İmralı-Açılım Süreci, BOP Sürecinin bir parçasıdır
Sürecin
ne olduğunu tam olarak görmek için bunun özneleri kimlerdir, yani bu
süreci yaşayanlar ve yaşatanlar kimlerdir, onlara bakmak gerekir. Bu
sürecin sahiplerini ya da yönetenlerini Beşir Atalay geçen günlerde
netçe itiraf etti:
“Ana
hedef silahsızlaştırma. Bunun içinde çok enstrüman var. Bu
enstrümanların her birinin sorunun çözümünde rolü ve değeri var. Hedef
terörü bitirmek. Hükümet bu konuda son derece kararlı. Alınabilecek
risklerin hepsini alıyoruz. Burada elinizde uygun enstrüman var da
kullanmıyorsanız, bu da sorundur. Yani elinizde olan enstrümanları en
iyi şekilde değerlendirmek. Ondan sonra uluslararası enstrümanlar var.
Komşularınız var, başka ülkeler var; Kuzey Irak’tan Amerika’sına uzanan.
İçeride siyasi boyutu var. Diyelim ki BDP. Biz ilişkimizi BDP ile hiç
koparmadık ama onlar katkı vermedi. Biz siyaset kurumuna çok önem
veriyoruz, içeride en önemli aktör olması lazım. BDP de bu süreçlerin
kıymetini bilmedi.
“İmralı’ya Güven: Göreceğiz
“İmralı
ile yaşanan süreçte güven sorunun ne durumda olduğuna ise Atalay,
şimdiden bu anlamda bir şey ifade etmek istemediğini, kurumların
görüşmelerinin devam ettiğini belirtti. Atalay, kendilerinin kararlı
olduğunu ve belli bir stratejilerinin olduğunu da vurgulayarak,
İmralı’ya güven noktasında ‘göreceğiz’ ifadesini kullandı.
“Kendisinin
bu işle uğraşmaya başladığından bu yana Türkiye’nin bu sorunları hep
çözebileceğini düşündüğünü fakat zor olduğunu da bildiğini dile getirdi.
Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını artık daha güçlü olduğunu
vurgulayan Atalay, şu anda yürütülen çalışmalar için erken ifadeler
kullanmak istemediğini aktardı. Atalay, provokasyonlara da dikkat
çekerek, bu sürece herkesin olumlu katkıda bulunması noktasında
özellikle ana muhalefet partisinin destek vermesinin önemine işaret
etti.” (www.haberler.com)
Görüldüğü gibi Beşir Atalay, çok açık biçimde süreci yöneten güçleri itiraf ediyor.
Kimmiş bunlar?
“Kuzey Irak’tan Amerika’sına uzanan” güçlermiş…
Burada iki güç sayılıyor:
1) Amerika’ymış.
2) Kuzey Irak’mış.
Diğer güçler kimlermiş?
3) “BDP, İmralı”ymış.
4) Hükümet’miş, yani AKP İktidarıymış.
Tabiî
Beşir Atalay yukarıdaki anlatımında bir demagojiye başvuruyor. Süreci
yönetenin hükümet olduğunu, diğerlerinin ise sürece hizmet edecek
“enstrümanlar” olduğunu iddia ediyor. Tabiî o öyle söylemeye mecbur. Bu
işi biz götürüyoruz, demek zorunda. Oysa biz biliyoruz ki sürecin esas
efendisi ya da öznesi ABD’dir. Diğer parçalarsa ABD’nin kullandığı Beşir
Atalay’ın deyişiyle “enstrümanlar”dır.
“Barış” oyununun aktörleri ve destekçileri…
Bu enstrümanların tümünün belirleyici özellikleri Amerikancı oluşlarıdır.
AKP’nin
bir Amerikan projesi olduğunu artık bilmeyen, söylemeyen namuslu aydın
kalmamıştır Türkiye’de. Tabiî bu partinin başkanı Tayyip’in de zamanın
ABD Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz tarafından keşfedildiğini ve
Türkiye’nin başına oturtulduğunu da yazıp çizmeyen namuslu aydın
kalmamıştır. Gerçeğin bu son andığımız yönünü biraz daha açalım:
“(…)
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz de (aslen Yahudi olup
Siyonizmin Türkiye ve Ortadoğu stratejisti) Refah Partisi İstanbul
Beyoğlu İlçe Başkanı Tayyip Erdoğan’ı keşfetmesinden sonra Erdoğan malum
medya marifetiyle toplum gündemine taşınmış, İlçe Başkanlığından İl
Başkanlığına, oradan belediye başkanlığına ve derken Parti kurulup
başbakanlık adaylığına varan hızlı yükseliş trendi başlatılmıştır.
Erdoğan’ın Abramowitz’le Kasımpaşa’daki özel bir vakıfta başlayan
tanışıklıkları, belediye başkanı seçilme öncesi ve sonrası Belediyenin
Florya tesislerindeki görüşmelerle devam etmiş, ardından Tayyip
Erdoğan’ın Amerika ziyaretleri yoğunlaşmıştır. İlk defa 17-21 Nisan
1995’te başlayan, daha sonra 17-22 Kasım 1996, 20-23 Aralık 1996,
Cezaevine girmeden hemen önceye rastlayan 1 Mart 1998 ve yine 16 Temmuz
2000 tarihlerinde tekrarlanan ABD gezileri bunların bazılarıdır.
“Tayyip
Erdoğan’ı Belediye makamında 15 Ekim 1996 günü ziyaret eden
Abramowitz’in ‘Siz İstanbul’u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize
göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz!...’ sözleri basında yer
almış ve ‘Tayyip’in bazı şartları kabul etmesi halinde, ABD’nin
kendisini başbakanlığa hazırlayabileceği mesajı’ şeklinde
yorumlanmıştır. Hatta o günlerde bazı gazeteler ‘Abramowitz Erbakan’ın
yerine Tayyip’i hazırlıyor’ manşetlerini atmıştır.
“Abramowitz ise zaten bu gerçeği çok önceden ve Ertuğrul Özkök’ün köşesinden şöyle açıklamıştır:
“Evet, kravatlı ve daha şehirli kılıklı görünen Erdoğan’ı Erbakan’a tercih ederiz.” (Mustafa Erol, www.68dayanisma.org)
Kuzey Irak’a gelirsek; burada iki yerel güç var: Barzani’nin Kürt Devleti ve Kandil’deki PKK.
Herkes
bilmektedir ki artık Barzani’nin Kürt Devleti’ni, Birinci ve İkinci
Körfez Savaşları ve Irak İşgaliyle var eden ABD’dir, yardımcısı da
AB’dir.
Kandil’deki
PKK varlığını da koruyan, kollayan, hatta eğiten, belli ölçüde
silahlandıran yine ABD’dir. Nitekim geçen yıllarda Murat Karayılan, 7000
silahlı gerillamızı sizin emrinize verebiliriz, ABD bizim için
uzaklardan gelen dostumuzdur, biz Türkler gibi ABD’ye düşman gözüyle
bakmıyoruz, diyerek ABD’nin hizmetinde olduğunu, ona sadakatle bağlı
olduğunu açık bir şekilde dile getirmiştir.
Abdullah
Öcalan da, 1991’de Sosyalist Kamp’ın çöküşünden sonra, dümeni ABD’ye ve
AB’ye kırmış, onlarla her türlü işbirliğine gidebileceğini defalarca
açıklamıştır. ABD Ortadoğu’da bir dönüşüm yapmak istiyorsa bizimle
işbirliği yapmaya mecburdur, çünkü Ortadoğu’nun kilit gücü biziz,
anlamına gelen yazılar yazmıştır.
