Başlarken:
Değerli arkadaşlarım meslek yaşamımızda çok sıkıntılar, acılar çektik. Özgürlüklerimizi sınırlayan Askeri Ceza ve İç Hizmet Kanunu’nun çağın çok gerisinde kalması nedeniyle sürekli özgürlüğümüz bizi yönetmeye çalışan Subayların iki dudağı arasında sıkışıp kalıyordu. Ben burada bu konulara fazla girmeden birçok arkadaşımın ısrarla “1975 olaylarının Merzifon” bölümünü yazmamı istemeleri nedeniyle; o günlerde yaşadıklarımızı sizlere aktarmakta yarar gördüm. Okuyucularım arasında o günleri yaşayanlardan ricam eksik ve yanlışlarımın düzeltilmesinde bana yardımcı olmalarıdır. Sevgilerimle…
-1.BÖLÜM-
1975’E DOĞRU
1971 yılında Merzifon 5.Ana Jet K.lığına tayin olduğumda birlikte karşılaştığım tablo personelin %85’inin gençlerden oluştuğuydu. Daha birinci yılımı doldurmadan Teknik Kontrol olarak görevlendirilmiştim.
Birlikteki yoğun iş gücü ve sürekli yedek meydanlara intikaller zor geçinen arkadaşlarımız gibi beni de maddi ve manevi yoruyor ve yıpratıyordu. Buna rağmen personelin gençlerden oluşması, ortak sorunlarımızda birlik oluşturup çözümler üretmemiz sonucu tüm arkadaşların katkılarıyla kurduğumuz kütüphanemiz her geçen gün eklenen kitaplarla büyüdükçe bizleri kaynaştırmaya yetiyordu. Yıllar geçtikçe tayin olup gidenlerin yerine yenileri katılmasına rağmen çalışma ortamı ve oluşturduğumuz birliktelik bozulmadan devam ediyordu.
1974 yılına ulaştığımızda devam eden intikallerle Erzurum, Sivas ve İncirlik üslerine gidiş dönüşlerimizden sonra Haziran sonlarında her yıl CENTO bünyesinde yapılmakta olan Şahbaz tatbikatı için Batman’a intikal ettik. Batman üs’ü geniş bir ovaya oturtulmuştu. Havalar çok sıcak ve iklim kuraktı. Pist ve taksirutlar üzerinde her an bir veya birkaç yılana rastlamak mümkündü. Batman’a intikal ettikten bir gün sonra uçaklarımız İran’a, İran’ın uçakları da Batmana geldiler. Tatbikatın ismine aldanmayın; bu tatbikat iki ülke pilotlarının gittikleri ülkeye gezi programlarından ibaretti. Hafta sonu İran uçaklarını uğurladıktan sonra dönen uçaklarımızın bakımlarını ve dönüş hazırlıklarını yaparak birliğimize döndük. Evlerimize gitmek üzere otobüslere binerken hepimiz uyarıldık. “Kıbrıs’ta meydana gelen olaylar nedeniyle birlikte kalan uçaklar batı birliklerine intikal etmiştir. Sizler de intikal edeceğinizden yarın hazırlıklı gelin!”
Evlerimizde bir gece kalabilmiştik. Sabah mesaiye gelir gelmez uçaklarımızı hazırlayarak uçurduk ve peşi sıra gelen nakliye uçaklarına birlikte kalan malzemelerimizi de yükleyerek havalandık. 5. Ana Jet Üs K.lığı uçakları Antalya, Bursa Yenişehir, Çiğli ve Akhisar meydanlarına serpiştirildiler. Bizler bu dört meydanda 102 gün ailelerimizden uzakta görev yaptık. 20 Temmuz’da başlayan Kıbrıs Barış Harekâtı ve 14 Ağustos’ta devam eden Harekât boyunca herkes var gücüyle işini aksatmadan görevine devam etti.
