Kentin kenar mahallelerinden birinde YPG Serêkaniyê karargahı olarak
kullanılan binaya gidiyoruz. Karargahta günün konusu kullanılan mazotun
YPG araçlarını bozması.
MAZOTUN FİYATINI DÜŞÜRÜNCE…
YPG komutanı Rezan İbrahim bu konuda yanımızdaki refakatçiye de dert yanıyor. Kullandıkları mazottan mazot kokusu bile gelmiyormuş. Refakatçimiz duruma şöyle açıklık getiriyor:“Heval, Kürt Yüksek Konseyi tüccarın 90 Suriye lirasına aldığı mazotu 70 liradan pahalıya satmasına yasak getirdi. Tüccar da ne yapıyor? Kâr etmek için mazota su katıyor. Böyle olmasa hiçbir tüccar 20 lira zararına ticaret yapmaz.”
‘TÜRK MEDYASI ÇARPITIYOR’
Su katılmış mazot ve KYK’nin kararı üzerine yapılan espriler bir süredir devam ediyor. YPG yöneticilerinden Rezan İbrahim ile sohbete başlıyoruz. Kasım 2012’den bu yana Serêkaniyê’de yaşananları görmeyen Türk medyasının ÖSO ile yapılan anlaşmayı manşetten verdiğini ve anlaşmayı YPG’nin ÖSO çatısı altında Esad’a karşı savaşacağı şeklinde yansıttıklarını söylüyoruz.
İbrahim bu iddiaları kesin bir dille yalanladıktan sonra şöyle devam ediyor: “Biz Suriye devriminin bir parçasıyız. Ama İstanbul’da kurulan muhalefet hem de ÖSO, Kürt halkının haklarını kabul etmiyorlardı. ÖSO bayrağı altında, ‘bizim buyruklarımıza uygun hareket etmek zorundasınız’ dayatması içindeydi. Kasım ayından bu yana 3 kez savaştık onlarla. YPG’nin direnişi sayesinde masaya oturmak ve Kürtlerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldılar. Zaten biz Kürtleri dışlayan tutumlarını ve onların bayrağı altında yaşamayı kabul etseydik Kasım ayından bu yana bu savaş yaşanmazdı.”
Yaptıkları anlaşmanın, olası bir Arap-Kürt savaşını engellemeyi amaçladığını ve Kürt ile Arapların birlikte yaşadıkları Serêkaniyê gibi yerlerde ortak sivil meclisler oluşturulması ve yine ortak yaşanan yerlerde YPG ve ÖSO’dan oluşan ortak kontrol noktaları oluşturmak olduğunu söylüyor İbrahim.
YPG’nin bir halk savunma gücü olduğunu ve kendilerine saldırı olduğu takdirde halkı korumak için meşru müdafaa haklarını kullanan bir güç olduklarının altını çiziyor.
YPG’nin sadece Kürtlerden oluşmadığını diğer halklardan insanlara da açık olduğunu ve onların güvenliğinden de sorumlu olduğunu belirtiyor.
Bu sırada bir Arap genç geldi YPG karargahına. YPG komutanı Rezan İbrahim onunla Arapça konuştuktan sonra bize döndü: “Bakın bu kardeşimiz bir Arap. Serêkaniyê’ye 30 km mesafedeki Um el Xêr köyünden. Köylerine çeteci bir grubun geldiğini, ambarlarındaki buğdaya el koymak istediğini, köylülerin direnmesi sonucu 25 kişiyi katlederek köyü yakıp yıktıklarını anlatıyor. Köylerini korumak için YPG’ye katılmak istediklerini söylediler” diyor.
YPG’YE BAŞVURAN ARAP
Arap gencin aktardıklarına göre çeteci grupların saldırısında 190 ev zarar görmüş. Evleri talan etmişler. 25 kişi karşı koydukları için katledilmiş.
