Gezi Direnişi başladığından bu yana Başbakan Tayyip Erdoğan ve diğer devlet erkânı ısrarla direnişçilerin bileşenleri hakkında ayrış...
Gezi Direnişi başladığından bu
yana Başbakan Tayyip Erdoğan ve diğer devlet erkânı ısrarla direnişçilerin
bileşenleri hakkında ayrıştırıcı ve bölücü bir üslup sergiliyorlar. Ama çok
fazla bölmüyorlar, sadece ikiye: Samimi çevreciler, ağaç sevgisi, doğa tutkusu
olanlar ile önce terörist, sonra marjinal ve nihayet çapulcu olanlar. Aslında
farkında olmadan birincileri marjinal kılıyorlar çünkü daima çoğunluk
ikincilermiş gibi konuşuyorlar. Birincilerden özür diliyorlar, ikinciler için
yaptıkları hesabı açıklamıyorlar; ne var ki insanlar polis kurşunuyla ya da
biber gazı fişeğiyle öldürülüyor. Ölümleri anmayınca ölenlerin de yaptıkları
ayrıştırmada hangi bölüme girdiklerini açıklamak zorunda kalmıyorlar.
Çapulcuyu bırak çevreciye bak
Diyelim ki çapulcular ve
çevreciler diye iki grup var. Çapulcuları bir kenara bırakalım. Başbakan
çevrecileri samimi bulduğunu ve kendisinin de çevrecilikten anladığını ve
kendisine başvurulması gerektiğini söylüyor. Yani onların Gezi’de bir başka
niyet ve amaç için olmadıklarını ve birileri tarafından kullanılmadıklarını
kabul ediyor. O halde çevrecilerin taleplerine hemen yanıt verebilir. Ağaçların
ve parkın olduğu haliyle korunup ihya edilmesi,
herhangi bir inşa projesinin (AVM, rezidans, buz pisti, müze, otel,
camii vb.) yapılmaması taleplerini kabul edebilir.
Ancak olumlu ya da olumsuz bir
yanıt vermek yerine birbirine benzemeyen çeşitli inşaat projeleri sıralamakta
(proje belirsiz ama tarzının barok mimarı olacağı kesin), diğer yandan müzakere
ile sorunun çözüleceğini ifade etmektedir. Laf var ama niyet yok.
Haysiyet ağacın boyunu aşar
Başbakan ile devlet, başından
beri meseleyi üç beş ağaca indirgemişti ve halen bu konumunu korumaktadır: Gezi
Direnişi’nin salt ağaç meselesi olmadığı, kendi kaderini belirleyememekten
bunalan insanların, bulundukları köşeden değil en umulmadık yerden, kente ait
kamusal bir alanın savunulmasından patlayan bir isyanı olduğunu onlar da
bilmektedir. İnsanların aşağılanmaya son verme, onuruna sahip çıkma asabiyetinin
haysiyete dönüştüğünün farkındalar.
Ancak isyan toplumun tüm
kesimleri tarafından henüz bu şekilde kavranılmamıştır –gerek İstanbul’un diğer
mahallelerinde gerekse ülkenin diğer şehirlerinde bizzat gösterilere
katılanların önemli bir kısmı da isyanı bu şekilde değerlendirmemekte, basitçe
Tayyip Erdoğan veya AKP hükümetine reddiye olarak algılamaktadır. Devlet,
hükümet ve burjuva bloğu bu değerlendirme ve algıdan memnundur ve top yekûn
düzene dair eleştiriye dönüşecek bir kavrayış edinilmemesi için medyanın
kalemşorlarını, uzman görüş erbabını, sosyologlarını velhasıl bilumum akil
insanlarını topluma akıl-fikir vermeye seferber etmiş bulunmaktadır. (Şahikası Erol Göka’nın “laik kimlik,
on-line gençlik, şehir aydın ve sanatçı kimliği” icadıdır. -CNN Türk, Eğrisi
Doğrusu 07.06.2013[1])
Zaman devletindir
Devlet ve AKP iktidarı
çevrecilerin taleplerine cevap vermek yerine en iyi bildiği şeyi sorunu zamana
yayarak soğumasını ve unutulmasını sağlayacak oyalamayı yürürlüğe koyacaktır;
Kürt sorunu konusunda da “barış süreci” altında bir oyalanma sürecine girilmedi
mi? (Önümüzdeki iki yıl için de yerel ve genel seçimler, Ermeni soykırımının
100. yılı vb. bahane edilecektir.) Tayyip Erdoğan’ın aksine Bülent Arınç ile
Abdullah Gül’ün yumuşak, görüşmeci yaklaşımları (uzlaşmacı değil) bu soğuma
sürecine geçişi sağlamıştır.
