14 Mart Marx’ın ölüm yıldönümü. Büyük usta, bundan tam 130 yıl önce
hayata gözlerini yumdu. Geride derinliği genişliğinden büyük parıltılı
bir eser bıraktı. Bu eser, 130 yılın ardından işçilere, emekçilere,
devrimcilere yol göstermeye devam ediyor hala.
Kısacası marksizm yaşıyor, yaşayacak da.
Peki ya Marx?
Şöyle açalım: Marx’ın ardıllarına bıraktığı miras, yazıp çizdiklerinden ibaret olabilir mi? Marx’tan geriye kalanlar, kimi zaman sistematize edilmiş, kimi zamansa fragmanlar halinde kalmış düşünceler, önermeler, polemikler ya da hipotezlerle sınırlandırılabilir mi? Yani Marx’ın mirası, bir bibliyografyanın sınırları içerisine sığdırılabilir mi?
Bu, ne açıdan bakarsak bakalım, telafisi güç bir kayıp olurdu kuşkusuz. Çünkü Marx sadece düşünmemiş, yazmamış, tartışmamış; aynı zamanda eserinin üzerine sıcak ve yumuşak bir dokunuşla izini bırakıp öyle gitmiştir bu dünyadan.
Bir esere adını yazmanın ötesinde, izini bırakmaktan söz ediyoruz.
Daha siyasal yaşamının ilk yıllarında, gencecik bir devrimciyken, Alman radikal burjuvazisinin desteklediği bir gazetenin başına getirilir Marx. Rheinische Zeitung’da hırçın, söz dinlemez ve yırtıcı yazılarıyla hemen dikkati çeker. İki ay geçmeden Berlin’deki sansür yetkilileri bu “küstah ve saygısız eleştirilerin” sahibini kovuşturmaya başlarlar. Aynı günlerde, koskoca Rus Çarı Nikolay, Marx’ın saldırılarına dayanamayıp Prusya kralından gazetenin susturulmasını ister. Gazete Mart 1843’te kapatılır. Ancak henüz 24 yaşında olan Marx, şimdiden Avrupa’nın koca başlarının gözünde ürkütücü bir radikal olarak ün kazanmıştır.
Marx siyaset sahnesine böyle paldır küldür dalmakla kalmaz, bir yandan da felsefe üzerine çalışmalarını sürdürür. Sonuçta meslekten bir filozof, Alman felsefe camiasında adı hızla yayılan bir “genç yetenek”tir. Moses Hess, bir arkadaşına yazdığı mektupta 23 yaşındaki Marx için şu satırları kullanıyordu: “Kendini en büyük ve belki de yaşayan tek gerçek düşünürle karşılaşmaya hazırlayabilirsin. (…) O, en derin felsefi ciddiyetle en keskin zekayı kendisinde birleştirmiştir. Rousseau, Voltaire, Holbach, Lessing, Heine ve Hegel’in tek bir kişilikte birleştirildiğini düşün; birleştirmeyi kastediyorum, mekanik olarak karıştırmayı değil”.
Ancak Marx, aralarında Hess de olmak üzere, o dönemden birçok arkadaşıyla yollarını kısa sürede ayıracaktır. Kurmaya başladığı felsefe sistemi bu ayrılığın başlıca nedeniydi kuşkusuz; ancak Marx’ın felsefeyle kurduğu ilişki, deyim yerindeyse felsefe “tarzı” da yeterince kavgacıydı zaten. Ona göre felsefe, salt düşünsel bir uğraş, aklın ve zihnin sınırları içine kapatılmış bir tefekkür eylemi olarak değer taşımıyordu. Bilgi süreci ancak zihnin ötesine taşıp maddi bir güç haline geldiğinde, düşünce pratik olarak dünyaya saldırıp mevcut koşulları alt üst ettiğinde anlamlı ve gerçek bir faaliyet olabilirdi. Dünyayı değiştirmeye yönelmeyen bilgi, sadece yetersiz ya da işe yaramaz değildi; esas olarak bir bilgi değeri bile taşımıyordu Marx açısından.
Böylece Marx, basitçe “elini taşın altına koymak”tan söz eden bir etik duruşu öne çıkarmış olmuyor, bilgi felsefesinin yüzyıllardır kullandığı kalıpların dışına çıkarıyordu düşünme eylemini. Bir pratik devrimci olarak, bilgi ile eylem arasında sökülmesi imkansız bir köprü kuruyor, epistemolojik teamülleri yerle bir ederek felsefenin önüne yeni bir alan açıyordu. Kuram ile eylem, felsefe ile gerçeklik, program ile insan somut olarak kaynaşıyordu.
Tabi bu kaynaşmanın örneğini kendi yaşamında da gösteriyordu Marx. Gazetesinin kapatılmasının ardından ve 1848 devrimlerini de içine alan bir süreçte Avrupa’nın dört bir yanında sürgünlük bekliyordu Marx’ı. Önce Paris’e giden Marx, kısa sürede oradan kovuldu. “Siyasal konularda yazmaması” koşuluyla Belçika kralından izin alınınca Belçika’ya geçen Marx’a, kısa süre sonra ülkeden ayrılması ve bir daha geri gelmemesi bildirildi. Tekrar Paris’e geldi, ama burada çok kalmayarak hızlanan devrimi yaymak için Almanya’ya döndü. Neu Rheinische Zeitung’u kurup radikal ve ürkütücü yazılarına devam etti. Sonunda 1849’da yurttaşlıktan çıkarıldı ve Almanya’dan sürüldü.
Marx’ın Londra yılları, onun en görkemli eserlerine tanıklık etmekle birlikte, kişisel hayatının en büyük trajedilerine de sahne oldu. Azılı bir komünist olarak ünü İngiltere’ye kadar yayılmıştı ve kimse kendisine iş vermek istemiyordu. Almanya’dan gelen haberler ise, pişmanlık duyduğunu belli ederse belki üniversitede bir kürsü ayarlanabileceği yönündeydi. Marx bu tür önerilere zerre kadar tenezzül etmedi elbette. Ancak bunun sonuçlarını da en ağır acılarla ödedi. Parasızlık ve yoksulluk tüm ailesini perişan etti. 1852’de Engels’e yazdığı bir mektupta, “Son sekiz on gündür ailemi sadece ekmek ve patatesle besliyorum, fakat bugün onu da bulacağım şüpheli. Bu cehennemi kargaşadan nasıl kurtulayım?” diyordu. Nitekim kötü yaşam koşulları ailevi trajedilere de neden olacak, Marx 1852’de bir kızını, 1855’te de bir oğlunu kaybedecekti.
Tüm zorluklara rağmen Marx, büyük eseri Kapital için deli gibi çalışmaktan vazgeçmedi. Her gün bisikletle gittiği British Museum kütüphanesinde saatlerce çalışıyordu. Gerçek bir modernist birey olarak bilgiye karşı doymak bilmez bir açlığı vardı; bu nedenle Kapital’in yazımı sürekli kesintiye uğruyordu. Marx durmadan eserinin kapsamını genişletiyor; antik felsefeden kimyaya, mimariden prehistoryaya, Homeros’tan Shakespeare’e, İncil’den fabrika teftiş raporlarına kadar her şeyi okuyordu.
