İmralı-Açılım Süreci, BOP Sürecinin bir parçasıdır
Sürecin ne olduğunu tam olarak görmek için bunun özneleri kimlerdir, yani bu süreci yaşayanlar ve yaşatanlar kimlerdir, onlara bakmak gerekir. Bu sürecin sahiplerini ya da yönetenlerini Beşir Atalay geçen günlerde netçe itiraf etti:
“Ana hedef silahsızlaştırma. Bunun içinde çok enstrüman var. Bu enstrümanların her birinin sorunun çözümünde rolü ve değeri var. Hedef terörü bitirmek. Hükümet bu konuda son derece kararlı. Alınabilecek risklerin hepsini alıyoruz. Burada elinizde uygun enstrüman var da kullanmıyorsanız, bu da sorundur. Yani elinizde olan enstrümanları en iyi şekilde değerlendirmek. Ondan sonra uluslararası enstrümanlar var. Komşularınız var, başka ülkeler var; Kuzey Irak’tan Amerika’sına uzanan. İçeride siyasi boyutu var. Diyelim ki BDP. Biz ilişkimizi BDP ile hiç koparmadık ama onlar katkı vermedi. Biz siyaset kurumuna çok önem veriyoruz, içeride en önemli aktör olması lazım. BDP de bu süreçlerin kıymetini bilmedi.
İmralı’ya Güven: Göreceğiz
“İmralı ile yaşanan süreçte güven sorunun ne durumda olduğuna ise Atalay, şimdiden bu anlamda bir şey ifade etmek istemediğini, kurumların görüşmelerinin devam ettiğini belirtti. Atalay, kendilerinin kararlı olduğunu ve belli bir stratejilerinin olduğunu da vurgulayarak, İmralı’ya güven noktasında ‘göreceğiz’ ifadesini kullandı.
“Kendisinin bu işle uğraşmaya başladığından bu yana Türkiye’nin bu sorunları hep çözebileceğini düşündüğünü fakat zor olduğunu da bildiğini dile getirdi. Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını artık daha güçlü olduğunu vurgulayan Atalay, şu anda yürütülen çalışmalar için erken ifadeler kullanmak istemediğini aktardı. Atalay, provokasyonlara da dikkat çekerek, bu sürece herkesin olumlu katkıda bulunması noktasında özellikle ana muhalefet partisinin destek vermesinin önemine işaret etti.” (www.haberler.com)
Görüldüğü gibi Beşir Atalay, çok açık biçimde süreci yöneten güçleri itiraf ediyor.
Kimmiş bunlar?
“Kuzey Irak’tan Amerika’sına uzanan” güçlermiş…
Burada iki güç sayılıyor:
1) Amerika’ymış.
2) Kuzey Irak’mış.
Diğer güçler kimlermiş?
3) “BDP, İmralı”ymış.
4) Hükümet’miş, yani AKP İktidarıymış.
Tabiî Beşir Atalay yukarıdaki anlatımında bir demagojiye başvuruyor. Süreci yönetenin hükümet olduğunu, diğerlerinin ise sürece hizmet edecek “enstrümanlar” olduğunu iddia ediyor. Tabiî o öyle söylemeye mecbur. Bu işi biz götürüyoruz, demek zorunda. Oysa biz biliyoruz ki sürecin esas efendisi ya da öznesi ABD’dir. Diğer parçalarsa ABD’nin kullandığı Beşir Atalay’ın deyişiyle “enstrümanlar”dır.

“Barış” oyununun aktörleri ve destekçileri…
Bu enstrümanların tümünün belirleyici özellikleri Amerikancı oluşlarıdır.
AKP’nin bir Amerikan projesi olduğunu artık bilmeyen, söylemeyen namuslu aydın kalmamıştır Türkiye’de. Tabiî bu partinin başkanı Tayyip’in de zamanın ABD Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz tarafından keşfedildiğini ve Türkiye’nin başına oturtulduğunu da yazıp çizmeyen namuslu aydın kalmamıştır. Gerçeğin bu son andığımız yönünü biraz daha açalım:
“(…) ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz de (aslen Yahudi olup Siyonizmin Türkiye ve Ortadoğu stratejisti) Refah Partisi İstanbul Beyoğlu İlçe Başkanı Tayyip Erdoğan’ı keşfetmesinden sonra Erdoğan malum medya marifetiyle toplum gündemine taşınmış, İlçe Başkanlığından İl Başkanlığına, oradan belediye başkanlığına ve derken Parti kurulup başbakanlık adaylığına varan hızlı yükseliş trendi başlatılmıştır. Erdoğan’ın Abramowitz’le Kasımpaşa’daki özel bir vakıfta başlayan tanışıklıkları, belediye başkanı seçilme öncesi ve sonrası Belediyenin Florya tesislerindeki görüşmelerle devam etmiş, ardından Tayyip Erdoğan’ın Amerika ziyaretleri yoğunlaşmıştır. İlk defa 17-21 Nisan 1995’te başlayan, daha sonra 17-22 Kasım 1996, 20-23 Aralık 1996, Cezaevine girmeden hemen önceye rastlayan 1 Mart 1998 ve yine 16 Temmuz 2000 tarihlerinde tekrarlanan ABD gezileri bunların bazılarıdır.
“Tayyip Erdoğan’ı Belediye makamında 15 Ekim 1996 günü ziyaret eden Abramowitz’in ‘Siz İstanbul’u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz!...’ sözleri basında yer almış ve ‘Tayyip’in bazı şartları kabul etmesi halinde, ABD’nin kendisini başbakanlığa hazırlayabileceği mesajı’ şeklinde yorumlanmıştır. Hatta o günlerde bazı gazeteler ‘Abramowitz Erbakan’ın yerine Tayyip’i hazırlıyor’ manşetlerini atmıştır.
“Abramowitz ise zaten bu gerçeği çok önceden ve Ertuğrul Özkök’ün köşesinden şöyle açıklamıştır:
“Evet, kravatlı ve daha şehirli kılıklı görünen Erdoğan’ı Erbakan’a tercih ederiz.” (Mustafa Erol, www.68dayanisma.org)
Kuzey Irak’a gelirsek; burada iki yerel güç var: Barzani’nin Kürt Devleti ve Kandil’deki PKK.
Herkes bilmektedir ki artık Barzani’nin Kürt Devleti’ni, Birinci ve İkinci Körfez Savaşları ve Irak İşgaliyle var eden ABD’dir, yardımcısı da AB’dir.
Kandil’deki PKK varlığını da koruyan, kollayan, hatta eğiten, belli ölçüde silahlandıran yine ABD’dir. Nitekim geçen yıllarda Murat Karayılan, 7000 silahlı gerillamızı sizin emrinize verebiliriz, ABD bizim için uzaklardan gelen dostumuzdur, biz Türkler gibi ABD’ye düşman gözüyle bakmıyoruz, diyerek ABD’nin hizmetinde olduğunu, ona sadakatle bağlı olduğunu açık bir şekilde dile getirmiştir.
Abdullah Öcalan da, 1991’de Sosyalist Kamp’ın çöküşünden sonra, dümeni ABD’ye ve AB’ye kırmış, onlarla her türlü işbirliğine gidebileceğini defalarca açıklamıştır. ABD Ortadoğu’da bir dönüşüm yapmak istiyorsa bizimle işbirliği yapmaya mecburdur, çünkü Ortadoğu’nun kilit gücü biziz, anlamına gelen yazılar yazmıştır.