Arap gencin anlattığı olayı akşam Ronahi TV’de Hawar Haber Ajansı muhabirlerinin köyde yaptıkları çekimler sayesinde izledik. Yan yana dizilmiş ve yeni olduğu anlaşılan onlarca mezar ve çatısı, duvarı yıkılmış evlerin görüntüsü eşliğinde Um El Xêr köyünde yaşananlar aktarılıyordu. Arapların yaşadığı zulmü Kürt kanalı Ronahi haberleştirip dünya kamuoyuna sunuyor. ‘ÖSO çetelerinin bu vahşeti El Cezire ya da El Arabiya’da haber olarak görmek mümkün olur muydu acaba?’ diye sormadan edemiyoruz. Rezan İbrahim, Arap halkı ve diğer etnik kimliklerden halkların da gün geçtikçe Kürtleri ve YPG’yi daha iyi anladığını, ona güven duyduğunu belirterek “Tesadüfen karşılaştığınız bu Arap gencinin YPG’ye katılma ziyareti bile bunu kanıtlıyor. İslam adına hareket ettiğini söyleyen çeteciler her geçen gün daha fazla teşhir oluyorlar” diyor.
TÜRK HALKI KARDEŞİMİZDİR
Rezan İbrahim, Serêkaniyê’de (Ras Al Ain-Reseleyn) Kasım ayından bu yana süren çatışmaların baş sorumlusunun Türkiye olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Biz önceleri Türkiye’nin sadece MİT elemanları aracılığıyla bu saldırıların içinde olduğunu sanıyorduk. Ama Başbakan Erdoğan’ın demeçleri ve sonradan edindiğimiz bilgiler, Ceylanpınar kapısını çetecilere açmasıyla doğrudan Türkiye Hükümetinin bu işin içinde olduğunu anladık. Amaçları Serêkaniyê’yi ele geçirdikten sonra savaşı Rojava’ya yaymak. Kürt-Arap çatışması çıkarmak ve Kürt halkının elde ettiği kazanımları yok etmekti. Ama biz YPG olarak Kürt halkının tarihine geçecek bir direniş ile bu planı bozduk. Şu an 800 km’lik Türkiye sınırını kontrol ediyoruz. Türkiye’ye karşı bir tehdit değiliz. Sınır her ne kadar Kürtleri birbirinden ayırıyorsa da mevcut sınırlara saygı gösteriyoruz. Bu taraftan Türkiye’ye bir tehdit gelmesi mümkün değil. Türk halkı da Türkiye Kürtleri gibi kardeşimizdir.”
DEVRİMİN MÜHRÜYLE AYRILIYORUZ
Beş günlük gezimizin sonuna geldik. Şunu söyleyebiliriz ki, geçen yılın Temmuz ayının başında, bu coğrafya ‘Suriye’nin kuzeyiydi’. Ancak bugün, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin kapısından bu coğrafyaya girdiğinizde sizi Kürt Yüksek Konseyi’nin otoritesi karşılıyor. Yani Suriye devleti değil. Bu buradan ayrıldığınız zaman da kendisini bir kez daha hatırlatan bir gerçeklikti. Derik’e dönüp, oradan geldiğimiz sınır kapısından geçmek için Dicle Nehri’nin artık Batı Kürdistan ya da Rojava diye ifade edilen son noktasına geldiğimizde pasaportlarımızı isteyerek bir konteynerin içinde izin belgelerimizi düzenlediler. Bize üzerinde Kürt Yüksek Konseyi’nin mührünü ve imzasını taşıyan birer çıkış belgesi verdiler ve Güney Kürdistan’a ya da başka bir deyişle Irak Kürdistanı’na bu belge ile giriş yaptık. Yani Suriye devleti bir otorite olarak ‘aradan çıkarılmıştı.’
