Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

Ermeniler silahlarını teslim edince

“Meclis silahsızlandırma kararı aldı ve giden heyet Ermenileri de ikna etti. Ermeniler silahlarını teslim ettiler… Sonraki günlerde otuz...

“Meclis silahsızlandırma kararı aldı ve giden heyet Ermenileri de ikna etti. Ermeniler silahlarını teslim ettiler… Sonraki günlerde otuz bin kişi katledildi”

yucekaya
Yücekaya’nın kemikleri
Arkeologlar en yüzeyden en derine yaptıkları kazılarla, yakın geçmişimizden başlayıp bütün canlıların ortak atası olan tek hücrelilere ve onların yapıtaşlarına dek uzanan zinciri açığa çıkararak tarihimize ışık tutmaya çalışır. Ama devlet de tabiat da bazen işleri karıştırır. Devlet gerçeklerin üzerini örter. Tabiat ise yerin altını üstüne getirerek sıraları karıştırır. İşte bu ikisinin bir araya geldiği yerlerden biri de Malatya Hekimhan’ın Yücekaya tepesidir. Eski Tetis Denizi’nin yükselmesiyle oluşan Anadolu’nun pek çok yükseltisinde olduğu gibi 1000 küsur rakımlı bu tepenin doruğunda da deniz kabukları toplamak mümkündür. Yüzeyinde milyonlarca yıl öncesinden kalma fosiller bulunan tepenin dibinde, derinlerde ise 100 yıl öncesinden kalma insan kemikleri yatmaktadır. Adını bin yıllık kervan yolu üzerindeki Ermenice-Süryanice-Selçukluca kitabeli Taş Han’dan alan Hekimhan, 1915’te Ermeni tehcirinde zorla göçürülen Ermenilere konak olmuş, bu Ermenilerden çoğu Yücekaya’nın dibinde öldürülmüş, yola devam edememiştir. Tehcirde öldürülenlerin öyküleri tarih derslerine henüz girememiş ancak iskeletleri bazı köy okullarına demirbaş-model olarak girmiştir.
AKP’nin PKK’nin silahsızlandırılması hedefi ile yürüttüğü “çözüm süreci” için oluşturulan “akil insanlar” heyetinde Etyen Mahçupyan da yer alınca, Ayşenur Arslan, Yurt’taki köşesinde bir hatırlatma yaptı. Arslan’ın özetleyerek aktardığı, Mahçupyan’ın 2009 yılındaki köşesinde şunlar yazılıydı:
“Bugün PKK’nın silahsızlanmasından söz edenler, Türkiye Devletinin Kürt belleğindeki tarihinin farkında değilmiş gibi davranıyor. PKK gerçekten de silah bırakabilir, hatta bunu isteyebilir de… Ama mümkün olabildiğince de bırakmayacaktır, çünkü Kürt toplumu devlete güvenmemektedir. PKK’nın ‘siyasallaşması’ adı altında Kürtler üzerinde daha da tahakkümcü bir rejimin kurulmayacağının hiçbir garantisi yoktur ve böyle bir garantiyi verebilecek bir devlet mercii de bulunmamaktadır.
“Çünkü tarih bu tür garantilerin boş olduğunu kanıtlamış durumda… Bu yıl, 1909 Adana katliamının yüzüncü yıldönümü… II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra patlayan çatışmanın temelinde Ermeni ailelerin elindeki servetin cazibesi yatıyordu. Sınırlı çapta başlayan ama hızla silahlı ‘sataşmaya’ varan olaylarda her iki taraftan da az sayıda insan ölürken, Ermeniler beklenmediği kadar dirençli çıkmışlardı ve güven duymadıkları için silahlarını teslim etmeye de yanaşmamaktaydılar.
“Bu durumda Meclis silahsızlandırma kararı aldı ve giden heyet Ermenileri de ikna etti. Ermeniler silahlarını teslim ettiler… Sonraki günlerde otuz bin kişi katledildi. Bugün Kürtlere PKK’nın silah bırakmasının ne denli ‘doğru’ olduğunu anlatabilirsiniz. Ama bu toprakların tarihini de biliyorlar ve devlete güvenmiyorlar. Mesele budur.”
Etyen Mahçupyan şimdi 4 yıl önce yazdıklarından epey uzak bir noktada, toplumun AKP’ye güvenini sağlamak için yollara düştü. Ancak gerçekler olduğu yerde duruyor.
Osmanlı’da oyun bitmez
Yalnız 1909 değil, Abdülhamid’e karşı İttihat Terakki’yle omuz omuza veren farklı uluslardan Hıristiyan etnik grupların başına gelenlerden Adana Katliamı’nda on binlerce kurban vermelerine rağmen devletin verdiği sözlere inanmak isteyen Ermenilerin 1915’te karşı karşıya kaldığı tehcire, en namlısı Çakırcalı Efe olmak üzere devletle uzlaşan eşkıyaların oyuna getirilip öldürülmesinden PKK’nin 1999’daki geri çekilmesi sırasında verdiği kayıplara dek yaşananlar hafızaları diri tutuyor.
