HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Açlık grevleri ve müzakere

Hiçbir kısa film yoktur ki bu kadar önemli ve uzun bir dönemi bu kadar iyi özetlesin. Ve bütün bir dönem boyunca tarafların geçerli pozis...

Hiçbir kısa film yoktur ki bu kadar önemli ve uzun bir dönemi bu kadar iyi özetlesin. Ve bütün bir dönem boyunca tarafların geçerli pozisyonlarını bu derece kuvvetli yansıtacak başka bir film de çekilemez herhalde. 

Şu son birkaç haftaya bakın. Açlık grevlerinin gündemleştiği kısa bir zaman dilimi, bütün bir uluslaşma tarihini özetliyor nerdeyse. Bir tarafta, ruhsuz ve kibirli kuruluş ideolojisini temsil eden ve ölüm oruçlarında da aynı umursamaz tavrını devam ettiren bugünkü iktidar; diğer tarafta da sadece kabul edilmeyi isteyen ,ama bunu yıllardır dağlarda ve bugün de açlık grevlerinde ‘ölümüne’ isteyen bir özgürlük hareketi. Eylemde üç talep dile getiriliyor ama herkes biliyor ki, hepsinin üstünde geçerli, tek bir talep var: O da ‘kabul edilme’nin resmen kabulü; yani müzakere. 

Daha birkaç ay evvel Başbakan’ın başlattığı Dersim tartışmasına şahit olduk. Dersim’deki katliamda CHP ve İsmet İnönü’nün sorumluluğunu ortaya atarken partisini ve kendini tariflediğinin farkında mıydı acaba? Siyasal tarihten az biraz haberdar olan herkes bilir, “milli şef” dönemi derler o yıllara. Bugün de tek adamlık diyoruz. Çok mu farklı içerikleri bu kavramların? Ya devletin tüm kurumlarına ve ‘sivil alan’a bu kadar hakim AKP ile tek parti döneminin CHP’si arasındaki benzerliğe ne demeli? Hegemonya pratikleri çok mu farklı? Kürtlere karşı yaklaşımda çok mu şey değişti? 

Bu soruları dert edip etmemek ve verilen yanıtlar, tüm siyasal aktörlerin mevcut Kürt politikalarına ve tabii ki AKP iktidarına karşı durduğu yeri belirliyor. Sola da sirayet eden AKP’ye dair ‘kafa karışıklıklılarının’ farkında olmadığı şey şu: AKP iktidarı, kuruluş ideolojisinin ulusculuğuna karşı bir değişimi temsil etmiyor. Değişiklik görüntüsü veren tek şey ‘ideasını’ daha iyi savunmak adına yaptığı manevralar. Bu manevralara şekil veren de ecdatlarından kalan deneyimler ve neoliberalizm derslerinden edindikleri ‘araçlar manzumesi’. 

Atalarından öğrendikleri malum: herkesi ümmete dahleden uhrevi bir toplum yaratmak. Bu sistematik bir uygulama ve AKP’nin alameti farikası. Eğitimden kültür politikalarına değin bunun yansımalarını görmek mümkün. İkili bir işlevi var bu politikanın. Hem egemen ulus lehine kimlik taleplerini zayıflatıyor hem de Kürt seçmenini konsolide ederken bir faydası oluyor. Her ne kadar işe yararlılığı tartışılsa da AKP bu çizgiyi devam ettireceğe benziyor. Kürt siyasetini bölme amaçlı ‘kontr’ bir hareket türetmek gibi bir B planı da bu politika bağlamında yavaş yavaş olgunlaştırılıyor. 

Neoliberalizmi iyice ezber etmiş AKP’nin elinde sadece bu geleneksel araçlar yok. Küresel sahadaki bütün çatışma konularını ve taraflarını içine çeken ‘barış süreçleri’ veya ‘müzakereler’ de diğer bir çözüm alternatifi. Müzakere elbette ki yeni ve tek başına negatif anlamlı bir şey değil. Çatışan güçler arasında uzlaşma arayışları ve çatışmayı sonlandırmak amaçlı görüşmeler her zaman olmuştur. Ama neoliberal dönem müzakereleri başka bir şey ve özel bir işlevle de yüklü. Küresel ölçekte sahnelenen ve tarafları verili haliyle kabul etmekten çok değitirmeyi amaç edinmiş bir düzenek bu. FKÖ ve İRA gibi aktörlerin bu karanlık dehlizlerde nasıl kayboldukları ortada. Kazan-kazan prensipleriyle içeriklendirilmiş ama kazanmaktan çok elde hiçbir şey bırakmayan bu girdaplara hazırlıklı olmak gerekiyor. Yani bilinmeli ki müzakereyle bitmiyor herşey. Asıl zor dönem onunla başlıyor. 

Herşeyi AKP’nin yönetme ‘yenilikleriyle’ açıklamak da hakkaniyetli olmaz. Tarihte uzunca bir dönem yapıldığı gibi “yekten inkar etmek” varken, kurnazlıklara mecbur bırakan geri adımı da görmek ve o geri adımı attıran toplumsal mücadele gücüne de hakkını vermek gerekir. Aslında o gücün bugüne kadarki tarzı, ‘müzakerelere’ karşı bir panzehiri de temsil ediyor. AKP’yi müzakareden ürküten şey de bu. AKP, Kürt hareketinin ‘müzakereyi’ gerçek bir ‘savaşan güçler görüşmesine’ çevirebilme potansiyelinin farkında. İşte açlık grevleri tam da bu potansiyeli açığa vuruyor. 

Bu eylemler cezaevi direnişinden öte anlamlar taşıyor. İkinci açılım niyetlerini erkenleştiren ve AKP’nin bunu seçim dönemine yayarak bir oyalama entürmanınına çevirmesini imkansız kılan bir siyasal bir eylem bu. Açlık grevlerinin vicdan sahibi herkesi harekete geçiren ve biraz da hayran bırakan ‘iradi gücü’nün yanında, tüm güçleri çözüme mecbur bırakan ve çözüm söylemlerindeki samimiyetleri ölçülebilir hale getiren ‘siyasal etki gücü’nü de görmek ve öne çıkarmak şart. Tam da bu noktada tüm sol çevrelere önemli bir sorumluluk düşüyor: AKP’nin yıllardır devam eden tahakkümünde önemli bir çatlak oluşturan bu siyasetin arkasında durmak. Ve bu ‘ölümüne iradenin’ yanına tek bir ölümde ülkeyi yangın yerine çevirecek bir ‘sokak iradesi’ni eklemek gerekiyor. 

Gökhan Nazlı
Bursa Halkevi üyesi 

Business News