BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, İmralı’daki görüşmede Abdullah Öcalan’nın kendilerine, “Ben üzerime düşeni yapıyorum, hükümet bu fırsatı kaçırmamalı, Meclis de üzerine düşeni yapmalı. Bu bir isyandır, ben de isyanın lideriyim” dediğini aktardı.

Demirtaş, Özgür Gündem Gazetesine verdiği röportajında, Öcalan ile İmralı’da yaptıkları görüşmeye ilişkin önemli detaylar anlattı. Demirtaş, İmralı’daki görüşmenin önemine dikkat çekti. Görüşmenin nevroz öncesine denk gelmesinin de önemli olduğunu vurgulayan Demirtaş, Öcalan’ın sağlık durumunun da iyi olduğunu söyledi. Öcalan’ın göz yaşarması dışında şu anda ciddi bir sağlık sorunu olmadığını belirten Demirtaş, "Öcalan son derece moralliydi. Çok heyecanlıydı. Bizim açımızdan da sanıyorum onun açısından da son derece keyifli bir toplantı oldu. Süreci uzun uzun değerlendirdi. Kendi çözüm kararlılığı, çözüm yaklaşımı, çözüm iradesinden söz etti. Gerçekten de silahsız, kimsenin ölmediği bir çözümde ne kadar kararlı, ne kadar ısrarcı olduğunu bu toplantıda da bir kez daha biz gözlerimizle görmüş olduk. Mesajı daha çok hükümeteydi tabi. Bütün bu görüşme boyunca AKP hükümetinin bu fırsatı kaçırmaması gerektiğinden bahsediyordu. Hükümetin ve parlamentonun üzerine düşen görevleri hızlı bir şekilde yapması halinde hiçbir provokasyona fırsat verilmeden çözümde çok hızlı bir şekilde ilerlenebileceğini belirtti. Tabi burada kendisi de AKP hükümetinin ve parlamentonun, bu adımları atıp atmayacağından yüzde yüz emin değildi" dedi.

"ŞİMDİ BU İSYANI BİTİRECEĞİZ"

"Bu adımlar dediğiniz tam olarak neler?" sorusu üzerine Demirtaş, şöyle konuştu:
"AKP ve devletin eskiye göre daha ciddi bir yaklaşıma kavuştuğunu belirtti. Fakat örneğin şöyle bir tanımı vardı; sonuçta bu bir isyandır. Neredeyse 40 yıldır devam eden bir isyandır. Şimdi bu isyanı bitireceğiz. Ben bitirmekte kararlıyım. Fakat parlamento bu isyanın bitmesi için kararlar alabilecek mi? Örneğin geri çekilmeyle ilgili komisyonların kurulmasıyla ilgili çatışmasızlık ve silah bırakma aşamalarına dair parlamento güvence veren kararlar alabilecek mi? Ve bu çatışmasızlığı sürekli hale getirebilecek, kalıcı barışı sağlayabilecek adımlar atabilecek mi? Bütün bunları göreceğiz dedi. Bu dönemin 1921 Koçgiri İsyanı’nı hatırlattığını söyledi. Tam olarak benzemese de o dönemde parlamento, Koçgiri İsyanı’nın bitmesi için isyan liderleriyle görüşüyor. İsyanın sona ermesi için parlamento bazı yasalar çıkartıyor. Hükümet ve parlamento bu işe ciddi yaklaşırsa ben çok ciddiyim çok kararlıyım diyor. Artık kan akmamalı diyor. Bir de şöyle bir yaklaşımı vardı bu konuda; bugüne kadar denedikleri bütün çözüm arayışlarında kendisinin dışlanmaya, zayıflatılmaya çalışıldığını, etrafının, altının boşaltılmaya çalışıldığını ama bu defa direkt kendilerinden başlanmış olmasını doğru bulduğunu, çünkü halk ayağı, gerilla ayağı, örgüt ayağı boşaltılırsa; yani Öcalan’ın etki gücü kırılmaya çalışılarak bu iş yapılırsa bunun sonuç almayacağını devletin gördüğünü, şimdi doğru bir yöntem denendiğini ve kendisinin de bu rolü oynamak istediğini belirtiyor."

