Dünya kadınlar günü etkinliğine katıldıktan sonra, toplantıda gördüğüm herkesten üzerime yüklenen "Bizim için de kucaklaşın tüm gazetecilerle. Selamlarımızı, sevgilerimizi götürün’’ mesajlarıyla upuzun yolu aştık yine..
Silivri cezaevinde yine o zorlamalı kontrollerden geçtik. İç çamaşının ötmesinden bile huylanan gepegenç kadın görevlilere, üst arama odalarında, çamaşırımızı silkeleyerek temiz olduğumuzu ispat ettik önce. Sonrasında da elektronik aygıtların verdiği komutların marifetiyle, gözlerimizden yine içimizi okudular. Her seferinde aynı işlemler, aynı bakışlar..
Cezaevi koşullarını zorlukla kabul edip üst kata çıktık.. Ve her zamanki gibi açık görüş salonunda beklemeye başladık.. Hücrelere önceden haber veriliyordu gerçi ama, salondaki yerimizi aldıktan sonra bir gardiyan alt kata indi, gelecek olan tutuklunun üzerine kilitli olan demir kapının kilidini açtı. "Haydi bakalım, ziyaretçin bekliyor" dedi herhalde. Yeniden kapılar kilitlendi, mevcutlu yukarı çıkarılıyor diye bekledik salonda,yine…
Bakalım hangisi önce gelecekti. Milletvekili, gazeteci Mustafa Balbay mı, hücre arkadaşı gazeteci Tuncay Özkan mı, veya başka hücrede Malatya Üniversitesinin eski Rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu ile yatan gazeteci-yazarlar Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Deniz Yıldırım, Turhan Özlü mü? Hangisi acaba?
"BİZE BURADA GIPTAYLA BAKIYORLAR"
Plastik beyaz masalar, sandalyeler.. Duvarlara, sütunlara dikkatlice yerleştirilmiş, kimi mavi göz boncuklu renkli plastikden yapılmış rüzgar gülü benzeri objeler bizi, biz onları seyrede seyrede, dakikalarca tutuklu gazeteci arkadaşlarımızın gelmesini bekledik. Bitmek bilmeyen dakikalardı ..
Güleryüzlü genç bir gardiyan haberi getirdi. "Mustafa Balbay geliyor ilk olarak.."
Hemen arkasından merdivenleri koşar adım çıkan Mustafa Balbay, kollarını iki yana açıp, "hoş geldiniz.." dedi önce. Arkasından da, "Bugün 8 Mart.. İşin çoktur diye düşündüm. Gelmezsin sandım.’’ diye ekledi.
Yüzü gülüyordu, neşeliydi. Gazeteci arkadaşlarını görmekten mutlanmıştı. Tertemiz giyinmiş, şıklaşmıştı. Özenle hazırlandıkları belliydi. Kuşkusuz bu ziyaretler onlara moral,güç veriyordu. Ne var ki, teni solgundu. Bu genç insanların aylardır, yıllardır yaşamlarından yaşamları zorla alınıyordu.
"Zaten bize burada gıptayla bakıyorlar’’ diye ekledi. "Gazetecilerin ziyaretçileri oluyor da, askerlerle akademisyenlerin, öğretim üyelerinin ziyaretçileri az oluyor." dedi.
Önce hazırlanan 4. yargı paketinden söz etti :
“Paketler matruşka gibi iç içe hazırlanıyor. Biri olmazsa diğeri geliyor. Şimdi de 4. cüsü hazır. Bu olmazsa 5. paket gelecek. Hiçbir beklentim de yok."
Ya basının durumu? Batsın bu gazetecilik olayı?
Uzaklara dalıp gitti. :
"Zaten basın bitirildi. Milliyet olayında da açık seçik, net ortaya çıktı. Basın susturuldu. Bizi de onursuzlaştırmak istediler. Unutturmak istediler, unutturamadılar.
Çok mektup alıyorum. Kimliğini bile korkusuzca yazıp "biz ne yapmalıyız?’’ diye soruyorlar.”
