Düş ölür göreni olmayınca
Ölüdür insan, düşüne yaraşmayınca


Yıl 1969-70 bir hapishane avlusu iki kabadayı ve iki devrimci… Bu sık gördüğümüz bir sahne değil; ama bu ve buna benzer sahneler Türkiye’nin birçok kahvesinde, köyünde, kasaba meydanında uzun yıllar anlatıldı. Denizlerle anısı olmayan; gurbette, hapiste, yolculukta, onları görmemiş, sohbet etmemiş olan, kurgusuna, hayaline bu efsane devrimcileri çağırmayan yok gibiydi.

Şöyle başlardı pek çok sohbet:
“Şimdi geldiğim yerde bir ağa var. Köylüyü kasıp kavuruyor. Fakat, geçenlerde Deniz Gezmiş ile arkadaşları bir geldi o köylere, var ya ağanın durumunu görmeniz lazımdı…”
Bir başkası şöyle başlar: “Arkadaşlar filanca yerde kızla oğlan birbirini seviyor. Lakin kızın babası zengin, vermiyor kızı. Deniz Gezmiş tesadüfen oralarda… Tepeden tırnağa silah... Tek bir şey söylüyor: ‘Sevenler evlenecek.’ Adam sıkıysa vermesin kızı…”
“Biz inşaatta çalışıyorduk” diye başlıyor bir başkası başka bir kahvede; “Patron hakkımızı vermiyor. Başladık didişmeye. Tam o sırada Deniz’le arkadaşları da oradan geçiyor. Bizim kodaman Deniz’i bir gördü, bet beniz küle kesti. Hakkımızı vermek ne kelime, üstüne bir de ikramiye koydu.”
Bir başka mekânda sigara dumanları arasında bir adam:
“Geçenlerde barbut atıyoruz” diye başlıyor söze; “Deniz geldi oturdu. İnanır mısınız masayı öyle üttü ki bizde mangiz de kalmadı, mecal de… Sonra… Sonra Deniz kalktı ve herkesin parasını kuruşu kuruşuna geri verdi. ‘Biz devrimciler, kimsenin ekmeğine, rızkına, el sürmeyiz… Biz para babalarının parasına el koyarız’ dedi ve gitti.”

Dahası 12 Mart faşizmi Denizleri öldürdükten sonraki yılların gazeteleri bu gözle taransa şöyle haberler rast gelinecektir:
“Deniz Gezmiş girdiği muhtarlık seçimini büyük bir oy farkıyla kazandı.”
“Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının banka soygunlarında elde ettikleri paralarla kimsesiz çocuklar için bakım yurdu yapılıyor.”

Bunlar elbette birer efsanedir. Ama mücadelenin büyüsü, tılsımı, mizahı, özlemleri olmadan efsanelerin doğması olanaklı mıdır? Çünkü halk kendisinden olanı, kendi doğurduğunu kalbinde yaşatandır; halk, adalet ve özgürlük için isyan edeni, bu isyanının yükünü mağrur olmadan, halktan üstün görünme çabasına girmeden taşıyabileni bağrından her gün yeniden doğurur.

Bugün bizim halk edebiyatımızda birbirinden farklı 100’ü aşkın Pir Sultan’ın olmasını; her bölgenin onlarca Pir Sultan’ının olmasını açılayacak başka bir olgu yoktur.
Fotoğrafta, Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin iki kabadayı ile birlikte görülüyor... Bu kabadayıların aileleri bu fotoğrafı, bütün yasaklara, baskı dönemlerine karşın büyük bir saygıyla saklamış; Deniz’in ve Cihan’ın yoldaşlarına ulaştırmışlarsa, bunun arkasında, devrimcilerin halk yaşamının içinde olma biçimlerinden başka bir neden aramak olanaksızdır.

68’ kuşağının bu devrimci önderleri, kendi düşledikleri yaşamı ancak halkla, halkın çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutarak gerçekleştirebileceklerine inandılar ve öyle yaşadılar. Bu yaşam tarzı neden oldu çektikleri eziyete, öldürülmelerine…
Ama bu yaşam tarzı, unutmanın kolay sularına sürüklenen bu ülkede devrimci önderleri unutulmaz kıldı. Burjuvazi ne yaparsa yapsın, Denizler devrimci özleriyle zamana direnebilmiş klasiklerdir.

Çünkü devrim düşüncesi zamanın silebileceği bir şey değil, tam tersine her an yeniden büyüttüğü bir olgudur.
 Koşulların kâğıdını hırpaladığı ama özünün olanca maddesini, edasını, çağrışımlarını, gücünü her gün biraz daha yükselttiği bu fotoğrafa iyi bakmalıyız.

Çünkü burjuva diktatörlüklerine can almanın yetmediği bir dönemden geçiyoruz:

Can almak yetmiyor artık onlara,
Düşler ölsün istiyorlar

Ama zaten
Düş ölür göreni olmayınca
Yaşasa da ölüdür insan, düşüne yaraşmayınca
Daha yeni Daha eski