"ÖNÜMÜZDEKİ YÜZYILLARI DÜŞÜNMEK ZORUNDAYIZ"

"Öcalan süreci ‘Demokratik kurtuluş, özgür yaşam’ olarak tanımladı, bu kavramı açtı mı?" sorusuna Demirtaş, "Doğru, aslında şundan söz ediyor. 1920’lere atıf yapıyor sürekli. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk döneme Osmanlı bakiyesine atıf yapıyor. Osmanlı kültürler topluluğuna atıf yapıyor" dedi. Bunların ne olduğunun sorulması üzerine de Demirtaş, şunları kaydetti:
"O dönem biliyorsunuz farklı milletler, farklı inançtan insanlar aynı coğrafyada birarada yaşayabiliyorlardı. Özellikle Kürdistan bölgesinde farklı inanç kesimleri farklı etnik kimlikler Osmanlı’daki saraya karşı kısmi özerkliklere sahipti. Bunları önemsiyor. Yani tekleştirilmiş millet tanımının Ortadoğu gibi bir coğrafyada hiçbir devlete uymayacağını, devletlerin bundan vazgeçtikçe ancak toplumun özgürleşebileceğini, fakat bunun yerine ikame edilecek şeyin de yine ulus devlet olmaması gerektiğini ısrarla belirtiyor. Ve bütün farklı kimlikler, farklı inançlar bir Ortadoğu konfederal sistemi içerisinde bir arada yaşayabilirler diyor. Öyle sınırların değiştiği resmi sınırların farklı şekilde çizildiği bir modeli kastetmiyor. Örneğin AB’yi örnek verirken, kömür ve çelik birliğiyle başladı bu diyor ve bugünlere kadar geldi. Avrupa için kömür-çelik ne idiyse o dönem, bizim coğrafyamızda da, Dicle-Fırat’ın suyu böyledir diyor. Dolayısıyla bu su etrafında bir birlik, bir dayanışma başlar ve giderek bu Ortadoğu’yu da kapsayan bir demokratik Ortadoğu konfederasyonuna dönüşebilir. Bunun koşulları vardır. Dolayısıyla hiç kimsenin marjinal düşünmemesi lazım. İlk defa bu topraklarda demokratikleşmenin kapısı aralanıyor ve bu aralanmış kapıyı hepimizin iyi kullanması lazım. Önümüzdeki haftayı, önümüzdeki ayı değil önümüzdeki yüzyılları düşünmek zorundayız. Ben yıllardır bunun hazırlığını, çalışmasını yürütüyorum, o nedenle bu fırsatı, süreci değerlendirmek istiyorum. AKP de, diğer güçler de bunun kıymetini bilirse bu olur diyor. Hatta CHP, MHP’ye de çağrı yapıyor. Katkı sunmak istiyorlarsa neden olmasın diyor. Çünkü bunu bir Kürt kurtuluşundan öte, gerçekten Ortadoğu’da yeni bir modelin yeni bir sistemin yaratılması için bir fırsat olarak görüyor. Meseleye asla bir etnik pencereden bakmadığını çok net ortaya koyuyor."

"MÜTHİŞ BİR ÖZGÜVENİ VAR"

"Öcalan çok stratejik bir öneri getiriyor. Bu konuda AKP’nin pozisyonuyla ilgili ne diyor?" sorusunun da yöneltildiği Demirtaş, "Şöyle bir cümlesi vardı; geçmişte çok anlamıyorlardı ama şimdi sanırım onlar da değişimin ne kadar gerekli olduğunun farkındalar. Fakat bunu ne kadar pratikleştirebilirler bunu hep birlikte göreceğiz diyor. Kendisi gerçekten pratikleştirmek konusunda olabildiğince esnek davranmaya çalışıyor. Dayatmacı, şabloncu bir tarzı yok. Müthiş bir özgüveni var. O kadar alternatifli konuşuyor ki düzenlemeler konusunda, atılacak adımlar konusunda. Yeter ki süreç ilerlesin, demokratikleşmenin kapısı açılsın. Yani değişimin kaçınılmaz olduğunun farkında ve bu değişimi, gerçek değişime ihtiyacı olanların, ezilenlerin öncülük edip yönetmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor aslında. Kim bu değişime karşı direnirse onun yok olup gideceğinin farkında" ifadelerini kullandı.

