Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

"BEN ATEİSTİM NE OLMUŞ"

Çocuktum. Küçücüktüm. Toplam kadromuz 4-5 kişiyle sınırlı olan “Arkadaşlık Örgütü”müzün aktif üyelerinden biriydim. Bir de her “arkadaş...

Çocuktum. Küçücüktüm. Toplam kadromuz 4-5 kişiyle sınırlı olan “Arkadaşlık Örgütü”müzün aktif üyelerinden biriydim. Bir de her “arkadaşlık örgütü”nde olduğu gibi seçimle gelmeyen ve seçimle de gitmeyen bir doğal liderimiz vardı. Adı Devrim’di. Adından da anlaşılacağı üzere solcu bir anne babadan dünyaya gelmişti. Örgütün diğer üyelerinden – ve tabii benden – farklıydı.

Her şeyden önce biz buruşturulmuş kola kutusu gibi hayatın içinde ezik büzük dolaşırken, Devrim’de feci bir özgüven patlaması vardı. Hepimiz istisnasız hayrandık. Birgün gelir ağzından garip bir ses çıkartırdı (Örn. “nöbüste” diye şaşkınlık anında kullanılan kıçtan uydurma bir kelime türetmişti). Bir anda örgüt üyelerinin hepsi şaşkınlık anında bu sesi çıkarmaya başlardı. O derece…

Lakin Allahsızdı. Allah’ın olmadığını söylüyordu. Korkumuzdan çok fazla diretemesek de, arada çoğunluk olmaktan doğan cesaretimizi toplayıp kenara sıkıştırmaya çalışırdık, “ne yani oğlum, şimdi Allah yok mu sence? Nerden belli? İspatlasana? Yanıcan oğlum lan cehennemde, günah, öyle deme, töbe töbe” tekerlemeleriyle adeta minik tebliğciler gibiydik.

Sonra biraz daha büyüdük. Yani büyüdük dediysem, fasulye sırığı misali, sadece boy atıyorduk. Bilinç, eğitim sistemi ve çevremiz (ki kendisine aile ve toplum hayatı deniyor) sayesinde yerinde sayıyordu. Liseye başlamamla birlikte İzmir’de 90’lı yılların en muhalif yayın organı olan Demokrat Radyo ile tanıştım ve “beynimi iç dış yıkamaya soktum” (tabii devletin ve sırf bu radyo beni zehirliyor (!) diye bana 6 ay küsen babamın bakış açısına göre). Birgün Cengiz abi diye birini tanıştırdı bize Aziz abimiz (Aziz abimiz radyonun kurucusu). Yayın müdürümüz olacaktı. Oldu. İyi de oldu. Tüm gün pas tutmuş beynimle karşısına oturur, hangi örgüt kimdir, solcu kime denir, bu memleket nasıl kurtulur, Allah sahiden Devrim’in dediği gibi yok mu? v.s. bin tane konuda sohbete dalar çıkar, her sohbetten sonra bin tane çakan fişekle evin yolunu tutardım.

Ve nihayet TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nda ilk kitap setimi aldım. Turan Dursun. Ve başladım okumaya, Kullateyn, Din Bu 1, Din Bu 2, Din Bu 3 v.s. derken çocukken kafamda başlayan “Devrim süreci” havai fişeklerle ilk gençliğimi aydınlatıyordu.

Yaşın getirisiyle, her şeyin en hızlısı ve en ateşlisi ve de en her şeyi bileni olduğumuzdan ateizmde de üstüme yoktu artık ve genelde Allah ve dinler, özelde de İslam baş düşmanımdı. Alevileri de öyle pek tutmazdım. Sonuçta ritüelleri olan - hatta kurban ritüeli bile olan - bir inançtı işte, ama hadi ezilen kontenjanından sesimi çıkarmayım derdim.

Ateist fikirlerle hoş beş edeli, geriye dönüp baktığımda 20 yıl geçmiş. Son 10 yıla kadar “Allah, İslam, peygamber” gibi kavramlar geçti mi tüylerim diken diken olurdu. Pozitivisttik ulan biz! Ne Allahı ne kitabı… Fakat kitabı da okuduk. (İhsan Eliaçık’ın dediği gibi “bu ülkede Kuran’ı anlama gayretiyle toplumun % 1’i okuyor. Onlar da gayrimüslimler.”)

Sonra anarşist fikirler devreye girince pozitivizm de yavaş yavaş parlaklığını yitirdi gözümde. Çocukken “Devrim süreci” başlamıştı bir kere ve Kemalizm durağı, Marksizm durağı dur durak vermiyordu. Soluğu anarşizmde aldığımda ise garip bir tür ile karşılaştım. “İslami Anarşist” ya da “Anarko-İslam” diyordu bunlar kendilerine. “Bunlar” diyorum, zira uzun süre hazmetmekte zorlandım. Ki hala daha yer yer sağanak olarak “ulan oğlum, anarşizmle Tanrı otoritesi nasıl sentezlenir?” diyerek veryansın ediyorum. Ama olmuş bir kere…

Ve geldi üniversite yılları (üzerinize afiyet ben 25 yaşından sonra üniversiteye gittiğim için, o dönemim kısık ateşli ve herkesi anlamaya çalışan biri olarak geçti. İnanmazsınız beni linç etmeye kalkan Alperenler’in reisi ile Gazi Üniversitesi’nin bir bankında oturmuş, “9 Işık doktrini” üzerine tartışmaya çalışırken buldum kendimi. Tabii “9 Işık”ı “reyiz” bilmiyordu o başka mevzu), bu yıllarda yine bizim “arkadaşlık örgütünden” tesettürlü, çok sevdiğimiz bir arkadaşımız tesettürü yüzünden güvenlikle sıkıntı yaşayınca ben, Kara Murat misali öne atlayıp, güvenliğe karşı siper etmiştim bu gövdemi. Olay sonrası yanıma gelip “Sinan bizim grupta en son senden beklerdim başörtüsünün savunulmasını” demişti.