Demek ki tüm bu “enstrüman”ların ortak paydası Amerikancılıktır. Başka türlü ifade edersek; ABD sayesinde bugünkü konumlarını, durumlarını elde edişleridir, koruyuşlarıdır, sürdürüşleridir. Dolayısıyla bunların tümü ABD’ye sadakatle bağlıdır ve onun bir dediğini iki edemezler. Bu enstrümanların ABD’ye ne kadar bağlı olduklarını Tayyip’in son bir-iki yıllık süreçteki bir uçtan diğer uca savruluşlarını örnekleyerek açıklarsak sanırız daha anlaşılır olur…
Hatırlanacağı gibi Tayyip, Libya lideri Muammer Kaddafi’den “Kaddafi İnsan Hakları Ödülü” almıştı 30.11.2010’da, Libya’da. Ödül töreninde Kaddafi’yle kucaklaşan Tayyip, şu konuşmayı yapmıştı:
“Bugün burada, Libya’da teslim aldığım Kaddafi İnsan Hakları Ödülü, bizim bu mücadelemize manen destek verecek, güç ve şevk kazandıracaktır. Ülkem ve aziz milletim adına bu ödülü teslim alırken ödül komitesine, sivil toplum örgütlerine, değerli kardeşim Muammer Kaddafi’ye bir kez daha şükranlarımı sunuyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.” (www.sabah.com.tr, 29.11.2010)
Bundan 15 ay sonra, AB-D, Kaddafi’yi hedefine koydu. Bir NATO saldırısıyla, Kaddafi’yi katledip ülkesini işgal etmeyi ve yerine getireceği has uşaklarından oluşan bir kukla yönetimle Libya petrollerini kendi kasasına akıtmayı planlamış ve bunu uygulamaya geçirme hazırlıklarına girişmişti. Tayyip, boş bulundu başlangıçta. “NATO’nun Libya’da ne işi var yahu”, diyerek AB-D’nin bu emperyalist saldırısına karşı çıkar bir pozisyon aldı. Tayyip’in bu tutumuna Obama’nın yanıtı sert oldu. “Böyle lagaluga yapmaya devam edersen kanalizasyon ızgarasından aşağı süpürülürsün”, dedi. Tayyip, anında karşı tarafa kendini atarak; “Bağışla sahip. Bir hatadır ettik, emrinizdeyim. Diktatör Kaddafi’yi bir an önce devirmeliyiz. Bu işi yapacak NATO askeri gücünün komuta merkezi İzmir’de olsun.”, diyerek nedametini ve sadakatini ortaya koydu. Ve Tayyip’in dediği gibi oldu. Komuta merkezini İzmir’de kuran NATO askeri gücü Libya’yı aylarca havadan dövdü. Libya Ordusu’nu eritti ve çökertti. Ve hep bildiğimiz gibi sonunda da Kaddafi’yi linç ettirerek alçakça katletti, AB-D Emperyalistleri. Libya petrollerine de Libya’nın yönetimine de el koydu.
AB-D Emperyalistlerinin ikinci hedefi Suriye ve antiemperyalist lideri Beşşar Esad’dı. Daha doğrusu, Esad’ın başkanlığındaki BAAS İktidarıydı.
Yine hatırlanacağı gibi Tayyip, Suriye ve Esad yönetimiyle çok sıcak ilişkilere girmişti. Suriye’de ortak bakanlar kurulu toplantısı yapmışlardı. Kendisi Suriye’yi ziyaret etmiş; Beşşar Esad ve eşi Esma Esad’ı da Türkiye’de ağırlamıştı. “Beşşar Esad’la biz kardeşten de ileriyiz, dostluğumuz böylesine güçlüdür”, demişti.
AB-D’nin Suriye’ye namluyu çevirmesiyle birlikte Tayyip, Libya konusunda sergilediği tutumdan aldığı ders ile burada hiç hata yapmadı, tabiî AB-D açısından. Anında Beşşar Esad düşmanı kesildi. Hatta bu düşmanlığı öylesine ileri boyutlara taşıdı ki efendisi olan AB-D Emperyalistleri bile, hoşlarına gitmekle birlikte, buna şaşırdı. Öylesine bayağı tutumlara girdi ki, Esad’ın aslan anlamına gelen adını bile kullanmayarak ona “Esed”, yani zalim demeye başladı. Böylesine ilkel ve iğrenç boyutlardaki bir saldırı ancak Tayyipgiller gibi Tefeci-Bezirgân Sermayenin ABD uşağı yandaşlarına yakışır. Suriye, bildiğimiz gibi iki yıldan bu yana AB-D Emperyalistleri tarafından kanatılmaktadır ve bu zaman sürecinde 100 bini aşkın masum insan hayatını kaybetmiş, Suriye’nin onlarca şehri-kasabası yerle bir edilmiştir.
Yani demek istediğimiz, ABD hizmetkârı tüm bu “enstrümanların” belirleyici özelliği, yukarıda da söylediğimiz gibi ABD’nin her emrini, her planını harfiyen yerine getirmekte duraksamayacaklarıdır.
Yine hatırlayacağımız gibi, BDP heyeti de geçen yaz yaptığı ABD ziyaretinde ABD Emperyalizminin yetkililerinden “Suriye’de bize rol verin” diye taleplerde bulunmuşlardı. Dönüşlerinde de bu yaptıklarını hiç utanıp sıkılmadan Suriye için “ABD’den rol istedik”, diyerek açıklamışlardı.

AB-D neden Kürt Meselesi’ne el attı?
Siyonizmin ve ABD Emperyalizminin en azgın ve etkin temsilcilerinden olan Morton Abromowitz, “Kürt Sorunu kendi haline bırakılmayacak kadar önemlidir”, diyordu 1993’te, Foreign Policy Dergisi’nde yayımlanan bir makalesinde. AB-D Emperyalistleri zaten Kürt Meselesi’ne hep bu anlayış çerçevesinde bakmışlardır. Yani ellerine almışlardır bu meseleyi ve kendi emperyalist amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar on yıllardan bu yana.
AB-D Emperyalistleri bizim gibi kapitalizmce geri ülkelere sömürmek için, sömürgeleştirmek için geldiklerinde kendi aşağılık amaçlarını hep gizlerler. Medeniyet, demokrasi, özgürlük götürdüklerini iddia ederler bu ülkelere. Yani bu insanî değerlere sahip kavramların ardına gizlenirler. Onları maske olarak kullanırlar.
Bu ülkelere girince de oradaki etnik, dinsel, mezhepsel farklılıkları kullanırlar ve ülkeleri ayrıştırarak çözmek, eritmek, böylece de kolayca sömürüp kullanmak isterler. İşte, Yugoslavya’da bunu yapmışlardır, Irak’ta bunu yapmışlardır, Suriye’de de aynısını yapmaya çalışmaktadırlar.
Tabiî Türkiye’ye gelince, ellerine alabilecekleri çok önemli bir koz bulmuşlardır; Kürt Meselesi. Ve bu meseleye el koymuşlardır. Şu anki burjuva sistem içinde Kürt Meselesi artık Türklerin ve Kürtlerin meselesi olmaktan çıkmış, AB-D Emperyalistlerinin ellerinde olan bir mesele haline gelmiştir. Dolayısıyla da bu meseleyi emperyalistler kendi çıkarlarına nasıl uygunsa elbette öyle çözeceklerdir. Bu çözümün nasıl olacağının bir örneği Irak’ta açık olarak ortaya konmuştur, AB-D Emperyalistleri tarafından. Yani burada, Amerikancı Burjuva bir Kürt Devleti oluşturulmuştur. Benzer bir yapı da Suriye’de oluşturulmaktadır. Bunların bir benzeri de Türkiye’de hayata geçirilecektir. Türkiye’dekinin başka türlü olacağını iddia edenler ya yanılmaktadır; ya da adam kandırmaya çalışmaktadır.
AB-D, hep söylediğimiz gibi, Suriye’de de Irak’taki başarısını tekrarlarsa, sonrasında duraksamadan İran’a yönelecektir. İran’da da benzer ayrışmayı, parçalanmayı var etmeye çalışacaktır.
En sonunda da dört parçayı birleştirip İsrail benzeri, kendisiyle eklemlenmiş Amerikancı, burjuva bir Büyük Kürdistan oluşturacaktır.
Türkiye’yi daha da parçalayacaktır. Doğusunda bir de Ermenistan oluşturma projesi vardır, ABD’nin. Ermeni yetkilileri zaten bunu açıkça defaten dile getirmişlerdir.
Yani Türkiye’nin doğusunda Burjuva, Amerikancı Yeni İsrailler-İkinci ve Üçüncü İsrailler oluşturulacaktır, ABD Planının öngördüğüne göre.
Peki, Türkiye’nin geri kalanı ne olacaktır?
Orada da Amerikan İslamına-CIA İslamına uygun bir “Ilımlı İslam Devleti” oluşturulacaktır. Tabiî bu da aynı ölçüde burjuva ve Amerikancı olacaktır. Tıpkı 90 yıl önce Sevr’de öngörüldüğü gibi… Hep diyoruz ya; AB-D Emperyalistleri Sevr’den hiç vazgeçmemişlerdir.
