ODTÜ’de tacizci saldırganı korumayı kendine görev bilerek mağdur
öğrencilerin ve akademik personelin peşine hafiye takan polis, sokakta
eşkıyalığa soyundu! Üniversite personelinin ve öğrencilerin yolunu silah
zoruyla kesen polis, inanılmaz bir ‘mesleki dayanışma’ örneği
göstererek, suçüstü yakalanmış olan meslektaşlarını kaçırdı.
“Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar” diye bilinir. Ancak üniversiteler, son günlerde, “olur böyle vakalar” diyerek geçiştiremeyeceğimiz; üstelik polisin “yakalamadığı”, aksine suçüstü yakalandığı biz dizi vahim olaya sahne oldu. Örneğin, Dicle Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine sopalar ve kesici aletlerle hücum eden saldırganların arasında sivil polislerin de olduğuna, Anadolu Üniversitesi’nde ise kelepçelenerek dersliğe kapatılan bir öğrenciye yaklaşık 30 polis tarafından işkence edildiğine tanık olduk.
Polisin kelimenin gerçek anlamıyla yakalandığı bir vaka ise geçtiğimiz Cuma (12.04.2013) günü ODTÜ’de gerçekleşti. Bu olayın mağdurlarından biri olarak başımdan geçenleri kısaca anlatayım.
Akademik personel olarak çalıştığım ODTÜ yerleşkesi içerisinde, bir öğrencimle birlikteyken polis tarafından takip edildim. Kantinde öğrencimle yaptığım sohbete kulak kabartan polis, fakülte koridorlarında ve yerleşke içerisinde peşimiz sıra iz sürdü. Takipçimizi fark edip şikâyet etmek üzere karakola giderken ise yolumuz polis tarafından silah zoruyla kesildi, tehdit edildik ve şikâyetçi olacağımız şahıs yanımızdan alınarak kaçırıldı.
İnanılması zor bu olayı mümkün olduğunca anlaşılır kılabilmek için biraz daha detaylı anlatayım. Buna, akıllara gelmesi muhtemel bir soruya yanıt vererek başlamak yerinde olacaktır. Böylesi bir olaydan haberdar olan herhangi birinin “polis durduk yerde kimseyi takip etmez, kim bilir neler yapmışlardır” dediğini duyar gibiyim. Zaten işin trajikomik yanı da bu sorunun yanıtında gizli. Kim bilir neler yapmıştık? Anlatmaya buradan başlayayım.
Mağdura takip, tacizci saldırgana koruma
Geçtiğimiz hafta içinde ODTÜ yerleşkesinde bir taciz ve şiddet olayı yaşanmıştı. Yabancı uyruklu bir öğrenci, bir kadın öğrenciyi taciz etmiş, buna müdahale etmek isteyen Y.A. isimli bir diğer öğrenciyi de darp ederek yaralamıştı.
Eğitim-Sen ODTÜ İşyeri Temsilciliği olarak, yerleşkede yaşanan taciz ve şiddet olaylarına müdahale etmek konusunda sorumluluk hissediyoruz. Bu nedenle, işyeri temsilcilerinden biri olarak, darp edilen öğrencimizi yaşananlar hakkında bilgi vermesi için görüşmeye davet ettim.
Y.A. ile çalışmakta olduğum fakültenin kantininde görüştük ve olay hakkında bir süre sohbet ettik. Mesai saatini doldurduğumuz ve personel servislerinin hareket saati yaklaştığı için sohbetimize yolda devam etmek üzere fakülteden ayrıldık. Ancak bu süre boyunca tanımadığımız bir kişi tarafından takip edildiğimizi fark ettik. Kısa bir süre önce saldırıya uğramış olan öğrencimizin güvenliğinden endişe etmem nedeniyle bizi takip eden kişiyi durdurdum, kim olduğunu ve bizi neden takip ettiğini sordum. Şahıs, önce öğrenci olduğunu iddia etse de, akademik personel olduğumu beyan etmem üzerine polis olduğunu ve okuldaki “yabancı öğrencilere yönelik bir tehdit” nedeniyle Y.A.’yı takip ettiğini söyledi. Polisin anlaşılması zor bu açıklamasını tercüme etmek gerekirse, taciz ve şiddet mağduru öğrenciler potansiyel suçlu sayılarak peşlerine hafiye takılmış, tacizci saldırgan ise korumaya alınmıştı.