İkinci Harekat sonrası birlikleri dolaşan Hv.K.K. Org. Emin Alpkaya savaşın sadece subaylarla kazanılacağının mesajını verircesine subayları toplayarak onların sorunlarını dinleyip, bakım personeli assubaylara bir teşekkürü dahi çok görmesi ordunun sadece subaylardan ibaret olduğunun göstergesi gibiydi. Eylül ayında giderek tansiyon düşmeye başlamasına rağmen bizler ana birliğimize dönemiyorduk. Eşimize, çocuklarımıza aylardır süren hasretliğin yanında üst ve başımıza giyecek giysilerimiz dahi kullanılamaz hale gelmişti. Nihayet ay biterken gelen emirle dönüş hazırlıklarının yapılması istenince rahatlamıştık.
Eylül ayının sonlarında Merzifon’a döndüğümüzde Yunanistan’la her an savaşa girilecekmiş gibi harbe hazır olmamız gerekiyor imajıyla gece uçuşları, fazla mesailer dışında hafta sonları da çalışmaya gidiyorduk. Bu yoğun işi yüküne rağmen üç aydan fazla bir süre askıya aldığımız sosyal ilişkilerimize başlamıştık ki, tüm yaşamımızı etkileyecek ters rüzgârların esmeye başladığını fark ettik.
Yaptığımız fazla mesailerle bazı gerçeklerin bizlerden saklanmaya çalışıldığını öğrendik. Kıbrıs Harekâtını kendilerine mal eden subaylara bir hayli ekonomik ve sosyal haklar verilirken, assubayların var olan bazı hakları da ellerinden alınmaya çalışılıyordu. İktidarda olan Ecevit-Erbakan hükümeti subayları ihya etmişti. İş riski, iş güçlüğü zammı adı altında maaşlarımıza yapılan eklentilerde subaylarla assubaylar arasında uçurumlar oluşmuştu.
Yeni Mezun olmuş bir teğmenin alacağı zam, bir kıdemli başçavuşun alacağı zammın yaklaşık dört katı civarındaydı. İşin aslını öğrenmek için Üs Maliye Şubesine uğradığımızda anlatılanların gerçek olduğu, ayrıca 165 lira olan tayin bedellerimizin de Subaylara 750 lira, Assubaylara 450 lira olarak düzeltilmesi için öneride bulunulduğunu öğreniyorduk.
Herkes ateş püskürüyordu ama çok zor bir dönemden geçiyorduk. Yunanistan ile aramızdaki sular henüz durulmamıştı. Toplantılar yaparak yasal yollardan hakkımızı aramaya karar verdik. Peş peşe dilekçelerle haksızlıkların düzeltilmesini istedik. Ortaya çıkan haksızlığı gidermek için öncelikle TBMM ve ilgili bakanlıklar ile yazışmalar başlatıldı, ardından birlik komutanlıklarına dilekçeler gönderildi; fakat hepsi yanıtsız kalıyordu.
Bir gün öğleden sonra tüm birliklerin toplanması için emir yayınlandı. Belirlenen saate bizleri biriliklerimizden alan otobüsler Karargah önüne getirip bıraktı. Üs Karargâhı salonuna geldiğimizde salonda oluşabilecek gerginlikleri önlemek üzere subayların salonun muhtelif bölgelerine serpiştirildiklerini, bizler otururken onların ayakta bizleri gözetlediklerini gördük.
Herkes salona girdikten sonra Üs Komutanı Tuğgeneral Yusuf Özer salona girerek kürsüye yanaştı. Özetle “arkadaşlar gelen dilekçelerin çokluğu nedeniyle ayrı ayrı cevap vermemiz mümkün olmadığından ben yanıtlarını burada toplu olarak vermek istedim. Hepiniz zor şartlarda çalışıyorsunuz, daha fazlasını istemek sizlerin de hakkı; fakat ülkemiz fakir bir ülke, verebileceği kapasite bununla sınırlı, bundan fazlasını kimsenin istemeye hakkı olamaz!”