ABD’nin bu planına iktidar partisi AKP’yle birlikte BDP, CHP ve MHP de olanca güçleriyle ve kendi yordamlarıyla destek vermektedirler. AKP ve BDP zaten bu Sevr sürecini elbirliğiyle sürdürmektedirler. CHP dışarıdan açık desteğini sunmaktadır.

CHP ve MHP sürece gerçekten muhalif mi?
Nedir CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu’nun istediği?
Bu süreç bizden gizli yapılmaktadır, bize de bilgi verilsin, sürece biz de ortak olalım, Gül Abdullah da ortak olsun. Yani ihanetin sorumluluğunu hepimiz paylaşmış olalım…
Başka bir şey istiyor mu?
Hayır…
Eee ana muhalefet partisi, o kadarcık eleştirisi olacak tabiî. Şimdi görelim eleştirisini ve talebini:
Süreçten rahatsızız, sürece müdahil olun
“Çankaya Köşkü’nde dün sürpriz bir görüşme gerçekleşti. Köşk’e elinde kırmızı bir dosya ile gelen Kılıçdaroğlu, edinilen bilgiye göre görüşmede, İmralı sürecinin AKP ve BDP’nin ortak yürütülmesinden duyduğu rahatsızlığı iletti.
“Edinilen bilgiye göre kendilerine ve Meclis’e bilgi verilmemesinden şikâyetçi olan Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “Toplumun yüzde 50’si süreçten dışlanıyor. Bu nedenle bugünden kötüye gidebiliriz. Sürecin başarısız olmasını kimse istemez. Böyle yürütülürse başarısızlıkla sonuçlanabilir. Biz de sürecin başarılı olması için önerilerimizi gündeme getiriyoruz.”
“(…)
“Heyet Meclis’ten olsun
“Görüşmede Kılıçdaroğlu’nun milletvekilleri ve devlet görevlilerinin dahil olduğu bir komisyonun Meclis çatısı altında oluşturulması gerektiğini söylediği öğrenildi. Süreci MİT’in kontrol etmesinden duyduğu rahatsızlığı da dile getiren CHPlideri Gül’e ‘Sürece müdahil olun’ çağrısı da yaptı.” (www.internethaber.com)
Biz daha önce ona hitaben, “Yılan gibisin Kılıçdaroğlu”, demiştik. Gerçekten de öyle işte… Yani bu ihaneti Amerikancı güçler olarak elbirliği ile götürelim, başarıya ulaştıralım. İhale birkaçımızın üzerinde kalmasın. İhanete hepimiz eşit şekilde ortaklık edelim, diyor Kılıçdaroğlu.
Biz de şunu söylüyoruz; Kılıçdaroğlu’nun ruhiyatı, gerçek düşüncesi başka, söylemi başkadır. O, gerçeklikte Hüseyin Aygün’le birebir örtüşür. Söylemde ise çalkalar, mızıldanır, laf geveler. Korkakça, pısırıkça bir şeyler söylemeye çalışır. Gerçek düşüncesini mertçe, dürüstçe ortaya koyamadığı için kıvranır durur. Özetçe o, kendisiyle baş başa kaldığında Hüseyin Aygün’dür. Kitlelerin karşısındaysa oryantal Nesrin Topkapı ya da Tatlıses’in Asena’sı. Ne acıklı bir hayat onunki…
Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP görünüşte-sözde sürece karşı çıkar görünmektedir. Fakat onun da rolünü öyle oynaması mecburidir. Malum ya; Tayyip’in ve AKP’sinin, halkın din duygularını sömürerek siyaset yapması gibi o da millî duyguları sömürerek siyaset yapmaktadır. Fakat dikkat edersek; MHP böyle kurusıkı gevezelikler yaparak, hatta zaman zaman da “köyün delisi”ni oynayarak muhalefet rolünü sürdürmekle birlikte, kritik durumlarda, önem arz eden durumlarda AKP’ye tüm desteğini vererek ABD’nin kendine verdiği görevi başarıyla yerine getirmektedir.
Hep söylediğimiz gibi, Türkiye’de gerçek demokrasi de hukuk da yoktur. Sadece 27 Mayıs Politik Devrimi’nin getirdiği demokrasi kırıntıları vardır. Halkımızın şu anda demokratik anlamda nefes alıp vermesini sağlayan da bu kırıntılardır sadece. Fakat öbür yanda ABD Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçi hainlerinin domuzuna diktatörlüğü altındadır Türkiye. CHP haricindeki partileri projelendirip oluşturan da onların hangisinin iktidar, hangisinin muhalefet rolü oynayacağını belirleyen de hep ABD Emperyalistleridir. CHP de bildiğimiz gibi Birinci Kuvayimilliye’yi, Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaş’ımızı zafere ulaştıran kadrolar tarafından kurulmuştur. Fakat bu partinin de yönetim kadroları, Kılıçdaroğlu ekibini iktidara getiren “kaset operasyonu”nda açıkça görüldüğü gibi, artık doğrudan ABD Emperyalistleri tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla CHP de artık ABD’nin dolaysız hükmü-emri altındadır.

PKK-Öcalan’ın kendi söylemleriyle siyasi tavrı
Bu süreçte Kürt tarafını temsil eden yerli örgüt PKK’dir. Ve onun denetimi altındaki BDP’dir. Bunların Amerikancılıklarını yukarıda anmıştık.
PKK’nin devrimcilikle, ilericilikle, demokratlıkla, laiklikle, antiemperyalistlikle zerre kadar ilgisi kalmamıştır. Sosyalist Kamp’ın varlığındaki küçükburjuva ilericiliğini, sosyalistliğini, Sosyalist Kamp’ın yıkılışıyla birlikte anında terk etmiştir. Artık rotayı ABD Emperyalistlerine kırmış ve 1991’den bu yana çözümü onlardan bekler olmuştur. Böyle olunca, PKK’nin sürece ilişkin tüm projeleri ve tutumu, ABD Emperyalistlerinin BOP Projesiyle birebir uyumludur. Bu gerçeği Abdullah Öcalan’la BDP Heyetinin İmralı’daki ikinci görüşmesinde bir kez daha görüyoruz:
-Sırrı: Rojava (Suriye’nin Kürt bölgesi) için bir aktarımınız olacak mı?
-Öcalan: Suriye’de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye Demokratik Kurtuluş Cephesi olsun. Kürt, Arap, Türk, Türkmen hepsi. Suudi Selefiler çok tehlikeli, Esad ise küçükburjuva diktatörlüğüdür. Kürtler (Suriye’deki Kürtleri kastederek) Barzani’nin emrine giremez. Onun çizgisi farklı. Kürtler mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı.” ( milliyet.blog, 28 Şubat 2013)
Açıkça görüldüğü gibi, Öcalan Suriye’de Beşşar Esad karşıtı Amerikancı güçler cephesinde bulunulmasının doğruluğunu ve devamını savunuyor. Bu cephe içinde de sizin çıkarlarınıza en uygun düşen kimlerse onlarla yakın ilişkiler kurun, bu arada da kendinizin bir öz savunma gücü mutlaka bulunsun, diyor.
Zaten, PKK’nin Suriye kolu olan PYD’nin Amerikancı güçler cephesinde Beşşar Esad’ın antiemperyalist yönetimine karşı savaştığını defaten yazıp söylemiştik. Hatırlanacağı gibi geçen 19 Şubat’ta da PYD, “Özgür Suriye Ordusu”yla Beşşar Esad’a karşı nasıl savaşılacağı ve zaferden sonra ganimetin nasıl paylaşılacağı konularını kapsayan 11 maddelik bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşma tüm medyada çıkmış, Gündem Gazetesi de haberi manşetten vermişti.
Bizce, Tayyipgiller’in AKP’si ile işi bağladıktan sonra, PKK, silahlı güçlerini Suriye’ye kaydırarak PYD ile birlikte Beşşar Esad yönetimine karşı savaştıracaktır. Eğer Suriye’yi ABD’nin istediği doğrultuda halledebilirse bu Amerikancı güçler, ondan sonra da İran’a karşı savaştırılacaktır.