Demek
ki tüm bu “enstrüman”ların ortak paydası Amerikancılıktır. Başka türlü
ifade edersek; ABD sayesinde bugünkü konumlarını, durumlarını elde
edişleridir, koruyuşlarıdır, sürdürüşleridir. Dolayısıyla bunların tümü
ABD’ye sadakatle bağlıdır ve onun bir dediğini iki edemezler. Bu
enstrümanların ABD’ye ne kadar bağlı olduklarını Tayyip’in son bir-iki
yıllık süreçteki bir uçtan diğer uca savruluşlarını örnekleyerek
açıklarsak sanırız daha anlaşılır olur…
Hatırlanacağı gibi Tayyip, Libya lideri Muammer Kaddafi’den “Kaddafi İnsan Hakları Ödülü” almıştı 30.11.2010’da, Libya’da. Ödül töreninde Kaddafi’yle kucaklaşan Tayyip, şu konuşmayı yapmıştı:
“Bugün
burada, Libya’da teslim aldığım Kaddafi İnsan Hakları Ödülü, bizim bu
mücadelemize manen destek verecek, güç ve şevk kazandıracaktır. Ülkem ve
aziz milletim adına bu ödülü teslim alırken ödül komitesine, sivil
toplum örgütlerine, değerli kardeşim Muammer Kaddafi’ye bir kez daha
şükranlarımı sunuyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Esselamu
aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.” (www.sabah.com.tr, 29.11.2010)
Bundan
15 ay sonra, AB-D, Kaddafi’yi hedefine koydu. Bir NATO saldırısıyla,
Kaddafi’yi katledip ülkesini işgal etmeyi ve yerine getireceği has
uşaklarından oluşan bir kukla yönetimle Libya petrollerini kendi
kasasına akıtmayı planlamış ve bunu uygulamaya geçirme hazırlıklarına
girişmişti. Tayyip, boş bulundu başlangıçta. “NATO’nun Libya’da ne işi var yahu”,
diyerek AB-D’nin bu emperyalist saldırısına karşı çıkar bir pozisyon
aldı. Tayyip’in bu tutumuna Obama’nın yanıtı sert oldu. “Böyle lagaluga
yapmaya devam edersen kanalizasyon ızgarasından aşağı süpürülürsün”,
dedi. Tayyip, anında karşı tarafa kendini atarak; “Bağışla sahip. Bir
hatadır ettik, emrinizdeyim. Diktatör Kaddafi’yi bir an önce
devirmeliyiz. Bu işi yapacak NATO askeri gücünün komuta merkezi İzmir’de
olsun.”, diyerek nedametini ve sadakatini ortaya koydu. Ve Tayyip’in
dediği gibi oldu. Komuta merkezini İzmir’de kuran NATO askeri gücü
Libya’yı aylarca havadan dövdü. Libya Ordusu’nu eritti ve çökertti. Ve
hep bildiğimiz gibi sonunda da Kaddafi’yi linç ettirerek alçakça
katletti, AB-D Emperyalistleri. Libya petrollerine de Libya’nın
yönetimine de el koydu.
AB-D
Emperyalistlerinin ikinci hedefi Suriye ve antiemperyalist lideri
Beşşar Esad’dı. Daha doğrusu, Esad’ın başkanlığındaki BAAS İktidarıydı.
Yine
hatırlanacağı gibi Tayyip, Suriye ve Esad yönetimiyle çok sıcak
ilişkilere girmişti. Suriye’de ortak bakanlar kurulu toplantısı
yapmışlardı. Kendisi Suriye’yi ziyaret etmiş; Beşşar Esad ve eşi Esma
Esad’ı da Türkiye’de ağırlamıştı. “Beşşar Esad’la biz kardeşten de
ileriyiz, dostluğumuz böylesine güçlüdür”, demişti.
AB-D’nin
Suriye’ye namluyu çevirmesiyle birlikte Tayyip, Libya konusunda
sergilediği tutumdan aldığı ders ile burada hiç hata yapmadı, tabiî AB-D
açısından. Anında Beşşar Esad düşmanı kesildi. Hatta bu düşmanlığı
öylesine ileri boyutlara taşıdı ki efendisi olan AB-D Emperyalistleri
bile, hoşlarına gitmekle birlikte, buna şaşırdı. Öylesine bayağı
tutumlara girdi ki, Esad’ın aslan anlamına gelen adını bile
kullanmayarak ona “Esed”, yani zalim demeye başladı. Böylesine ilkel ve
iğrenç boyutlardaki bir saldırı ancak Tayyipgiller gibi Tefeci-Bezirgân
Sermayenin ABD uşağı yandaşlarına yakışır. Suriye, bildiğimiz gibi iki
yıldan bu yana AB-D Emperyalistleri tarafından kanatılmaktadır ve bu
zaman sürecinde 100 bini aşkın masum insan hayatını kaybetmiş,
Suriye’nin onlarca şehri-kasabası yerle bir edilmiştir.
Yani
demek istediğimiz, ABD hizmetkârı tüm bu “enstrümanların” belirleyici
özelliği, yukarıda da söylediğimiz gibi ABD’nin her emrini, her planını
harfiyen yerine getirmekte duraksamayacaklarıdır.
Yine
hatırlayacağımız gibi, BDP heyeti de geçen yaz yaptığı ABD ziyaretinde
ABD Emperyalizminin yetkililerinden “Suriye’de bize rol verin” diye
taleplerde bulunmuşlardı. Dönüşlerinde de bu yaptıklarını hiç utanıp
sıkılmadan Suriye için “ABD’den rol istedik”, diyerek açıklamışlardı.
AB-D neden Kürt Meselesi’ne el attı?
Siyonizmin
ve ABD Emperyalizminin en azgın ve etkin temsilcilerinden olan Morton
Abromowitz, “Kürt Sorunu kendi haline bırakılmayacak kadar önemlidir”,
diyordu 1993’te, Foreign Policy Dergisi’nde yayımlanan bir makalesinde.
AB-D Emperyalistleri zaten Kürt Meselesi’ne hep bu anlayış çerçevesinde
bakmışlardır. Yani ellerine almışlardır bu meseleyi ve kendi emperyalist
amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar on yıllardan bu yana.
AB-D
Emperyalistleri bizim gibi kapitalizmce geri ülkelere sömürmek için,
sömürgeleştirmek için geldiklerinde kendi aşağılık amaçlarını hep
gizlerler. Medeniyet, demokrasi, özgürlük götürdüklerini iddia ederler
bu ülkelere. Yani bu insanî değerlere sahip kavramların ardına
gizlenirler. Onları maske olarak kullanırlar.
Bu
ülkelere girince de oradaki etnik, dinsel, mezhepsel farklılıkları
kullanırlar ve ülkeleri ayrıştırarak çözmek, eritmek, böylece de kolayca
sömürüp kullanmak isterler. İşte, Yugoslavya’da bunu yapmışlardır,
Irak’ta bunu yapmışlardır, Suriye’de de aynısını yapmaya
çalışmaktadırlar.
Tabiî Türkiye’ye gelince, ellerine alabilecekleri çok önemli bir koz bulmuşlardır; Kürt Meselesi.
Ve bu meseleye el koymuşlardır. Şu anki burjuva sistem içinde Kürt
Meselesi artık Türklerin ve Kürtlerin meselesi olmaktan çıkmış, AB-D
Emperyalistlerinin ellerinde olan bir mesele haline gelmiştir.
Dolayısıyla da bu meseleyi emperyalistler kendi çıkarlarına nasıl
uygunsa elbette öyle çözeceklerdir. Bu çözümün nasıl olacağının bir
örneği Irak’ta açık olarak ortaya konmuştur, AB-D Emperyalistleri
tarafından. Yani burada, Amerikancı Burjuva bir Kürt Devleti
oluşturulmuştur. Benzer bir yapı da Suriye’de oluşturulmaktadır.
Bunların bir benzeri de Türkiye’de hayata geçirilecektir.
Türkiye’dekinin başka türlü olacağını iddia edenler ya yanılmaktadır; ya
da adam kandırmaya çalışmaktadır.
AB-D,
hep söylediğimiz gibi, Suriye’de de Irak’taki başarısını tekrarlarsa,
sonrasında duraksamadan İran’a yönelecektir. İran’da da benzer
ayrışmayı, parçalanmayı var etmeye çalışacaktır.
En
sonunda da dört parçayı birleştirip İsrail benzeri, kendisiyle
eklemlenmiş Amerikancı, burjuva bir Büyük Kürdistan oluşturacaktır.
Türkiye’yi
daha da parçalayacaktır. Doğusunda bir de Ermenistan oluşturma projesi
vardır, ABD’nin. Ermeni yetkilileri zaten bunu açıkça defaten dile
getirmişlerdir.
Yani
Türkiye’nin doğusunda Burjuva, Amerikancı Yeni İsrailler-İkinci ve
Üçüncü İsrailler oluşturulacaktır, ABD Planının öngördüğüne göre.
Peki, Türkiye’nin geri kalanı ne olacaktır?
Orada
da Amerikan İslamına-CIA İslamına uygun bir “Ilımlı İslam Devleti”
oluşturulacaktır. Tabiî bu da aynı ölçüde burjuva ve Amerikancı
olacaktır. Tıpkı 90 yıl önce Sevr’de öngörüldüğü gibi… Hep diyoruz ya;
AB-D Emperyalistleri Sevr’den hiç vazgeçmemişlerdir.