Bu dizi boyunca çeşitli düzeylerdeki anlatımlarla da yansıtmaya çalıştığımız gibi, tüm bu manzaraya rağmen burada “Her şey bitti, son noktayı koyduk” düşüncesi hakim değil. Esad yönetiminin devrilmesi halinde oluşabilecek yeni tablo açısından da, Esad’ın dış destekli ve 2 yıldır süren çatışma sürecine rağmen ciddi bir kitle desteğine sahip olmayan ‘ÖSO muhalefeti’ni bastırma ihtimali karşısında da, bu coğrafyada yönetimi çok büyük oranda ellerine almış olan ve kendilerini bir otorite olarak ilan etmiş bulunan Kürtlerin durumunun ne olacağı sorusu yanıtını bekliyor.
Bu sorunun yanıtını elbette tarih verecek ama burada karşılaştığımız manzara Kürtlerin “O tarihi biz yazacağız” kararlılığında ifadesini buluyor. Yani Suriye’deki rejim sorunu hangi noktaya bağlanırsa bağlansın, onlarca yıldır Suriye’nin en ezilen halkı olarak yaşayan ve bugün de Suriye’nin halk temeline oturmuş olan tek muhalefeti olarak gözüken Kürtlere bu noktadan geri adım attırmayı hesap edenlerin, ‘modern zamanların’ en büyük soykırımlarından birini göze alması gerekiyor. Çünkü burada bugün yediden yetmişe kadar, silahlı savunma gücü de dahil olmak üzere kendi kendini yönetmeye başlamış olan bir halk var. Başka bir deyişle söylemek gerekirse, buradaki tabloyu bugün sadece “Kürt muhalefeti” olarak okuyarak geçmek toplumsal gerçeklik tarafından tekzip edilen bir iddia olur.
Zira burada bütün bir halk kendisini onlarca yıldır baskı altında tutan rejim ile köprüleri çoktan atmış. Dicle’yi de, kendilerini öbür kıyıdaki Güney Kürdistan’dan ayıran bir sınır olmaktan çıkarıp, Kürdistan’ın iki yakasını birleştiren bir nehre dönüştürmüşler.
Fatih Polat / Mehmet Aslanoğlu
evrensel.net
MAZOTUN FİYATINI DÜŞÜRÜNCE…
YPG komutanı Rezan İbrahim bu konuda yanımızdaki refakatçiye de dert yanıyor. Kullandıkları mazottan mazot kokusu bile gelmiyormuş. Refakatçimiz duruma şöyle açıklık getiriyor:“Heval, Kürt Yüksek Konseyi tüccarın 90 Suriye lirasına aldığı mazotu 70 liradan pahalıya satmasına yasak getirdi. Tüccar da ne yapıyor? Kâr etmek için mazota su katıyor. Böyle olmasa hiçbir tüccar 20 lira zararına ticaret yapmaz.”
‘TÜRK MEDYASI ÇARPITIYOR’
Su katılmış mazot ve KYK’nin kararı üzerine yapılan espriler bir süredir devam ediyor. YPG yöneticilerinden Rezan İbrahim ile sohbete başlıyoruz. Kasım 2012’den bu yana Serêkaniyê’de yaşananları görmeyen Türk medyasının ÖSO ile yapılan anlaşmayı manşetten verdiğini ve anlaşmayı YPG’nin ÖSO çatısı altında Esad’a karşı savaşacağı şeklinde yansıttıklarını söylüyoruz.
İbrahim bu iddiaları kesin bir dille yalanladıktan sonra şöyle devam ediyor: “Biz Suriye devriminin bir parçasıyız. Ama İstanbul’da kurulan muhalefet hem de ÖSO, Kürt halkının haklarını kabul etmiyorlardı. ÖSO bayrağı altında, ‘bizim buyruklarımıza uygun hareket etmek zorundasınız’ dayatması içindeydi. Kasım ayından bu yana 3 kez savaştık onlarla. YPG’nin direnişi sayesinde masaya oturmak ve Kürtlerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldılar. Zaten biz Kürtleri dışlayan tutumlarını ve onların bayrağı altında yaşamayı kabul etseydik Kasım ayından bu yana bu savaş yaşanmazdı.”