1866 yılının ilk gününde, binlerce sayfalık müsveddelerini temize çekmek, kendi ifadesiyle “bebeğini yalaya yalaya temizlemek” için işe koyuldu. Çalışmasının zorluğunun yanı sıra, karaciğer rahatsızlığı ve vücudunu saran çıbanlar da Marx’ı engelleyemedi. Basuru azdığında oturmak mümkün olmadığı için birçok sayfayı ayakta yazdı. Ağrı kesici olarak kendisine verilen ilaçları ise, beyninin çalışmasını yavaşlattığı için reddetti. Acılar içinde temize çektiği sayfalardan Kapital’i yarattıktan sonra, can yoldaşı Engels’e yazdığı mektupta, “Her halükarda, umarım burjuvazi ölüm gününe değin benim çıbanlarımı hatırlar. Ne domuzdur onlar!” diye lanet okudu. Ve Enternasyonal üyesi bir dost, Johann Georg Eccarius, Kapital’in yayınlanmasını şu sözlerle karşıladı: “Şimdi peygamberin kendisi tüm bilgeliklerin özünü yayınlıyor”.
Kapital’in yayınlanması ve geniş emekçi kesimler içinde beğeni kazanması, Marx için fedakarlıklarının ve emeklerinin en büyük ödülüydü. Paris Komünü ise, belki de hayatının en heyecanlı anları oldu. Ve tabi, Komün’ün acı sonunu da gördü. Ancak Marx’a göre, Komün’le başlayan dalga, daha da yükselecek; üstelik daha geniş bir coğrafyaya yayılacaktı. Marx, bütün ülkelerin komünistleriyle düzenli olarak mektuplaşarak, devrim dalgasının seyrini ve güzergahını tahmin etmeye çalışıyordu.
Tek sorun vardı ki, o da artık giderek yaşlanıyor oluşuydu. Bu nedenle olsa gerek, 1881 baharında, torununun doğumunun ardından şöyle yazıyordu: “Tarihin bu dönüm noktasında doğan çocukların önünde insanların geçirip geçirebilecekleri en devrimci dönem var. Şimdi kötü olan şey görebilmek yerine sadece öngörebilecek şekilde yaşlı olmak”. Marx’ın öngörüleri gelen yıllarda doğrulandı; ancak ne yazık ki büyük usta, kısa bir süre sonra hayata veda etmek zorunda kaldı.
Ardında ise, büyük bir kuramsal, siyasal ve pratik miras bırakarak.
O halde, baştaki sorumuzu tekrar sorarak bitirelim.
Marx’ın bıraktığı miras, salt bir bibliyografyadan ibaret olabilir mi?
Ürkütücü radikalliğini, pratik devrimciliğini, rahata tenezzül etmeyen onurluluğunu, bilgiye olan açlığını, tükenmek bilmez fedakarlığını, burjuvazi karşısındaki öfkeli ahlakını, engellenemez çalışkanlığını, iyimser ama gerçekçi tavrını dışarıda bırakan bir miras, çok yavan, ruhsuz ve renksiz olmaz mı?
Evet, marksizm yaşıyor, yaşayacak da.
Peki, Marx’ı da yaşatmak mümkün değil mi?
CAN SOYER-SOL.ORG
KARL MARKS-HAYATI ÜZERİNE
Karl Heinrich Marx (okunuşu: Karl Haynrih Marks) (5 Mayıs 1818 Trier - 14 Mart 1883 Londra) 19. yüzyılda yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir."[1] Marx, bütün sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler barındırdığına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı" siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.[2]
Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır:
Marx, bu değişimin organize bir devrimci hareketle geleceğini
düşünür; bu değişim, ancak uluslararası işçi sınıfının birleşik
hareketiyle meydana gelecektir: "Bize göre komünizm, ne yaratılması
gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir
ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm
diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar."
(- Alman İdeolojisi)
Marx yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Bolşeviklerin Rusya'da Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20. yüzyılda dünyada Marksist düşünce hemen hemen bütün ülkelerde taraftar bulmuştur. Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılmış konulardandır.
Prusya Krallığı'na bağlı Trier kentinde yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Karl Heinrich Marx adıyla dünyaya geldi. Babası Heinrich (1777–1838) Aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau'ya hayrandı. Prusya makamları, bir Yahudi'ye hukuk diploması vermeyeceği için Prusya'nın resmi inancı olan Lüterciliği seçti, Hıristiyan oldu. Annesinin ismi Henrietta (1788–1863), kardeşlerinin isimleri Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Caroline'dir.
Marx, on üç yaşına kadar evde eğitildi. Gymnasium'dan mezun olduktan sonra, 17 yaşında hukuk okumak için Bonn Üniversitesi'ne kaydoldu. Marx'ın edebiyat ve felsefe okuma isteği babasının gelecekte kendisine ekonomik anlamda bakamayacağı gerekçesiyle reddedildi. Sonraki sene babası tarafından daha saygın bir üniversite olan Berlin'deki Friedrich-Wilhelms Üniversitesi'ne yollandı. Bu dönemde Marx birçok şiir ve hayat hakkında deneme yazmıştır, bu yazılarda üniversitedeki Genç Hegelciler'in ateist düşüncesinin de etkisi görülür. 1841'de "Demokritosçu ve Epikürcü Doğa Felsefesi Arasındaki Farklar" isimli teziyle doktorasını verdi.
Genç Hegelciler, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer etrafında toplanmış hocaları Hegel'i eleştiren bir grup felsefeci ve gazeteciden oluşuyordu. Hegel'in metafizik çıkarımlarını eleştirmelerine karşın, teolojik boyutundan koparttıkları diyalektik metodu dini ve politikayı analiz etmekte kullanıyorlardı. Bu grubun bazı üyeleri post-Aristo felsefesi ve post-Hegelci felsefe arasında bir analoji çizer. Bunlardan biri Max Stirner, Feuerbach ve Bauer'i Biricik ve Mülkiyeti (1845, "Der Einzige und sein Eigenthum") isimli kitabıyla eleştirir, bu ateistlerin soyut kavramları somutlaştırarak dindar bir görünüm kazandığını söyler. Bir Feuerbach takipçisi olan Marx, bu kitaptan etkilenerek Feuerbach materyalizmini terk edip, daha sonra epistemolojik kopuş denilecek kırılmaya yaklaşmıştır. Bundan sonra Stirner ve Feuerbach'ı eleştirdiği ve tarihsel materyalizm kavramının temellerini attığı Alman İdeolojisini (1846 Die Deutsche Ideologie) yazar, ancak bu kitabı yayımlayamaz.[4]
Genç Hegelciler, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer etrafında toplanmış hocaları Hegel'i eleştiren bir grup felsefeci ve gazeteciden oluşuyordu. Hegel'in metafizik çıkarımlarını eleştirmelerine karşın, teolojik boyutundan koparttıkları diyalektik metodu dini ve politikayı analiz etmekte kullanıyorlardı. Bu grubun bazı üyeleri post-Aristo felsefesi ve post-Hegelci felsefe arasında bir analoji çizer. Bunlardan biri Max Stirner, Feuerbach ve Bauer'i Biricik ve Mülkiyeti (1845, "Der Einzige und sein Eigenthum") isimli kitabıyla eleştirir, bu ateistlerin soyut kavramları somutlaştırarak dindar bir görünüm kazandığını söyler. Bir Feuerbach takipçisi olan Marx, bu kitaptan etkilenerek Feuerbach materyalizmini terk edip, daha sonra epistemolojik kopuş denilecek kırılmaya yaklaşmıştır. Bundan sonra Stirner ve Feuerbach'ı eleştirdiği ve tarihsel materyalizm kavramının temellerini attığı Alman İdeolojisini (1846 Die Deutsche Ideologie) yazar, ancak bu kitabı yayımlayamaz.[4]
1843 Ekim ayının son günlerinde Marx Paris'e gider. 28 Ağustos 1844 tarihinde Paris'in ünlü bir kafesinde (Café de la Régence'te) Friedrich Engels ile tanışır ve hayatının en önemli dostluklarından biri böylece başlamış olur. Engels'in Paris'e gelmesinin en önemli sebebi Marx'la tanışmaktır, daha önce bir sefer 1842 yılında Marx'ın çıkardığı Rheinische Zeitung gazetesinin ofisinde karşılaşmışlardır.[5] Engels Marx'a en önemli eserlerinden birini gösterir "1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları.[6]" Paris o dönemde İngiliz, Alman ve İtalyan devrimcilere ev sahipliği yapıyordu, aynı şekilde Marx da Arnold Ruge ile çalışmak için Paris'e gelmişti, ikili Şubat 1844'te bir defalığına Deutsch–Französische Jahrbücher gazetesini çıkarabildiler.[7]
Bu gazetenin başarısızlığından sonra Marx, Paris'teki en radikal Alman gazetesi Vorwärts'ta yazar. Bu gazete Avrupa'daki en önemli radikal gazetelerdendir. Marx genellikle Hegel üzerine yazar, Yahudi Sorunu Üzerine isimli makalesi için çalışır. Fransız Devrimi ve Proudhon'u inceler[8], işçi sınıfı üzerinde düşünmeye başlar.