Öcalan bu konuda önemli bir uyarıda daha bulunuyor, BDP heyeti aracılığıyla PYD’ye. Barzani’den uzak durun, diyor. Daha önce de söylediğimiz gibi ABD Emperyalistleri oluşturmayı planladıkları Kürt Devletinin liderliğine Barzani’yi getirmeyi düşünmektedirler. Tabiî şu anda da Öcalan’ı, Tayyip’in deyişiyle bir “enstrüman” olarak kullanmaktadırlar. Öcalan, bunu görmektedir. Bu nedenle uyarılarda bulunmaktadır.
Öcalan, İmralı görüşmecilerinin aslarından olan sinemacı Sırrı Süreyya aracılığıyla Fethullah Gülen’e şu şekilde selam ve saygılarıyla birlikte ittifak önerilerini iletiyor:
“Öcalan’la İmralı’da görüşen 2’nci ve 3’üncü BDP heyetinde yer alan İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Diyarbakır’da katıldığı Hürriyet’in yazıişleri toplantısında Öcalan’ın Fethullah Gülen’e olan mesajını açıkladı.
“Sırrı Süreyya Önder, “Öcalan, Fethullah Gülen’e selamlarını gönderdi. Fethullah Gülen’in ‘Sulhta hayır vardır’ yaklaşımı benim de yaklaşımımdır. ‘Bütün Ortadoğu’daki demokratik bir siyaset ve barış için birlikte çalışabiliriz, Muhterem Fethullah Gülen’e selamlarımı söyleyin. Onu en iyi anlayan benim’ dediğini belirtti.” (Vatan, 23.03.2013)
Hatırlanacağı gibi Öcalan, 90’lı yıllarda insanları bazen enselerinden tek kurşunla vurarak bazen de domuz bağlarıyla bağlayıp işkencelerle diri diri toprak altına gömerek en caniyane şekilde katleden Hizbullah’a da o yıllarda ittifak önerilerinde bulunmuştu defalarca.
Bu görüşmede Öcalan, Altan Tan’a dönerek şunları da söylüyordu:
“(…) (Altan Tan’a dönerek) Sayın Altan bilirsin İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2. Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar.”
Açıkça görüldüğü gibi Öcalan Tayyipgiller’in İslamcı İktidarını biz gerçekleştirdik, diyor. Ortaçağcıların kırk yıllık rüyasının gerçek olmasını biz sağladık, diyor. Öcalan, Ortaçağcılıktan rahatsız olmadığı gibi tam tersine; Türkiye’nin Ortaçağın karanlığına sürüklenmesi bizim sayemizde oldu, diyor. Böylece de onun laiklik gibi bir sorununun asla olmadığını ortaya koymuş oluyor. Öcalan için biricik değer vardır: iktidar olmak. Oraya ulaşmak için de her yol mubahtır. Öcalan’ın dünyası bu…
Hatırlanacağı gibi Öcalan Bekaa ve Şam’da iken, Mustafa Kemal’e düşmandı. Yakalanmasından sonra ve yargılanma sürecinde, tabiî savunmasında da keskin Atatürkçü oldu. Yukarıdaki konuşmasından anlıyoruz ki yeniden Bekaa’lı, Şam’lı günlerine dönmüş. Zamana ve şartlara göre görüş değiştiriyor.
Bu görüşmede Sırrı Süreyya, şöyle diyor Öcalan’a:
“- Sırrı: Başkanım her şeyi konuştuk. Bir de başkanlık meselesi var. Kamuoyu bu konuda çok hassas. Osman Kavala’nın size selamları var. Totaliter bir yapıya dönüşmesinden endişe ediyorlar.”
Osman Kavala, CIA’ca devşirilmiş, meşhur şahsiyetlerdendir. CIA yörüngesindeki NGO’lardan olan Güneydoğu Avrupa Demokrasi ve Uzlaşma Merkezi (Center for Democracy and Reconciliation in Southeast Europe) Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulunmuştur. Ayrıca Soros’un TESEV’inin Yönetim Kurulu Üyesidir. Ve de yine Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün Danışma Kurulu Üyesidir. Ve yine, meşhur döneklerimizden olan “Belgeli Murat”la birlikte İletişim Yayınları’nın da kurucusudur. Bu şahsın faaliyetleri saymakla bitecek gibi görünmüyor; Osman Kavala, Tarih Vakfı’nın sponsoru, Diyarbakır Kültürevi’nin sponsoru, Helsinki Yurttaşlar Derneği üyesi imiş…
Sinemacı Sırrı Süreyya da yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere bu vatandaşla sıkça düşüp kalkmaktadır. Tabiî ne de olsa aynı yolun yolcusudurlar. Yine hatırlanacağı gibi Sırrı Süreyya görüşme sonrası medyaya yansıyan konuşmalarında “başkanlık sistemi tartışılabilir”, sözünü sarf etmiştir. Aysel Tuğluk da aynı şeyi savunmuştur.

Öcalan siyasetinin özeti: “Amaç aracı meşru kılar”, her şey iktidar için!
Gelelim Öcalan’ın verdiği yanıta:
“- ÖCALAN: Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz.”
Yine görüldüğü gibi Öcalan, Tayyip gibi bir Ortaçağcı, Amerikan ve İsrail işbirlikçisi, halk düşmanı bir diktatörün bile başkanlığını olumlu bulmaktadır. Onunla bu konuda da “ittifaka girebiliriz”, diyebilmektedir rahatça. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Öcalan’a göre, “amaç için her yol mubahtır”. Orijinalini söylersek bu anlayışın; “amaç, aracı meşru kılar”.
Öcalan o görüşmede, “Ergenekon Davası” adlı CIA Operasyonuna ilişkin olarak da şunları söylüyor:
“Ergenekon’un bizden beklentisi 2002’den itibaren savaşı tırmandırmamızdı. Ben AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim, sabrettim. AKP anlar dedik. AKP darbe ile uğraşırken başını belaya/derde sokmayalım dedik. Onlar darbelerle uğraştılar. 2007, 2009 hatta 2011’e kadar seçim hesapları, oy hesapları yaptılar. Ben geri çekildim.”
Öcalan, bu anlatımında CIA’nın, Cemaat’in ve Tayyipgiller’in ortaklaşa yürüttüğü “Ergenekon Davası” adlı Operasyonun bütünüyle yanında, destekçisi olduğunu ortaya koymaktadır. Öcalan, 2011 başına kadar da bu görüşteydi. Fakat 2011 yılının 09 Ocağında keskin bir dönüş yaparak tam tersi bir görüşe sıçradı. O güne kadarki savunduğu görüşlerin yanlışlığını öne sürdü ve özeleştiri yaptığını söyledi. Şöyle demişti o gün:
“İmralı Cezaevi’nden avukatları aracılığıyla Fırat Haber Ajansı’na açıklama yapan Abdullah Öcalan, herkesi çok şaşırtacak açıklamalarda bulundu. Ergenekon Davası konusunda özeleştiri yaptı. Öcalan Ergenekon Davası’nı bugüne kadar yanlış değerlendirdiğini ve bugün nasıl düşündüğünü şöyle anlattı:
“Önemli bir değerlendirme daha yapacağım. Bu değerlendirme tarihi ve aslında biraz da özeleştirel bir değerlendirme olacak. Bugüne kadar Ergenekon yargılamalarıyla birlikte devletteki gladionun jitemvari yapıların tasfiye edildiği söyleniyordu. Biz de biraz böyle düşünüyorduk. Aslında olanlar tam da böyle değildir. Bu konu üzerine sürekli düşünüyorum. Geçenlerde buradaki arkadaşlarla da tartıştım. Nasıl fark etmemişiz bugüne kadar? Bu nedenle özeleştiri diyorum. Sanırım Hanefi Avcı’nın kitabında da geçiyormuş. O da çözüm konusunda benimle görüşülmesi taraftarıymış, bunu öneriyormuş ve şimdi içeride ve Ergenekon’dan yargılanıyor. Yine geçmişte benimle burada çözüm amacıyla görüşen bazı isimler de Ergenekoncu diye yargılanıyor. Aslında Ergenekoncu diye tasfiye edildiği söylenenlerin bir kısmı çözüm yanlısı isimlermiş. Ama asıl Gladionun çözümü istemeyen kesimleri dışarıda bırakılmıştır, onlar hâlâ dışarıdadır ve AKP bunlarla uzlaşmıştır. Deşifre olmuş Veli Küçük gibi, karanlık, cinayet işleyen, darbeci isimlerin yanına çözüm isteyen, hatta geçmişte benimle burada çözüm amacıyla görüşen isimleri de bunlarla ilişkilendirerek bu şekilde asıl çözüm yanlılarını tasfiye ediyorlar. Geçmişte biliniyor mesela Cem Ersever -jitemin bizzat kurucusudur, yüzlerce, binlerce faili meçhule neden oldular- ama daha sonra yanlış yaptıklarını, sorunun bu yöntemlerle çözülemeyeceğini anlayıp dile getirince tasfiye edildiler.” (Odatv, 09.01.2011)
İmralı’daki bu görüşmede Öcalan’ın yukarıda söylediklerini görünce anlıyoruz ki, Öcalan bu konuda da yeniden görüş değiştirerek eskiye dönmüş. Gördüğümüz gibi Öcalan için böyle görüş değişiklikleri hiç de zor bir şey değil…

“Barış Süreci” Ortadoğu Halklarına neler getirecek?