Peki, polis neden böyle bir şey yapar? Bunun asla kabul edilemeyecek bir yanıtı olduğu kanaatindeyim: saldırıya uğrayan Y.A.’nın sosyalist bir öğrenci olması. Polisin nazarında muhalif öğrenciler tacizci saldırganların dahi kendilerinden korunması gereken potansiyel suçlular olarak görülüyorlar.
Tahmin edileceği üzere, öğrencilerin ve akademik personelin böylesi bir haksızlığa sessiz kalması beklenemezdi. Nitekim böyle de oldu; çevrede bulunan öğrenciler kısa süre içerisinde toplanarak, polise tepki göstermeye başladılar. Olayın kontrol edilemez biçimde büyümesini engelleme sorumluluğu hissederek, polisten bulunduğumuz yerden uzaklaşmasını ve kampusu terk etmesini istedim. Bunun üzerine şahıs olay yerinden uzaklaştı. Biz ise, üniversite yetkililerini durumdan haberdar etmek ve şikâyetçi olmak üzere öğrencimle birlikte rektörlük binasına yöneldik.
Rektörlük binasına vardığımızda, ne tesadüftür ki, bizi takip eden polisin de buraya girdiğini gördük. İlginçtir, yakayı ele veren polis soluğu rektörlük binasında almıştı! Burada bulunan üniversite yetkililerini öğrencimize ve akademik personele yönelik bir tehdit olabileceği konusunda uyararak, yaşanan olay ve bizi takip eden şahsın kimliği hakkında tutanak tutulmasını talep ettik. Rektörlük yetkilileri, takip eden kişi polis olsa dahi ortada yasal olmayan bir durum olduğunu ve talebimizin haklı olduğunu belirterek gerekli işlemleri yerine getirdiler. Bu işlemler devam ederken, polis önce üniversiteye bir öğrencinin yardımıyla girdiğini, daha sonra ise kimseden yardım almadan, kendi ifadesiyle “minibüsle kaçak olarak” girdiğini söyledi. Aynı şahıs, gene bu işlemler devam ederken, bir kadın öğrenciye de hakaret etti. Ancak yaşadıklarımız bunlarla da sınırlı kalmadı.
Kampusta hafiye, sokakta eşkıya
Üniversite yetkilileri, olay kendilerine intikal eder etmez, en yakın polis merkezini haberdar etmiş ve şahsın yerleşke çıkışında teslim alınması talebinde bulunmuşlardı.
Olayla ilgili tutanak tutulması işleminin ardından, üniversiteye ait iki resmi hizmet aracıyla yola koyulduk. Biz şikâyetçi olmak üzere karakola gidiyorduk, hafiye ise yerleşkenin A4 kapısında meslektaşlarına teslim edilecekti. Ancak, yerleşke çıkışına vardığımızda şahsı teslim almak üzere gelen herhangi bir polis aracı yoktu. Üniversite personeli, amirlerini bu durumdan haberdar ettiler ve gelen talimat üzerine bizi ve şahsı karakola götürmek üzere yola devam ettiler.