ABD’nin
bu planına iktidar partisi AKP’yle birlikte BDP, CHP ve MHP de olanca
güçleriyle ve kendi yordamlarıyla destek vermektedirler. AKP ve BDP
zaten bu Sevr sürecini elbirliğiyle sürdürmektedirler. CHP dışarıdan
açık desteğini sunmaktadır.
CHP ve MHP sürece gerçekten muhalif mi?
Nedir CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu’nun istediği?
Bu
süreç bizden gizli yapılmaktadır, bize de bilgi verilsin, sürece biz de
ortak olalım, Gül Abdullah da ortak olsun. Yani ihanetin sorumluluğunu
hepimiz paylaşmış olalım…
Başka bir şey istiyor mu?
Hayır…
Eee ana muhalefet partisi, o kadarcık eleştirisi olacak tabiî. Şimdi görelim eleştirisini ve talebini:
“Süreçten rahatsızız, sürece müdahil olun
“Çankaya
Köşkü’nde dün sürpriz bir görüşme gerçekleşti. Köşk’e elinde kırmızı
bir dosya ile gelen Kılıçdaroğlu, edinilen bilgiye göre görüşmede,
İmralı sürecinin AKP ve BDP’nin ortak yürütülmesinden duyduğu
rahatsızlığı iletti.
“Edinilen
bilgiye göre kendilerine ve Meclis’e bilgi verilmemesinden şikâyetçi
olan Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “Toplumun yüzde 50’si süreçten
dışlanıyor. Bu nedenle bugünden kötüye gidebiliriz. Sürecin başarısız
olmasını kimse istemez. Böyle yürütülürse başarısızlıkla sonuçlanabilir.
Biz de sürecin başarılı olması için önerilerimizi gündeme getiriyoruz.”
“(…)
“Heyet Meclis’ten olsun
“Görüşmede
Kılıçdaroğlu’nun milletvekilleri ve devlet görevlilerinin dahil olduğu
bir komisyonun Meclis çatısı altında oluşturulması gerektiğini söylediği
öğrenildi. Süreci MİT’in kontrol etmesinden duyduğu rahatsızlığı da
dile getiren CHP lideri Gül’e ‘Sürece müdahil olun’ çağrısı da yaptı.” (www.internethaber.com)
Biz daha önce ona hitaben, “Yılan gibisin Kılıçdaroğlu”,
demiştik. Gerçekten de öyle işte… Yani bu ihaneti Amerikancı güçler
olarak elbirliği ile götürelim, başarıya ulaştıralım. İhale birkaçımızın
üzerinde kalmasın. İhanete hepimiz eşit şekilde ortaklık edelim, diyor
Kılıçdaroğlu.
Biz
de şunu söylüyoruz; Kılıçdaroğlu’nun ruhiyatı, gerçek düşüncesi başka,
söylemi başkadır. O, gerçeklikte Hüseyin Aygün’le birebir örtüşür.
Söylemde ise çalkalar, mızıldanır, laf geveler. Korkakça, pısırıkça bir
şeyler söylemeye çalışır. Gerçek düşüncesini mertçe, dürüstçe ortaya
koyamadığı için kıvranır durur. Özetçe o, kendisiyle baş başa kaldığında
Hüseyin Aygün’dür. Kitlelerin karşısındaysa oryantal Nesrin Topkapı ya
da Tatlıses’in Asena’sı. Ne acıklı bir hayat onunki…
Kontrgerilla’nın
özel örgütü MHP görünüşte-sözde sürece karşı çıkar görünmektedir. Fakat
onun da rolünü öyle oynaması mecburidir. Malum ya; Tayyip’in ve
AKP’sinin, halkın din duygularını sömürerek siyaset yapması gibi o da
millî duyguları sömürerek siyaset yapmaktadır. Fakat dikkat edersek; MHP
böyle kurusıkı gevezelikler yaparak, hatta zaman zaman da “köyün
delisi”ni oynayarak muhalefet rolünü sürdürmekle birlikte, kritik
durumlarda, önem arz eden durumlarda AKP’ye tüm desteğini vererek
ABD’nin kendine verdiği görevi başarıyla yerine getirmektedir.
Hep
söylediğimiz gibi, Türkiye’de gerçek demokrasi de hukuk da yoktur.
Sadece 27 Mayıs Politik Devrimi’nin getirdiği demokrasi kırıntıları
vardır. Halkımızın şu anda demokratik anlamda nefes alıp vermesini
sağlayan da bu kırıntılardır sadece. Fakat öbür yanda ABD
Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçi hainlerinin domuzuna diktatörlüğü
altındadır Türkiye. CHP haricindeki partileri projelendirip oluşturan
da onların hangisinin iktidar, hangisinin muhalefet rolü oynayacağını
belirleyen de hep ABD Emperyalistleridir. CHP de bildiğimiz gibi Birinci
Kuvayimilliye’yi, Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaş’ımızı zafere
ulaştıran kadrolar tarafından kurulmuştur. Fakat bu partinin de yönetim
kadroları, Kılıçdaroğlu ekibini iktidara getiren “kaset operasyonu”nda
açıkça görüldüğü gibi, artık doğrudan ABD Emperyalistleri tarafından
belirlenmektedir. Dolayısıyla CHP de artık ABD’nin dolaysız hükmü-emri
altındadır.
PKK-Öcalan’ın kendi söylemleriyle siyasi tavrı
Bu
süreçte Kürt tarafını temsil eden yerli örgüt PKK’dir. Ve onun denetimi
altındaki BDP’dir. Bunların Amerikancılıklarını yukarıda anmıştık.
PKK’nin
devrimcilikle, ilericilikle, demokratlıkla, laiklikle,
antiemperyalistlikle zerre kadar ilgisi kalmamıştır. Sosyalist Kamp’ın
varlığındaki küçükburjuva ilericiliğini, sosyalistliğini, Sosyalist
Kamp’ın yıkılışıyla birlikte anında terk etmiştir. Artık rotayı ABD
Emperyalistlerine kırmış ve 1991’den bu yana çözümü onlardan bekler
olmuştur. Böyle olunca, PKK’nin sürece ilişkin tüm projeleri ve tutumu,
ABD Emperyalistlerinin BOP Projesiyle birebir uyumludur. Bu gerçeği
Abdullah Öcalan’la BDP Heyetinin İmralı’daki ikinci görüşmesinde bir kez
daha görüyoruz:
-Sırrı: Rojava (Suriye’nin Kürt bölgesi) için bir aktarımınız olacak mı?
-Öcalan:
Suriye’de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse
onunla çalışsınlar. Suriye Demokratik Kurtuluş Cephesi olsun. Kürt,
Arap, Türk, Türkmen hepsi. Suudi Selefiler çok tehlikeli, Esad ise
küçükburjuva diktatörlüğüdür. Kürtler (Suriye’deki Kürtleri kastederek)
Barzani’nin emrine giremez. Onun çizgisi farklı. Kürtler mutlaka bir öz
savunma gücü oluşturmalı.” ( milliyet.blog, 28 Şubat 2013)
Açıkça
görüldüğü gibi, Öcalan Suriye’de Beşşar Esad karşıtı Amerikancı güçler
cephesinde bulunulmasının doğruluğunu ve devamını savunuyor. Bu cephe
içinde de sizin çıkarlarınıza en uygun düşen kimlerse onlarla yakın
ilişkiler kurun, bu arada da kendinizin bir öz savunma gücü mutlaka
bulunsun, diyor.
Zaten,
PKK’nin Suriye kolu olan PYD’nin Amerikancı güçler cephesinde Beşşar
Esad’ın antiemperyalist yönetimine karşı savaştığını defaten yazıp
söylemiştik. Hatırlanacağı gibi geçen 19 Şubat’ta da PYD, “Özgür Suriye
Ordusu”yla Beşşar Esad’a karşı nasıl savaşılacağı ve zaferden sonra
ganimetin nasıl paylaşılacağı konularını kapsayan 11 maddelik bir
anlaşma yapmıştı. Bu anlaşma tüm medyada çıkmış, Gündem Gazetesi de
haberi manşetten vermişti.
Bizce,
Tayyipgiller’in AKP’si ile işi bağladıktan sonra, PKK, silahlı
güçlerini Suriye’ye kaydırarak PYD ile birlikte Beşşar Esad yönetimine
karşı savaştıracaktır. Eğer Suriye’yi ABD’nin istediği doğrultuda
halledebilirse bu Amerikancı güçler, ondan sonra da İran’a karşı
savaştırılacaktır.
