Saddam'ın kimyasal yüklü savaş uçakları 16 Mart 1988’de Halepçe'yi vurdu.  Bilançosu en az 5 bin ölü 7 bin yaralı. On binlerce insan kimyasal silah mağduru. Halepçe'de yaşayan insanlar hala kanser, iç hastalıkları, deri hastalıkları gibi hastalıklardan yaşamlarını kaybediyor. Katliamda yaşamlarını yitiren ya da kimyasal silahtan zarar görmüş ailelere bölgesel hükümet yardım yapıyor. Ancak bir de savaşın bilinmeyen mağdurları var. Bunlar tam 25 yıldır yaralarının sarılmasını bekliyor.
Halepçe küçük bir şehir. Nüfusu 70 bin civarında. 1988 Halepçe katliamından sonra yeni Halepçe diye bir şehir inşa ediliyor Süleymaniye yakınlarında. Bizim gittiğimiz ve katliamı yaşayan şehre ise “Helepçe yê Şehîd” yani Şehit Halepçe diyorlar. Gazeteci arkadaşım Halepçe'li Kelsum’la şehri gezerken tek tek anlatıyor. Halepçe üç tarafı dağlarla kaplı. Kelsum eliyle bir daire çiziyor. “Buraların hepsi Saddam'ın uçakları tarafından vuruldu” diyor. Gözleri acıyla kaplı bir şekilde. Halepçe'nin hemen her tarafı vurulmuş. Bu acılar üzerine yeni bir şehir inşa edilmiş ama…
Çimen Ali Said bizi ayakta karşılıyor. Bir elinde koltuk değneği, içten gülen bir yüzle. Annesi insanı mahcup edecek kadar sıcak ve misafirperver. Çimen, katliamın olduğu gün daha küçücük bir çocukmuş. Olayı anlatırken sanki hala yaşıyor. Çimen’in bir bacağı yok. Yaşadığı her gün her an bu olayı hatırlayarak yaşıyor. Bir an bile unutmadan. “Ayın 14’ünde Saddam Hüseyin'in uçakları Halepçe’ye bir hava saldırısı yaptılar. O esnada ben arkadaşlarımla dışarıda oturmuştuk. 14 kişi yaralandı. Ben de orada yaralandım.  Bir bacağım koptu. Şimdiye kadar hiçbir şey yapmadılar. Ailemden 3 kişi yaralandı. Yaralanınca beni Süleymaniye’ye götürdüler. Kardeşim hava saldırısında öldü. Fakat biz ayın 14’ünde yaralandığımız için Halepçe’de yaralanmış sayılmıyoruz.”
KADINLAR HALA SİYAHLAR İÇİNDE
Şehir yer yer inşa halinde. Burada Hewler, Süleymaniye ve Güney Kürdistan'ın diğer taraflarına göre daha ağır ilerleyen bir inşaat sektörü var. Genelde evler tek katlı. Sokaklarda yaşlı kadınlar hala siyah giyiyor. Gençler biraz daha farklı. Kadınların çoğunluğunun başı kapalı. Arabamız yeni bir eve doğru ilerlerken yaşlı bir kadının önünden geçiyoruz. Gözüm onda çakılı kalıyor. Yüz hatları öyle derin öyle çıldırtıcı ki. Zayıf uzun boylu. Saçları ağarmış. Gümüş teller siyah başörtüsünün altında çıkmış. İnsan her gün aynı acıyla mı bakar hayata? Hiç mi bu ifade değişmez? Hep aynı öfke, karamsarlık, bıkkınlık duygusuyla mı bakar insan kendinin dışına?
GÖZLERİ 25 YILDIR GÖRMÜYOR
Seybe Muhammed Said’in evine gidiyoruz. Seybe 16 Mart’ta gözlerini kaybetmiş. Gözbebeklerinin yerinde birer mavi nokta var. Gözleri yirmi beş yıldır görmüyor. Bütün ihtiyaçlarını kızları karşılıyor. O da hala siyah giyiyor. Tedavi için defalarca tahrana gitmiş. Elde ne var ne yok satmışlar. Binlerce dolar masraf yapmış. Ancak hiç birinde kimse onlara yardımcı olmamış. Çünkü bir savaş mağduru olarak kabul edilmiyor. Çünkü Saddam'ın attığı bombalardan gelen parça ile yaralanmış. Bu parçalar gözlerini ondan almış. Kimyasal silahın yarattığı gaz etkisinden değil bizzat bombanın parçasından yaralanmış. Bunu anlamak gerçekten çok zor geliyor insana. Halepçe'nin mağduru olmak için illa o hardal kokulu gazı mı koklamak gerekli.
