Abdullah Öcalan'ın Nevruz mektubunu kendisinin yazmadığı iddiası iki gündür konuşuluyor. İddiayı önce eski içişleri bakanı Sadettin Tantan ortaya attı. Bu nedenle sendika.org yazarı Dr. Mustafa Peköz Abdullah'ın Öcalan'ın mektubunu değerlendirdiği yazısı bu iddiayı güçlendirdiği için alıntı yaptık. İşte makalenin ilgili bölümleri:
İÇERİĞİ ÜSLUBU BENZEMİYOR
"(...)Kendi izlenimim bakımından, mektubun içeriği ve üslubu Öcalan’ın diline pek benzemiyor. Öcalan’ın olayları ele alış tarzını, yorumlama biçimini, konuşma üslubunu ve yöntemini bilenler bunu çok açık görürler. Çok dikkatimi çeken bir iki nokta var: Birincisi, “Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” Şimdi Öcalan gerillaya “silahlı unsurlarımız” der mi? Ben diyeceğini sanmıyorum. Çünkü Türkiye’de devletin güvenlik ve istihbarat elemanlarının sıklıkla kullandığı bir kavram. Öcalan’ın politik dilini, kullandığı argümanları ve analizlerini bilenler, bugüne kadar bu tarzda bir kelime kullanmamıştır. Hele kendisini sonuna kadar savunan, feda eylemi yapan insanlara karşı, sıradanlaştıran “silahlı unsurlar” kelimelerini kullanmaz. Denebilir ki kelimelere takmamak gerek. Ancak bu savunu da tek başına bir anlam ifade etmez. Çünkü “unsurlar” kelimesine yüklenen anlamın ne olduğunu biliyoruz.
İkinci bir nokta; “Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar; Bugün yeni bir dönem başlıyor.” Dikkat edilirse sıradanlaştırılmış bir cümle. Gerillaya, dava arkadaşlarına, Avrupa’da büyük destek veren diaspora Kürtlerine ve kurumlarına tek bir sesleniş yok. Öcalan’ın gerilla ve dava arkadaşları konusunda çok hassas olduğu söylenir. Aralarında müthiş bir güven vardır. Karşılıklı olarak birbirlerini çok iyi okudukları belirtilir. Peki, bu kesimlere neden tek bir kelime mesaj yok. Yine denebilir ki, gerillanın ve dava arkadaşlarının buna ihtiyacı yok. Onlar her zaman Öcalan’ın mesajını alıyorlar. “Söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar” olarak söylediği sanırım onun dava arkadaşları değil. Ya da 40 yıldır, bir bakıma Öcalan’ın varlık gücü olan dava arkadaşlarına karşı öyle bir yaklaşımı olur mu? Olmaz. Peki, Öcalan bütün bunları unutmuş olabilir mi? Es geçmiş olması mümkün mü? Bu son derece zordur.
Öcalan, bugüne kadar yapmış olduğu değerlendirmelerde politik içeriği zayıf olan öyle bir ajitasyonla başlamamıştır. “Selam olsun bu uyanış, canlanış ve diriliş günü olan Newroz’u en geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya halklarına… Selam olsun yeni bir dönemin miladı ve gün ışığı olan Newroz’u büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan kardeş halklara…” Gerçekten bu Öcalan’ın dili olabilir mi? Öcalan, milyonların dinleyeceği bir mesajda ‘Newroz’u tarihsel derinlikten yoksun ajitasyonla ele almayacağını en iyi bilecek olanlar onun yoldaşlarıdır.
Bugüne kadar bütün yazılarını okuyan, kitaplarını inceleyen biri olarak şu dikkatimi çekti: Mektubun bütünü dikkate alındığında, politik içeriği zayıf olan, sanki Öcalan’ın görüşleri derme-çatma bir şekilde birbirlerine eklemlenmiş bir görüntü veriyor. Öcalan’da “Kapitalist Modernite” eleştirisi oldukça derin ve felsefiktir. Ama mektuba bakıldığında Öcalan’ın politik dilindeki bu tanımlamayı bulmak son derece zordur. Bildiğimiz Öcalan bir konuyu açarken özet de olsa felsefi-politik bir mantık kurar. Bu bir mektuptur denebilir. “Bir mektupta ancak bu kadar olur” itirazı gelebilir. Fakat gerçekçi yaklaşıldığında böyle olmadığı anlaşılır. Ama “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor… ‘Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik.” Bu kavramlarda sıradan ortalama bir insanın kaleme aldığı bir yazı olarak görüntüsü var. Şimdi Öcalan’ın gerçekten bu noktaya geldiğine inandığını birileri söyleyebilir mi? Bu cümlelerin politik bir anlam ifade etmediğinin herkes farkındadır. Öcalan’ın bakış açısını az çok bilenler en azından bunu gerekçelendiren özet bir bilgi sunardı. Bunları hiçbiri yok. Örneğin, Öcalan, “Özgürlük Sosyolojisi” adlı çalışmasında felsefesinin Aleviliğe çok yakın olduğunu söyler. Ancak “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır” diyor ama 15 milyonu bulan Alevi kitlesine yönelik hiçbir mesaj vermiyor. Bunu unutması mümkün mü? Değil. Böylesi bir mektup olması gerektiğini herkes biliyor. Unutmak gibi bir durum olmadığına göre devletin ‘yüksek’ görevlileri tarafından çıkartılmış olması olasılığı yok mu?
Mektup daha çok Türkleri ikna formülasyonuna göre yazıldığı imajını veriyor. Yani nasılsa Kürtler inanıyor, Türkleri rahatlatmak gerek. Şu ifadeler onun için: “Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır. Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.” Öcalan meseleyi böyle alır mı? Pek sanmıyorum. Ne felsefi bakış açısı ne politik değerlendirme nedeniyle Öcalan meseleyi böyle ele almaz. “Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.” Öcalan yaptığı bilimsel çalışmalarda, politik yaklaşımlarda, Cumhuriyetin kuruluşuna ilişkin yaptığı değerlendirmelerde “Misak-i Milli’yi” hiçbir şekilde meşrulaştırmamıştır. Ayrıca yazım tarzı ve içeriği de Öcalan’ın bakış açısına benzemiyor. “Kürtlerin hassasiyetleri nasılsa biliniyor, bunun için Türklerin hassasiyetlerine vurgu yaptı,” savunusu peki inandırıcı gelmiyor bana. Örneğin Rojava’ya yönelik hiçbir değerlendirme ve selamlama yok. İlginç ve tuhaf.
Bütün bunlardan vardığım nokta şu: Amed Newroz’unda Öcalan adına okunan 5 sayfalık çağrı, ne içerik, ne metot olarak Öcalan’ın yöntemini ve görüşlerinin bakış açısını pek yansıtmıyor. Daha çok devlet ile Öcalan arasında yapılan bir konsensüs mektubu gibi görünse de, Öcalan’ın görüşleri üzerinde bir oynanma olduğu izlenimini edindim. Bu bir yanılgı olabilir. Ama bunları belirtmekte yarar görüyorum.(...)"