Öcalan
bu konuda önemli bir uyarıda daha bulunuyor, BDP heyeti aracılığıyla
PYD’ye. Barzani’den uzak durun, diyor. Daha önce de söylediğimiz gibi
ABD Emperyalistleri oluşturmayı planladıkları Kürt Devletinin
liderliğine Barzani’yi getirmeyi düşünmektedirler. Tabiî şu anda da
Öcalan’ı, Tayyip’in deyişiyle bir “enstrüman” olarak kullanmaktadırlar.
Öcalan, bunu görmektedir. Bu nedenle uyarılarda bulunmaktadır.
Öcalan,
İmralı görüşmecilerinin aslarından olan sinemacı Sırrı Süreyya
aracılığıyla Fethullah Gülen’e şu şekilde selam ve saygılarıyla birlikte
ittifak önerilerini iletiyor:
“Öcalan’la
İmralı’da görüşen 2’nci ve 3’üncü BDP heyetinde yer alan İstanbul
Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Diyarbakır’da katıldığı Hürriyet’in
yazıişleri toplantısında Öcalan’ın Fethullah Gülen’e olan mesajını
açıkladı.
“Sırrı
Süreyya Önder, “Öcalan, Fethullah Gülen’e selamlarını gönderdi.
Fethullah Gülen’in ‘Sulhta hayır vardır’ yaklaşımı benim de
yaklaşımımdır. ‘Bütün Ortadoğu’daki demokratik bir siyaset ve barış için
birlikte çalışabiliriz, Muhterem Fethullah Gülen’e selamlarımı
söyleyin. Onu en iyi anlayan benim’ dediğini belirtti.” (Vatan, 23.03.2013)
Hatırlanacağı
gibi Öcalan, 90’lı yıllarda insanları bazen enselerinden tek kurşunla
vurarak bazen de domuz bağlarıyla bağlayıp işkencelerle diri diri toprak
altına gömerek en caniyane şekilde katleden Hizbullah’a da o yıllarda
ittifak önerilerinde bulunmuştu defalarca.
Bu görüşmede Öcalan, Altan Tan’a dönerek şunları da söylüyordu:
“(…)
(Altan Tan’a dönerek) Sayın Altan bilirsin İslamcıların 40 yıllık
rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside
sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2. Atatürk rolüne soyunup
daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar.”
Açıkça
görüldüğü gibi Öcalan Tayyipgiller’in İslamcı İktidarını biz
gerçekleştirdik, diyor. Ortaçağcıların kırk yıllık rüyasının gerçek
olmasını biz sağladık, diyor. Öcalan, Ortaçağcılıktan rahatsız olmadığı
gibi tam tersine; Türkiye’nin Ortaçağın karanlığına sürüklenmesi bizim
sayemizde oldu, diyor. Böylece de onun laiklik gibi bir sorununun asla
olmadığını ortaya koymuş oluyor. Öcalan için biricik değer vardır:
iktidar olmak. Oraya ulaşmak için de her yol mubahtır. Öcalan’ın dünyası
bu…
Hatırlanacağı
gibi Öcalan Bekaa ve Şam’da iken, Mustafa Kemal’e düşmandı.
Yakalanmasından sonra ve yargılanma sürecinde, tabiî savunmasında da
keskin Atatürkçü oldu. Yukarıdaki konuşmasından anlıyoruz ki yeniden
Bekaa’lı, Şam’lı günlerine dönmüş. Zamana ve şartlara göre görüş
değiştiriyor.
Bu görüşmede Sırrı Süreyya, şöyle diyor Öcalan’a:
“-
Sırrı: Başkanım her şeyi konuştuk. Bir de başkanlık meselesi var.
Kamuoyu bu konuda çok hassas. Osman Kavala’nın size selamları var.
Totaliter bir yapıya dönüşmesinden endişe ediyorlar.”
Osman Kavala, CIA’ca devşirilmiş, meşhur şahsiyetlerdendir. CIA yörüngesindeki NGO’lardan olan Güneydoğu Avrupa Demokrasi ve Uzlaşma Merkezi (Center for Democracy and Reconciliation in Southeast Europe) Yönetim
Kurulu Üyeliğinde bulunmuştur. Ayrıca Soros’un TESEV’inin Yönetim
Kurulu Üyesidir. Ve de yine Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün Danışma
Kurulu Üyesidir. Ve yine, meşhur döneklerimizden olan “Belgeli Murat”la
birlikte İletişim Yayınları’nın da kurucusudur. Bu şahsın faaliyetleri
saymakla bitecek gibi görünmüyor; Osman Kavala, Tarih Vakfı’nın
sponsoru, Diyarbakır Kültürevi’nin sponsoru, Helsinki Yurttaşlar Derneği
üyesi imiş…
Sinemacı
Sırrı Süreyya da yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere bu
vatandaşla sıkça düşüp kalkmaktadır. Tabiî ne de olsa aynı yolun
yolcusudurlar. Yine hatırlanacağı gibi Sırrı Süreyya görüşme sonrası
medyaya yansıyan konuşmalarında “başkanlık sistemi tartışılabilir”,
sözünü sarf etmiştir. Aysel Tuğluk da aynı şeyi savunmuştur.
Öcalan siyasetinin özeti: “Amaç aracı meşru kılar”, her şey iktidar için!
Gelelim Öcalan’ın verdiği yanıta:
“-
ÖCALAN: Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını
destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına
girebiliriz.”
Yine
görüldüğü gibi Öcalan, Tayyip gibi bir Ortaçağcı, Amerikan ve İsrail
işbirlikçisi, halk düşmanı bir diktatörün bile başkanlığını olumlu
bulmaktadır. Onunla bu konuda da “ittifaka girebiliriz”, diyebilmektedir
rahatça. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Öcalan’a göre, “amaç için her
yol mubahtır”. Orijinalini söylersek bu anlayışın; “amaç, aracı meşru
kılar”.
Öcalan o görüşmede, “Ergenekon Davası” adlı CIA Operasyonuna ilişkin olarak da şunları söylüyor:
“Ergenekon’un
bizden beklentisi 2002’den itibaren savaşı tırmandırmamızdı. Ben
AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim,
sabrettim. AKP anlar dedik. AKP darbe ile uğraşırken başını belaya/derde
sokmayalım dedik. Onlar darbelerle uğraştılar. 2007, 2009 hatta 2011’e
kadar seçim hesapları, oy hesapları yaptılar. Ben geri çekildim.”
Öcalan,
bu anlatımında CIA’nın, Cemaat’in ve Tayyipgiller’in ortaklaşa
yürüttüğü “Ergenekon Davası” adlı Operasyonun bütünüyle yanında,
destekçisi olduğunu ortaya koymaktadır. Öcalan, 2011 başına kadar da bu
görüşteydi. Fakat 2011 yılının 09 Ocağında keskin bir dönüş yaparak tam
tersi bir görüşe sıçradı. O güne kadarki savunduğu görüşlerin
yanlışlığını öne sürdü ve özeleştiri yaptığını söyledi. Şöyle demişti o
gün:
“İmralı
Cezaevi’nden avukatları aracılığıyla Fırat Haber Ajansı’na açıklama
yapan Abdullah Öcalan, herkesi çok şaşırtacak açıklamalarda bulundu.
Ergenekon Davası konusunda özeleştiri yaptı. Öcalan Ergenekon Davası’nı
bugüne kadar yanlış değerlendirdiğini ve bugün nasıl düşündüğünü şöyle
anlattı:
“Önemli
bir değerlendirme daha yapacağım. Bu değerlendirme tarihi ve aslında
biraz da özeleştirel bir değerlendirme olacak. Bugüne kadar Ergenekon
yargılamalarıyla birlikte devletteki gladionun jitemvari yapıların
tasfiye edildiği söyleniyordu. Biz de biraz böyle düşünüyorduk. Aslında
olanlar tam da böyle değildir. Bu konu üzerine sürekli düşünüyorum.