Yine Halepçe’nin sokaklarına bırakıyoruz kendimizi. Aslında pazaryeri bir hayli hareketli. Buranın gelir düzeyi düşük düzeyli. Çok büyük mağazalar falan yok. Burada seyyar bir çay ocağı işleten Halepçeli Kawa Muhammed Emin Salih ile konuşuyoruz. Yaşı otuzlarda bir Halepçe mağduru. Bizimle konuşurken bir şart koşuyor. Konuştuklarımı aynen vereceksiniz, hiçbir şeyi çıkarıp atmayacaksınız diyor. Sözümüzü verdikten sonra konuşmaya başlıyor:
“Yaralandıktan 9 gün sonra beni tedaviye götürdüler. Evde 6 kişi yaralandı. Ama kimyasal silahtan yaralandığı hesaplanan tek bir kişidir. Ben gözüm ve göğsümden yaralandım. Gaziyim. Elimde bir belge var. Üç ayda bir, çok az bir maaş alıyorum. Yaralandıktan sonra okuyamadım. Şimdi çaycılık yapıyorum. Evliyim iki çocuğum var. Kiradayım. Toz ve gaz kokusu bana yasak olduğu halde çaycılık yapıyorum.” Kawa için 16 Mart sadece acıyı ifade ediyor. Her 16 Mart’ta o günü bir daha yaşıyor.
BEYAZ TAŞLAR ÜZERİNE YAZILMIŞ İSİMLER…
Halepçe'nin acı yüklü sokaklarındayız. Arkadaşım Kelsüm için de bu gün çok zor bir gün. Çünkü abisi beyninde oluşan tümörden dolayı hastaneye kaldırılmış. Diğer üç abisi de benzer sebeplerden ölmüş. Şimdi abisi için endişeli bir bekleyişleri var. İnşallah diyoruz, birlikte bildiğimiz dilden onunla dua ediyoruz. Kelsüm'ün içi yanıyor. Gelen her telefonda gizli gizli gözleri ıslansa da hep acısı saklıyor. Halepçe'yi bana anlatmaya çalışıyor.
Halepçe şehitleri için şehirde yapılmış bir mezarlığa gidiyoruz. Burada tam 450 kişi yatıyor. Amerikan filmlerinde Vietnam savaşında ölen askerlerin mezar görüntüleri vardır, aynı beyaz taştan yapılmış dizilerce üzerinde isim yazılı mezar taşları. Aynen böyle bir görüntü. Beyaz taşlar üzerinde soranca   yazılmış isimler uzayıp gidiyor, akşam üstü olduğu için her bir taşın gölgesi bir diğeri üzerine düşüyor, gölgeler uzayıp gidiyor. Anıtın tam ortasında ise bir kadın ellerini dua eder gibi göğsünün üstünde tutmuş ve gökyüzüne bakıyor. Havadaki ölüm canavarlarının dehşeti ellerinde birleşiyor.
Bir sonraki durağımız yaşlı bir dede olan Hacı Mahmut Muhammed Dalamberi’nin evi oluyor. Hacı Mahmut’un da gözleri görmüyor. Eşi ve kızı kapıda karşılıyor bizleri. Onların; bizi görmekten onların yaşamlarıyla ilgili olmamızdan duydukları şükran, minnet her mimiklerinde var. Gerçekten insan bunun karşısında eziliyor. Hacı Mahmut artık duymakta da zorluk çekiyor.
HEPSİ SADDAM BOMBALARININ MAĞDURU
O günü şöyle anlatıyor: “8 uçak Halepçe’nin üzerine geldi. Her seferinde üçü vuruyordu. Kimyasal ve bomba atıyorlardı. Tüm hayvanlar insanlar caddede yere düştüler. Gözlerimle gördüm. Caddede o kadar çok insan vardı ki uçaklar geldiklerinde saklanamadılar. Hepsini öldürdüler. Bir kadının ayaklarının parçalandığını gördüm. Yardım edemedim. Kimyasal silahla vurulduktan sonra akşam oldu. Annem, babam, halamla Sazan diye bir yere gittik. Yolda, bir yerde 6 bir yerde 12 cenaze gördük.” Hacı Mahmut’un son gördüğü işte bu cesetler oluyor.
Bu insanların hepsi Saddam bombalarının mağduru, kiminin bacağı, kiminin gözü kiminin kolu gitmiş. Kimi aldıkları kalıcı hasarlardan dolayı sürekli doktor kapılarını aşındırmaktan bıkkın. Kimi hasta haliyle günlük yaşamını geçindirmeye çalışmaktan, çoluk çocuğu için her gün sokaklarda çay tezgahlarının arkasında çalışmaktan ya da satıcılık yapmaktan yorgun ve hasta. Ve bu insanlar savaş mağduru sayılmıyor...
Konuştuğumuz her insan hükümetin bu politikasından şikâyetçi. Sadece gazdan mağdur olanlara savaş mağduru denildiğini, oysa kendilerinin de savaş mağduru olduklarını ama bunu kimsenin duymak istemediğini söylediler. Haklı olarak daha adaletli bir yaklaşım istediler. Kürt halkı Halepçe’yi unutmadı unutmayacak. Ama Halepçenin yaraları ise hala kapanmadı.

Özgür Serhat / ANF
Daha yeni Daha eski