"BAŞKANLIK SİSTEMİ GÜNDEMİMİZDE YOKTU"

Yeni anayasa, başkanlık sistemi tartışmalarının Öcalan ile yapılan görüşme gündeminde olmadığını anlatan Demirtaş, "Başkanlık sistemi gündemimizde yoktu. Fakat tabi anayasa meselesini de tartıştık. Onun da soruları vardı. Şuna çok önem veriyordu. Bir defa bu anayasa ve yasa meselesinin parlamento ayağının tümüyle BDP’nin işi olduğunu, BDP’nin bu konuda zaten uzman olduğunu, görevinin bu olduğunu belirtiyordu. Aynen şu cümleyi kullandı; BDP bir arabulucu değil. Basında postacı falan diyorlar. Asla böyle bir pozisyonu yok. BDP, eğer birinci aşama geçilirse ikinci aşamanın tümden tarafıdır. O da hukuki süreç, anayasal ve yasal reformlar sürecidir. Bu çerçevede tartışmalarımız oldu" dedi.
Uzun süredir anayasa ve yasal reformlarla ilgili çalışma yürüttüklerini belirten Demirtaş, "Konferanslar, çalıştaylar yaptık. Güçlü bir anayasa taslağı ortaya çıkardık. Yine yol temizliği dediğimiz reform paketini ortaya çıkarttık ki adada Sayın Öcalan ile yaptığımız toplantıda da bu reform paketinin de tartışmasını yürüttük ve bu konudaki güçlü hazırlığımızı anlattık. Kendisi de bu reform sürecinin önemli olacağını, BDP’nin bu konudaki hazırlığının güçlü olduğunu gördüğünü ve desteklediğini belirtti. Anayasadan önce mutlaka bir yol temizliğine ihtiyaç olduğu düşüncesi onda da vardı" dedi.

"AKP’Yİ DEVRİMCİ OLARAK TANIMLIYORLAR"

Abdullah Öcalan’ın çok uzun yıllardır ne yaptığının farkında olduğunu savunan Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yani attığı ve atacağı adımlarla nelerin nasıl değiştiğini o kadar iyi görüyor ki. Mesela devletin İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşme yapması, bizim gidip orada toplantılar yapmamız bile Türkiye’deki baskıcı sistemin çatlamasına neden olmuştur. Dikkat edin nevrozlar nasıl kutlanıyor. Düşünün ki yüz yıllık Kürt inkarı kırılmış olacak Kürt sorununun çözülmesiyle. Şimdi bu devlet bütün baskıcı mekanizmalarını Kürtlerin inkarı üzerine kurmuştur. Yani siz devletin elinden en büyük baskı aracını alıyorsunuz. Bir daha kullanmamak üzere geri alıyorsunuz. Kürtlerin dışındaki bazı kesimler bunu görmüyor. Temel çelişki Kürt meselesidir. Çünkü baskı, otorite Kürdün inkarı üzerine kuruludur. Bu sistem değiştiği zaman, hani bunun yerine demokrasi inşa edilir demiyorum ama, daha otoriter ya da daha baskıcı bir rejim kurulur demek de haksızlıktır. Bunun yerine demokrasinin inşa edilmesi görevi de AKP’nin değil. Tam da bu itirazları belirten ilerici kesimlerdir. Yani diyorlar ki, hem AKP baskıcı rejimini kırsın hem de yerine tam da arzuladığımız gibi bir demokrasiyi inşa etsin. Var mı böyle bir şey. Öyle olsaydı hepimiz AKP’li olurduk yani. AKP’yi devrimci diye tanımlıyorlar neredeyse."

"MÜCADELE HER YIL DAHA BÜYÜK BİR AŞAMAYA GELİYOR"

Öcalan’ın nevruzda vereceği tarihi mesajın merakla beklenildiğini belirtilmesi ve yapılan nevruz kutlamaları ile bunların siyasi manasının sorulmasına karşılık Demirtaş, "Son üç yıldır nevruz büyük bir direnişle geçiyor. Yasaklanıyor, engelleniyor, halk inatla, kararlılıkla meydanlara çıkıyor. Nevruzlarda şehitler verildi. Halk canı pahasına alanlara çıktı. Son üç yıldaki nevruzun karakteri neydi? Devlet kazanılmış bir hakkı, nevruz şahsında Kürt halkının kazandığı kimliğini, kültürünü o gün bütün dünyaya siyasi mesajlarla birlikte verme hakkını son üç yıldır kullandırmak istemiyordu ve buna karşı çok ciddi bir tepki vardı halkta. Diğer sahaların tümüyle birlikte Nevruz şahsında somutlaşan bu direniş bir başarıya dönüştü. Bu başarı da İmralı’da müzakerelerin başlamış olmasıdır. İnsanlar halay çekmek için değil biz Öcalan’ın arkasındayız, onunla görüşmek zorundasın demek için alanlara çıkıyordu. Şimdi bu yıl Öcalan ile görüşülüyor. Geçen yıl gaz ve cop yemenin bedeli bu yıl kısmi bir zafere dönüştü. Kürtler şimdi bunun heyecanını yaşıyor ve alanlara çok daha büyük bir coşkuyla çıkıyor. Bu yıl, hem elde edilmiş bir kazanımın sevinci var hem de siyasal olarak sürecin arkasında durmanın politik bilinci var. Bu ikisi birleşince çok daha görkemli nevruzlar ortaya çıktı. Amed nevruzu da izinli kutlanmaya başlandığından bu yana kitle sayısı her yıl bir önceki yılı aştı. Bu yıl da 2012 yılının nevruzunu aşacak tabi. Mücadele her yıl bir önceki yıldan daha büyük bir aşamaya geliyor. Bunun yansıması da nevruz alanlarında çok iyi görünüyor" dedi.

"KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ HER ŞEYDİR"

Toplantıda bir de kadın değerlendirmelerinin çok kapsamlı yapıldığını söyleyen Demirtaş, "Şöyle bir cümle kullandı; Benim için Ortadoğu’da vatandan, topraktan, petrolden çok daha değerlidir kadın özgürlüğü. Bu her şeydir diyordu. Bu başarılırsa gerisi çok kolaydır. Bir de şu mesajı verdi; yani kadınlar benim söylediklerimi bir tabu gibi almasınlar. Kadınların bana bağlılığını anlıyorum fakat bu bağlılık bir tabuya dönüşmemelidir. Her söylediğimi bir şablon gibi alıp uygulamak değildir kadın özgürlüğü. Geçmişe nazaran çok büyük mesafeler katetti Kürt kadını. Şu andaki durumdan da çok memnunum ama yapılacak çok iş var. Bizim en büyük kazanımımız da budur dedi ve uzun uzun kadın değerlendirmeleri yaptı. Kadınlara da özel sevgi ve selamları vardı" ifadesini kullandı.

"YANLIŞ ANLAŞILDIĞI İÇİN ÜZGÜNDÜ"

Ermenilerin "lobilerle anılması" meselesinin de çok tartışıldığının anımsatılması üzerine Demirtaş, şöyle devam etti:
"Evet, kendisinin yanlış anlaşıldığını söyledi. Hatta üzüldüğünü belirtti. Önerdiği akil insanlar komisyonunda bütün bu etnik kimliklerin temsiliyetinin olması gerektiğini belirtti. Çünkü bu sadece bir Kürt-Türk barışı değil. Bu topraklarda eğer gerçekten barışın önü açılacaksa bu akil insanlar komisyonunda Ermeniden Yahudiye, Rumdan Çerkeze bütün kimliklerin temsilcilerinin yer almasını çok önemsediğini, hatta böyle bir sürece destek vermek isterlerse bundan memnuniyet duyacağını belirtti. Biz, etnik kimliklerle ilgili bir yaklaşımınız dışarıya farklı yansıdı dedik. O da bu tartışmaları izlemişti zaten. Böyle bir şey olmaz diyordu, benim nasıl yaklaştığım çok net biliniyor. Biz zaten onların mücadelesini yürütüyoruz dedi.

"SANKİ AKRABAMI GÖRDÜM"

Öcalan’la ilk defa yüzyüze görüşen Demirtaş’a "Aranızda özel bir diyalog da gelişti mi?" diye de soruldu. Demirtaş, bu soruya şu yanıtı verdi:
"Tabi benim için çok heyecan vericiydi. İlk odaya girdiğimde kendisi ayaktaydı. Birkaç saniye bakıştık ama uzun uzun el sıkıştık. Ben de elini bırakmak istemedim o da elimi bırakmak istemedi. Büyük bir sevgisi, sempatisi olduğunu hissettim. Ben de uzun süredir görmediğim bir akrabamı görmüş gibi bir hissiyat içindeydim. Tabi saç sakal kırlaşmış. İnsan sevgisiyle dolu, konuşurken, tartışırken. Benim için muaazzam bir deneyimdi. 22 yıldır öyle ya da böyle bu mücadelenin içinde oldum ama ilk defa Kürt halkının lideriyle karşı karşıya geldim. Mutluluk vericiydi. Kendisi 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirildiğinde üç aylık stajyer avukattım. Hakikaten hepimiz ağlıyorduk televizyonların başında. Aradan 14 yıl geçti, bir partinin eşbaşkanı olarak İmralı’ya gittim ve kendisiyle resmi bir çözüm toplantısı yaptık. Benim için tarihi, böylesi bir anlamı vardı. İki kızım için de bir selam kartı yazdı."
Daha yeni Daha eski