Bauer'e bir cevap niteliği taşıyan ve Genç Hegelciler'e olan mesafesini belirlediği Yahudi Sorunu Üzerine yayımlanır. Bu makale sivil haklar ve insan hakları ve politik özgürleşme kavramlarının eleştirisini içermekle birlikte, Yahudilik ve Hıristiyanlığa da sosyal özgürleşme hususunda önemli eleştiriler getirir. Engels, Marx'ın çalışma alanlarını işçi sınıfının durumu ve iktisat konularına yoğunlaştırmasında yönlendirici olur. 1844 Elyazmaları'nda bunun ilk örnekleri yer alır, ancak bu yazılar 1930'lara kadar yayımlanmadan kalır. Bu elyazmaları temel olarak kapitalizmde insan emeğinin, yabancılaşmasının olgusal analizini içerir.
Ocak 1845'te Vorwärts, Prusya Kralı Frederick William IV'e gerçekleştirilen suikast girişimine olan desteğini açıkça belirtince Marx ve arkadaşlarına Paris'i terk etmeleri emredilir. Engels'le birlikte Brüksel'e geçerler.
Marx bundan sonra kendini Alman İdeolojisi'nde temellerini attığı tarih çalışmasına ve tarihsel materyalizm görüşüne adar. Bu görüşün temel savı "İnsanların varlığını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen onların toplumsal varlığıdır." olarak özetlenebilir. Marx artık tarihi "üretim ilişkilerine bağlı olarak" ele almaya başlar ve mevcut endüstriyel kapitalizmin kaçınılmaz çöküşü üstünde çalışır. Bu dönem, daha sonra akademisyenlerin ayırdığı, Feuerbach etkisi görülen Genç Marx'tan kopuş dönemidir.
1847 yılında yazdığı Felsefenin Sefaleti, Pierre-Joseph Proudhon ve Fransız sosyalist düşüncesine bir eleştiri ve cevap niteliği taşır. 21 Şubat 1848 tarihinde, Komünist Birlik ve Avrupa'daki bazı komünist grupların manifestosu olarak Marx ve Engels'in en ünlü çalışması Komünist Manifesto yayımlanır.
1848 yılı Avrupa'da köklü devrimlerin başgösterdiği bir yıldır. Marx yakalanır ve Belçika'dan sınır dışı edilir. Radikal hareketlerin Fransa'da güçlenmesiyle Marx tekrar Paris'e davet edilir, geri dönerek devrimci hareketlere tanıklık eder.
1849 yılında tekrar Almanya'ya (Köln'e) geri döner ve Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başlar. Bulunduğu sürede iki defa mahkemeye verilir, ikisinden de beraat eder. Gazeteye baskının artması sonucu Paris'e döner, buradan da yollanır ve en sonunda Londra'ya iltica eder.
Mayıs 1849'da ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra'ya yerleşir. 1851'de New York Herald Tribune gazetesinde muhabir olarak çalışır. 1855'te oğlu Edgar veremden ölür.[9] Parasızlıktan ve kötü yaşam koşullarından dolayı politik ekonomi üstündeki çalışması çok ağır ilerlemesine rağmen 1857'de sermaye, özel mülkiyet, ücretli emek ve devlet üstünde yazdığı 800 sayfalık çalışma vardır. 1858'de çalışmalarını topladığı Grundrisse ancak 1939 yılında yayımlanır. Politik iktisat alanındaki ilk kapsamlı çalışması 1859 yılında yayımlanan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı kitabıdır. Adam Smith ve David Ricardo'nun teorilerini tartıştığı Artı-Değer Teorileri 1862-63 arasında yazdığı el yazmalarından oluşmaktadır. Bu kitap, ölümünden sonra yayımlanmıştır. Bu iki çalışma da Kapital'in taslaklarını ve çeşitli bölümlerini içerir. 1867'de dev çalışması, kapitalist üretim sürecini analiz ettiği Kapital'in ilk cildi yayımlanır. İkinci ve üçüncü cildi üstünde çalışmalarını sürdürür ancak bu ciltler ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanabilecektir.
Kapital'in dev bir araştırma ve analiz olması, Marx'ın sürdüğü sefalet bu eserin tamamının yayımlanmasını geciktirmiştir. Bunların dışında zamanının ve enerjisinin önemli bir kısmını Birinci Enternasyonal'e ayırması da yazma sürecinin ağır işlemesine sebep olmuştur. Kongrenin düzenlenmesinde aktif olarak görev alan Marx, kongrede Mikhail Bakunin önderliğindeki anarşist sol akım ile ciddi fikir ayrılıkları ve çatışmalar yaşamıştır. 1872'de gerçekleşen Lahey Kongresi'nde Bakunin'in Marx'ın fikirlerini "otoriter" olarak değerlendirmesiyle iki grup arasında büyük çekişmeler yaşanmış, sonunda Bakunin ve anti-otoriter çevreler kongreden ihraç edilmiştir. Paris Komünü sırasında yaşananlar, Lahey Kongresi'ndeki fikir ayrılıklarının da önemli bir bölümünün kaynağıdır. Bölünme Marx'ı da derinden etkilemiş ve Fransa'da İç Savaş makalesiyle Paris Komünü'nü savunmuştur.
Marx'ın sağlığı son on yılda gittikçe bozulmaya başlamıştır, bu yüzden önceki yıllarında gösterdiği üretkenliği sağlayamamıştır. 1875'te yayımlanan Gotha Programı'nın Eleştirisi devrim stratejisi, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş ve işçi sınıfı partisi konularını ele alır. Bu kitapta, "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre" prensibinin komünist toplumun sloganı olması gerektiğini beyan eder.
Karl Marx, bir Prusya baronunun eğitimli kızı Jenny von Westphalen ile evlendi. Marx ve Westphalen ailelerinin istememesi yüzünden bu beraberlik önceleri saklı kaldı, daha sonra çift 19 Haziran 1843 tarihinde evlendi.