Şikâyetçi olmak üzere gittiğimiz polis merkezine varmak üzereydik ki, inanılması zor bir olay daha yaşandı. İçinde bulunduğumuz araçların önü sivil bir otomobil tarafından kesildi ve araçtan sivil giyimli silahlı kişiler indi. Bu kişilerden biri elinde bulunan silahı, namlusuna mermi sürdükten sonra, üzerimize doğrultarak ve bağırarak araçlardan inmemizi söyledi. Şikâyetçi olduğumuz kişiyi kendi araçlarına bindirmek isteyen bu kişinin yanına giderek kim olduğunu sordum ve “polisim” yanıtını aldım. Kimliğini göstermesini istemem üzerine ise cüzdanını çıkartarak polis kimliğini gösterdi. Anlaşılacağı üzere, kampusta hafiyelik yapan polis sokakta eşkıyalığa soyunmuştu. Bu kişiler, şikâyetçi olacağımız polisi de yanlarına alarak uzaklaştılar. Bir başka ifadeyle, polis inanılmaz bir mesleki dayanışma örneği göstererek arkadaşlarını kaçırmıştı.
“Devletle uğraşılmaz”
Maceramızın son perdesi, hem bizi takip eden polisten hem de silah zoruyla yolumuzu keserek onu kaçıran polislerden şikâyetçi olmak için gittiğimiz karakolda sahnelendi. “Kimi kime şikâyet ediyorsun” diyenler yerden göğe kadar haklılar! Zira polis dayanışması karakolda da devam etti. Bizi ve takipçi polisi karakola götürmekle görevlendirilen üniversite personeli, karakola girmeden önce “ne olursa olsun biz de şikâyetçi olacağız” demelerinde rağmen, kapalı bir kapının ardında polisle yaptıkları kısa görüşmenin ardından şikâyetçi olmayacaklarını söylediler. “Neden?” diye sorduğumuzda ise “Açık söyleyelim arkadaşlar, şikâyetçi olmamamız için baskı gördük. Çoluğumuz çocuğumuz var… Devletle uğraşılmaz” yanıtını aldık. Devletin memuru, devletin memurunun gözünü korkutmuş, böylelikle devletle uğraşılmaması gerektiği sonucuna varılmıştı.
Ben ve mağdur öğrencilerimiz yukarıda aktardıklarımın tamamını ve fazlasını içeren şikâyetlerimizi yaptıktan sonra, gece yarısına kadar beklemek durumunda bırakıldığımız karakoldan ayrılabildik. Evlerimize vardığımızda ise meslektaşları tarafından kaçırılan zehir hafiyenin ortaya çıktığını; benden ve öğrencilerimizden değil ama kendisini, kendi rızasıyla ve üniversiteye ait resmi hizmet aracıyla karakola götüren üniversite personelinden şikâyetçi olduğunu öğrendik.
Üniversite polisin olmadığı yerdir
ODTÜ’de ve diğer üniversitelerde yaşananlar, polisin buradaki varlığının üniversitenin idari ve akademik özerkliğini, kampüs barışını ve üniversite bileşenlerinin güvenliğini tehdit ettiğini açıkça göstermektedir.
Bunun da ötesinde, tarihsel bir kurum ve kavram olarak üniversitede ne polisin, ne jandarmanın, ne de özel güvenliğin yeri kesinlikle yoktur. Bu türden bir kuvvetin yerleşkeye attığı her adım üniversiteye tecavüzdür.
“Polisin olmadığı yerde güvenliği kim sağlayacak?” sorusunun yanıtını da verelim. Şimdilik polisin üniversitelerden çekilmesi yeterli, huzur kendiliğinden gelecektir. Gerçek anlamıyla özerk bir üniversite ise kendi kampus barışı mekanizmasını zaten yaratacaktır.
Teslim olmayacağız
Eğitim ve bilim emekçileri ile üniversite öğrencilerine silah doğrultulmasının sembolik bir anlamı da olduğu kanaatindeyiz. Birileri ellerimizi havaya kaldırıp teslim olmamızı bekliyor.
Teslim olmayacağız!
Bir eğitim ve bilim emekçisinin kapısına astığı için ceza aldığı afişte söylediğimiz gibi “insan, toplum ve doğa yararına” düşünce ve bilgi üretmeye devam edeceğiz.
