyguladım ve onu yaptım. Eğer herhangi bir nedenden dolayı metnin iç dinamiklerine veya kahramanın sonsuz yolculuğuna müdahale edersek yarattığımız kahramanlar birer yazar kuklasına dönüşürler. Edebiyatın veya sanatın bu gibi yapay tiplere ve kuklalara hiç ihtiyacı yok.
Kitabı ithaf ettiğiniz Mirza Ali kim? Romandaki Mirza karakteri ne kadar Mirza Ali? Bu durumda, dedenizin adını taşıdığı için soruyorum, Hasan ve esasen adı Almast olan Hatice geçmişte yaşamış gerçek kişiler mi? Ve bu hikâye yaşanmış bir hikâye mi?
Mirza Ali benim oğlum. Romandaki Mirza karakteriyle Mirza Ali arasında herhangi bir benzerlik yok. Sadece adaştırlar. Mirza ismi Kürt masallarında çok önemlidir. Birçok Kürt masalının kahramanı Mirza Mehmet’tir. Hasan ve Almast ya da Hatice... Gerçekte yaşamış kişilerden kastettiğiniz benim ailemden birileri ise buna cevabım hayır. Ama bu iki çifte benzer binlerce çiftin gerçekte olduğunu ve yaşadığını söyleyebilirim. Zaten bir metnin gerçek yaşamdan alınıp alınmadığının hiçbir anlamı da yok. Önemli olan metni okuduğumuzda bizi inandırıyor olmasıdır. Gerisi teferruattır. Bir savaşta veya bir soykırımda en çok acıyı kadınlar çeker. Erkekler her halükarda ya ölür ya da öldürülürler. Kadınlar içinse maalesef ölüm bu kadar kolay gelmiyor. Ölüm onları terk ettiği için onlar sonsuz acılarını ve yaralarını yanlarında taşıyarak yaşamak zorunda kalırlar. 1915’te yüzbinlerce kişi öldürüldüğü gibi binlerce kadın da kalıp tüm acılarını içlerine gömerek yaşamak zorunda bırakıldı. Almast böyle bir kadın.
Yetiştiği, yaşadığı coğrafyanın yazarı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
İbn-i Haldun “Coğrafya kaderdir” der. Bu söz ve bu söylem benim için çok önemelidir. Yine Cioran “Coğrafya kader demektir” der. Bir yazar olarak değil bir canlı olarak coğrafya bizi her şekilde etkiler. Yaşadığım coğrafya da benim her şeyimi tabii ki etkiliyor. Ben de yaşadığım coğrafyayla şekil bulup, onunla bakıp onunla algılıyorum.
Yazar olmanız, öğrencilerinizin ve onların velilerinin sizinle kurduğu ilişkiye nasıl yansıyor? Bunu birkaç anekdotla anlatır mısınız?
Sınıf öğretmeniyim. Öğrencilerim daha çok küçükler. Öğrencilerime yazar olduğumu hiçbir zaman söylemedim. Onlarla arama başka bir şeyin girmesini istemiyorum. Velilerimle de bunun üzerine hiç konuşmuş değilim. Okulda yazarlığımdan biri bahsetse bu konuyu nasıl hızlı geçiştirip kapatabilirim diye düşünürüm.
DÜNYA BİR AĞAÇ GÖLGESİ
“Umarım bir sonraki romanınız üzerine İstanbul’da röportaj yapabiliriz” dediğimde karşılığınız şu oldu: “Umarım başka roman yazacak takatim olur.” Neden?
Roman yazmak çok yorucu ve yıpratıcı bir süreçtir. Çünkü eninde sonunda metin, yazarını içine hapseder. Kuran-ı Kerim’in Mülk süresinde “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır” der. Ölüm ve hayat birlikte akar. Bu yüzden her ne kadar biz ölümü kendimizden uzak tutsak da aslında ölüm aldığımız nefes kadar yakınımızdadır. Aldığım her nefesi son kez alıyorum duygusuyla yaşıyorum. Çünkü “dünya bir ağaç gölgesidir.”
Sizi en çok öfkelendiren röportaj sorularının ilk ikisi hangileri?
Beni öfkelendiren, herhangi bir röportaj sorusu değildir. Beni öfkelendiren, kitabı okuma zahmetine katlanmadan karşıma geçip röportaj yapan kişinin özgüvenidir. Bu gibiler zaten daha ilk soruda kendilerini ele verirler. Bu gibi söyleşileri niçin yaparlar onu da anlamış değilim. Bu söyleşilere ne okuyucunun ne de yazarın ihtiyacı vardır. Bu söyleşiler okuyanın ağzında bayat bir yemek tadı bırakmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bir filmin yönetmeninin olması gibi, bir röportaj da röportajı yapanındır. Çünkü röportajı yapan kişinin hazırladığı sorular bağlamında röportaj seyrini bulup akar.

Business News