Aile, 1850'li yıllarını yokluk içerisinde Londra'nın Soho semtinde bulunan üç odalı bir evde geçirdi. Marx ve Jenny'nin bu yıllarda dört tane çocuğu oldu, daha sonra Jenny üç çocuk daha doğurmuştur, fakat yedi çocuktan sadece üç tanesi hayatta kalarak ergenliğe erişebildi (Bu 3 çocuktan 2'si ise olgunluk yaşlarında intihar etmiştir). Manchester'da aile işini yürütmekte olan Engels, bu yıllarda Marx'ın en büyük maddi destekçisi oldu. New York Daily Tribune'de muhabir olarak çalışan Marx, buradan da bir miktar para alıyordu. Aile, Jenny'e 1856 yılında kalan miras sayesinde gene Londra civarında görece sağlıklı bir yere taşındı. Marx hemen hemen bütün hayatını kıt kanaat geçirdi, yokluk peşini hiçbir zaman tam olarak bırakmadı.
Marx'ın çocuklarının isimleri şunlardır: Jenny Caroline (Longuet; 1844–1883); Jenny Laura (Lafargue; 1846–1911); Edgar (1847–1855); Henry Edward Guy ("Guido"; 1849–1850); Jenny Eveline Frances ("Franziska"; 1851–1852); Jenny Julia Eleanor (1855–1898) ve Temmuz 1857'de henüz ismi konulmadan hayatını kaybeden bir bebek.
Aralık 1881'de karısı Jenny'nin ölümünden hemen sonra Marx'ın da sağlığı bozuldu, son on beş ayını katar hastalığıyla geçirdi. Bu hastalık bronşit ve plöreziye yol açmış, Karl Marx 14 Mart 1883 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Öldüğünde uyruksuzdu[10]. Londra'daki mezartaşının üst bölümünde "Komünist Manifesto"'nun son cümlesi büyük harflerle yazılıdır:
Alt bölümünde ise Feuerbach Üzerine Tezler'in 11. bölümünün sonu yer alır:
Mezartaşı Büyük Britanya Komünist Partisi tarafından, özgün haline de saygı gösterilerek alçak gönüllü bir mimariyle, 1954 yılında bir anıt haline getirilmiştir[11]. 1970'de el yapımı bir bombayla bu anıtı yok etmek amacıyla başarısız bir girişim olmuştur.[12]
Cenazesinde Wilhelm Liebknecht ve Friedrich Engels gibi Marx'ın yakın arkadaşları konuşma yapmıştır. Engels'in konuşması şu cümleleri içerir[13]:
Engels ve Liebknecht dışında Charles Longuet ve Paul Lafargue de cenazeye katılmıştı. Liebknecht Almanca, Longuet Fransızca
birer konuşma yaptı, Fransa ve İspanya'daki işçi partilerinden gelen
iki telgraf okundu. Engels'in konuşmasıyla, toplam onbir kişi bulunan
cenaze töreni tamamlandı.
Marx'ın kızı Eleanor da babası gibi komünist oldu ve onun çalışmalarının düzenlemesini yaptı.
Marksizm, standard felsefi süreçten farklı olarak düşünüşün dışında eylemi de içerir (Marx, praksis ve felsefeyi birleştirerek, Marksizm'i "praksis felsefe" vasfına bürümüştür, buna göre Marksist felsefe düşünüş ve faaliyeti birlikte gerçekleştirir). Ölümünden sonra Lenin, Mao, Stalin ve Troçki gibi liderler Marksizmi çeşitli şekilde yorumlamışlar ve bu yorumların sonucu ortaya koydukları hareketler Leninizm, Maoizm gibi isimlerle adlandırılmıştır.
Marx'ın felsefesinin dayanak noktası insanın doğası ve toplum içindeki yeridir. Hegelci diyalektiğin yardımıyla insan doğasının değişmezliği kavramını reddeder. Burada kastedilen insan doğası, fizyolojik ihtiyaçlar değil insanın toplum içinde yarattığı hareket ve davranış biçimidir. Bunu da "tarihsel süreç" ve "doğa" kavramlarını bir arada ele alarak yapar. Sosyal koşulların davranışı belirlemesi, doğanın insanın davranışını belirlemesinden önce gelir. Ama bu insan doğasının varlığını reddetmez, yabancılaşma teorisi bunun üstüne kurulur. İnsan emeği kaçınılmaz olarak doğal bir kapasite gerektirir ama bu da insan bilincinin aktif rolüne sıkıca bağlıdır:
Marx'ın tarih analizi, tarım toplumlarında toprak ve kürek, sanayi
toplumunda madenler ve fabrikalar olarak sayılabilen yani bir malın
üretimi için doğrudan gerekli üretici güçler ve bu üretim araçlarını kullanan insanların kurduğu sosyal ve teknolojik ilişkileri tanımlayan üretim ilişkileri arasındaki ayrıma dayanır. Bu ayrım ve bağ üretim biçimini oluşturur. Marx, Avrupa'da üretim biçiminin değişmesiyle birlikte feodalizmden kapitalist üretim biçimine geçildiğini söyler. Marx üretici güçlerin, üretim ilişkilerinden daha önce geldiğini ve daha hızlı değiştiğini söyler. Felsefenin Sefaleti çalışmasında bu durum şöyle yer alır:[15]
Marx toplumdaki sınıfların bu üretim biçimlerine bağlı olarak
oluştuğunu söyler. Bir sınıfı oluşturan insanlar kendi istekleri yahut
bilinçleriyle bir araya gelmiş değildir. Her sınıfın da kendi çıkarına
farklı bir isteği vardır, bu da toplumda çatışmaya yol açar. İnsanlık
tarihinin en kalıtımsal özelliği sosyal sınıfların çatışmasıdır:
Marx insanların kendi emek gücü ve bunla olan ilişkisiyle de ilgilenmiştir; yabancılaşma sorunu özellikle Genç Marx'ın
ilgilendiği bir alandır. Kapitalist sistemde insan kendi doğasına
yabancılaşmasıyla, hem kendi emeğine hem üretim sürecine hem de sosyal
ilişkilerine karşı yabancılaşır. Kapital'de yerini daha ayrıntılı
biçimde tanımladığı meta fetişizmine bırakır.
Yanlış bilinç de Marksist terminoloji içinde önemli bir yere sahiptir. İdeoloji kavramıyla oldukça yakından bağlantılıdır ve onu olumsuzlar. Üretim araçlarına sahip sınıf, aynı zamanda kendi dünya görüşünü de alt sınıflara pompalar. Böylece proletarya kendi çıkarının nerede olduğunu göremez, düzeni değiştirme şansının olmadığını düşünür. Olayları devrimci bir düşünceden uzak olan din veya insan çerçevesinden görür. Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı'da şöyle der;
Kısacası marksizm yaşıyor, yaşayacak da.
Peki ya Marx?
Şöyle açalım: Marx’ın ardıllarına bıraktığı miras, yazıp çizdiklerinden ibaret olabilir mi? Marx’tan geriye kalanlar, kimi zaman sistematize edilmiş, kimi zamansa fragmanlar halinde kalmış düşünceler, önermeler, polemikler ya da hipotezlerle sınırlandırılabilir mi? Yani Marx’ın mirası, bir bibliyografyanın sınırları içerisine sığdırılabilir mi?
Bu, ne açıdan bakarsak bakalım, telafisi güç bir kayıp olurdu kuşkusuz. Çünkü Marx sadece düşünmemiş, yazmamış, tartışmamış; aynı zamanda eserinin üzerine sıcak ve yumuşak bir dokunuşla izini bırakıp öyle gitmiştir bu dünyadan.