"OĞLUM İÇERİ GİRMEK İSTEMİYOR’’
Sağlığını, ailesini, iki çocuğunu da sordum. Salonun bir köşesinde ziyaretçi çocuklar için yere serilmiş pembe desenli yaygıya bakıp, "eşim ve kızım görüş günlerinde geliyorlar, ziyaret ediyorlar" dedi, ama oğlunu anlatırken, gözlerine yerleşen ıslak hüzne dayanmak zordu:
“Beş aydan beri oğlum ziyaretime gelmiyordu. Onu çok özlemiştim. 5 ay sonra onu ilk kez bu hafta gördüm. Çok mutlu oldum. Oğlum direniyordu. Ankara’dan Silivri’ye getiriyorlardı ancak cezaevi kapısından içeri sokamıyorlardı.. - Ben içeri girmeyeceğim, babam gelsin buraya - diye diretiyormuş. Ona, babasının bu binada çalıştığını söylüyorlar . Bu kez zorlukla ikna etmişler, geldi gördü beni. Bana ödevlerimi sordu, ben de - kısa sürede yapıp eve geleceğim, merak etme- dedim. Çok zor bir süreç geçiriyor oğlum. Parktaki arkadaşlarıyla çatışıyor. Babasını özlüyor.. Bu ayrılığı kabul edemiyor..”
"YENİ DURUŞMADAN DA BEKLENTİM YOK’’
Milletvekili gazeteci Balbay’a, yeni duruşmaları da sordum. Nasıl hazırlanıyorlardı?
"Hiçbirinden beklentim yok . Ne var ki sıkı durmak lazım. 28 yeni klasör daha getirildi. genel kurmay arşivlerinden hazırlanan belgeler diye ortaya çıkarıldı. Askerler savunma yapsın diyorlar. Her bir söz, hareket, haber çalışması klasörlere delil diye giriyor. Sayfa sayfa inceleniyor, her şey karmakarışık delil diye önümüze konuluyor. Bunların altından kalkmak çok zor. Şu bir gerçek ki, her şey Ankara’ya bağlı. Mart ayı hedef gösteriliyor. Bakalım, ne kadar hızlanacak. Bunların hepsi Ankara yüksek siyasetine bağlı. Aslında hukuk kıyımı yaşanıyor. Hertürlü hukuk ayaklar altına alındı. Her çeşidi, usul hukuku, delil ve tanık hukuku.... Birbirlerinin içine atıyorlar, sonra bakarız diyorlar, bakamıyorlar. Bu dava bu koşullarda sağlıklı nasıl bitebilir ki.. Bu yargılamayı kabul etmiyoruz. Herkesin yazısı gibi Genel Kurmay arşivinden benim de yazım çıkmış, delil diyorlar buna. suç imiş gibi..’’
Balbay’ın sürekli dosyalar, iddialar üzerine çalıştığı belli. Ama neresinden çıkış yolu bulabileceklerini bilemiyor.
"Bizi takas sandığı gibi görüyorlar. Bizi burada hazır tutup, dağdaki terör örgütlerine buyrun sizi isteyen ülkesine alsın diyorlar. Bize de siz burada kalın, aman diyorlar..
Bu yargı mantığı ile nasıl çıkılacak bu Silivri çıkmazından.. Geçmişte hukuku herkes kullandı ama, demokrasi için hukukun kullanılmasını kabul edemiyorsunuz.. Özel Yetkili mahkemeler(ÖYM) kendilerine yetki verme yetkisi almış durumdalar. Böyle lüks olabilir mi? Davalar, yeni eklerle uzatılıyor. Hukukun ayaklar altına alınması dehşet verici.’’
Cezaevi koşullarının değişip değişmediğini de sordum. Daha fazla sıcak su verilmesini istiyorlardı.