Üniversite teslim olmayacak!
Ne polise, ne piyasaya…
Mehmet Mutlu
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi
Eğitim-Sen ODTÜ İşyeri Temsilcisi
“Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar” diye bilinir. Ancak üniversiteler, son günlerde, “olur böyle vakalar” diyerek geçiştiremeyeceğimiz; üstelik polisin “yakalamadığı”, aksine suçüstü yakalandığı biz dizi vahim olaya sahne oldu. Örneğin, Dicle Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine sopalar ve kesici aletlerle hücum eden saldırganların arasında sivil polislerin de olduğuna, Anadolu Üniversitesi’nde ise kelepçelenerek dersliğe kapatılan bir öğrenciye yaklaşık 30 polis tarafından işkence edildiğine tanık olduk.
Polisin kelimenin gerçek anlamıyla yakalandığı bir vaka ise geçtiğimiz Cuma (12.04.2013) günü ODTÜ’de gerçekleşti. Bu olayın mağdurlarından biri olarak başımdan geçenleri kısaca anlatayım.
Akademik personel olarak çalıştığım ODTÜ yerleşkesi içerisinde, bir öğrencimle birlikteyken polis tarafından takip edildim. Kantinde öğrencimle yaptığım sohbete kulak kabartan polis, fakülte koridorlarında ve yerleşke içerisinde peşimiz sıra iz sürdü. Takipçimizi fark edip şikâyet etmek üzere karakola giderken ise yolumuz polis tarafından silah zoruyla kesildi, tehdit edildik ve şikâyetçi olacağımız şahıs yanımızdan alınarak kaçırıldı.
İnanılması zor bu olayı mümkün olduğunca anlaşılır kılabilmek için biraz daha detaylı anlatayım. Buna, akıllara gelmesi muhtemel bir soruya yanıt vererek başlamak yerinde olacaktır. Böylesi bir olaydan haberdar olan herhangi birinin “polis durduk yerde kimseyi takip etmez, kim bilir neler yapmışlardır” dediğini duyar gibiyim. Zaten işin trajikomik yanı da bu sorunun yanıtında gizli. Kim bilir neler yapmıştık? Anlatmaya buradan başlayayım.
Mağdura takip, tacizci saldırgana koruma
Geçtiğimiz hafta içinde ODTÜ yerleşkesinde bir taciz ve şiddet olayı yaşanmıştı. Yabancı uyruklu bir öğrenci, bir kadın öğrenciyi taciz etmiş, buna müdahale etmek isteyen Y.A. isimli bir diğer öğrenciyi de darp ederek yaralamıştı.
Eğitim-Sen ODTÜ İşyeri Temsilciliği olarak, yerleşkede yaşanan taciz ve şiddet olaylarına müdahale etmek konusunda sorumluluk hissediyoruz. Bu nedenle, işyeri temsilcilerinden biri olarak, darp edilen öğrencimizi yaşananlar hakkında bilgi vermesi için görüşmeye davet ettim.
Y.A. ile çalışmakta olduğum fakültenin kantininde görüştük ve olay hakkında bir süre sohbet ettik. Mesai saatini doldurduğumuz ve personel servislerinin hareket saati yaklaştığı için sohbetimize yolda devam etmek üzere fakülteden ayrıldık. Ancak bu süre boyunca tanımadığımız bir kişi tarafından takip edildiğimizi fark ettik. Kısa bir süre önce saldırıya uğramış olan öğrencimizin güvenliğinden endişe etmem nedeniyle bizi takip eden kişiyi durdurdum, kim olduğunu ve bizi neden takip ettiğini sordum. Şahıs, önce öğrenci olduğunu iddia etse de, akademik personel olduğumu beyan etmem üzerine polis olduğunu ve okuldaki “yabancı öğrencilere yönelik bir tehdit” nedeniyle Y.A.’yı takip ettiğini söyledi. Polisin anlaşılması zor bu açıklamasını tercüme etmek gerekirse, taciz ve şiddet mağduru öğrenciler potansiyel suçlu sayılarak peşlerine hafiye takılmış, tacizci saldırgan ise korumaya alınmıştı.