Bir esere adını yazmanın ötesinde, izini bırakmaktan söz ediyoruz.
Daha siyasal yaşamının ilk yıllarında, gencecik bir devrimciyken, Alman radikal burjuvazisinin desteklediği bir gazetenin başına getirilir Marx. Rheinische Zeitung’da hırçın, söz dinlemez ve yırtıcı yazılarıyla hemen dikkati çeker. İki ay geçmeden Berlin’deki sansür yetkilileri bu “küstah ve saygısız eleştirilerin” sahibini kovuşturmaya başlarlar. Aynı günlerde, koskoca Rus Çarı Nikolay, Marx’ın saldırılarına dayanamayıp Prusya kralından gazetenin susturulmasını ister. Gazete Mart 1843’te kapatılır. Ancak henüz 24 yaşında olan Marx, şimdiden Avrupa’nın koca başlarının gözünde ürkütücü bir radikal olarak ün kazanmıştır.
Marx siyaset sahnesine böyle paldır küldür dalmakla kalmaz, bir yandan da felsefe üzerine çalışmalarını sürdürür. Sonuçta meslekten bir filozof, Alman felsefe camiasında adı hızla yayılan bir “genç yetenek”tir. Moses Hess, bir arkadaşına yazdığı mektupta 23 yaşındaki Marx için şu satırları kullanıyordu: “Kendini en büyük ve belki de yaşayan tek gerçek düşünürle karşılaşmaya hazırlayabilirsin. (…) O, en derin felsefi ciddiyetle en keskin zekayı kendisinde birleştirmiştir. Rousseau, Voltaire, Holbach, Lessing, Heine ve Hegel’in tek bir kişilikte birleştirildiğini düşün; birleştirmeyi kastediyorum, mekanik olarak karıştırmayı değil”.
Ancak Marx, aralarında Hess de olmak üzere, o dönemden birçok arkadaşıyla yollarını kısa sürede ayıracaktır. Kurmaya başladığı felsefe sistemi bu ayrılığın başlıca nedeniydi kuşkusuz; ancak Marx’ın felsefeyle kurduğu ilişki, deyim yerindeyse felsefe “tarzı” da yeterince kavgacıydı zaten. Ona göre felsefe, salt düşünsel bir uğraş, aklın ve zihnin sınırları içine kapatılmış bir tefekkür eylemi olarak değer taşımıyordu. Bilgi süreci ancak zihnin ötesine taşıp maddi bir güç haline geldiğinde, düşünce pratik olarak dünyaya saldırıp mevcut koşulları alt üst ettiğinde anlamlı ve gerçek bir faaliyet olabilirdi. Dünyayı değiştirmeye yönelmeyen bilgi, sadece yetersiz ya da işe yaramaz değildi; esas olarak bir bilgi değeri bile taşımıyordu Marx açısından.
Böylece Marx, basitçe “elini taşın altına koymak”tan söz eden bir etik duruşu öne çıkarmış olmuyor, bilgi felsefesinin yüzyıllardır kullandığı kalıpların dışına çıkarıyordu düşünme eylemini. Bir pratik devrimci olarak, bilgi ile eylem arasında sökülmesi imkansız bir köprü kuruyor, epistemolojik teamülleri yerle bir ederek felsefenin önüne yeni bir alan açıyordu. Kuram ile eylem, felsefe ile gerçeklik, program ile insan somut olarak kaynaşıyordu.
Tabi bu kaynaşmanın örneğini kendi yaşamında da gösteriyordu Marx. Gazetesinin kapatılmasının ardından ve 1848 devrimlerini de içine alan bir süreçte Avrupa’nın dört bir yanında sürgünlük bekliyordu Marx’ı. Önce Paris’e giden Marx, kısa sürede oradan kovuldu. “Siyasal konularda yazmaması” koşuluyla Belçika kralından izin alınınca Belçika’ya geçen Marx’a, kısa süre sonra ülkeden ayrılması ve bir daha geri gelmemesi bildirildi. Tekrar Paris’e geldi, ama burada çok kalmayarak hızlanan devrimi yaymak için Almanya’ya döndü. Neu Rheinische Zeitung’u kurup radikal ve ürkütücü yazılarına devam etti. Sonunda 1849’da yurttaşlıktan çıkarıldı ve Almanya’dan sürüldü.
Marx’ın Londra yılları, onun en görkemli eserlerine tanıklık etmekle birlikte, kişisel hayatının en büyük trajedilerine de sahne oldu. Azılı bir komünist olarak ünü İngiltere’ye kadar yayılmıştı ve kimse kendisine iş vermek istemiyordu. Almanya’dan gelen haberler ise, pişmanlık duyduğunu belli ederse belki üniversitede bir kürsü ayarlanabileceği yönündeydi. Marx bu tür önerilere zerre kadar tenezzül etmedi elbette. Ancak bunun sonuçlarını da en ağır acılarla ödedi. Parasızlık ve yoksulluk tüm ailesini perişan etti. 1852’de Engels’e yazdığı bir mektupta, “Son sekiz on gündür ailemi sadece ekmek ve patatesle besliyorum, fakat bugün onu da bulacağım şüpheli. Bu cehennemi kargaşadan nasıl kurtulayım?” diyordu. Nitekim kötü yaşam koşulları ailevi trajedilere de neden olacak, Marx 1852’de bir kızını, 1855’te de bir oğlunu kaybedecekti.
Tüm zorluklara rağmen Marx, büyük eseri Kapital için deli gibi çalışmaktan vazgeçmedi. Her gün bisikletle gittiği British Museum kütüphanesinde saatlerce çalışıyordu. Gerçek bir modernist birey olarak bilgiye karşı doymak bilmez bir açlığı vardı; bu nedenle Kapital’in yazımı sürekli kesintiye uğruyordu. Marx durmadan eserinin kapsamını genişletiyor; antik felsefeden kimyaya, mimariden prehistoryaya, Homeros’tan Shakespeare’e, İncil’den fabrika teftiş raporlarına kadar her şeyi okuyordu.
1866 yılının ilk gününde, binlerce sayfalık müsveddelerini temize çekmek, kendi ifadesiyle “bebeğini yalaya yalaya temizlemek” için işe koyuldu. Çalışmasının zorluğunun yanı sıra, karaciğer rahatsızlığı ve vücudunu saran çıbanlar da Marx’ı engelleyemedi. Basuru azdığında oturmak mümkün olmadığı için birçok sayfayı ayakta yazdı. Ağrı kesici olarak kendisine verilen ilaçları ise, beyninin çalışmasını yavaşlattığı için reddetti. Acılar içinde temize çektiği sayfalardan Kapital’i yarattıktan sonra, can yoldaşı Engels’e yazdığı mektupta, “Her halükarda, umarım burjuvazi ölüm gününe değin benim çıbanlarımı hatırlar. Ne domuzdur onlar!” diye lanet okudu. Ve Enternasyonal üyesi bir dost, Johann Georg Eccarius, Kapital’in yayınlanmasını şu sözlerle karşıladı: “Şimdi peygamberin kendisi tüm bilgeliklerin özünü yayınlıyor”.
Kapital’in yayınlanması ve geniş emekçi kesimler içinde beğeni kazanması, Marx için fedakarlıklarının ve emeklerinin en büyük ödülüydü. Paris Komünü ise, belki de hayatının en heyecanlı anları oldu. Ve tabi, Komün’ün acı sonunu da gördü. Ancak Marx’a göre, Komün’le başlayan dalga, daha da yükselecek; üstelik daha geniş bir coğrafyaya yayılacaktı. Marx, bütün ülkelerin komünistleriyle düzenli olarak mektuplaşarak, devrim dalgasının seyrini ve güzergahını tahmin etmeye çalışıyordu.