"Evet’’ dedi. "Su büyük problem. Son zamanlarda su sisteminde bir parçalık düzelme oldu. Şikayetlerimiz duyulmuş olmalı ki, kişi başı su miktarı biraz arttırıldı. Mesela çamaşırlarımızı akşam 8’de ıslatıyoruz. Sistem geliştirdik. 11.30 a dek bekliyoruz. Yıkayıp duruluyoruz. 11.30'dan sonraya bekletiyoruz son durulamayı. Çünkü yeni günün su hakkı gece yarısı 12’den itibaren başlıyor. Biz de 12’de yeni su hakkımızla çamaşır yıkamayı ve banyomuzu tamamlıyoruz. Bu da bir çeşit işkence, zulüm ama ne yapalım..’’
Gardiyanın uyarısıyla vedalaşma anı geldi. Yeniden sarılıp vedalaştık. Arkasına baka baka, el sallaya sallaya, tutuklu kaldığı hücresine doğru gözden kaybolurken, Allah kurtarsın dedik bir kez daha..
"HİÇBİR MAHKEMEDE BU KADAR YİĞİT OLUNMADI’’
Eski tutuklu sanıklardan Hayrettin Ertekin’in yaptığı söylenen plastik yapma güllerle baş başa kaldık salonda yeniden. Yine aynı kurallarla, bu kez Yalçın Küçük’ün gelişine tanık olduk.
Her zamanki gibi kırmızı kaşkolu boynunda, dosyaları elinde, kalpağı başında çıkageldi. Sevinçle "hoşgeldiniz’’ derken, her zamanki sözlerini yineledi:
“Cezaevinden hiç şikayetim yok. Her şey iyi gidiyor.”
Zaten uzun süredir yaptığımız açık görüşlerden şu sonucu çıkarmak olası:
Cezaevinin katlanılması zor koşullarına kendilerini alıştırmak istiyorlar. Yoksa, bu zulüm bunca yıldır çekilebilir mi?
"Ben her gelene, her görüştüğüme moral veriyorum. Benimki aslında oyuncak dava. ama size şunu söylemek istiyorum. Hiçbir mahkemede insanlar bu kadar yiğit olmadılar. Bu da çok sevindirici bir sonuç. Tutuklananların bu kadar dayanıklı olması sevindirici. Hiç çözülme olmadı. Buradan çıkınca da herkesin başı dik olarak kalacak."
Yeni duruşmalardan beklentisini sordum Yalçın Küçük’e:
“11 Mart duruşmasında da uzatacaklarını bekliyorum. Aslında bu dava bitti. Herkes çıkacak, çünkü suç yok. Benim 4. paketten de bir beklentim yok.”
Hücresindeki yaşamını bir kez daha sordum.
“Fatih Hilmioğlu Hocayla kalıyoruz. Fatih Hoca çok iyi insan, çok yakışıklı bir arkadaşım.. Ben sabah 5 buçukta kalkıyorum. Koğuşun temizliğini yaparım. Zaten bizimki en temiz koğuş seçildi.”
Güldü. Zaten gözünden yüzünden gülümsemesi eksik olmuyor Yalçın Küçük’ün. Kendisini ziyarete gelenlere moral vermekte ısrarlı.. Üzülmeyin benim için, der gibi..
"Ya akustik sorunu’’ diye sorduğumda, "O berbat bir şey’’ diye ekledi.
"Binanın akustiği insanı deli ediyor. En ufak ses, çınlıyor, kulak deliyor, beyninizi oyuyor. Ben ona da çözüm bulmaya çalışıyorum. Gazetelerdeki güzel kadın resimlerini kesip duvarlara yapıştırıyorum, sesi azaltması için. "
Ailesini, oğlunu, yazdıklarını, hücre yaşamını anlatırken, kah güldük beraber, kah düşündük, hüzünlendik.. Vedalaştıktan sonra, kalpağını başından çıkardı, omuzları öne doğru bakarak, yeniden aşağıdaki hücresine sessizce döndü o da…
ÇAKI GİBİ…
Tuncay Özkan, koşarcasına çıktı merdivenleri, birkaç adımda yanımıza geldi, "Hoşgeldiniz’’ derken, sevincini gözlerinden okumak çok kolaydı.
Dimdik, kendine iyi bakmış, kilosunu dengede tutmaya çalıştığı her halinden belliydi. Heran normal yaşama geçecekmiş gibi yaşamayı hedeflemişti.