Bu tarihsel arka plan Kürt hareketinin çekilme konusundaki tereddütlerini ve yasal güvence talebini anlaşılır kılmakla kalmıyor. Devlet açısından temel kaygı mevcut iktidar ilişkilerini sürdürmek oldukça, yasal güvence ve karşılıklı olarak dillendirilen barış söylemleri de silah bırakılacak bir ortamın oluşması ve gerçek bir barış sağlanması açısından kalıcı bir çözüm sunmuyor.
Adana’da ne oldu?*
Adana’nın 550 binden biraz fazla olan nüfusunun 60 bin kadarı Ermeni, 25 bini Arap, 10-15 bini Rum, 450 bin kadarı da Türk’tü. Ancak bu kesimler arasında en zengini pamuk tarımı ve ticareti elinde tutan Ermenilerdi. Adana’da Ermeni nüfus yoğun olmasına karşın II. Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye Alayları’nın 1894-96 dönemindeki Ermeni nüfusa yönelik kanlı saldırıları bu bölgeye ulaşmamıştı.
1908’de Abdülhamit’in devrilmesi ve Meşrutiyet’in ilanıyla gelen “eşitlik ve özgürlük” bir yanıyla coşku ve sevinç bir yanıyla da memnuniyetsizlik kaynağıydı. Türkler egemenliklerini yitirmekten dertliydi. Ermeniler ise ayrımcılığın sürmesinden şikayet ediyor, daha fazla hak istiyordu.
13 Nisan’da, 1908 Devrimi’yle iktidara gelen İttihat Terakki’yi devirmek isteyen İslamcı, saltanatçı, liberal çevreler İstanbul’da “31 Mart Ayaklanması”nı başlattı. Aynı gün Adana’da iki Ermeni gencin öldürülmesiyle Ermenilerle Müslümanlar arasında çatışmalar başladı.
Adana’da olaylar patlak verdiğinde Müslümanların dükkânlarına zarar gelmemesi için tebeşirle işaretlenmiş, hükümet yetkilileri dahil bütün Müslümanlar fes yerine sarık giymiş, Payas Hapishanesi’nden üç bin tutuklu silahlandırılarak salıverilmişti. Bu nedenle Ermeniler olayların planlı ve kasıtlı olduğunu savundu. Türklere göre ise olaylar Kilikya Ermeni Krallığı’nı diriltmek isteyen Ermenilerin kışkırtmasıydı.
“Ermeniler, 31 Mart Olayı’nı bastırmak üzere Selanik’ten gelen Hareket Ordusu olaylara müdahale edecek diye ikna edilerek ellerindeki silahları yerel yöneticilere teslim ettikten sonra katliam şiddetlenmiş, 23 Nisan 1909 günü Hareket Ordusu’nun bir bölüğü şehre girdiğinde ise ortalık kan gölüne dönmüştü. Şiddet olayları buna rağmen durmadı. Sadece Adana’da değil Misis, İncirlik, Ceyhan, Osmaniye, Tarsus, Kozan kazalarında da sürdü. 25 Nisan’da Adana’da bazı Ermeni gençlerinin askerî kışlaya silahlı saldırıda bulunması üzerine Adana’da yeni bir alevlenme yaşandı. Ardından kan gövdeyi götürdü.”
Adana’da 2 bine yakın Türk (bu sayıda bütün Müslüman unsurlar Türk diye anıldığı için Kürtler de dahil olabilir), 20-30 bin civarında da Ermeni öldü. Ermeni mahalleleri yerle bir edildi. Ermenilerin Abdülhamid karşısında müttefik saydıkları İttihat ve Terakki’nin temel amacı devleti sağlama almaktan başka bir şey değildi. 1909’daki bu işaret karşısında İttihatçılarla bir kez daha uzlaşmanın yollarını arayan Ermenileri 1915 faciası bekleyecekti.
Kopyası yoldas-degilmiydikYoldaş değil miydik?
Sağdaki resimde II. Meşrutiyet’i kutlayan Ermeni tiyatrocular görülüyor. 1894-1896 döneminde Hamidiye Alayları eliyle yürütülen saldırılarda 50 bin ila 300 bin Ermeni’yi katlettiren, geride kalanlardan birçoğunu din değiştirmeye zorlayan II. Abdülhamid’i devirerek Ermenilere diğer toplumlarla birlikte eşit yurttaşlık vaat eden İttihat Terakki Cemiyeti (İTC) ilk başta Hıristiyan topluluklardan büyük destek almış, bir yönüyle de bu destek sayesinde Abdülhamid’i devirebilmişti. II. Meşrutiyet öncesi İttihatçılarla dayanışma içinde oldukları gibi, 1908’de yeniden açılan Meclis’te de Ermeniler açık siyasi faaliyet yürütmeye başladı.