Tek sorun vardı ki, o da artık giderek yaşlanıyor oluşuydu. Bu nedenle olsa gerek, 1881 baharında, torununun doğumunun ardından şöyle yazıyordu: “Tarihin bu dönüm noktasında doğan çocukların önünde insanların geçirip geçirebilecekleri en devrimci dönem var. Şimdi kötü olan şey görebilmek yerine sadece öngörebilecek şekilde yaşlı olmak”. Marx’ın öngörüleri gelen yıllarda doğrulandı; ancak ne yazık ki büyük usta, kısa bir süre sonra hayata veda etmek zorunda kaldı.
Ardında ise, büyük bir kuramsal, siyasal ve pratik miras bırakarak.
O halde, baştaki sorumuzu tekrar sorarak bitirelim.
Marx’ın bıraktığı miras, salt bir bibliyografyadan ibaret olabilir mi?
Ürkütücü radikalliğini, pratik devrimciliğini, rahata tenezzül etmeyen onurluluğunu, bilgiye olan açlığını, tükenmek bilmez fedakarlığını, burjuvazi karşısındaki öfkeli ahlakını, engellenemez çalışkanlığını, iyimser ama gerçekçi tavrını dışarıda bırakan bir miras, çok yavan, ruhsuz ve renksiz olmaz mı?
Evet, marksizm yaşıyor, yaşayacak da.
Peki, Marx’ı da yaşatmak mümkün değil mi?
CAN SOYER-SOL.ORG
KARL MARKS-HAYATI ÜZERİNE
Karl Heinrich Marx (okunuşu: Karl Haynrih Marks) (5 Mayıs 1818 Trier - 14 Mart 1883 Londra) 19. yüzyılda yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir."[1] Marx, bütün sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler barındırdığına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı" siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.[2]
Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır:
« Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin ayaklarının altından bizzat ürünleri ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli çeker alır. Şu halde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. » | |
Marx yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Bolşeviklerin Rusya'da Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20. yüzyılda dünyada Marksist düşünce hemen hemen bütün ülkelerde taraftar bulmuştur. Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılmış konulardandır.
Prusya Krallığı'na bağlı Trier kentinde yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Karl Heinrich Marx adıyla dünyaya geldi. Babası Heinrich (1777–1838) Aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau'ya hayrandı. Prusya makamları, bir Yahudi'ye hukuk diploması vermeyeceği için Prusya'nın resmi inancı olan Lüterciliği seçti, Hıristiyan oldu. Annesinin ismi Henrietta (1788–1863), kardeşlerinin isimleri Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Caroline'dir.
Marx, on üç yaşına kadar evde eğitildi. Gymnasium'dan mezun olduktan sonra, 17 yaşında hukuk okumak için Bonn Üniversitesi'ne kaydoldu. Marx'ın edebiyat ve felsefe okuma isteği babasının gelecekte kendisine ekonomik anlamda bakamayacağı gerekçesiyle reddedildi. Sonraki sene babası tarafından daha saygın bir üniversite olan Berlin'deki Friedrich-Wilhelms Üniversitesi'ne yollandı. Bu dönemde Marx birçok şiir ve hayat hakkında deneme yazmıştır, bu yazılarda üniversitedeki Genç Hegelciler'in ateist düşüncesinin de etkisi görülür. 1841'de "Demokritosçu ve Epikürcü Doğa Felsefesi Arasındaki Farklar" isimli teziyle doktorasını verdi.
Genç Hegelciler, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer etrafında toplanmış hocaları Hegel'i eleştiren bir grup felsefeci ve gazeteciden oluşuyordu. Hegel'in metafizik çıkarımlarını eleştirmelerine karşın, teolojik boyutundan koparttıkları diyalektik metodu dini ve politikayı analiz etmekte kullanıyorlardı. Bu grubun bazı üyeleri post-Aristo felsefesi ve post-Hegelci felsefe arasında bir analoji çizer. Bunlardan biri Max Stirner, Feuerbach ve Bauer'i Biricik ve Mülkiyeti (1845, "Der Einzige und sein Eigenthum") isimli kitabıyla eleştirir, bu ateistlerin soyut kavramları somutlaştırarak dindar bir görünüm kazandığını söyler. Bir Feuerbach takipçisi olan Marx, bu kitaptan etkilenerek Feuerbach materyalizmini terk edip, daha sonra epistemolojik kopuş denilecek kırılmaya yaklaşmıştır. Bundan sonra Stirner ve Feuerbach'ı eleştirdiği ve tarihsel materyalizm kavramının temellerini attığı Alman İdeolojisini (1846 Die Deutsche Ideologie) yazar, ancak bu kitabı yayımlayamaz.[4]
Genç Hegelciler, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer etrafında toplanmış hocaları Hegel'i eleştiren bir grup felsefeci ve gazeteciden oluşuyordu. Hegel'in metafizik çıkarımlarını eleştirmelerine karşın, teolojik boyutundan koparttıkları diyalektik metodu dini ve politikayı analiz etmekte kullanıyorlardı. Bu grubun bazı üyeleri post-Aristo felsefesi ve post-Hegelci felsefe arasında bir analoji çizer. Bunlardan biri Max Stirner, Feuerbach ve Bauer'i Biricik ve Mülkiyeti (1845, "Der Einzige und sein Eigenthum") isimli kitabıyla eleştirir, bu ateistlerin soyut kavramları somutlaştırarak dindar bir görünüm kazandığını söyler. Bir Feuerbach takipçisi olan Marx, bu kitaptan etkilenerek Feuerbach materyalizmini terk edip, daha sonra epistemolojik kopuş denilecek kırılmaya yaklaşmıştır. Bundan sonra Stirner ve Feuerbach'ı eleştirdiği ve tarihsel materyalizm kavramının temellerini attığı Alman İdeolojisini (1846 Die Deutsche Ideologie) yazar, ancak bu kitabı yayımlayamaz.[4]
1843 Ekim ayının son günlerinde Marx Paris'e gider. 28 Ağustos 1844 tarihinde Paris'in ünlü bir kafesinde (Café de la Régence'te) Friedrich Engels ile tanışır ve hayatının en önemli dostluklarından biri böylece başlamış olur. Engels'in Paris'e gelmesinin en önemli sebebi Marx'la tanışmaktır, daha önce bir sefer 1842 yılında Marx'ın çıkardığı Rheinische Zeitung gazetesinin ofisinde karşılaşmışlardır.[5] Engels Marx'a en önemli eserlerinden birini gösterir "1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları.[6]" Paris o dönemde İngiliz, Alman ve İtalyan devrimcilere ev sahipliği yapıyordu, aynı şekilde Marx da Arnold Ruge ile çalışmak için Paris'e gelmişti, ikili Şubat 1844'te bir defalığına Deutsch–Französische Jahrbücher gazetesini çıkarabildiler.[7]
Bu gazetenin başarısızlığından sonra Marx, Paris'teki en radikal Alman gazetesi Vorwärts'ta yazar. Bu gazete Avrupa'daki en önemli radikal gazetelerdendir. Marx genellikle Hegel üzerine yazar, Yahudi Sorunu Üzerine isimli makalesi için çalışır. Fransız Devrimi ve Proudhon'u inceler[8], işçi sınıfı üzerinde düşünmeye başlar.
