MÜSLÜM GÜRSES'E VEDA NİYETİNE...

"İlkokulu bitirdim. Gerisi yok. Adana'da damda yatarken uzun hava okudum. Arkadaşım Halkevine gidiyordu. Ben de gittim. Derken Çukurova Radyosu'nda sanatçı oldum"



Müslüm Gürses’in hayatını özetleyen sözler. Yıllarca ‘acılı arabesk’in temsilcisi olarak nitelendirildi. Hakkında o kadar çok şey söylendi ki: ‘Damarcı’da denildi, ‘jiletçi’ de. Türkiye’nin Leonard Cohen’i de denildi. Her dinleyenin kendine özgü bir anlam çıkarttığı Müslüm Gürses, geçirdiği by-pass ameliyatından sonra uzun süredir yoğun bakımda kalıyordu. Bugün ölüm haberi geldi.

Son on yılda,  geçmişte yaptığı müzikten farklı olarak değişik bir tarz tutturdu. Arabesk müzik çok uzun yıllar tartışıldı. En önemli temsilcilerinden birisi olarak Müslüm Gürses gösterildi. Kırdan kente göçün yarattığı ve gecekondu mahallelerine yerleşmiş milyonların umutsuzluğunu ‘çıkışı’ olmayan bir tarza büründürerek eserler verdi. ‘Çaresizliğin müziği’ denildi. ‘Kitleleri uyutuyor’ da denildi.

Oysa arabesk müzik bir barikattı. Kentin çilelerine, yaşama tutunmaya çalışan ama başaramayan insanların barikatıydı. Fakat yanlış yerde kurulmuş bir barikattı. Şarkılarında toplumun yok sayılanlarını, ‘aşk’ acısını, yoksulluğa ‘kader’ diyerek isyan edenleri anlattı bize. Evet bir ‘çıkış’ yoktu! Fakat bu ‘isyan’ aynı zamanda bir ‘kalkan’ olarak da işlev görüyordu. Her türlü saldırının içine kolayca sızabildiği, ‘Allaha, kadere ve yoksulluğa’ isyandı. Düzen denilen kurulu iktidarın, -duvarlar sesi nasıl emerse- bu ‘isyan’ın seslerini de hemen emebildiği bir yakarıştı arabesk müzik. 

Buğulu ve boğuk sesiyle kitleler nezdinde hep sahiciydi. Çırakların, tezgahtarların, atölyelerin, minibüsçülerin ruhlarına  ‘Kaç kadeh kırıldı, sarhoş gönlümde’ derken çaresiz aşkların sersemleten  büyüsüyle girdi. O, aldananların, kavuşamayanların, iç çekişleri duyulursa ‘delikanlılığa halel gelir’ diyenlerin, ne halleri varsa görenlerin, ‘lanet’i üzerlerine giydikleri elbise gibi ruhlarında taşıyanların Müslüm Baba’sıydı. Yalnızca kederli ve yoksul bir sınıf değildi Müslüm’ü dinleyenler. Sahici olmakta fayda var. Hangi dost meclisinde marşlarla başlayıp, Münir Nurettin’le ‘Dönülmez akşam’lara gitmedik?  Neşet’i de söyledik, ruhlarımız rakıyla esrikleştikçe ‘Nereden sevdim o zalim kadını’ derken bitmiş aşklara taa ciğerimize işleyen sesiyle Müslüm’ün hüzünlenmedik mi? ‘Aşkın tesadüfleri sevmesi’ni istedik onunla, ‘Aldanma çoçuksu mahsun yüzüne’ derken ‘güzellik mi ruh mu?’ diye tartışırken bulduk kendimizi? O’na hep ‘Müslüm’ dedik. Mahallede ki bakkal gibi, tıraş olduğumuz berber gibi, yolda selam verdiğimiz köşedeki taksi durağındaki şoför Selahattin gibiydi bizim için, ‘Müslüm’dü hep.  “Zamanın eli değdi bize, çoktan değişti her şey” kulaklarımıza yitirdiğimiz güzellikleri anlattı.

İnsana dair her şeye sesi değdi Müslüm Gürses’in. Bu adam ‘uyuşturuyor’ demedik dinlerken, ona gelene kadar o kadar uyuşturan şey pazarlandı ki bu ülkede! İçimize işleyen sesine, kalbimizi hamur gibi yoğuran sözlerine takıldık kaldık. Biz yorulmayı da seviyorduk hani! ‘Baba yine damar girmiş’ dedik. Yargılamadık, sadece dinledik. Bach’ı, Telemann’ı dinler gibi. Sting’i de dinledik, Sinatra’yı da. ‘Kütahya’nın pınarları’nda  mola verdik, ‘ah yalan dünya’yla yaşayıp durduk.

İnsanlığa, bu topraklara ait ne varsa, bizi zenginleştiren ne varsa hepsi mirasımızdır dedik ve işledik içimize.
Müslüm Gürses…Eleştirdik de, masalarımızın büyüsüne atmosfer de oldu.
Direndik, yorulduk, inat ettik yine direndik. Odamızın buğulanmış camlarına parmağımızla kuş çizdik, kalp çizdik iki tarafından ok çıkartarak, çiçek resmi çizdik acemi ressamlar gibi.
Arkamızdan gelen seslerden birisi de Müslüm Baba’nın sesiydi…

Müslüm Gürses hayatımızın içinden geçti.
Güle güle Müslüm. Işıklar içinde kal.
TAMER İNCESU
Daha yeni Daha eski