Geçenlerde buradaki arkadaşlarla da tartıştım. Nasıl fark etmemişiz
bugüne kadar? Bu nedenle özeleştiri diyorum. Sanırım Hanefi Avcı’nın
kitabında da geçiyormuş. O da çözüm konusunda benimle görüşülmesi
taraftarıymış, bunu öneriyormuş ve şimdi içeride ve Ergenekon’dan
yargılanıyor. Yine geçmişte benimle burada çözüm amacıyla görüşen bazı
isimler de Ergenekoncu diye yargılanıyor. Aslında Ergenekoncu diye
tasfiye edildiği söylenenlerin bir kısmı çözüm yanlısı isimlermiş. Ama
asıl Gladionun çözümü istemeyen kesimleri dışarıda bırakılmıştır, onlar
hâlâ dışarıdadır ve AKP bunlarla uzlaşmıştır. Deşifre olmuş Veli Küçük
gibi, karanlık, cinayet işleyen, darbeci isimlerin yanına çözüm isteyen,
hatta geçmişte benimle burada çözüm amacıyla görüşen isimleri de
bunlarla ilişkilendirerek bu şekilde asıl çözüm yanlılarını tasfiye
ediyorlar. Geçmişte biliniyor mesela Cem Ersever -jitemin bizzat
kurucusudur, yüzlerce, binlerce faili meçhule neden oldular- ama daha
sonra yanlış yaptıklarını, sorunun bu yöntemlerle çözülemeyeceğini
anlayıp dile getirince tasfiye edildiler.” (Odatv, 09.01.2011)
İmralı’daki
bu görüşmede Öcalan’ın yukarıda söylediklerini görünce anlıyoruz ki,
Öcalan bu konuda da yeniden görüş değiştirerek eskiye dönmüş. Gördüğümüz
gibi Öcalan için böyle görüş değişiklikleri hiç de zor bir şey değil…
“Barış Süreci” Ortadoğu Halklarına neler getirecek?
“Açılım”
ya da “Barış Süreci” denen bu süreç, aslında BOP sürecidir. BOP
sürecinin ne olduğunu bir kez daha netçe ortaya koymaktan, tekrarı göze
alma pahasına da olsa, sanırız gerek vardır. Bunu da açıkça ve
bilinçlice görüp kavrayan ender namuslu yazarlardan olan Yurt Gazetesi
yazarı Cevher Kantarcı’nın aşağıda aktaracağımız şu yazısında duruca görebiliriz:
“Şimdi
geçmişe bir yolculuğa çıkalım ve bakalım Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan beyin bir zamanlar söylediklerini okuyalım:
“Ellerine
bir kâğıt almış dolaşıyorlar… Amerika’nın bir projesidir, diye… Bunu
ispat ederlerse, biz her şeye varız… Ama ispat edemezlerse alçaktırlar,
namussuzdurlar! Bu kadar açık konuşuyorum, bu kadar ağır konuşuyorum!”
“Sonra ne demiş?
“4 Mart 2006’da yapılan AKP’nin Bayrampaşa İlçe Kongresi’nde, yukarıda yazdıklarımızın tam tersine şunları demiş:
“Türkiye’nin
Ortadoğu’da bir görevi var! Nedir o görev? Biz Genişletilmiş Ortadoğu
ve Afrika Projesi’nin eşbaşkanlarından bir tanesiyiz! Ve bu görevi
yapıyoruz biz!”
“Durun daha bitmedi!
“16 Şubat 2004’te, Kanal D’deki Teketek Programı’nda ne demiş:
“Şu
anda yani Amerika’nın da düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya,
Genişletilmiş Ortadoğu… Yani bu proje içerisinde, Diyarbakır bir yıldız
olabilir! Bir merkez olabilir!”
“Durun daha bitmedi!
“13
Ocak 2009 tarihindeki AKP Grup toplantısında hem de 23 Nisan 1920’de
açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında demiş ki:
“Türkiye
Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP demek
istiyor) Eşbaşkanıdır! Değerli arkadaşlar, Büyük Ortadoğu Projesi’nin
(Yine bir daha BOP demek istiyor) amaçları bellidir ve o amaçların
içinde Türkiye’nin üstlendiği görev bellidir! Büyük Ortadoğu Projesi,
barışa yönelik olarak kurulmuştur!”
“Peki BOP Eşbaşkanı olarak kendisine tevdi edilen görev nedir?
“Eh,
o zaman da Çağdaş Haçlı Projesi’nin ve de elbette BOP’un esas
mimarlarından Condoleezza Rice’in 7 Mart 2003’te Washington Post’a
yazdığı makaleyi okuyalım:
“Fas’tan, Basra Körfezi’ne kadar, TÜRKİYE DE DÂHİL, Ortadoğu’da 22 ülkenin rejimi, sınırları ve haritaları değişecek!”
“Eksik
kalmasın… Bir de ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi Öğretim Üyesi Nicolas
Gvasdev’in bir askeri dergiye yazdıklarına da göz atalım:
“Kısa
bir süre içinde; Türkiye’de PKK’ya, Kolombiya’da FARC’a, Filipinler’de
komünist ve İslâmcı asilere karşı kullanılan isyan bastırma
yöntemlerinin sorgulanması, bu ülkelere müdahaleyi beraberinde
getirecektir!”
“Askeri
ve sivil hapishanelerde yatanları ve de Deniz Kuvvetleri’nin savaş
gemisi haydayacak komutan bulamamasını da gözünüzün önüne getirip, şu
yukarıda yazdıklarımı bir daha okuyun!
“Bence Başbakanımızın da İmam Hatip’te öğrendiğini sandığım Kur’an’daki Bakara ve Maide surelerini, yukarıda yazdıklarımızın ışığında bir daha okuyun!
“Başbakanımızın Irak’ı işgal eden Çağdaş Haçlı Orduları’nın başarısı için hayır duası ettiğini de düşünün!
“Yorumunuzu da kendiniz yapın!
“İsterseniz fakire paranoyak deyin!
“Paranoyak deyin ama rica ediyorum, salak demeyin lütfen!” (Cevher Kantarcı, Yoruma lüzum var mı?, Yurt Gazetesi, 23 Mart 2013)
Demek
ki olayın ne olduğunu namuslu olmak kaydıyla, burjuva yazarları bile
görüp kavrayabiliyor. Bu süreçte Amerikancılığın dışında ve ABD
Emperyalistlerinin projelerinin dışında bir şey aramak yani solculuk,
ilericilik, demokratlık türünden şeyler aramak tümüyle saflık olur.
İsrail, Türkiye’den BOP süreci için özür dilemiştir, dilettirilmiştir
Tam
da bu süreçte önemli bir değişiklik daha oldu, Ortadoğu’da: İsrail, üç
yıldır defalarca çok net ve kararlı bir tutumla aksini savunmasına
rağmen, bir anda 180 derecelik bir dönüş yaparak “Mavi Marmara Baskını”
ve 9 Müslüman’ın öldürülmesi konusunda hem Türkiye’den “özür dile”di
hem de AKP Hükümeti aracılığıyla “ölenlerin yakınlarına tazminat
ödeyeceğini” belirtti. Yani Türkiye’nin üç yıldan bu yana talep edip de
İsrail’in kararlılıkla reddettiği şeyleri bir anda kabul etmiş oldu.
Tabiî bu kabulün hemen öncesinde Obama İsrail’i ziyaret etmişti.
Netenyahu da dahil olmak üzere İsrail yetkilileriyle derin görüş
alışverişlerinde bulunmuştu. İsrail’in bu kabulünün Obama’nın isteğiyle
gerçekleşmiş olduğu apaçıktır.
Obama bu görüşmesinin başlangıcında, “İsrail’le ebediyen müttefikiz” mesajını vermişti, İsrail’e ve dünyaya.
Tahmin
ediyoruz ki Obama bu görüşmesinde Türkiye-İsrail ilişkilerine Suriye ve
“açılım” meselesine ilişkin şunları söyledi, şu öğütleri verdi, İsrail
yetkililerine:
“Kuru
inadı bırakın, bölgede İsrail lehine çok önemli gelişmeler oluyor.
Bakın; Ortadoğu’da İsrail’e yeni bir kardeş geliyor. Size benzeyecek bir
Kürdistan oluşuyor. Türkiye’deki işbirlikçilerimiz bu işle meşguller.
Tabiî bu güç bir iş, AKP İktidarını haliyle zor duruma düşürüyor,
yıpratıyor. Şimdiden yapılan kamuoyu araştırmaları oylarının yüzde on
oranında düşüş kaydettiğini gösteriyor. Sürecin devamında daha da büyük
oy kaybına uğrayacağı görülüyor. Ona acilen destek atmamız gerekiyor.