“Açılım” ya da “Barış Süreci” denen bu süreç, aslında BOP sürecidir. BOP sürecinin ne olduğunu bir kez daha netçe ortaya koymaktan, tekrarı göze alma pahasına da olsa, sanırız gerek vardır. Bunu da açıkça ve bilinçlice görüp kavrayan ender namuslu yazarlardan olan Yurt Gazetesi yazarı Cevher Kantarcı’nın aşağıda aktaracağımız şu yazısında duruca görebiliriz:
“Şimdi geçmişe bir yolculuğa çıkalım ve bakalım Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan beyin bir zamanlar söylediklerini okuyalım:
“Ellerine bir kâğıt almış dolaşıyorlar… Amerika’nın bir projesidir, diye… Bunu ispat ederlerse, biz her şeye varız… Ama ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar! Bu kadar açık konuşuyorum, bu kadar ağır konuşuyorum!”
“Sonra ne demiş?
“4 Mart 2006’da yapılan AKP’nin Bayrampaşa İlçe Kongresi’nde, yukarıda yazdıklarımızın tam tersine şunları demiş:
“Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var! Nedir o görev? Biz Genişletilmiş Ortadoğu ve Afrika Projesi’nin eşbaşkanlarından bir tanesiyiz! Ve bu görevi yapıyoruz biz!”
“Durun daha bitmedi!
“16 Şubat 2004’te, Kanal D’deki Teketek Programı’nda ne demiş:
“Şu anda yani Amerika’nın da düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu… Yani bu proje içerisinde, Diyarbakır bir yıldız olabilir! Bir merkez olabilir!”
“Durun daha bitmedi!
“13 Ocak 2009 tarihindeki AKP Grup toplantısında hem de 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında demiş ki:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP demek istiyor) Eşbaşkanıdır! Değerli arkadaşlar, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (Yine bir daha BOP demek istiyor) amaçları bellidir ve o amaçların içinde Türkiye’nin üstlendiği görev bellidir! Büyük Ortadoğu Projesi, barışa yönelik olarak kurulmuştur!”
“Peki BOP Eşbaşkanı olarak kendisine tevdi edilen görev nedir?
“Eh, o zaman da Çağdaş Haçlı Projesi’nin ve de elbette BOP’un esas mimarlarından Condoleezza Rice’in 7 Mart 2003’te Washington Post’a yazdığı makaleyi okuyalım:
“Fas’tan, Basra Körfezi’ne kadar, TÜRKİYE DE DÂHİL, Ortadoğu’da 22 ülkenin rejimi, sınırları ve haritaları değişecek!”
“Eksik kalmasın… Bir de ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi Öğretim Üyesi Nicolas Gvasdev’in bir askeri dergiye yazdıklarına da göz atalım:
“Kısa bir süre içinde; Türkiye’de PKK’ya, Kolombiya’da FARC’a, Filipinler’de komünist ve İslâmcı asilere karşı kullanılan isyan bastırma yöntemlerinin sorgulanması, bu ülkelere müdahaleyi beraberinde getirecektir!”
“Askeri ve sivil hapishanelerde yatanları ve de Deniz Kuvvetleri’nin savaş gemisi haydayacak komutan bulamamasını da gözünüzün önüne getirip, şu yukarıda yazdıklarımı bir daha okuyun!
“Bence Başbakanımızın da İmam Hatip’te öğrendiğini sandığım Kur’an’daki Bakara ve Maide surelerini,  yukarıda yazdıklarımızın ışığında bir daha okuyun!
“Başbakanımızın Irak’ı işgal eden Çağdaş Haçlı Orduları’nın başarısı için hayır duası ettiğini de düşünün!
“Yorumunuzu da kendiniz yapın!
“İsterseniz fakire paranoyak deyin!
“Paranoyak deyin ama rica ediyorum, salak demeyin lütfen!” (Cevher Kantarcı, Yoruma lüzum var mı?, Yurt Gazetesi, 23 Mart 2013)
Demek ki olayın ne olduğunu namuslu olmak kaydıyla, burjuva yazarları bile görüp kavrayabiliyor. Bu süreçte Amerikancılığın dışında ve ABD Emperyalistlerinin projelerinin dışında bir şey aramak yani solculuk, ilericilik, demokratlık türünden şeyler aramak tümüyle saflık olur.

İsrail, Türkiye’den BOP süreci için özür dilemiştir, dilettirilmiştir
Tam da bu süreçte önemli bir değişiklik daha oldu, Ortadoğu’da: İsrail, üç yıldır defalarca çok net ve kararlı bir tutumla aksini savunmasına rağmen, bir anda 180 derecelik bir dönüş yaparak “Mavi Marmara Baskını” ve 9 Müslüman’ın öldürülmesi konusunda hem Türkiye’den “özür dile”di hem de AKP Hükümeti aracılığıyla “ölenlerin yakınlarına tazminat ödeyeceğini” belirtti. Yani Türkiye’nin üç yıldan bu yana talep edip de İsrail’in kararlılıkla reddettiği şeyleri bir anda kabul etmiş oldu. Tabiî bu kabulün hemen öncesinde Obama İsrail’i ziyaret etmişti. Netenyahu da dahil olmak üzere İsrail yetkilileriyle derin görüş alışverişlerinde bulunmuştu. İsrail’in bu kabulünün Obama’nın isteğiyle gerçekleşmiş olduğu apaçıktır.
Obama bu görüşmesinin başlangıcında, “İsrail’le ebediyen müttefikiz” mesajını vermişti, İsrail’e ve dünyaya.
Tahmin ediyoruz ki Obama bu görüşmesinde Türkiye-İsrail ilişkilerine Suriye ve “açılım” meselesine ilişkin şunları söyledi, şu öğütleri verdi, İsrail yetkililerine:
“Kuru inadı bırakın, bölgede İsrail lehine çok önemli gelişmeler oluyor. Bakın; Ortadoğu’da İsrail’e yeni bir kardeş geliyor. Size benzeyecek bir Kürdistan oluşuyor. Türkiye’deki işbirlikçilerimiz bu işle meşguller. Tabiî bu güç bir iş, AKP İktidarını haliyle zor duruma düşürüyor, yıpratıyor. Şimdiden yapılan kamuoyu araştırmaları oylarının yüzde on oranında düşüş kaydettiğini gösteriyor. Sürecin devamında daha da büyük oy kaybına uğrayacağı görülüyor. Ona acilen destek atmamız gerekiyor. Sizin Mavi Marmara olayıyla ilgili Türkiye’nin taleplerini kabul etmeniz, AKP için büyük bir moral oluşturur. Ve onun yıpranan kamuoyu desteğini, eski durumuna getirmese bile en azından aşağıya gidişini şimdilik durdurur. AKP liderinin; “bakın bugüne kadar tarihinde hiç kimseden özür dilemeyen İsrail’e bile özür dilettik ve onu tazminat ödemeye mecbur bıraktık” şeklinde şişinmesi, seçmenlerini yeniden kendisine bağlayabilir. O bakımdan sizin bu adımı, karşılığında elde edeceğiniz şeylere bakarak, tereddüt etmeden atmanız gerekir. Bir anda hem Ortadoğu’daki en önde gelen ve güçlü düşmanınız BAAS liderliğindeki Suriye’den kurtulacaksınız hem Türkiye’ye yeniden sağlam müttefikler olacaksınız hem de bunlardan daha önemli olmak üzere yeni bir kardeş kazanacaksınız…”
Anlıyoruz ki İsrail yetkililerinin aklı bu çok kârlı alışverişe hemen yatmış. Onlar binlerce yılın Tefeci-Bezirgânı, bildiğimiz gibi.