Yaptıkları anlaşmanın, olası bir Arap-Kürt savaşını engellemeyi amaçladığını ve Kürt ile Arapların birlikte yaşadıkları Serêkaniyê gibi yerlerde ortak sivil meclisler oluşturulması ve yine ortak yaşanan yerlerde YPG ve ÖSO’dan oluşan ortak kontrol noktaları oluşturmak olduğunu söylüyor İbrahim.
YPG’nin bir halk savunma gücü olduğunu ve kendilerine saldırı olduğu takdirde halkı korumak için meşru müdafaa haklarını kullanan bir güç olduklarının altını çiziyor.
YPG’nin sadece Kürtlerden oluşmadığını diğer halklardan insanlara da açık olduğunu ve onların güvenliğinden de sorumlu olduğunu belirtiyor.
Bu sırada bir Arap genç geldi YPG karargahına. YPG komutanı Rezan İbrahim onunla Arapça konuştuktan sonra bize döndü: “Bakın bu kardeşimiz bir Arap. Serêkaniyê’ye 30 km mesafedeki Um el Xêr köyünden. Köylerine çeteci bir grubun geldiğini, ambarlarındaki buğdaya el koymak istediğini, köylülerin direnmesi sonucu 25 kişiyi katlederek köyü yakıp yıktıklarını anlatıyor. Köylerini korumak için YPG’ye katılmak istediklerini söylediler” diyor.
YPG’YE BAŞVURAN ARAP
Arap gencin aktardıklarına göre çeteci grupların saldırısında 190 ev zarar görmüş. Evleri talan etmişler. 25 kişi karşı koydukları için katledilmiş.
Arap gencin anlattığı olayı akşam Ronahi TV’de Hawar Haber Ajansı muhabirlerinin köyde yaptıkları çekimler sayesinde izledik. Yan yana dizilmiş ve yeni olduğu anlaşılan onlarca mezar ve çatısı, duvarı yıkılmış evlerin görüntüsü eşliğinde Um El Xêr köyünde yaşananlar aktarılıyordu. Arapların yaşadığı zulmü Kürt kanalı Ronahi haberleştirip dünya kamuoyuna sunuyor. ‘ÖSO çetelerinin bu vahşeti El Cezire ya da El Arabiya’da haber olarak görmek mümkün olur muydu acaba?’ diye sormadan edemiyoruz. Rezan İbrahim, Arap halkı ve diğer etnik kimliklerden halkların da gün geçtikçe Kürtleri ve YPG’yi daha iyi anladığını, ona güven duyduğunu belirterek “Tesadüfen karşılaştığınız bu Arap gencinin YPG’ye katılma ziyareti bile bunu kanıtlıyor. İslam adına hareket ettiğini söyleyen çeteciler her geçen gün daha fazla teşhir oluyorlar” diyor.
TÜRK HALKI KARDEŞİMİZDİR
Rezan İbrahim, Serêkaniyê’de (Ras Al Ain-Reseleyn) Kasım ayından bu yana süren çatışmaların baş sorumlusunun Türkiye olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Biz önceleri Türkiye’nin sadece MİT elemanları aracılığıyla bu saldırıların içinde olduğunu sanıyorduk. Ama Başbakan Erdoğan’ın demeçleri ve sonradan edindiğimiz bilgiler, Ceylanpınar kapısını çetecilere açmasıyla doğrudan Türkiye Hükümetinin bu işin içinde olduğunu anladık. Amaçları Serêkaniyê’yi ele geçirdikten sonra savaşı Rojava’ya yaymak. Kürt-Arap çatışması çıkarmak ve Kürt halkının elde ettiği kazanımları yok etmekti. Ama biz YPG olarak Kürt halkının tarihine geçecek bir direniş ile bu planı bozduk. Şu an 800 km’lik Türkiye sınırını kontrol ediyoruz. Türkiye’ye karşı bir tehdit değiliz. Sınır her ne kadar Kürtleri birbirinden ayırıyorsa da mevcut sınırlara saygı gösteriyoruz. Bu taraftan Türkiye’ye bir tehdit gelmesi mümkün değil. Türk halkı da Türkiye Kürtleri gibi kardeşimizdir.”
