Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

"Polis, çukura düşmeyelim diye bizi dövüyor"

YALÇIN BAYER... Hava-İş çalışanları kalabalık bir grup halinde herkes gibi biber gazının atılabileceği yerleri gözlüyorlar. Çünkü onlar...

YALÇIN BAYER...
Hava-İş çalışanları kalabalık bir grup halinde herkes gibi biber gazının atılabileceği yerleri gözlüyorlar. Çünkü onlar daha önceki eylemlerinden tecrübeli sayılır.
Oradaki insanların, yüzlerce eylemcinin yediği gaza karşı ne kadar duyarsız olduğu kapalı perdelerden anlaşılıyor.
Çünkü insanlar polis midir gaz mıdır korkusuyla pencerelerini bile açamıyorlar. Bir binadan şefkatli ve duyarlı bir eczacı hanım “gaz mağdurlarına” peçete su veriyor. Bir de az ilerdeki Boğaziçi Tıp Merkezi’nden maske dağıtılıyor. Bunu büyük bir 1 Mayıs hediyesi olarak kabul ediyoruz.
Aralık olmadan 45 dakika içinde üç kez gaz yedik. İnsanın gözleri yaşarıyor genizleri yanıyor. Dikilitaş’a inen “cosmetix” işyerinden duyarlı insanlar bizi lavaboya götürüyor, çaycı hanım ise yarım limonu gözlerimize sıkıyor. Limon gazın acısı kadar ağır. Ama etkisini engelleyici özelliği var.
Şimdi tekrar Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nin bahçe duvarından Barbaros Bulvarı’ndaki halini izlemeye gidiyorum. Fotoğrafçı arkadaşımız Levent, şoförümüz Hasan ile birbirimizi kaybetmiş durumdayız.
Yıldız Teknik Üniversitesi’nin üzerindeki üst geçitten Beşiktaş’a doğru üç barikat görüyorum. Öğrencilerin, siyasi partilerin ve STK’ların bu barikatları yarması mümkün değil. O nedenle herkes yan sokaklardan Beşiktaş’a inmeye çalışıyor. Bitkin ve yorgun halde…
Şu anda polis  köprünün altındaki gruba doğru hareketlenmeye başladı.
Eyvah…
Dördüncü gazı yememek için  hızlı adımlarla bölgeden uzaklaşıyoruz.

İSMET BERKAN
 Sabah 06.30'da evden çıktım. Hedef Taksim. Arabamla Beşiktaş'a geldiğimde polis yolu kesti. İskele meydanında belki birkaç yüz kişilik bir grup sloganlar atıyordu. 
Barbaros Bulvarına tırmanmaya başladım. Aşağıya iniş Yıldız Teknik Üniversitesi'ne varmadan kesilmişti zaten. İnsanlar aşağı doğru yürüyorlardı.
Darphane'nin oradan içeri girdim, arka yollardan Nişantaşı'na ulaştım, arabamı park ettim ve Taksim'e yürümeye başladım.
İntercontinental Otelinin önünde polis Mete caddesine girişi kesmişti. Tek başımaydım ve Taksim'e oradan girmeme izin verilmedi.
Talimhane'den dolaştım, Tarlabaşı Bulvarı'nın ucundan Taksim'e girmeyi denedim. Hayır, polis orayı da kapatmıştı.
Bulvardan aşağıya yürüdüm, Ağa Camii'nin sokağından şansımı tekrar denedim. Polise kendimi hiç gazeteci olarak tanıtmıyordum. Yollarda bavullarını taşıyan turistlerle birlikte, bir nevi kader birliği içinde Taksim'e yaya olarak ulaşmaya çalışıyorduk.
Ağa Camii'nin sokağındaki polisler beni İstiklal Caddesine bıraktı. Cadde bomboş. Sadece küme küme sivil ve resmi polisler var. Caddeden yürüdüm, Taksim'e polis kontrolundan geçip rahatça girdim.
Meydanda sadece polisler ve gazeteciler vardı. Tabii fırsat bu fırsat hatıra fotoğrafları çekildi polis barikatının önünde.
Aslında yaşanan tuhaf bir inatlaşma ve bunun sonucunda da bir trajedi.
Taksim'deki inşaat yalan değil gerçek. Çukur derin. Tamam ama barışçıl bir toplantıya engel değil bu. Polis ve devlet dün Taksim'e çıkılmasını engellemek için harcadığı paranın ve emeğin belki üçte birine Taksim'i 1 Mayıs'ı kutlanabilir ve güvenli bir yer haline getirebilirdi.
Şimdi olan, 1 Mayıs'ı yeniden yasal zeminlerden polise taş atan, çatışmak için fırsat kollayan illegal zeminlere teslim etmek. Bunda devletimizin katkısı hiç de azımsanmayacak miktarda.
İstanbul'da adı konmamış sıkıyönetim ilan ederek, sokağa çıkma yasakları koyarak, ulaşımı imkansızlaştırarak milyonlarca insanın hayatını kötü anlamda etkileyen bir devletimiz var.
Devlet bunca gazı neden sıktı, bunca insanı neden dmvdü, bunca halka bunca eziyeti neden yaptı? Vatandaş çukura düşmesin diye.
Komik diyeceğim ama maalesef değil; fazlasıyla üzücü, fazlasıyla akılsızca...