Peki, polis neden böyle bir şey yapar? Bunun asla kabul edilemeyecek bir yanıtı olduğu kanaatindeyim: saldırıya uğrayan Y.A.’nın sosyalist bir öğrenci olması. Polisin nazarında muhalif öğrenciler tacizci saldırganların dahi kendilerinden korunması gereken potansiyel suçlular olarak görülüyorlar.
Tahmin edileceği üzere, öğrencilerin ve akademik personelin böylesi bir haksızlığa sessiz kalması beklenemezdi. Nitekim böyle de oldu; çevrede bulunan öğrenciler kısa süre içerisinde toplanarak, polise tepki göstermeye başladılar. Olayın kontrol edilemez biçimde büyümesini engelleme sorumluluğu hissederek, polisten bulunduğumuz yerden uzaklaşmasını ve kampusu terk etmesini istedim. Bunun üzerine şahıs olay yerinden uzaklaştı. Biz ise, üniversite yetkililerini durumdan haberdar etmek ve şikâyetçi olmak üzere öğrencimle birlikte rektörlük binasına yöneldik.
Rektörlük binasına vardığımızda, ne tesadüftür ki, bizi takip eden polisin de buraya girdiğini gördük. İlginçtir, yakayı ele veren polis soluğu rektörlük binasında almıştı! Burada bulunan üniversite yetkililerini öğrencimize ve akademik personele yönelik bir tehdit olabileceği konusunda uyararak, yaşanan olay ve bizi takip eden şahsın kimliği hakkında tutanak tutulmasını talep ettik. Rektörlük yetkilileri, takip eden kişi polis olsa dahi ortada yasal olmayan bir durum olduğunu ve talebimizin haklı olduğunu belirterek gerekli işlemleri yerine getirdiler. Bu işlemler devam ederken, polis önce üniversiteye bir öğrencinin yardımıyla girdiğini, daha sonra ise kimseden yardım almadan, kendi ifadesiyle “minibüsle kaçak olarak” girdiğini söyledi. Aynı şahıs, gene bu işlemler devam ederken, bir kadın öğrenciye de hakaret etti. Ancak yaşadıklarımız bunlarla da sınırlı kalmadı.
Kampusta hafiye, sokakta eşkıya
Üniversite yetkilileri, olay kendilerine intikal eder etmez, en yakın polis merkezini haberdar etmiş ve şahsın yerleşke çıkışında teslim alınması talebinde bulunmuşlardı.
Olayla ilgili tutanak tutulması işleminin ardından, üniversiteye ait iki resmi hizmet aracıyla yola koyulduk. Biz şikâyetçi olmak üzere karakola gidiyorduk, hafiye ise yerleşkenin A4 kapısında meslektaşlarına teslim edilecekti. Ancak, yerleşke çıkışına vardığımızda şahsı teslim almak üzere gelen herhangi bir polis aracı yoktu. Üniversite personeli, amirlerini bu durumdan haberdar ettiler ve gelen talimat üzerine bizi ve şahsı karakola götürmek üzere yola devam ettiler.
Şikâyetçi olmak üzere gittiğimiz polis merkezine varmak üzereydik ki, inanılması zor bir olay daha yaşandı. İçinde bulunduğumuz araçların önü sivil bir otomobil tarafından kesildi ve araçtan sivil giyimli silahlı kişiler indi. Bu kişilerden biri elinde bulunan silahı, namlusuna mermi sürdükten sonra, üzerimize doğrultarak ve bağırarak araçlardan inmemizi söyledi. Şikâyetçi olduğumuz kişiyi kendi araçlarına bindirmek isteyen bu kişinin yanına giderek kim olduğunu sordum ve “polisim” yanıtını aldım. Kimliğini göstermesini istemem üzerine ise cüzdanını çıkartarak polis kimliğini gösterdi. Anlaşılacağı üzere, kampusta hafiyelik yapan polis sokakta eşkıyalığa soyunmuştu. Bu kişiler, şikâyetçi olacağımız polisi de yanlarına alarak uzaklaştılar. Bir başka ifadeyle, polis inanılmaz bir mesleki dayanışma örneği göstererek arkadaşlarını kaçırmıştı.