O gün başörtüsünü savunmadığımı, özgürlüğü savunduğumu, Voltaire’i anlatabildim mi, bilmiyorum. Lakin bir Müslümanın hayır duasını alan nadir ateistlerden biri olmuştum sanırım. Allah razı olsun.

Çok uzatmayalım. Günümüze geldiğimizde ise hala daha öyle kitaplar okuyorum ki, “yok oğlum” diyorum, “gerçekten olmaz. Birlikte yaşamak imkansız” diyorum. İsmail Nacar’ı, Sibel Üresin’i dinlerken ya da Akit gazetesi okurken tüylerim diken diken oluyor ve tüm kardeşlik duygularım yerini Stalin’e bırakıyor. Sonra panzehir niyetine youtube’dan bir İhsan Eliaçık söyleşisi açıyorum. Bir Murat Menteş’e kulak veriyorum. Hatta Edip Yüksel’in ilginç “home video” parçalarını izliyorum. Rahatlıyorum. Evet, ben bu adamlarla birlikte yaşayabilirim, diyorum. Olabilir, diyorum. Neden olmasın, diyorum. Olmanın, oldurmanın önündeki tek engel biziz, diyorum.

Ve bazen sosyal paylaşım sitelerinde, forumlarda bazı ateist sitelerine girip bir iki sohbete katılayım diyorum. Çok keskin ırkçı tipleri fark edince, Nihal Atsız’ı düşününce, Kemalist takîyyecileri dinleyince, “ateistlerin de pek çoğuyla yaşayamam” diye bir ürperti geçiyor içimden.

Yani dostlar, kitabi bilgilere sığınmadan, kafa şişirmeden, lügat parçalamadan söyleyecek olursam, çocuklukta başlayan “Devrim sürecim” aslolanın ne ateizm, ne İslam olduğunu söylüyor. Aslolan bu değerlere sahip olup da, kendinden olmayanlarla eşit ve özgür bir ortak yaşam kültürü kurabilme olgunluğuna erişmiş olmak ya da olmamak olduğunu ve bütün meselenin bu olduğunu idrak etme durağındayım.

Kürt halkına ağız dolusu küfür eden Kemalist bir ateistle bir arada durmaktansa, ezilenin yanında söylemleriyle resmi İslam’ın (Devlet İslamı) nefretini kazanan İhsan Eliaçık’ın yanında durmayı tercih ederim.

Ertuğrul Kürkçü de bunu anlamış olacak ki, “emek eksenli bir mücadelede Müslümanlarla ortaklık kurulabileceğini” söylüyor. Ama tabii “İslam bayrağı altında kardeşlik” tezi bizi kardeşliğe götürmez. Sadece Müslümanları kardeşliğe götürür. O nedenle AKP ve Öcalan’ın ortaya attığı bu harçtan mozaik değil, yine bildiğin beton olur. Hem de tez elden beton olur.

Bizi kardeşliğe götürecek yol ne İslamdır, ne de ateizmdir. Bizi kardeşliğe götürecek yol, herkesin kendi yoludur. Kimse kimsenin yoluna çıkmadığı vakit, herkes kendi yolundan kardeşliğe gidecektir. Müslümanlar ve ateistler de artık birbirlerine saldırmadan, daha saygın bir üslupla fikirlerini paylaşmayı öğrenmeli, eşitlik ve özgürlük temelinde kendi düşünsel, inançsal alt yapılarını revize etmelidir.

Ben yirmi yıldır bu ülkede her gün televizyonlarda, gazetelerde, gündelik hayatın içinde resmi İslam ve onun yarattığı toplumsal refleksler tarafından küfür yiyen, aşağılanan bir ateist olarak artık bu saldırgan dilin sonlanması gerektiğini ve bunun için de İhsan Eliaçık gibi, anti-kapitalist Müslümanlar gibi oluşumların özellikle ateistler tarafından da desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer İhsan Eliaçık “ben bir ateistle birlikte yürürüm” diyorsa, bir ateistin de çıkıp “ben de İhsan hocayla birlikte yürürüm” demesi gerekir. Yoksa devletin/diyanetin “zorba İslam”ı hem ortaklaşmacı Müslümanları hem de ateistleri ezip geçmeye, aradaki kinden ve nefretten kendini beslemeye dünden hazır ve nâzır…

Dünyadaki son Müslüman yok olana dek savaşmaya ya da dünyadaki son ateist yok olana dek cihad etmeye kimsenin gücü de yetmez, günü de yetmez. O nedenle varolan anı “öteki”ni yok etmeden, yok etme düşüncesini aklımızın ucuna bucağına dahi getirmeden, tanıyarak, anlayarak birlikte ve ortak bir yaşam kültürü temelinde biçimlendirmeliyiz.

Devletin tüm kışkırtmalarına, eğitim, medya ve yargısıyla saldırılarına rağmen toplum kendi iç anlayışını ve barışını sağladığında "özgürlük bayrağı altında" değil bin yıl, sonsuza dek kardeşçe yaşamamız olasıdır.

SİNAN/İZMİR