"Tuncay, bu kez daha iyi gördüm seni’’ diye takılınca, güldü, "Böyle olmak zorundayız" dedi.;
"İlk kez 94 kilo girdiğim Metris’den 108 kilo olarak çıktım. Ağır yemekler, sürekli büsküvi yiyerek kof bir şişkinlik olmuştu. Kızım da üzülmesin diye sürekli abur cubur yiyerek kilo almıştım. Sonra, 28 Şubat'ta beni burada tek başıma hücreye attıklarında 72 kiloya kadar düştüm. Kanalizasyon pisliğinin içinde yüzüm bile yara oldu. Şimdi, spor yapıyorum, sadece meyva ve sebzeyle besleniyoruz. Mustafa Balbay ile aynı hücrede olduğumuzdan birlikte kantinden sebze aldırıyoruz, semaver buharında haşlıyoruz. Protein açığını da yoğurt ve peynirle gidermeye çalışıyoruz. Şimdi 83 kilodayım. İyiyim. Çakı gibiyim..’’
Gerçekten çakı gibiydi. Koyu lacivert takım elbisesi, bembeyaz gömleği ile titizlikle hazırlandığı her halinden belliydi.
"Çok da şıksın’’ deyince, "Her gün traşımı olurum. Traşsız hücreden çıkmamaya özen gösteriyorum. Özgürken nasılsam, aynı duyguları yitirmek istemiyorum. Belki de bu benim direnişimin bir yönü..Çünkü burasını bizim için mezarlık olarak görüyorlar. Her şeyin ötesinde bir yaşam burası. Mecburuz direnmeye..’’
Duruşmalardan, Ergenekon dosyalarından, sürekli yenıleri hazırlanan ek klasörlerden konuştuk. Yine isyanlardaydı:
"Ergenekon diye bir örgüt varsa söyleyin, öğrenelim diyorum. Bilip de söylemeyen varsa şerefsizdir. Temel sorun şu: Ailelerin dramı çok büyük, bambaşka..Dirençleri de çok büyük.. Bizler, hukuk varmış gibi yargılanırken herkes çok çaresiz. Herkes, her şey, kısacası Türkiye, ahtapota benzetildi. Taşa vura vura ruhunu almaya çalışıyorlar. Büyük korku yaratıldı.Hiçbir sorun hukuk içinde çözülemiyor. 5. yıldayız. hücrede beş yıl tutuklu kalınır mı? Suçumuz ise gazeteci olmak. Kitaplarım, kitaplarımı besleyen tüm kaynaklar suç unsuru oldu."
Gardiyanlardan istediği çayını, mahkumların gümüş simlerle işlediği ince belli bardaklardan yudumlarken, devam etti:
"10 bin 800 adet telefon konuşması varmış. Bunlar suçmuş. Yazdıklarım suçmuş. Ben terör suçlusuymuşum.. Hukuk bunun neresinde?’’
"UMUTSUZ OLMAYIZ"
Tuncay Özkan da hücresine dönüp demir kapısı üzerine kilitlenirken, bu kez bir başka demir kapının kilidi açıldı ve Doğu Perinçek gülen yüzü ile salona çıkarıldı.
"Saatlerdir size anlatacaklarımı aklımdan geçiriyordum. Burada en fazla tutuklu gazetecileri ziyaret ediyor arkadaşları. Diğerleri galiba bu şansı yakalayamıyorlar. Bugün Türk ordusu esir olmuş durumda. Esas, önemli olan budur. Biz değil.."
Perinçek, uzun yıllarını hücrelerde geçirmiş biri olarak koşullara da alışkındı şüphesiz. Hücre yaşamı onu da zorluyordu. Yaşına ve yılların yorgunluğuna rağmen, moral vermeye çalışıyordu.
"Nasıl çıkacağız buradan biliyor musunuz, başımız dik olarak.. Yüzbinlerin bizi izlediklerini biliyoruz. Sonunda Türkiye’yi bölenler kaybedecekler. Türkiye yeniden Atatürk’ün yoluna girecek, inanın. Herkes tutsak bugün ancak herkes de suçsuz."