Bu barıştırmaya ilişkin dünyadaki yankılar, değerlendirmeler de zaten olayın ne olduğunun herkesçe açık olarak anlaşıldığını göstermektedir. İzleyelim:
 “İsrail’in Mavi Marmara baskını için Türkiye’den özür dilemesi dünya medyasında şöyle yer aldı: Guardian Gazetesi (İngiltere): Bölgedeki belirsizlik göze alındığında ABD; Türkiye ve İsrail’in birlikte çalışabileceğine güvenmek istiyor. Le Monde Gazetesi (Fransa): Obama’nın son anda gelen diplomatik başarısı. Amerikan CNN televizyonunun internet sitesi: Obama bir diplomasi devrimine imza attı. İsrail Haaretz Gazetesi: Çıkarlar, ego ve siyasete üstün geldi.” (Posta Gazetesi, 24 Mart 2013)
İsrail’in en etkin gazetelerinden Haaretz’in diplomasi muhabiri de meseleyi gördüğümüz gibi çok açık ve kesin bir ifadeyle işte böyle, lafı hiç dolandırmadan ortaya koyuveriyor. Kazanacaklarının büyüklüğünü muhakkak ki netçe görmüş, İsrail tarafı…
Bu arada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, İblisin insan kılığına bürünmüş hali Melih Gökçek, belediyenin bilboardlarına şu afişi yerleştirmekte hiç gecikmemiş:
Dünya halklarının başdüşmanları süreci net bir şekilde desteklemektedir
Tüm bu anlatımlarımızdan da iyi niyetli olan yani olayları tarafsızca, yalnızca oldukları gibi görmek ve kavramak çabasında olan insanların kolayca anlayabileceği gibi, “açılım”, “barış süreci” denen olay BOP sürecinin bir parçasıdır, ikinci ya da yeni bir İsrail’in doğum sürecidir, oluşum sürecidir. Bu doğumun ebesi de kuşkusuz ABD’dir.
Zaten, PKK-BDP’nin kendisi de destekçilerini açıklamaktan kaçınmıyor:
“ABD, AB ve AP yetkilileri, Öcalan’ın mesajını olumlu bulduklarını açıkladı. AP Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda ise ‘Kürt lider Öcalan’ın çağrısı hoş geldi’ dedi. Federe Kürdistan Hükümeti de Öcalan’ın mesajını desteklediğini duyurdu.” (Özgür Gündem Gazetesi, 23 Mart 2013)
CIA’nın üç çekirdek örgütünden biri olan (diğer ikisi ise Trilateral-Üçlü Konsey ve Bilderberg’dir) CFR (Council on Foreign Relations-Dış İlişkiler Konseyi) internet sitesinde Diyarbakır Newroz kutlamalarının bir resmiyle birlikte uzun bir yazıyla sürece verdiği desteği belirtiyordu.
Örneklersek özetçe şöyle diyordu:
“Türkiye’nin Yeni Yıl Sürprizi
“(…) CFR muhabiri Steven Cook bunun (Öcalan’ın mektubu kastediliyor - Kurtuluş Yolu) yaklaşık otuz yıldır akan kanı durdurmak için büyük bir gelişme olduğunu söyledi. Cook, kalıcı bir barışın PKK’nin silah bırakmasıyla ve Kürtlere daha büyük özerklik getirecek olan yeni anayasanın hayata geçirilmesiyle mümkün olduğunu ifade etti.
“(…)
“Bu yüzden bu, Türklerin ‘Kürt meselesinin çözümü’nden kastettiği şeyin ilk adımıdır. Şimdiye kadar hiç kimse tam anlamıyla çözümden ne kastedildiğini bilmiyordu.” (CFR internet sitesi, www.cfr.org)
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, desteklerini şöyle açıklıyordu:
“Nuland, PKK’nın açıklamasını, ‘Türkiye’de 30 yılı aşkın süredir devam eden trajik şiddeti sona erdirme yolunda olumlu bir adım olarak nitelediklerini’ belirterek, şunları kaydetti:
“Bu şiddet çok sayıda yaşama ve geleceğe mal oldu ve sona ermeli. Türk hükümeti ve ilgili tüm tarafların, Türkiye’de demokrasiyi ilerletecek ve Türkiye’nin tüm vatandaşlarının yaşamlarını geliştirecek bir barışçıl çözüme ulaşmaya yönelik cesur çabalarını alkışlıyoruz. ABD, bu meseleyi nihayet çözüme kavuşturma ve daha parlak bir geleceğe doğru yol almaya yönelik çabalarında Türkiye halkını desteklemeye devam edeceğiz.” (Sabah Gazetesi, 22.03.2013)
Avrupa Birliği Emperyalistleri de mevcut BOP ya da Yeni Sevr sürecine tam desteklerini kesin ifadelerle açıklamışlardır:
“AB Genişleme Komiseri Stefan Füle ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın ortak açıklamasında, “PKK’ya bugün yapılan silah bırakma ve Türkiye sınırlarının dışına çekilme çağrısını ve buna olumlu tepkileri memnuniyetle karşılıyoruz. Bu, çok sayıda can kaybına neden olan sorunu bitirme hedefiyle devam eden süreçte yeni bir önemli ileri adımdır. Bunun somut takibini ve uygulanmasını bekliyoruz” ifadesi kullanıldı.
“Açıklamada, “AB’nin barış sürecine tam destek verdiği ve katılım öncesi mali yardım enstrümanları dahil katkı yapmaya hazır olduğu” vurgulandı.” (agy)
Demek ki uluslararası emperyalizm tam kadro olarak “İmralı”, “Açılım”, “Öcalan”, “Barış” süreci denen, ki işin aslı hep söylediğimiz gibi “BOP” ya da “İkinci İsrail’in doğuş” sürecidir, bu süreci hararetle desteklediklerini açıkça ortaya koymaktadırlar. Tabiî bu sürecin mimarı, projecisi ve uygulamaya koyucusu zaten kendileridir…

Parababaları, süreçle önü açılacak sömürü ve talan için ellerini ovuşturuyor
Türkiye’ye gelirsek; başta TÜSİAD ve Soros’un Açık Toplum Enstitüsü, TESEV’i gelmek üzere, tüm Parababaları ve Parababaları örgütleri, tabiî Ortaçağcı Parababaları ve onların örgütleri, medyası da dahil olmak üzere bu Amerikan Projesine bütün güçleriyle destek vermektedirler.
TÜSİAD’ın açıklamaları şöyleydi:
“Çözüm ve barış süreci için başlatılan çabalar doğru yönetilirse bizi tarihi bir noktaya taşıyabilir” görüşünü ifade eden Boyner, sürecin partilerüstü, günlük siyasi hesaplar ve hesaplaşmalar üstü yürütülebilmesinin sonuç için kritik olduğunu aktardı.”