DEVRİMİN MÜHRÜYLE AYRILIYORUZ
Beş günlük gezimizin sonuna geldik. Şunu söyleyebiliriz ki, geçen yılın Temmuz ayının başında, bu coğrafya ‘Suriye’nin kuzeyiydi’. Ancak bugün, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin kapısından bu coğrafyaya girdiğinizde sizi Kürt Yüksek Konseyi’nin otoritesi karşılıyor. Yani Suriye devleti değil. Bu buradan ayrıldığınız zaman da kendisini bir kez daha hatırlatan bir gerçeklikti. Derik’e dönüp, oradan geldiğimiz sınır kapısından geçmek için Dicle Nehri’nin artık Batı Kürdistan ya da Rojava diye ifade edilen son noktasına geldiğimizde pasaportlarımızı isteyerek bir konteynerin içinde izin belgelerimizi düzenlediler. Bize üzerinde Kürt Yüksek Konseyi’nin mührünü ve imzasını taşıyan birer çıkış belgesi verdiler ve Güney Kürdistan’a ya da başka bir deyişle Irak Kürdistanı’na bu belge ile giriş yaptık. Yani Suriye devleti bir otorite olarak ‘aradan çıkarılmıştı.’
Bu dizi boyunca çeşitli düzeylerdeki anlatımlarla da yansıtmaya çalıştığımız gibi, tüm bu manzaraya rağmen burada “Her şey bitti, son noktayı koyduk” düşüncesi hakim değil. Esad yönetiminin devrilmesi halinde oluşabilecek yeni tablo açısından da, Esad’ın dış destekli ve 2 yıldır süren çatışma sürecine rağmen ciddi bir kitle desteğine sahip olmayan ‘ÖSO muhalefeti’ni bastırma ihtimali karşısında da, bu coğrafyada yönetimi çok büyük oranda ellerine almış olan ve kendilerini bir otorite olarak ilan etmiş bulunan Kürtlerin durumunun ne olacağı sorusu yanıtını bekliyor.
Bu sorunun yanıtını elbette tarih verecek ama burada karşılaştığımız manzara Kürtlerin “O tarihi biz yazacağız” kararlılığında ifadesini buluyor. Yani Suriye’deki rejim sorunu hangi noktaya bağlanırsa bağlansın, onlarca yıldır Suriye’nin en ezilen halkı olarak yaşayan ve bugün de Suriye’nin halk temeline oturmuş olan tek muhalefeti olarak gözüken Kürtlere bu noktadan geri adım attırmayı hesap edenlerin, ‘modern zamanların’ en büyük soykırımlarından birini göze alması gerekiyor. Çünkü burada bugün yediden yetmişe kadar, silahlı savunma gücü de dahil olmak üzere kendi kendini yönetmeye başlamış olan bir halk var. Başka bir deyişle söylemek gerekirse, buradaki tabloyu bugün sadece “Kürt muhalefeti” olarak okuyarak geçmek toplumsal gerçeklik tarafından tekzip edilen bir iddia olur.
Zira burada bütün bir halk kendisini onlarca yıldır baskı altında tutan rejim ile köprüleri çoktan atmış. Dicle’yi de, kendilerini öbür kıyıdaki Güney Kürdistan’dan ayıran bir sınır olmaktan çıkarıp, Kürdistan’ın iki yakasını birleştiren bir nehre dönüştürmüşler.
Fatih Polat / Mehmet Aslanoğlu
evrensel.net