Cezaevinin bol bol okuma, yazma, düşünme yeri olduğunu, onun için de günlerini okuyarak, yazarak geçirdiğini söylüyordu.
Beş yıldır tutuklu olan Doğu Perinçek’in duruşmalardan beklentisi neydi?
"Mart ayındaki duruşmadan bir beklentim yok. Mütalaa, nisan ayı sonrası gibi geliyor bana..’’
LİG TV İZLEYEN GENÇ GAZETECİ..
Üç buçuk yıldır Silivri’de tutuklu olan ve bugün 34 yaşına basan gazeteci Deniz Yıldırım da, diğerleri gibi temiz giysileri ile titizce hazırlanmıştı açık görüşe. Genç yaşına rağmen, saçları beyaza durmuştu.
Bazı kaynakları ürperten ve akçeli konuları açıklayan 4 haberi yayınlamaktı suçu. 57 yıl hapis cezası isteniyordu... Hikmet Çiçek’le paylaştığı hücresinden çıkarılıp koşarcasına karşımıza geldiğinde, her şeye rağmen gözlerinin içi gülüyordu. Ne var ki onun da teni solmuş, saçları daha beyazlaşmıştı. Hepsinin gözleri, yakına ve sürekli beyaza bakmaktan giderek bozuluyordu.
"Cezaevine alıştık.. Koşullar böyleyse, direnmekten başka çare yok." diyordu. "Hatta kendimizi unuttuk, Galatasaray ne olacak diye düşünüyoruz."
Maçları izliyorlardı. 12 koğuş birleşip Lig tv’ye para yatırmışlar, tüm koğuşlarla birlikte lig maçlarını izliyorlarmış. Hatta D Smart da bağlatmışlar, Avrupa maçlarını da kaçırmıyorlarmış..
Yeni duruşmaların kapıda olduğunu hatırlatınca, Deniz Yıldırım şöyle konuştu:
"Mart'taki duruşmada bize söz verecekler. Deliller ortada. Ben cumaya mütalaa bekliyorum. Benim yayınlarımla örgüt üyeliğini bağdaştırıyorlar. Tayyip Erdoğan ile ilgili ses kayıtlarının servis edildiği suçlamasında, suçsuzluğumu ispat ettim oysa.. Bundan sonra nelerin olacağını bekliyoruz. 4. yargı paketi ile bazı dengelerin değişeceğini sanıyorum.’’
"YENİ ANAYASA ÖNEMLİ’’
Gün tamamlanırken, cezaevinde çalışanlar evlerinin yolunu tutuyordu. Son açık görüş tutuklusu gazeteci Turhan Özlü ile konuşurken, bize verilen sürenin de sonuna gelmiştik. İkişerli, üçerli görüşmelere izin verilmediğinden, her birinin hücrelerden yukarı çıkarılması, yeniden yerlerine dönüşleri uzun işlemlerden geçtiği için, zaman yetmiyordu.
Özlü, şöyle konuştu:
"Duruşmalar skandal. Bu davalar başka bir şey.. Türkiye’nin dönüştürülmesi söz konusu. tv yöneticisi olarak benim Yalçın Küçük ile konuşmalarımı iddianameye suç olarak koymuşlar. Ne yapabilirsiniz..’’
Yeni anayasa hazırlığından umutlu olduğunu da söylerken, bu sürece halkın daha fazla katılımının büyük başarı sağlayacağını belirtiyordu.
Hücre yaşamını, sağlığını, su durumunu, batsız bu gazetecilik söylemlerini konuşurken, şaka yapmaktan da kendini alıkoyamıyordu. Her görüşte bizlere moral vermeye çalışan Turhan Özlü bu kez de aynı duygular içindeydi.
İki kişi kaldığı hücresine geri dönerken, yeni duruşmaların da büyük beklenti yaratmaması gerektiğini yineliyordu. (Pınar Türenç - Odatv.com)