Dört Ermeni siyasi partisi faaliyet halindeydi: Taşnaksutyun, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Anayasal Ramgavar Partisi ve Veragazmyal Partisi. Ermeni devrimciler 1908 Devrimi’nin başlangıçtaki coşkulu günlerinde, birlik ve dayanışma mesajları veriyordu.
Taşnak sözcüsü Aknuni “Taşnakların en önde gelen görevlerinden birinin de, Osmanlı Anayasa rejimini korumak, Osmanlı uluslarının birbiriyle birleşmelerini sağlamak, İttihat ve Terakki ile işbirliği yapmak” olduğunu açıklıyordu.
Hınçak Komitesi Başkanı M. Sabahgülyan, Ağustos 1908’de Beyoğlu’nda Surp Yervartyun kilisesinde yaptığı konuşmada “Hınçakların, artık ihtilal çalışmalarına son vererek tüm varlıklarıyla yurdun yükselmesi için çalışacaklarını” söylüyordu. 31 Mart Ayaklanması’nın bir uzantısı olarak gelişen Adana olaylarında İttihat Terakki’ye olan güven ve desteklerinin bedelini ağır bir katliama uğrayarak ödeyen Ermeniler, İTC ile ilişkileri konusunda iç tartışma ve ayrılıklar yaşadıysa da Taşnaksutyun’un 1909 Ağustos’unda yapılan V. Kongresi’nde bu durum uzun uzun tartışıldı ve birlikçiler galip geldi. Sonuç bildirgesinin ilk maddesinde İTC ile dayanışmayı devam ettirmek kararı alındı.
Anadolu Ermenileri Abdülhamit istibdadını yıkanların verdikleri sözleri inanmaya çoktan hazırdı. On binlerce kurban verdikleri Adana olaylarını bile affettiler. Dönemin gelişmelerini yakından izleyen Leon Troçki’nin sözüyle “Çok geçmeden herkes anladı ki Meşrutiyet, düzenin yalnızca dış görünüşünü değiştirmiş, özü olduğu gibi kalmıştı.”
“Almanya’nın icat ettiği, Türklerin uyguladığı”
24 Nisan vesilesi ile yine Ermeni soykırımı tartışmaları gündeme geliyor. Çünkü, 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki politik ve entelektüel Ermenilerin öldürülmesi, yüzbinlerce Ermeninin zorunlu göç yolunda katledildiği, soyulduğu, pek çoğunun din değiştirmeye zorlandığı, çocukların ve kadınların kimliklerinden vazgeçme pahasına Türk ya da Kürt ailelere sığınarak kurtulabildiği olaylar zincirinin başlangıcı olarak kabul ediliyor. 24 Nisan 1915’ten hemen önce Anadolu’da 1 milyon 500 bin Ermeni yaşarken, bu sayı 1915’ten sonra 70 bine düştü. En tutarlı tahminlere göre 600 bini Suriye’ye doğru sürülürken yollarda öldü.
İttihatçılardan Abdülhamid’e, Kürt Hamidiye Alayları’ndan zenginliğini yağmalanmış gayrimüslim mallarına borçlu burjuvaziye, bu “mirası” reddedemeyen Cumhuriyet kadrolarından yağmadan kırıntı koparmış Anadolu köylüsüne uzanan suç ortaklığı, resmi ideolojiye güç verdi. Resmi ideoloji bir yandan, tarihsel bağlamı hiçe sayan liberal tezler diğer yandan tehcirin emperyalistler arası çatışmaya dayanan arka planını perdeledi. Oysa tehcir de Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’ndaki bütün adımları gibi Alman emperyalizminin kontrolü altında gelişmişti. Tarihçi Feroz Ahmad “Tehcir bir Alman planıydı” diyor. Tehciri ölmeden tamamlayabilen ve yaşadıklarını “1915 Ermeni Soykırımı / Bir tanığın anıları” adı altında kitaplaştıran Samsunlu Paylazu Kaptanyan ise sıradan bir tehcir kurbanının duygusal anlatımıyla, yaşadıklarını “Almanya’nın icat ettiği, Türklerin uyguladığı yok etme planı” diye anıyor. Çatışmanın diğer tarafı da masum değildi; Fransa ve İngiltere de Ermenileri yıllarca yalnız bırakmış sonra kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istemişti.
Ancak katliamcıların mirasını reddedemeyenler ya da liberal tezlerle bu katliamların gerçek yüzünü perdeleyenler sayesinde; Ermeni soykırımı tartışmaları hala emperyalistler tarafından bir pazarlık unsuru olarak kullanılabiliyor, devletin ezilen ulus ve mezheplere karşı katliamcı geleneği Adana Katliamı’ndaki usulleriyle birlikte sürdürülüyor ve “süreç” bu tarihin ışığında haklı endişe ve eleştiriler eşliğinde yaşanıyor…
ALİ ERGİN DEMİRHAN-SENDİKA.ORG