Salonda aniden oluşan uğultu ve salonu yırtarcasına haykırılan “Ülke fakirse, subaya da assubaya da zam vermesin, adil olmayan bu zammı istemiyoruz!” çığlıkları yükseliyordu…
Tüm Silahlı Kuvvetleri kaynıyordu fakat ne mecliste, ne medyada, ne de Genel Kurmaydan ses yoktu. Basında birkaç yürekli köşe yazarının seslerimizi duyurmaya çalışmaları işlerine gelmemiş olacak ki bu gazeteciler evlerinden alınarak linç edilinceye kadar dövülmüş ve sokak ortasına atılmışlardı. Yapılan bu linç girişimleriyle bizlere de gözdağı veriliyordu. Buna rağmen tepkilerin önü alınamıyordu. Birlikler arası çok organize bir haber ağı kurulmuştu. Her birliğin tepkisi anında bizlere ulaşıyor ve peşinden aynı tepkiyi bizler sergiliyorduk.
Aralık ayına girdiğimizde yeni bir strateji geliştirdik. Önce işi yavaşlatıp giderek durma noktasına getirdik. Sabahlara kadar çalışıp faal hale getirdiğimiz uçaklar, pist başına varmadan arıza yapıp geri dönüyorlardı. Arada bir uçak üzerindeki arızayı fark edemeyen pilot uçuyor ve kısa süren uçuştan sonra arıza bildirerek iniyordu. Tüm birliklerde uçuşlar durma noktasına gelmişti, fakat lehimize değişen bir şey yoktu…
NOT: CENTO (Merkezi Antlaşma Teşkilatı): 1955 yılında Sovyetler Birliğinin tehdidini azaltmak amacıyla Bağdat Paktı olarak Türkiye, İran, Irak Pakistan ve İngiltere ortak işbirliği ile kuruldu. 1958 yılında Irak’ın paktan ayrılması sonucu ABD’nin de dahil olduğu işbirliği anlaşması CENTO ismini aldı. 1979 yılında İran’ın peşinden de Pakistan’ın bu işbirliğinden ayrılmasından sonra fesih edildi.
Ekleyen: Ali Oğuz
(OCAK 75 Sitesinden alınmıştır.)
SAYGI VE SEVGİ İLE SEAMLIYORUZ. SİZLERİN ONUR MÜCADELENİZ BİZLERİN MÜCADELESİDİR.
Değerli arkadaşlarım meslek yaşamımızda çok sıkıntılar, acılar çektik. Özgürlüklerimizi sınırlayan Askeri Ceza ve İç Hizmet Kanunu’nun çağın çok gerisinde kalması nedeniyle sürekli özgürlüğümüz bizi yönetmeye çalışan Subayların iki dudağı arasında sıkışıp kalıyordu. Ben burada bu konulara fazla girmeden birçok arkadaşımın ısrarla “1975 olaylarının Merzifon” bölümünü yazmamı istemeleri nedeniyle; o günlerde yaşadıklarımızı sizlere aktarmakta yarar gördüm. Okuyucularım arasında o günleri yaşayanlardan ricam eksik ve yanlışlarımın düzeltilmesinde bana yardımcı olmalarıdır. Sevgilerimle…
-1.BÖLÜM-
1975’E DOĞRU
1971 yılında Merzifon 5.Ana Jet K.lığına tayin olduğumda birlikte karşılaştığım tablo personelin %85’inin gençlerden oluştuğuydu. Daha birinci yılımı doldurmadan Teknik Kontrol olarak görevlendirilmiştim.
Birlikteki yoğun iş gücü ve sürekli yedek meydanlara intikaller zor geçinen arkadaşlarımız gibi beni de maddi ve manevi yoruyor ve yıpratıyordu. Buna rağmen personelin gençlerden oluşması, ortak sorunlarımızda birlik oluşturup çözümler üretmemiz sonucu tüm arkadaşların katkılarıyla kurduğumuz kütüphanemiz her geçen gün eklenen kitaplarla büyüdükçe bizleri kaynaştırmaya yetiyordu. Yıllar geçtikçe tayin olup gidenlerin yerine yenileri katılmasına rağmen çalışma ortamı ve oluşturduğumuz birliktelik bozulmadan devam ediyordu.