Bauer'e bir cevap niteliği taşıyan ve Genç Hegelciler'e olan mesafesini belirlediği Yahudi Sorunu Üzerine yayımlanır. Bu makale sivil haklar ve insan hakları ve politik özgürleşme kavramlarının eleştirisini içermekle birlikte, Yahudilik ve Hıristiyanlığa da sosyal özgürleşme hususunda önemli eleştiriler getirir. Engels, Marx'ın çalışma alanlarını işçi sınıfının durumu ve iktisat konularına yoğunlaştırmasında yönlendirici olur. 1844 Elyazmaları'nda bunun ilk örnekleri yer alır, ancak bu yazılar 1930'lara kadar yayımlanmadan kalır. Bu elyazmaları temel olarak kapitalizmde insan emeğinin, yabancılaşmasının olgusal analizini içerir.
Ocak 1845'te Vorwärts, Prusya Kralı Frederick William IV'e gerçekleştirilen suikast girişimine olan desteğini açıkça belirtince Marx ve arkadaşlarına Paris'i terk etmeleri emredilir. Engels'le birlikte Brüksel'e geçerler.
Marx bundan sonra kendini Alman İdeolojisi'nde temellerini attığı tarih çalışmasına ve tarihsel materyalizm görüşüne adar. Bu görüşün temel savı "İnsanların varlığını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen onların toplumsal varlığıdır." olarak özetlenebilir. Marx artık tarihi "üretim ilişkilerine bağlı olarak" ele almaya başlar ve mevcut endüstriyel kapitalizmin kaçınılmaz çöküşü üstünde çalışır. Bu dönem, daha sonra akademisyenlerin ayırdığı, Feuerbach etkisi görülen Genç Marx'tan kopuş dönemidir.
1847 yılında yazdığı Felsefenin Sefaleti, Pierre-Joseph Proudhon ve Fransız sosyalist düşüncesine bir eleştiri ve cevap niteliği taşır. 21 Şubat 1848 tarihinde, Komünist Birlik ve Avrupa'daki bazı komünist grupların manifestosu olarak Marx ve Engels'in en ünlü çalışması Komünist Manifesto yayımlanır.
1848 yılı Avrupa'da köklü devrimlerin başgösterdiği bir yıldır. Marx yakalanır ve Belçika'dan sınır dışı edilir. Radikal hareketlerin Fransa'da güçlenmesiyle Marx tekrar Paris'e davet edilir, geri dönerek devrimci hareketlere tanıklık eder.
1849 yılında tekrar Almanya'ya (Köln'e) geri döner ve Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başlar. Bulunduğu sürede iki defa mahkemeye verilir, ikisinden de beraat eder. Gazeteye baskının artması sonucu Paris'e döner, buradan da yollanır ve en sonunda Londra'ya iltica eder.
Mayıs 1849'da ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra'ya yerleşir. 1851'de New York Herald Tribune gazetesinde muhabir olarak çalışır. 1855'te oğlu Edgar veremden ölür.[9] Parasızlıktan ve kötü yaşam koşullarından dolayı politik ekonomi üstündeki çalışması çok ağır ilerlemesine rağmen 1857'de sermaye, özel mülkiyet, ücretli emek ve devlet üstünde yazdığı 800 sayfalık çalışma vardır. 1858'de çalışmalarını topladığı Grundrisse ancak 1939 yılında yayımlanır. Politik iktisat alanındaki ilk kapsamlı çalışması 1859 yılında yayımlanan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı kitabıdır. Adam Smith ve David Ricardo'nun teorilerini tartıştığı Artı-Değer Teorileri 1862-63 arasında yazdığı el yazmalarından oluşmaktadır. Bu kitap, ölümünden sonra yayımlanmıştır. Bu iki çalışma da Kapital'in taslaklarını ve çeşitli bölümlerini içerir. 1867'de dev çalışması, kapitalist üretim sürecini analiz ettiği Kapital'in ilk cildi yayımlanır. İkinci ve üçüncü cildi üstünde çalışmalarını sürdürür ancak bu ciltler ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanabilecektir.
Kapital'in dev bir araştırma ve analiz olması, Marx'ın sürdüğü sefalet bu eserin tamamının yayımlanmasını geciktirmiştir. Bunların dışında zamanının ve enerjisinin önemli bir kısmını Birinci Enternasyonal'e ayırması da yazma sürecinin ağır işlemesine sebep olmuştur. Kongrenin düzenlenmesinde aktif olarak görev alan Marx, kongrede Mikhail Bakunin önderliğindeki anarşist sol akım ile ciddi fikir ayrılıkları ve çatışmalar yaşamıştır. 1872'de gerçekleşen Lahey Kongresi'nde Bakunin'in Marx'ın fikirlerini "otoriter" olarak değerlendirmesiyle iki grup arasında büyük çekişmeler yaşanmış, sonunda Bakunin ve anti-otoriter çevreler kongreden ihraç edilmiştir. Paris Komünü sırasında yaşananlar, Lahey Kongresi'ndeki fikir ayrılıklarının da önemli bir bölümünün kaynağıdır. Bölünme Marx'ı da derinden etkilemiş ve Fransa'da İç Savaş makalesiyle Paris Komünü'nü savunmuştur.
Marx'ın sağlığı son on yılda gittikçe bozulmaya başlamıştır, bu yüzden önceki yıllarında gösterdiği üretkenliği sağlayamamıştır. 1875'te yayımlanan Gotha Programı'nın Eleştirisi devrim stratejisi, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş ve işçi sınıfı partisi konularını ele alır. Bu kitapta, "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre" prensibinin komünist toplumun sloganı olması gerektiğini beyan eder.
Karl Marx, bir Prusya baronunun eğitimli kızı Jenny von Westphalen ile evlendi. Marx ve Westphalen ailelerinin istememesi yüzünden bu beraberlik önceleri saklı kaldı, daha sonra çift 19 Haziran 1843 tarihinde evlendi.
Aile, 1850'li yıllarını yokluk içerisinde Londra'nın Soho semtinde bulunan üç odalı bir evde geçirdi. Marx ve Jenny'nin bu yıllarda dört tane çocuğu oldu, daha sonra Jenny üç çocuk daha doğurmuştur, fakat yedi çocuktan sadece üç tanesi hayatta kalarak ergenliğe erişebildi (Bu 3 çocuktan 2'si ise olgunluk yaşlarında intihar etmiştir). Manchester'da aile işini yürütmekte olan Engels, bu yıllarda Marx'ın en büyük maddi destekçisi oldu. New York Daily Tribune'de muhabir olarak çalışan Marx, buradan da bir miktar para alıyordu. Aile, Jenny'e 1856 yılında kalan miras sayesinde gene Londra civarında görece sağlıklı bir yere taşındı. Marx hemen hemen bütün hayatını kıt kanaat geçirdi, yokluk peşini hiçbir zaman tam olarak bırakmadı.
Marx'ın çocuklarının isimleri şunlardır: Jenny Caroline (Longuet; 1844–1883); Jenny Laura (Lafargue; 1846–1911); Edgar (1847–1855); Henry Edward Guy ("Guido"; 1849–1850); Jenny Eveline Frances ("Franziska"; 1851–1852); Jenny Julia Eleanor (1855–1898) ve Temmuz 1857'de henüz ismi konulmadan hayatını kaybeden bir bebek.