Sizin Mavi Marmara olayıyla ilgili Türkiye’nin taleplerini kabul
etmeniz, AKP için büyük bir moral oluşturur. Ve onun yıpranan kamuoyu
desteğini, eski durumuna getirmese bile en azından aşağıya gidişini
şimdilik durdurur. AKP liderinin; “bakın bugüne kadar tarihinde hiç
kimseden özür dilemeyen İsrail’e bile özür dilettik ve onu tazminat
ödemeye mecbur bıraktık” şeklinde şişinmesi, seçmenlerini yeniden
kendisine bağlayabilir. O bakımdan sizin bu adımı, karşılığında elde
edeceğiniz şeylere bakarak, tereddüt etmeden atmanız gerekir. Bir anda
hem Ortadoğu’daki en önde gelen ve güçlü düşmanınız BAAS liderliğindeki
Suriye’den kurtulacaksınız hem Türkiye’ye yeniden sağlam müttefikler
olacaksınız hem de bunlardan daha önemli olmak üzere yeni bir kardeş
kazanacaksınız…”
Anlıyoruz
ki İsrail yetkililerinin aklı bu çok kârlı alışverişe hemen yatmış.
Onlar binlerce yılın Tefeci-Bezirgânı, bildiğimiz gibi.
Bu
barıştırmaya ilişkin dünyadaki yankılar, değerlendirmeler de zaten
olayın ne olduğunun herkesçe açık olarak anlaşıldığını göstermektedir.
İzleyelim:
“İsrail’in
Mavi Marmara baskını için Türkiye’den özür dilemesi dünya medyasında
şöyle yer aldı: Guardian Gazetesi (İngiltere): Bölgedeki belirsizlik
göze alındığında ABD; Türkiye ve İsrail’in birlikte çalışabileceğine
güvenmek istiyor. Le Monde Gazetesi (Fransa): Obama’nın son anda gelen
diplomatik başarısı. Amerikan CNN televizyonunun internet sitesi: Obama
bir diplomasi devrimine imza attı. İsrail Haaretz Gazetesi: Çıkarlar,
ego ve siyasete üstün geldi.” (Posta Gazetesi, 24 Mart 2013)
İsrail’in
en etkin gazetelerinden Haaretz’in diplomasi muhabiri de meseleyi
gördüğümüz gibi çok açık ve kesin bir ifadeyle işte böyle, lafı hiç
dolandırmadan ortaya koyuveriyor. Kazanacaklarının büyüklüğünü muhakkak
ki netçe görmüş, İsrail tarafı…
Bu
arada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, İblisin insan kılığına
bürünmüş hali Melih Gökçek, belediyenin bilboardlarına şu afişi
yerleştirmekte hiç gecikmemiş:
Dünya halklarının başdüşmanları süreci net bir şekilde desteklemektedir
Tüm
bu anlatımlarımızdan da iyi niyetli olan yani olayları tarafsızca,
yalnızca oldukları gibi görmek ve kavramak çabasında olan insanların
kolayca anlayabileceği gibi, “açılım”, “barış süreci” denen olay BOP
sürecinin bir parçasıdır, ikinci ya da yeni bir İsrail’in doğum
sürecidir, oluşum sürecidir. Bu doğumun ebesi de kuşkusuz ABD’dir.
Zaten, PKK-BDP’nin kendisi de destekçilerini açıklamaktan kaçınmıyor:
“ABD,
AB ve AP yetkilileri, Öcalan’ın mesajını olumlu bulduklarını açıkladı.
AP Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda ise ‘Kürt lider Öcalan’ın
çağrısı hoş geldi’ dedi. Federe Kürdistan Hükümeti de Öcalan’ın mesajını
desteklediğini duyurdu.” (Özgür Gündem Gazetesi, 23 Mart 2013)
CIA’nın üç çekirdek örgütünden biri olan (diğer ikisi ise Trilateral-Üçlü Konsey ve Bilderberg’dir) CFR (Council on Foreign Relations-Dış İlişkiler Konseyi) internet sitesinde Diyarbakır Newroz kutlamalarının bir resmiyle birlikte uzun bir yazıyla sürece verdiği desteği belirtiyordu.
Örneklersek özetçe şöyle diyordu:
“Türkiye’nin Yeni Yıl Sürprizi
“(…) CFR muhabiri Steven Cook bunun (Öcalan’ın mektubu kastediliyor - Kurtuluş Yolu)
yaklaşık otuz yıldır akan kanı durdurmak için büyük bir gelişme
olduğunu söyledi. Cook, kalıcı bir barışın PKK’nin silah bırakmasıyla ve
Kürtlere daha büyük özerklik getirecek olan yeni anayasanın hayata
geçirilmesiyle mümkün olduğunu ifade etti.
“(…)
“Bu
yüzden bu, Türklerin ‘Kürt meselesinin çözümü’nden kastettiği şeyin ilk
adımıdır. Şimdiye kadar hiç kimse tam anlamıyla çözümden ne
kastedildiğini bilmiyordu.” (CFR internet sitesi, www.cfr.org)
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, desteklerini şöyle açıklıyordu:
“Nuland,
PKK’nın açıklamasını, ‘Türkiye’de 30 yılı aşkın süredir devam eden
trajik şiddeti sona erdirme yolunda olumlu bir adım olarak
nitelediklerini’ belirterek, şunları kaydetti:
“Bu
şiddet çok sayıda yaşama ve geleceğe mal oldu ve sona ermeli. Türk
hükümeti ve ilgili tüm tarafların, Türkiye’de demokrasiyi ilerletecek ve
Türkiye’nin tüm vatandaşlarının yaşamlarını geliştirecek bir barışçıl
çözüme ulaşmaya yönelik cesur çabalarını alkışlıyoruz. ABD, bu meseleyi
nihayet çözüme kavuşturma ve daha parlak bir geleceğe doğru yol almaya
yönelik çabalarında Türkiye halkını desteklemeye devam edeceğiz.” (Sabah Gazetesi, 22.03.2013)
Avrupa Birliği Emperyalistleri de mevcut BOP ya da Yeni Sevr sürecine tam desteklerini kesin ifadelerle açıklamışlardır:
“AB
Genişleme Komiseri Stefan Füle ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik
Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın ortak açıklamasında,
“PKK’ya bugün yapılan silah bırakma ve Türkiye sınırlarının dışına
çekilme çağrısını ve buna olumlu tepkileri memnuniyetle karşılıyoruz.
Bu, çok sayıda can kaybına neden olan sorunu bitirme hedefiyle devam
eden süreçte yeni bir önemli ileri adımdır. Bunun somut takibini ve
uygulanmasını bekliyoruz” ifadesi kullanıldı.
“Açıklamada,
“AB’nin barış sürecine tam destek verdiği ve katılım öncesi mali yardım
enstrümanları dahil katkı yapmaya hazır olduğu” vurgulandı.” (agy)
Demek
ki uluslararası emperyalizm tam kadro olarak “İmralı”, “Açılım”,
“Öcalan”, “Barış” süreci denen, ki işin aslı hep söylediğimiz gibi “BOP”
ya da “İkinci İsrail’in doğuş” sürecidir, bu süreci hararetle
desteklediklerini açıkça ortaya koymaktadırlar. Tabiî bu sürecin mimarı,
projecisi ve uygulamaya koyucusu zaten kendileridir…
Parababaları, süreçle önü açılacak sömürü ve talan için ellerini ovuşturuyor
Türkiye’ye
gelirsek; başta TÜSİAD ve Soros’un Açık Toplum Enstitüsü, TESEV’i
gelmek üzere, tüm Parababaları ve Parababaları örgütleri, tabiî
Ortaçağcı Parababaları ve onların örgütleri, medyası da dahil olmak
üzere bu Amerikan Projesine bütün güçleriyle destek vermektedirler.
TÜSİAD’ın açıklamaları şöyleydi:
“Çözüm
ve barış süreci için başlatılan çabalar doğru yönetilirse bizi tarihi
bir noktaya taşıyabilir” görüşünü ifade eden Boyner, sürecin
partilerüstü, günlük siyasi hesaplar ve hesaplaşmalar üstü
yürütülebilmesinin sonuç için kritik olduğunu aktardı.”