1974 yılına ulaştığımızda devam eden intikallerle Erzurum, Sivas ve İncirlik üslerine gidiş dönüşlerimizden sonra Haziran sonlarında her yıl CENTO bünyesinde yapılmakta olan Şahbaz tatbikatı için Batman’a intikal ettik. Batman üs’ü geniş bir ovaya oturtulmuştu. Havalar çok sıcak ve iklim kuraktı. Pist ve taksirutlar üzerinde her an bir veya birkaç yılana rastlamak mümkündü. Batman’a intikal ettikten bir gün sonra uçaklarımız İran’a, İran’ın uçakları da Batmana geldiler. Tatbikatın ismine aldanmayın; bu tatbikat iki ülke pilotlarının gittikleri ülkeye gezi programlarından ibaretti. Hafta sonu İran uçaklarını uğurladıktan sonra dönen uçaklarımızın bakımlarını ve dönüş hazırlıklarını yaparak birliğimize döndük. Evlerimize gitmek üzere otobüslere binerken hepimiz uyarıldık. “Kıbrıs’ta meydana gelen olaylar nedeniyle birlikte kalan uçaklar batı birliklerine intikal etmiştir. Sizler de intikal edeceğinizden yarın hazırlıklı gelin!”
Evlerimizde bir gece kalabilmiştik. Sabah mesaiye gelir gelmez uçaklarımızı hazırlayarak uçurduk ve peşi sıra gelen nakliye uçaklarına birlikte kalan malzemelerimizi de yükleyerek havalandık. 5. Ana Jet Üs K.lığı uçakları Antalya, Bursa Yenişehir, Çiğli ve Akhisar meydanlarına serpiştirildiler. Bizler bu dört meydanda 102 gün ailelerimizden uzakta görev yaptık. 20 Temmuz’da başlayan Kıbrıs Barış Harekâtı ve 14 Ağustos’ta devam eden Harekât boyunca herkes var gücüyle işini aksatmadan görevine devam etti.
İkinci Harekat sonrası birlikleri dolaşan Hv.K.K. Org. Emin Alpkaya savaşın sadece subaylarla kazanılacağının mesajını verircesine subayları toplayarak onların sorunlarını dinleyip, bakım personeli assubaylara bir teşekkürü dahi çok görmesi ordunun sadece subaylardan ibaret olduğunun göstergesi gibiydi. Eylül ayında giderek tansiyon düşmeye başlamasına rağmen bizler ana birliğimize dönemiyorduk. Eşimize, çocuklarımıza aylardır süren hasretliğin yanında üst ve başımıza giyecek giysilerimiz dahi kullanılamaz hale gelmişti. Nihayet ay biterken gelen emirle dönüş hazırlıklarının yapılması istenince rahatlamıştık.
Eylül ayının sonlarında Merzifon’a döndüğümüzde Yunanistan’la her an savaşa girilecekmiş gibi harbe hazır olmamız gerekiyor imajıyla gece uçuşları, fazla mesailer dışında hafta sonları da çalışmaya gidiyorduk. Bu yoğun işi yüküne rağmen üç aydan fazla bir süre askıya aldığımız sosyal ilişkilerimize başlamıştık ki, tüm yaşamımızı etkileyecek ters rüzgârların esmeye başladığını fark ettik.
Yaptığımız fazla mesailerle bazı gerçeklerin bizlerden saklanmaya çalışıldığını öğrendik. Kıbrıs Harekâtını kendilerine mal eden subaylara bir hayli ekonomik ve sosyal haklar verilirken, assubayların var olan bazı hakları da ellerinden alınmaya çalışılıyordu. İktidarda olan Ecevit-Erbakan hükümeti subayları ihya etmişti. İş riski, iş güçlüğü zammı adı altında maaşlarımıza yapılan eklentilerde subaylarla assubaylar arasında uçurumlar oluşmuştu.
Yeni Mezun olmuş bir teğmenin alacağı zam, bir kıdemli başçavuşun alacağı zammın yaklaşık dört katı civarındaydı. İşin aslını öğrenmek için Üs Maliye Şubesine uğradığımızda anlatılanların gerçek olduğu, ayrıca 165 lira olan tayin bedellerimizin de Subaylara 750 lira, Assubaylara 450 lira olarak düzeltilmesi için öneride bulunulduğunu öğreniyorduk.
