Yıllardan beri “laikliği kaldırmazlar, laikliğin tanımını değiştirirler” deyip durdum ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 18 Nisan’da Resmi ...
Yıllardan beri “laikliği kaldırmazlar, laikliğin tanımını
değiştirirler” deyip durdum ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 18 Nisan’da
Resmi Gazetede yayınlanan 2012/128 sayılı kararıyla bu tespit kesinlikle
ispatlandı!
18 Şubat 2008’de şöyle yazmıştım: “‘Şeriat’ denilen
şey, her neyse, ‘Selamünaleyküm ben geldim’ diyerek gelmeyecek.
…‘Laiklik’ maddesi öyle kolay kolay ortadan kaldırılmaz… Bu sefer
‘tanımını’ değiştiremezler
mi? Laiklik tanımını değiştirmeleri yanı
sıra, eğitim, adalet, sağlık hizmetleri vb. toplumsal hayatın en önemli
unsurlarını İslami esaslara göre düzenleyince, zaten ‘şeriatı getirdik’
demelerine de gerek yok. Ya da şeriatın ‘gelmesine’ de gerek yok. Bu
düzenlemelerin gelmesi zaten yeterli.”
Tam da bu tespitlere “niyet okuması” demezler miydi?
CHP “4+4+4 yasası”nın bazı maddelerinin iptali için
dava açtı ve AYM bu başvuruyu “laiklik, bireyin ya da toplumun değil,
devletin bir niteliğidir” gerekçesiyle reddetti. Taha Akyol, bu
gelişmeyi “AYM laiklik konusunda devrim gibi bir karar verdi, eski sert
laiklik tanımı yerine liberal (özgürlükçü) bir laiklik tanımı yaptı”
diye değerlendirdi.
İşte tespitin ispatı dediğim budur! Ama bu, elbette
özgürlükçü laiklik değildir. Bilinir ki, “laiklik, bireyin ya da
toplumun değil, devletin bir niteliğidir” lafı başta Erbakan Hoca olmak
üzere İslamcıların yıllardır dillerinden düşürmediği bir yavedir.
Nitekim RTE tarafından da epey tekrarlanmıştır.
AKP döneminde 2007 yılına dek laiklik İslami yaşamı
sınırlayabiliyordu, artık İslami kurallar laikliği sınırlıyor,
tanımlıyor. AYM kararıyla da bu fiili durum tescillendi.
Ve AKP’nin öncelikli hedef tahtası artık “laik
devlet”ten daha çok “seküler toplum”dur. Çünkü devlet denilen kurumu,
anayasa değişikliğine dahi ihtiyaç duymadan kadro ve zihniyet
değişikliğiyle zaten hale yola getirdiler. Devletin kâğıt üstünde “laik
kalması” hiç dert değil…
Oysa toplumun tamamen muhafazakârlaşması ve böylece
daha fazla dindarlaşması çabalarına tam hız devam şart... Toplumun
yüzde 50’sinin “rızasını” almakla yetinmeyip geri kalan yüzde 50’nin
“arıza” çıkarmasını önleyecek şekilde sindirilmesi de lazım. Bunun için
tüm devlet kurumları ve bilhassa yargı yanı sıra yürüttükleri
kampanyalar daha önem kazanıyor.
İşte eğitimdeki son durum; kuran kursları da artık
resmi izne tabi değil. AKP’nin sendikası Kamu Sen, öğrencilerin ve
öğretmenlerin türbanla okullara girmesi için eylem yaptı. Danıştay,
avukatların türban takabileceğine karar verdi.
Elbette özgürlükçü laiklik son AYM kararından
bambaşka bir şey. Çünkü örneğin Hıristiyanlıktan farklı olarak, İslam
dini, ancak devlette ve toplumda “kısmen sınırlanabildiği” ölçüde diğer
yaşamsal özgürlük alanları genişleyebilir ve bu durum tecrübeyle ve
tarihsel olarak sabittir!
Devrimcilerin sözünü ettiği özgürlükçü laiklikteki
öncelik, sadece Hanefilik ve Sünnilik adına faaliyet gösteren ve
bütçeden tam 11 bakanlık ölçeğinde para alan Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın kaldırılmasıdır. Laik devletin güvencesi olarak seküler
bir toplumsallaşmayı savunmaktır. Çünkü coğrafyamızdaki, devlette
laiklik ve toplumda sekülerlik ancak nispeten sınırlanmış bir İslamiyet
koşullarında mümkündür.
Yoksa siz AYM kararındaki gibi bir “özgürlükçü”
laiklik derken, toplumsal bakımdan sınırlanmamış İslam’ı mı
savunuyorsunuz? Yani “ahkâm ayetlerinin” tamamen toplumsallaşmasını,
mesela Fazıl Say’ın o cezayı hak ettiğini ve mesela içeriğinde domuz
kanı filan olduğunu ileri sürerek 1,5 yaşındaki çocuğuna aşı
yaptırtmayan İzmit’teki o cüppeli babayı da mı savunuyorsunuz?
Hem size bir şey daha diyeyim mi? AYM’nin bu
“tarihsel” kararı, tam da Kürt çözümünün İslam kardeşliği boyutu
tartışılırken ve bu arada (ve bunu sağlamak için olsa gerek!) Hizbullah
hortlatılırken verildi, öyle değil mi? Ortadoğu’daki bir pax americana
(Amerikan Barışı, Amerikan Düzeni) bağlamında, Şii hilaline karşı Sünni
eksen denilirken ve herkesin herkesle savaştırıldığı coğrafyada İsrail
ile Türkiye derhal barıştırılırken, “laiklik” tanımı da değiştirilirse…
Şeriat, “Selamünaleyküm! Ben Şeriat” diyerek gelmeyecektir, belki de “Hello! Ben Şeriat, işte geldim!” diyecektir…
MELİH PEKDEMİR-BİRGÜN