“Devletle uğraşılmaz”
Maceramızın son perdesi, hem bizi takip eden polisten hem de silah zoruyla yolumuzu keserek onu kaçıran polislerden şikâyetçi olmak için gittiğimiz karakolda sahnelendi. “Kimi kime şikâyet ediyorsun” diyenler yerden göğe kadar haklılar! Zira polis dayanışması karakolda da devam etti. Bizi ve takipçi polisi karakola götürmekle görevlendirilen üniversite personeli, karakola girmeden önce “ne olursa olsun biz de şikâyetçi olacağız” demelerinde rağmen, kapalı bir kapının ardında polisle yaptıkları kısa görüşmenin ardından şikâyetçi olmayacaklarını söylediler. “Neden?” diye sorduğumuzda ise “Açık söyleyelim arkadaşlar, şikâyetçi olmamamız için baskı gördük. Çoluğumuz çocuğumuz var… Devletle uğraşılmaz” yanıtını aldık. Devletin memuru, devletin memurunun gözünü korkutmuş, böylelikle devletle uğraşılmaması gerektiği sonucuna varılmıştı.
Ben ve mağdur öğrencilerimiz yukarıda aktardıklarımın tamamını ve fazlasını içeren şikâyetlerimizi yaptıktan sonra, gece yarısına kadar beklemek durumunda bırakıldığımız karakoldan ayrılabildik. Evlerimize vardığımızda ise meslektaşları tarafından kaçırılan zehir hafiyenin ortaya çıktığını; benden ve öğrencilerimizden değil ama kendisini, kendi rızasıyla ve üniversiteye ait resmi hizmet aracıyla karakola götüren üniversite personelinden şikâyetçi olduğunu öğrendik.
Üniversite polisin olmadığı yerdir
ODTÜ’de ve diğer üniversitelerde yaşananlar, polisin buradaki varlığının üniversitenin idari ve akademik özerkliğini, kampüs barışını ve üniversite bileşenlerinin güvenliğini tehdit ettiğini açıkça göstermektedir.
Bunun da ötesinde, tarihsel bir kurum ve kavram olarak üniversitede ne polisin, ne jandarmanın, ne de özel güvenliğin yeri kesinlikle yoktur. Bu türden bir kuvvetin yerleşkeye attığı her adım üniversiteye tecavüzdür.
“Polisin olmadığı yerde güvenliği kim sağlayacak?” sorusunun yanıtını da verelim. Şimdilik polisin üniversitelerden çekilmesi yeterli, huzur kendiliğinden gelecektir. Gerçek anlamıyla özerk bir üniversite ise kendi kampus barışı mekanizmasını zaten yaratacaktır.
Teslim olmayacağız
Eğitim ve bilim emekçileri ile üniversite öğrencilerine silah doğrultulmasının sembolik bir anlamı da olduğu kanaatindeyiz. Birileri ellerimizi havaya kaldırıp teslim olmamızı bekliyor.
Teslim olmayacağız!
Bir eğitim ve bilim emekçisinin kapısına astığı için ceza aldığı afişte söylediğimiz gibi “insan, toplum ve doğa yararına” düşünce ve bilgi üretmeye devam edeceğiz.
Üniversite teslim olmayacak!
Ne polise, ne piyasaya…
Mehmet Mutlu
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi
Eğitim-Sen ODTÜ İşyeri Temsilcisi