Herkes ateş püskürüyordu ama çok zor bir dönemden geçiyorduk. Yunanistan ile aramızdaki sular henüz durulmamıştı. Toplantılar yaparak yasal yollardan hakkımızı aramaya karar verdik. Peş peşe dilekçelerle haksızlıkların düzeltilmesini istedik. Ortaya çıkan haksızlığı gidermek için öncelikle TBMM ve ilgili bakanlıklar ile yazışmalar başlatıldı, ardından birlik komutanlıklarına dilekçeler gönderildi; fakat hepsi yanıtsız kalıyordu.
Bir gün öğleden sonra tüm birliklerin toplanması için emir yayınlandı. Belirlenen saate bizleri biriliklerimizden alan otobüsler Karargah önüne getirip bıraktı. Üs Karargâhı salonuna geldiğimizde salonda oluşabilecek gerginlikleri önlemek üzere subayların salonun muhtelif bölgelerine serpiştirildiklerini, bizler otururken onların ayakta bizleri gözetlediklerini gördük.
Herkes salona girdikten sonra Üs Komutanı Tuğgeneral Yusuf Özer salona girerek kürsüye yanaştı. Özetle “arkadaşlar gelen dilekçelerin çokluğu nedeniyle ayrı ayrı cevap vermemiz mümkün olmadığından ben yanıtlarını burada toplu olarak vermek istedim. Hepiniz zor şartlarda çalışıyorsunuz, daha fazlasını istemek sizlerin de hakkı; fakat ülkemiz fakir bir ülke, verebileceği kapasite bununla sınırlı, bundan fazlasını kimsenin istemeye hakkı olamaz!”
Salonda aniden oluşan uğultu ve salonu yırtarcasına haykırılan “Ülke fakirse, subaya da assubaya da zam vermesin, adil olmayan bu zammı istemiyoruz!” çığlıkları yükseliyordu…
Tüm Silahlı Kuvvetleri kaynıyordu fakat ne mecliste, ne medyada, ne de Genel Kurmaydan ses yoktu. Basında birkaç yürekli köşe yazarının seslerimizi duyurmaya çalışmaları işlerine gelmemiş olacak ki bu gazeteciler evlerinden alınarak linç edilinceye kadar dövülmüş ve sokak ortasına atılmışlardı. Yapılan bu linç girişimleriyle bizlere de gözdağı veriliyordu. Buna rağmen tepkilerin önü alınamıyordu. Birlikler arası çok organize bir haber ağı kurulmuştu. Her birliğin tepkisi anında bizlere ulaşıyor ve peşinden aynı tepkiyi bizler sergiliyorduk.
Aralık ayına girdiğimizde yeni bir strateji geliştirdik. Önce işi yavaşlatıp giderek durma noktasına getirdik. Sabahlara kadar çalışıp faal hale getirdiğimiz uçaklar, pist başına varmadan arıza yapıp geri dönüyorlardı. Arada bir uçak üzerindeki arızayı fark edemeyen pilot uçuyor ve kısa süren uçuştan sonra arıza bildirerek iniyordu. Tüm birliklerde uçuşlar durma noktasına gelmişti, fakat lehimize değişen bir şey yoktu…
NOT: CENTO (Merkezi Antlaşma Teşkilatı): 1955 yılında Sovyetler Birliğinin tehdidini azaltmak amacıyla Bağdat Paktı olarak Türkiye, İran, Irak Pakistan ve İngiltere ortak işbirliği ile kuruldu. 1958 yılında Irak’ın paktan ayrılması sonucu ABD’nin de dahil olduğu işbirliği anlaşması CENTO ismini aldı. 1979 yılında İran’ın peşinden de Pakistan’ın bu işbirliğinden ayrılmasından sonra fesih edildi.
Ekleyen: Ali Oğuz
(OCAK 75 Sitesinden alınmıştır.)
SAYGI VE SEVGİ İLE SEAMLIYORUZ. SİZLERİN ONUR MÜCADELENİZ BİZLERİN MÜCADELESİDİR.