“İMRALI YORUMU: “NİŞAN TAKILDI, SIRADA DÜĞÜNDE, TAKI OLARAK YATIRIM YAPACAĞIZ”
“TÜSİAD
Yönetim Kurulu Üyesi Tarkan Kadoğlu, İmralı sürecini desteklediklerini
açıkladı. Bu sürecin ülkenin yeniden huzura kavuşması, yeniden barış
çiçeklerinin açılacağı bir süreç olacağı görüşünü dile getiren Kadoğlu,
“Her kesimin bu sürece destek olması gerektiğine inanıyorum. Geçen hafta
Diyarbakır’daydım. Bölgenin STK’ları ile bir araya geldik. Herkesin
ortak yönü, bu barış sürecinin biran önce netleşmesi. Biz adını şöyle
koyduk: ‘Şu anda bu barış süreci, bir düğüne benzetiyoruz. Düğün,
nişanları takılmış, sıra düğünü yapmaya kaldı’ diyoruz. Düğünün olduğu
süreçte de biliyorsunuz takılar takılır. Bizler de işadamları olarak,
takımızı takmaya, bu bölgeye yatırım yapmaya bir seferberlik yoluyla
gideceğimize inanıyorum. Bu süreci önemsiyorum. Bu ülkenin geleceğinin,
bu barışın sağlanmasında olduğuna inanıyorum” açıklamasında bulundu.” (http://www.patronlardunyasi.com/yhaber.asp?haberid=140759)
Ülkeleri
bölüp parçalayan örgütleri ve projeleriyle ünlü CIA ile işbirliği
halinde çalışan dolar spekülatörü George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü
ve onun kardeşi TESEV’in açıklamaları ise şöyleydi:
“2005’ten
itibaren yaptığımız çalışmalarla Kürt meselesinin çözümü için destek
verdik. TESEV olarak barış sürecini koşulsuz şekilde destekliyoruz”
diyen Paker TESEV deklarasyonunu okudu:
“Bugün
geldiğimiz noktada Kürt meselesinin çözümü artık siyasetin elindedir.
Biz TESEV olarak barış sürecini koşulsuz bir şekilde destekliyoruz.
Girişimleri vesilesiyle tarafların Türkiye için çok olumlu bir süreci
başlattıklarını ve yürütmekte olduklarını düşünüyoruz. Bundan sonraki
dönemde, Kürt toplumunun daha geniş kesimlerce de paylaşılan demokratik
taleplerini karşılamaya yönelik atılacak adımlar konusunda destek olmaya
devam edeceğiz. Bu adımlar, sadece Kürt vatandaşların değil, toplumun
tüm kesimlerinin ihtiyaç duyduğu koşulları gerçekleştirecek; demokratik
kurumlar altında, tüm farklı kimliklerin özgürce yaşacağı bir Türkiye
yaratacaktır.
“Siyasal
düzlemde çözüme doğru ilerleyen bu sürecin TESEV olarak tümüyle
arkasında duruyor ve başarıya ulaşmasını temenni ediyoruz. Bu vesileyle
Türkiye sivil toplumunun tüm unsurlarını barış sürecine ve bu sürecin
siyasi sorumluluğunu taşıyanlara tam destek vermeye davet ediyoruz.” (http://www.bianet.org/bianet/diger/145410-baris-surecini-kosulsuz-destekliyoruz)
TESEV
deklarasyonunu okuyan Can Paker, aynı zamanda Soros’un Açık Toplum
Enstitüsü’nün Türkiye şubesinin Danışma Kurulu Başkanıdır da.
Emperyalist
uşağı satılmışlar işte böyle sureti haktan görünürler. En hainane
işlerini bile çok hayırlı işlermiş gibi maskeleyerek ifade ederler…
Türkiye’nin
önde gelen vurguncu Parababaları (Finans-Kapitalistleri) ise şöyle dile
getiriyorlar bu sürece desteklerini (özetçe alacağız açıklamalarını):
“Koç
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Kürt sorunuyla ilgili barış
sürecine ilişkin, “Bu barış sürecinin sekteye uğramamasını diliyorum.
İnşallah bu görüşmeler bir şekilde devam eder. Çünkü silahla
çözülemeyeceği görüldü. Dolayısı ile oturup bunun müzakere şeklinde
çözülmesi lazım” dedi.” (Milliyet, 17 Ocak 2013)
“Sabancı
Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, barış amaçlı
müzakerelerin başarıya ulaşması durumunda Türkiye’nin ekonomik anlamda
‘uçacağını’ söyledi. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile Abdullah
Öcalan arasındaki görüşmeler ile barış çabalarının desteklenmesi
gerektiğini belirten Güler Sabancı şunları söyledi:
“Ülkemizin
Sayın Başbakan’ın liderliğinde girdiği bu son dönemdeki Kürt
meselesine, barış ve kardeşlik sürecinden çok umut duyuyorum ve çok
desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Barış ve kardeşlik sürecini
gerçekleştirirse, Türkiye’nin ekonomik olarak uçacağına inanıyorum.” (Agos, 12 Şubat 2013)
“ÇATIŞMAYA ELVEDA YATIRIMA MERHABA
“İş
dünyası, Güneydoğu sorununun barışla bitmesi yönünde atılan adımların
önemine vurgu yapıyor. Bu gelişmelerin bölgeye yatırımın yolunu açacağı
belirtiliyor. İşadamları yeni sayfaya umutla bakıyor
“Tuncay Özilhan / Anadolu Grubu: ‘Önemli yatırım potansiyeli ortaya çıkacak’
“Hüseyin Doğan / Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı: Türkiye’nin iklimi değişir...
“Ali Kibar / Kibar Holding: ‘Kalkınmanın önü açılıyor, bu önemli’
“Ali Ağaoğlu / Ağaoğlu Grubu: ‘Ağa sözü’ geldi: Yatırıma hazırız
“Şahismail
Bedirhanoğlu /Güneydoğu Sanayici Ve İşadamları Derneği (GÜNSİAD)
Başkanı: Yeni süreç kalıcı barışa dönüşürse yatırımlarda ciddi patlama
olacaktır. Barışla işsizlik Türkiye ortalamasına inecektir.
“Eyüp
Sabri Ertekin Urfa Tic. ve San. Odası Bşk: Yatırım olarak olsun, turizm
açısından olsun hem bu illerde, hem de Urfa’da daha iyi bir ticari
hayat başlayacaktır.
“Remzi Can Diyarbakır Tic. ve San. Odası Başkanı: Bölgedeki silahlar susarsa yatırımcılar yatırım yapmak için bölgeye koşacak.
“Nasır Duyan Mardin Organize San. Bölgesi Bşk: Barış döneminde hem bölge insanı, hem de ülke kazanacak.” (Milliyet, 22 Mart 2013)
“Cemaat” de Amerikan barışına tam destek veriyor
CIA
dininin ya da Amerikan İslamının en önemli iki temsilcisinden biri olan
(öbürü Tayyip’tir) Pensilvanyalı İblisin Türkiye’deki bir numaralı
sözcüsü Hüseyin Gülerce, Fethullah’ın gazetesinde bakın bu Amerikan
Projesini nasıl hararetle destekliyor:
“(…)
AK Parti ile BDP işbirliği yapıyor”, “Türkiye elden gidiyor”, “ne
günlere kaldık” gibisinden propaganda ile Balyoz ve Ergenekon
davalarının da itibarsızlaştırılması için çaba harcayacaklardır. Yani üç
cephede yeni bir vesayet saldırısı ile karşı karşıya kalacağız: Çözüm
sürecinin, darbeye teşebbüs davalarının ve yeni anayasa çalışmalarının
engellenmesi…
“Çözüm
süreci deyip geçmeyelim. Yeni ve zorlu döneme girildi. 12 Eylül
2010’daki referandumdaki gibi bu ülkede barış isteyen,
demokratikleşmeden yana olan herkes ayağa kalkmalıdır. Çok geniş
kesimlere hitap eden sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri elini
taşın altına mutlaka koymalıdır. Toplumun saygı duyduğu kanaat
önderleri, toplumda karşılığı olan saygın isimler, vicdan sahibi fikir
ve düşünce adamları öne çıkmalı ve yazmalı, konuşmalıdır. Gün bugündür…”
( Zaman, 27 Mart 2013)
Daha fazla örneklemede bulunmanın sanırız artık pek önemi ve gereği yoktur. Yukarıda anılanlar, konuyu anlatmaya yeterlidir.
Çok
açık bir şekilde görülmektedir ki bu süreç, emperyalizm cephesinin ve
yerli işbirlikçilerinin planlayıp, projelendirip yürüttükleri bir
süreçtir.
Süreçte halk güçlerinin konumu
Halk Cephesinin bu süreçte hiçbir dahli olmadığı gibi, Halk Cephesine yani Halk güçlerine karşı bir süreçtir bu.
Bildiğimiz
gibi, dünyada iki cephe karşı karşıyadır. Bir yanda emperyalizm
cephesi, öbür yanda Halklar Cephesi. Bu iki cephe birbiriyle savaş
halindedir dünyanın her yerinde.