İMRALI YORUMU: “NİŞAN TAKILDI, SIRADA DÜĞÜNDE, TAKI OLARAK YATIRIM YAPACAĞIZ”
“TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Tarkan Kadoğlu, İmralı sürecini desteklediklerini açıkladı. Bu sürecin ülkenin yeniden huzura kavuşması, yeniden barış çiçeklerinin açılacağı bir süreç olacağı görüşünü dile getiren Kadoğlu, “Her kesimin bu sürece destek olması gerektiğine inanıyorum. Geçen hafta Diyarbakır’daydım. Bölgenin STK’ları ile bir araya geldik. Herkesin ortak yönü, bu barış sürecinin biran önce netleşmesi. Biz adını şöyle koyduk: ‘Şu anda bu barış süreci, bir düğüne benzetiyoruz. Düğün, nişanları takılmış, sıra düğünü yapmaya kaldı’ diyoruz. Düğünün olduğu süreçte de biliyorsunuz takılar takılır. Bizler de işadamları olarak, takımızı takmaya, bu bölgeye yatırım yapmaya bir seferberlik yoluyla gideceğimize inanıyorum. Bu süreci önemsiyorum. Bu ülkenin geleceğinin, bu barışın sağlanmasında olduğuna inanıyorum” açıklamasında bulundu.” (http://www.patronlardunyasi.com/yhaber.asp?haberid=140759)
Ülkeleri bölüp parçalayan örgütleri ve projeleriyle ünlü CIA ile işbirliği halinde çalışan dolar spekülatörü George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü ve onun kardeşi TESEV’in açıklamaları ise şöyleydi:
“2005’ten itibaren yaptığımız çalışmalarla Kürt meselesinin çözümü için destek verdik. TESEV olarak barış sürecini koşulsuz şekilde destekliyoruz” diyen Paker TESEV deklarasyonunu okudu:
“Bugün geldiğimiz noktada Kürt meselesinin çözümü artık siyasetin elindedir. Biz TESEV olarak barış sürecini koşulsuz bir şekilde destekliyoruz. Girişimleri vesilesiyle tarafların Türkiye için çok olumlu bir süreci başlattıklarını ve yürütmekte olduklarını düşünüyoruz. Bundan sonraki dönemde, Kürt toplumunun daha geniş kesimlerce de paylaşılan demokratik taleplerini karşılamaya yönelik atılacak adımlar konusunda destek olmaya devam edeceğiz. Bu adımlar, sadece Kürt vatandaşların değil, toplumun tüm kesimlerinin ihtiyaç duyduğu koşulları gerçekleştirecek; demokratik kurumlar altında, tüm farklı kimliklerin özgürce yaşacağı bir Türkiye yaratacaktır.
“Siyasal düzlemde çözüme doğru ilerleyen bu sürecin TESEV olarak tümüyle arkasında duruyor ve başarıya ulaşmasını temenni ediyoruz. Bu vesileyle Türkiye sivil toplumunun tüm unsurlarını barış sürecine ve bu sürecin siyasi sorumluluğunu taşıyanlara tam destek vermeye davet ediyoruz.” (http://www.bianet.org/bianet/diger/145410-baris-surecini-kosulsuz-destekliyoruz)
TESEV deklarasyonunu okuyan Can Paker, aynı zamanda Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye şubesinin Danışma Kurulu Başkanıdır da.
Emperyalist uşağı satılmışlar işte böyle sureti haktan görünürler. En hainane işlerini bile çok hayırlı işlermiş gibi maskeleyerek ifade ederler…
Türkiye’nin önde gelen vurguncu Parababaları (Finans-Kapitalistleri) ise şöyle dile getiriyorlar bu sürece desteklerini (özetçe alacağız açıklamalarını):
“Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Kürt sorunuyla ilgili barış sürecine ilişkin, “Bu barış sürecinin sekteye uğramamasını diliyorum. İnşallah bu görüşmeler bir şekilde devam eder. Çünkü silahla çözülemeyeceği görüldü. Dolayısı ile oturup bunun müzakere şeklinde çözülmesi lazım” dedi.” (Milliyet, 17 Ocak 2013)
“Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, barış amaçlı müzakerelerin başarıya ulaşması durumunda Türkiye’nin ekonomik anlamda ‘uçacağını’ söyledi. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmeler ile barış çabalarının desteklenmesi gerektiğini belirten Güler Sabancı şunları söyledi:
“Ülkemizin Sayın Başbakan’ın liderliğinde girdiği bu son dönemdeki Kürt meselesine, barış ve kardeşlik sürecinden çok umut duyuyorum ve çok desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Barış ve kardeşlik sürecini gerçekleştirirse, Türkiye’nin ekonomik olarak uçacağına inanıyorum.” (Agos, 12 Şubat 2013)
ÇATIŞMAYA ELVEDA YATIRIMA MERHABA
“İş dünyası, Güneydoğu sorununun barışla bitmesi yönünde atılan adımların önemine vurgu yapıyor. Bu gelişmelerin bölgeye yatırımın yolunu açacağı belirtiliyor. İşadamları yeni sayfaya umutla bakıyor
“Tuncay Özilhan / Anadolu Grubu: ‘Önemli yatırım potansiyeli ortaya çıkacak’
“Hüseyin Doğan / Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı: Türkiye’nin iklimi değişir...
“Ali Kibar / Kibar Holding: ‘Kalkınmanın önü açılıyor, bu önemli’
“Ali Ağaoğlu / Ağaoğlu Grubu: ‘Ağa sözü’ geldi: Yatırıma hazırız
“Şahismail Bedirhanoğlu /Güneydoğu Sanayici Ve İşadamları Derneği (GÜNSİAD) Başkanı: Yeni süreç kalıcı barışa dönüşürse yatırımlarda ciddi patlama olacaktır. Barışla işsizlik Türkiye ortalamasına inecektir.
“Eyüp Sabri Ertekin Urfa Tic. ve San. Odası Bşk: Yatırım olarak olsun, turizm açısından olsun hem bu illerde, hem de Urfa’da daha iyi bir ticari hayat başlayacaktır.
“Remzi Can Diyarbakır Tic. ve San. Odası Başkanı: Bölgedeki silahlar susarsa yatırımcılar yatırım yapmak için bölgeye koşacak.
“Nasır Duyan Mardin Organize San. Bölgesi Bşk: Barış döneminde hem bölge insanı, hem de ülke kazanacak.” (Milliyet, 22 Mart 2013)

“Cemaat” de Amerikan barışına tam destek veriyor
CIA dininin ya da Amerikan İslamının en önemli iki temsilcisinden biri olan (öbürü Tayyip’tir) Pensilvanyalı İblisin Türkiye’deki bir numaralı sözcüsü Hüseyin Gülerce, Fethullah’ın gazetesinde bakın bu Amerikan Projesini nasıl hararetle destekliyor:
“(…) AK Parti ile BDP işbirliği yapıyor”, “Türkiye elden gidiyor”, “ne günlere kaldık” gibisinden propaganda ile Balyoz ve Ergenekon davalarının da itibarsızlaştırılması için çaba harcayacaklardır. Yani üç cephede yeni bir vesayet saldırısı ile karşı karşıya kalacağız: Çözüm sürecinin, darbeye teşebbüs davalarının ve yeni anayasa çalışmalarının engellenmesi…
“Çözüm süreci deyip geçmeyelim. Yeni ve zorlu döneme girildi. 12 Eylül 2010’daki referandumdaki gibi bu ülkede barış isteyen, demokratikleşmeden yana olan herkes ayağa kalkmalıdır. Çok geniş kesimlere hitap eden sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri elini taşın altına mutlaka koymalıdır. Toplumun saygı duyduğu kanaat önderleri, toplumda karşılığı olan saygın isimler, vicdan sahibi fikir ve düşünce adamları öne çıkmalı ve yazmalı, konuşmalıdır. Gün bugündür…” ( Zaman, 27 Mart 2013)
Daha fazla örneklemede bulunmanın sanırız artık pek önemi ve gereği yoktur. Yukarıda anılanlar, konuyu anlatmaya yeterlidir.
Çok açık bir şekilde görülmektedir ki bu süreç, emperyalizm cephesinin ve yerli işbirlikçilerinin planlayıp, projelendirip yürüttükleri bir süreçtir.

Süreçte halk güçlerinin konumu
Halk Cephesinin bu süreçte hiçbir dahli olmadığı gibi, Halk Cephesine yani Halk güçlerine karşı bir süreçtir bu.
Bildiğimiz gibi, dünyada iki cephe karşı karşıyadır. Bir yanda emperyalizm cephesi, öbür yanda Halklar Cephesi. Bu iki cephe birbiriyle savaş halindedir dünyanın her yerinde.
Konumuza gelirsek, “Açılım Süreci” emperyalizmin ve yerli hizmetkârlarının sürecidir. Kürt ve Türk Halkına hiçbir şey getirmeyeceği gibi, sadece bu iki halka değil, bütün Ortadoğu Halklarına daha fazla sömürü, daha fazla zulüm, daha fazla kan ve ölüm getirecektir. Bölge halklarının birbirini daha da şiddetli biçimde boğazlamasına yol açacaktır.