Aralık 1881'de karısı Jenny'nin ölümünden hemen sonra Marx'ın da sağlığı bozuldu, son on beş ayını katar hastalığıyla geçirdi. Bu hastalık bronşit ve plöreziye yol açmış, Karl Marx 14 Mart 1883 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Öldüğünde uyruksuzdu[10]. Londra'daki mezartaşının üst bölümünde "Komünist Manifesto"'nun son cümlesi büyük harflerle yazılıdır:
“ | Bütün ülkelerin işçileri, birleşin! | ” |
“ | "Filozoflar dünyayı, yalnızca, çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir." | ” |
Cenazesinde Wilhelm Liebknecht ve Friedrich Engels gibi Marx'ın yakın arkadaşları konuşma yapmıştır. Engels'in konuşması şu cümleleri içerir[13]:
“ | 14 Mart günü, öğleden sonra üçe çeyrek kala, yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık düşünmez oldu. Sadece iki dakika yalnız bıraktıktan sonra, odaya girince, onu koltuğunda rahat rahat, ama sonsuzluğa dek, uyumuş bulduk. | ” |
Marx'ın kızı Eleanor da babası gibi komünist oldu ve onun çalışmalarının düzenlemesini yaptı.
Marksizm, standard felsefi süreçten farklı olarak düşünüşün dışında eylemi de içerir (Marx, praksis ve felsefeyi birleştirerek, Marksizm'i "praksis felsefe" vasfına bürümüştür, buna göre Marksist felsefe düşünüş ve faaliyeti birlikte gerçekleştirir). Ölümünden sonra Lenin, Mao, Stalin ve Troçki gibi liderler Marksizmi çeşitli şekilde yorumlamışlar ve bu yorumların sonucu ortaya koydukları hareketler Leninizm, Maoizm gibi isimlerle adlandırılmıştır.
Marx'ın felsefesinin dayanak noktası insanın doğası ve toplum içindeki yeridir. Hegelci diyalektiğin yardımıyla insan doğasının değişmezliği kavramını reddeder. Burada kastedilen insan doğası, fizyolojik ihtiyaçlar değil insanın toplum içinde yarattığı hareket ve davranış biçimidir. Bunu da "tarihsel süreç" ve "doğa" kavramlarını bir arada ele alarak yapar. Sosyal koşulların davranışı belirlemesi, doğanın insanın davranışını belirlemesinden önce gelir. Ama bu insan doğasının varlığını reddetmez, yabancılaşma teorisi bunun üstüne kurulur. İnsan emeği kaçınılmaz olarak doğal bir kapasite gerektirir ama bu da insan bilincinin aktif rolüne sıkıca bağlıdır:
“ | Örümcek, işini dokumacıya benzer şekilde gördüğü gibi, arı da peteğini yapmada pek çok mimarı utandırır. Ne var ki, en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın, yapısını gerçekte kurmadan önce, onu hayalinde kurabilmesidir. | „ |
—Kapital, 1. Cilt, Üçüncü kısım, 7. bölüm, 1. Kesim [14]
|
“ | Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yeldeğirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu. | ” |
“ | Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. | ” |
Yanlış bilinç de Marksist terminoloji içinde önemli bir yere sahiptir. İdeoloji kavramıyla oldukça yakından bağlantılıdır ve onu olumsuzlar. Üretim araçlarına sahip sınıf, aynı zamanda kendi dünya görüşünü de alt sınıflara pompalar. Böylece proletarya kendi çıkarının nerede olduğunu göremez, düzeni değiştirme şansının olmadığını düşünür. Olayları devrimci bir düşünceden uzak olan din veya insan çerçevesinden görür. Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı'da şöyle der;
“ | Dinsel üzüntü, bir ölçüde
gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı
protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın
sıcaklığını, manevi olanın dışlandığı toplumsal koşulların maneviyatını
oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.[16] Marx'ın tarihsel materyalizm kuramı toplumun her zaman temel olarak -üretim ilişkileri ve buna bağlı olarak ekonominin sistemin dinamiği olduğu- maddi koşullara göre belirlendiğini öne sürer. İnsanlar öncelikle "yaşamlarını sürdürmek gayesiyle içmek, yemek, barınmak ve giyinmek" gibi gereksinmeleri karşılamak için ilişkiye girer.[17] Marx ve Engels, Batı toplumlarının gelişmesini ve geleceğini, birbirini takip eden ilk dört döneme ayırır ve beşinci olarak gelecekte yaşanacağını varsaydıkları komünizm dönemini öngörür:
Marx'a göre, insanın kendi emeğine yabancılaşması (meta fetişizmine dönüşen süreç), kapitalizmin en belirgin niteliğinden biridir. Kapitalizmden önce, Avrupa'da var olan piyasalarda üreticiler ve tüccarlar mal alıp satardı. Kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte emeğin kendisi bir mal (meta) halini almıştır. İnsan artık yaptığı ürünü değil, kendi emek gücünü belirli bir ücret karşılığında anlaşarak satmaktadır. Emek gücü, insanın zanaatçılığından farklılaşarak sistemin devamlılığını sağlayan, tamamıyla alınıp satılabilen bir araç haline gelmiştir. Emek gücünü satmak zorunda olanlara proletarya, bu emek gücünü satın alan, genellikle mülk ve üretim teknolojisine sahip gruba da burjuva denir. Proleterler, kapitalistlerden sayıca ve kaçınılmaz olarak fazladır. Marx, endüstriyel kapitalistlerin tüccar kapitalistlerden ayrıldığını söyler. Tüccar bir piyasadan bir malı alır ve diğer bir piyasada, piyasadaki arz ve talep kanunlarına bağlı olarak, daha yüksek bir fiyattan satar. Böylece bir arbitraj oluşturur. Öte yandan kapitalistler, üretilen maldan bağımsız olarak emek piyasası ile piyasa arasındaki farklılıktan yararlanır. Marx, her başarılı endüstrinin birim maliyeti girdisi ile birim fiyatı çıkışı arasında fark bulunduğunu söyler. Bu farklılık artı değer olarak adlandırılır ve bu artı değer kaynağını işçinin ürettiği artı emekten alır, bu el konulan artı değer kapitalist kazancın esas bölümünü oluşturur. Marx ve Engels, Komünist Manifesto'da burjuvanin tarihte daha önceden görülmemiş devrimci bir rol oynadığını söyler, ama bu kapitalist üretim sürecinin yaşayacağı krizleri bütünüyle engelleyebilecek güçte olduklarını göstermez. Teknolojinin sürekli gelişmesi, ekonominin büyümeye endeksli olması ve kârın arttırılması gerekliliği kapitalizmi periyodik krizlere mahkûm eder. Bu büyüme, kriz ve tekrar büyüme süreci sonunda her defasında bir öncekinden daha ciddi bir krize yol açacaktır. Aynı zamanda bu süreçte kapitalist sürekli zenginleşmeye çalışacak, işçi de gittikçe güçsüzleşecektir, çünkü artı değeri oluşturan artı emektir. Sonunda proletarya üretim araçlarına el koyacak ve herkese eşit biçimde dağıtacaktır. Uzlaşmak ihtimali mümkün değildir, çünkü kapitalist sistemde bu uzlaşmanın sınıf farklılığını ortadan kaldırma şansı yoktur. Aksine kapitalistler önceki avantajlı durumunu devam ettirmek için şiddete başvuracaktır. Bu geçiş sürecinde iyi organize olmuş devrimci bir gücün ortaya çıkıp idareyi ele alması gerekir. Marx, Gotha Programı'nın Eleştirisi'nde şöyle yazar:
|