Konumuza
gelirsek, “Açılım Süreci” emperyalizmin ve yerli hizmetkârlarının
sürecidir. Kürt ve Türk Halkına hiçbir şey getirmeyeceği gibi, sadece bu
iki halka değil, bütün Ortadoğu Halklarına daha fazla sömürü, daha
fazla zulüm, daha fazla kan ve ölüm getirecektir. Bölge halklarının
birbirini daha da şiddetli biçimde boğazlamasına yol açacaktır.
ABD ve AB Emperyalistleri dünyanın neresine barış, özgürlük, adalet ve demokrasi getirmiştir ki Ortadoğu’ya getirecektir?
Bunların gittikleri her yere ve el attıkları her işe kan, ölüm ve gözyaşı da beraber gider.
Bunların
derdi mazlum halklar değildir; barış, adalet, hakkaniyet, demokrasi,
özgürlük değildir. Bu değerli kavramların tam tersine olarak düşmanıdır
bunlar. Bunların derdi, daha fazla sömürü, daha fazla talan, daha fazla
işgal, daha fazla tahakkümdür. Başkaca hiçbir şey bunların umurunda
olmaz.
Türkiye’deki ABD Emperyalistlerinin hizmetindeki tüm güçler, bu barışın uygulayıcısı ya da destekçisidir.
Ne yazık ki Sevrci Soytarı Sahte Sol’un bileşenleri de ezici çoğunluklarıyla bu süreci alkışlamakta, desteklemektedirler.
Şunu da belirtelim ki HÖC-Yürüyüş bu ABD çözümüne netçe karşı çıkmıştır.
Yeni
Sahte TKP de bir hayli bocaladıktan sonra tavrını belirginleştirebilmiş
ve o da karşı bir tutum almıştır. Aydemir Güler’in 18 Haziran 2012
tarihli soL Gazetesi’nda yayımlanan ANF'den Ruken Adalı’ya verdiği
röportajında Amerikancı hareket önünde utanç verici bir biçimde çöküşü
ve teslimiyetinden sonra alabildiği bu karar, pısırıkça oda olsa,
Amerikan barışına karşı aldığı bu tutum, her şeye rağmen bizce
alkışlanmaya değerdir.
Sevrci
Sahte Sol’un diğer bileşenleri ise yukarıda da belirttiğimiz gibi büyük
çoğunluğuyla evetçi, bir ikisi de “yetmez ama evet” tutumunda ya da
çizgisindedir.
Süreçle Kürt Solu tasfiye edilmek isteniyor
İlginçtir,
tamamına yakını Amerikancı ve Sevrci olan BDP’nin bir milletvekili,
içinde herhalde eser miktarda da olsa solculuk kalmış olmalı ki bu
sürecin ne olduğunu tam değil ama bir yönünü, az çok kestirebiliyor, görebiliyor. Şöyle diyor konu hakkında:
“Uzun yıllar siyasetin içinde yer almış bir BDP milletvekili ile de sohbet ettik.
“Süreci
nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sohbetin kapısını araladık. “Zor bir
süreç” dedi. “Bunu herkes biliyor, bilmediğimiz bir şey söyleyin” diye
yarı şaka, yarı ciddi BDP’li vekili zorladık. “Peki o zaman…” dedi
gülerek ve beklemediğimiz bir şekilde O, bize sorular sormaya başladı!
“İlk
sorusu damdan düşer gibi oldu. “Sessiz sedasız 1500 civarında Melle
ataması gerçekleştirildi. Bunlar ne yapıyor acaba?” diye sordu. Yanıtını
beklemeden ikinci sorusu geldi: “Hizbullah Partisi kuruldu. Niye ki?”
Biz bağlantı kurmaya çalışırken üçüncü soruyu yöneltti: “İmralı
heyetinde Altan Tan neyi temsil ediyor?” Dördüncü sorusu ise adeta
zurnanın zırt dediği türdendi: “Başkanın (Abdullah Öcalan) gençliğinde
ne kadar dindar bir insan olduğu tam da bu dönemde niye manşetlere
taşınıyor?”
‘KÜRT SOLU TASFİYE EDİLİYOR’
“Sohbetin yönü belli olmuş biz de bağlantıları kurmuştuk. Ancak sustuk ve vekili dinlemeye başladık. O da devam etti:
“PKK
görünen ve gösterilen bir hedeftir. Esas amaç BDP ile birlikte
bölgedeki Kürt solunu tasfiye etmektir. Başbakan PKK’nın sınır ötesine
çekilmesini istiyor. Böylece silahlar bırakılmasa bile Türkiye içindeki
gücü kırılacak. Bunun sonucu olarak BDP bölgede yalnızlaştırılarak
zayıflatılacak. Bunun yerine Melleler ve Hizbullah Partisi üzerinden
bölgede din ağırlıklı radikal bir yapı oluşturulacak. Aynen BDP’nin
yaptığı gibi bunlar bağımsız adaylarla Meclise girecek. AKP’nin bunlarla
bizden daha iyi anlaşacağından hiç şüphem yok. PKK biter mi? Ben
uluslararası güç odaklarının PKK’nın bitirilmesini isteyeceklerini hiç
düşünmüyorum. Belki bölünebilir ve gerektiğinde kullanılmak üzere
PKK’nın bir bölümünü şimdilik sınırların ötesinde tutabilirler. BDP’den
şikâyet ediyorsunuz ama…”
“BDP’li
vekil cümlesini bitiremedi. Çünkü Genel Kurul’da ortalık fena karıştı.
“Daha sonra devam ederiz” diyerek aceleyle yanımızdan ayrılırken,
sohbetin son bölümüne tanık olan CHP’li bir vekil noktayı koydu: “Yani
diyorsun ki, sizi mumla arayacağız!” (Yurt Gazetesi, 11 Mart 2003)
BDP’li
vekil sürecin uluslararası boyutunu ve bunun bir Amerikan süreci
olduğunu göremiyor. Belki görüyor da söylemiyor. Fakat kendi durumunu
ilgilendirdiği için oradan hareketle bu sürecin ilerici bir gelişme
olmadığını açıkça görüyor.
Sevrci
Sahte Sol, büyük çoğunluğuyla bu kadarını bile göremiyor. Hep
söylediğimiz gibi onlar artık bir şey görebilecek, anlayabilecek,
değerlendirebilecek mantık ve metodu çoktan yitirmişlerdir. Onlardaki
kavrayış ve anlayış eksidedir-sıfırın altındadır…
Kürt Sorununun Devrimci Bir Çözümü de vardır
Yukarıda konu ettiğimiz, Kürt Sorunu’nun Amerikancı, AB’ci yani burjuva çözümüdür. Her konunun olduğu gibi bu konunun da bir de Devrimci Çözümü vardır. Bu çözümü de başta İşçi Sınıfı gelmek üzere, Kürt ve Türk Halkları ortak mücadeleleriyle gerçekleştireceklerdir.
Halkın
Kurtuluş Partisi, geçmişteki ve bugünkü önderliği, Kürt Sorunu’nun hep
Devrimci Çözümünü savunmuştur. Hatırlanacağı gibi bu çözüm Hikmet Kıvılcımlı tarafından 1933’te Elazığ Zindanında ortaya konmuş, kaleme alınmıştır. Bu çözüm, “İhtiyat Kuvvet Milliyet-Şark” ya da “Yedek Güç Ulus-Doğu” adlarıyla kitap olarak da şu anda konuya ilgi duyanların hemen ulaşabileceği yakınlıktadır.
Burada ortaya konan çözüm, “Anadolu ve Kürdistan Halk Cumhuriyeti” biçiminde formüle edilmiştir.
Bugünkü şartlarda Halkın Kurtuluş Partisi bu çözümü, “Edirne’den Çin sınırına kadar uzanacak Avrupa ve Geniş Asya coğrafyasında yer alacak Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti” olarak adlandırmaktadır.
Biraz
zaman alacak da olsa bu Devrimci Çözüm eninde sonunda hayat bulacaktır.
Ve söz konusu coğrafyadan AB-D Emperyalistlerini ve onların
işbirlikçilerini kesin biçimde kovacaktır.
Bugün
bu Devrimci Çözümü savunanlar muhakkak ki, güçlü bir duruma sahip
değiller. Emperyalistlerin çözümünü savunanlar güçlü konumdadır. Fakat
Tarihin akışı geneli itibariyle hep ileriye olmuştur. Bundan sonra da
böyle olacaktır.
Biz Gerçek Devrimciler, evet bugün zayıfız ama asla umutsuz değiliz. Güçleneceğiz, yeneceğiz ve kazanacağız!KURTULUŞ YOLU