ABD ve AB Emperyalistleri dünyanın neresine barış, özgürlük, adalet ve demokrasi getirmiştir ki Ortadoğu’ya getirecektir?
Bunların gittikleri her yere ve el attıkları her işe kan, ölüm ve gözyaşı da beraber gider.
Bunların derdi mazlum halklar değildir; barış, adalet, hakkaniyet, demokrasi, özgürlük değildir. Bu değerli kavramların tam tersine olarak düşmanıdır bunlar. Bunların derdi, daha fazla sömürü, daha fazla talan, daha fazla işgal, daha fazla tahakkümdür. Başkaca hiçbir şey bunların umurunda olmaz.
Türkiye’deki ABD Emperyalistlerinin hizmetindeki tüm güçler, bu barışın uygulayıcısı ya da destekçisidir.
Ne yazık ki Sevrci Soytarı Sahte Sol’un bileşenleri de ezici çoğunluklarıyla bu süreci alkışlamakta, desteklemektedirler.
Şunu da belirtelim ki HÖC-Yürüyüş bu ABD çözümüne netçe karşı çıkmıştır.
Yeni Sahte TKP de bir hayli bocaladıktan sonra tavrını belirginleştirebilmiş ve o da karşı bir tutum almıştır. Aydemir Güler’in 18 Haziran 2012 tarihli soL Gazetesi’nda yayımlanan ANF'den Ruken Adalı’ya verdiği röportajında Amerikancı hareket önünde utanç verici bir biçimde çöküşü ve teslimiyetinden sonra alabildiği bu karar, pısırıkça oda olsa, Amerikan barışına karşı aldığı bu tutum, her şeye rağmen bizce alkışlanmaya değerdir.
Sevrci Sahte Sol’un diğer bileşenleri ise yukarıda da belirttiğimiz gibi büyük çoğunluğuyla evetçi, bir ikisi de “yetmez ama evet” tutumunda ya da çizgisindedir.

Süreçle Kürt Solu tasfiye edilmek isteniyor
İlginçtir, tamamına yakını Amerikancı ve Sevrci olan BDP’nin bir milletvekili, içinde herhalde eser miktarda da olsa solculuk kalmış olmalı ki bu sürecin ne olduğunu tam değil ama bir yönünü,  az çok kestirebiliyor, görebiliyor. Şöyle diyor konu hakkında:
“Uzun yıllar siyasetin içinde yer almış bir BDP milletvekili ile de sohbet ettik.
“Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sohbetin kapısını araladık. “Zor bir süreç” dedi. “Bunu herkes biliyor, bilmediğimiz bir şey söyleyin” diye yarı şaka, yarı ciddi BDP’li vekili zorladık. “Peki o zaman…” dedi gülerek ve beklemediğimiz bir şekilde O, bize sorular sormaya başladı!
“İlk sorusu damdan düşer gibi oldu. “Sessiz sedasız 1500 civarında Melle ataması gerçekleştirildi. Bunlar ne yapıyor acaba?” diye sordu. Yanıtını beklemeden ikinci sorusu geldi: “Hizbullah Partisi kuruldu. Niye ki?” Biz bağlantı kurmaya çalışırken üçüncü soruyu yöneltti: “İmralı heyetinde Altan Tan neyi temsil ediyor?” Dördüncü sorusu ise adeta zurnanın zırt dediği türdendi: “Başkanın (Abdullah Öcalan) gençliğinde ne kadar dindar bir insan olduğu tam da bu dönemde niye manşetlere taşınıyor?”
‘KÜRT SOLU TASFİYE EDİLİYOR’
“Sohbetin yönü belli olmuş biz de bağlantıları kurmuştuk. Ancak sustuk ve vekili dinlemeye başladık. O da devam etti:
“PKK görünen ve gösterilen bir hedeftir. Esas amaç BDP ile birlikte bölgedeki Kürt solunu tasfiye etmektir. Başbakan PKK’nın sınır ötesine çekilmesini istiyor. Böylece silahlar bırakılmasa bile Türkiye içindeki gücü kırılacak. Bunun sonucu olarak BDP bölgede yalnızlaştırılarak zayıflatılacak. Bunun yerine Melleler ve Hizbullah Partisi üzerinden bölgede din ağırlıklı radikal bir yapı oluşturulacak. Aynen BDP’nin yaptığı gibi bunlar bağımsız adaylarla Meclise girecek. AKP’nin bunlarla bizden daha iyi anlaşacağından hiç şüphem yok. PKK biter mi? Ben uluslararası güç odaklarının PKK’nın bitirilmesini isteyeceklerini hiç düşünmüyorum. Belki bölünebilir ve gerektiğinde kullanılmak üzere PKK’nın bir bölümünü şimdilik sınırların ötesinde tutabilirler. BDP’den şikâyet ediyorsunuz ama…”
“BDP’li vekil cümlesini bitiremedi. Çünkü Genel Kurul’da ortalık fena karıştı. “Daha sonra devam ederiz” diyerek aceleyle yanımızdan ayrılırken, sohbetin son bölümüne tanık olan CHP’li bir vekil noktayı koydu: “Yani diyorsun ki, sizi mumla arayacağız!” (Yurt Gazetesi, 11 Mart 2003)
BDP’li vekil sürecin uluslararası boyutunu ve bunun bir Amerikan süreci olduğunu göremiyor. Belki görüyor da söylemiyor. Fakat kendi durumunu ilgilendirdiği için oradan hareketle bu sürecin ilerici bir gelişme olmadığını açıkça görüyor.
Sevrci Sahte Sol, büyük çoğunluğuyla bu kadarını bile göremiyor. Hep söylediğimiz gibi onlar artık bir şey görebilecek, anlayabilecek, değerlendirebilecek mantık ve metodu çoktan yitirmişlerdir. Onlardaki kavrayış ve anlayış eksidedir-sıfırın altındadır…

Kürt Sorununun Devrimci Bir Çözümü de vardır
Yukarıda konu ettiğimiz, Kürt Sorunu’nun Amerikancı, AB’ci yani burjuva çözümüdür. Her konunun olduğu gibi bu konunun da bir de Devrimci Çözümü vardır. Bu çözümü de başta İşçi Sınıfı gelmek üzere, Kürt ve Türk Halkları ortak mücadeleleriyle gerçekleştireceklerdir.
Halkın Kurtuluş Partisi, geçmişteki ve bugünkü önderliği, Kürt Sorunu’nun hep Devrimci Çözümünü savunmuştur. Hatırlanacağı gibi bu çözüm Hikmet Kıvılcımlı tarafından 1933’te Elazığ Zindanında ortaya konmuş, kaleme alınmıştır. Bu çözüm, “İhtiyat Kuvvet Milliyet-Şark” ya da “Yedek Güç Ulus-Doğu” adlarıyla kitap olarak da şu anda konuya ilgi duyanların hemen ulaşabileceği yakınlıktadır.
Burada ortaya konan çözüm, “Anadolu ve Kürdistan Halk Cumhuriyeti” biçiminde formüle edilmiştir.
Bugünkü şartlarda Halkın Kurtuluş Partisi bu çözümü, “Edirne’den Çin sınırına kadar uzanacak Avrupa ve Geniş Asya coğrafyasında yer alacak Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti” olarak adlandırmaktadır.
Biraz zaman alacak da olsa bu Devrimci Çözüm eninde sonunda hayat bulacaktır. Ve söz konusu coğrafyadan AB-D Emperyalistlerini ve onların işbirlikçilerini kesin biçimde kovacaktır.
Bugün bu Devrimci Çözümü savunanlar muhakkak ki, güçlü bir duruma sahip değiller. Emperyalistlerin çözümünü savunanlar güçlü konumdadır. Fakat Tarihin akışı geneli itibariyle hep ileriye olmuştur. Bundan sonra da böyle olacaktır.
Biz Gerçek Devrimciler, evet bugün zayıfız ama asla umutsuz değiliz. Güçleneceğiz, yeneceğiz ve kazanacağız!KURTULUŞ YOLU
Daha yeni Daha eski