Ancak Taksim Dayanışması ile ne
konuşulmaktadır? Onlardan neden görüş alınmaktadır?[2]
Gezi Direnişi asgari taleplerini ilân etmiştir ve bunlar mücadelenin başındaki
taleplerden farklı değildir. Bu talepler belli ki devlet tarafından “müzakere
edilebilir” olarak ele alınmaktadır, o halde hemen cevap verilmelidir. Devlet
anlayışlı ve uzlaşmacı olduğu konusunda samimiyse bu kadar bekleme neden?
Başbakan’ın yurt dışı gezisinden
Türkiye’ye dönüşünde yaptığı açıklamalara bakılırsa çapulcuların değil başbakanın
talepleri vardır; Gezi Parkı değil Topçu Kışlası’nın inşası müzakere
edilemezdir.
Karar kimin?
Ancak Gezi Direnişi tarafından
uzlaşmaya açık mıdır?
7 Haziran’da Tayip Erdoğan’ın
yaptığı “başbakanınızla çevre meselesini görüşün” çağrısına, her yerde halkın
önceliği olan “Tayyip istifa” sloganını hiçbir şekilde dillendiremeyen, Taksim
Dayanışması’nın icabet edeceği aşikâr; tabii Erdoğan’ın da Taksim ve Gezi
Parkı’nın geleceği dışındaki (gözaltına alınan ve tutuklananların serbest
bırakılması, cadı avı başlatılmaması gibi) talepleri daha sandalyelere
oturmadan kabul edeceğine şüphe yok. Ancak?
Taksim’in geleceği için Gezi
Direnişi ne diyecek ve neye razı olacak?
Bülent Arınç ile görüşmeden sonra
polisin uzlaşmacı tavra büründüğü ve saldırıda bulunmadığı görüldü. Beri yandan
feniküler sistem ve metronun Taksim durakları açıldı –ki parkın bağrına çıkar
ve tüm barikatları anlamsız kılmaktadırlar,–
meydandaki bazı hurda araçlar alındı –ki biri Etap Oteli’nin yan
sokağındaki barikat görevi görüyordu.
Ne var ki görüşmelerdeki
uzlaşmacı tavırlara karşılık mahallelerde “tencere tava havası” artarak devam
ediyordu; yani aslında Gezi Direnişi yeni yeni yayılmakta ki Gezi’nin kaderini
belirleyecek olan da Taksim’deki özgürlük havasının, dayanışmanın, siyasete
dahil oluşun mahallelere de yayılmasıdır. Diğer illerde de parklara
yerleşilmesi ve mahalli etkinlikler sürdürülmesi umut vericidir.
Geri gidecek yer var mı?
Taksim Dayanışması’nın başbakanla
görüşmesine Gezi Direnişi ne diyecek ve neye razı olacak?
Meydanın trafiğe açılması ise
direnişin kendi kendini tasfiyesi anlamına geleceğinden böyle bir talebin kabul
edilmesi akla dahi getirilmeyeceği çok açık. Ancak müzakere edilecek ve tavize
dönüşecek herhangi bir adım olabilir mi?
Parktan öte “mimariye” razı
mısınız?
Teslimiyet her zaman teslimattır…
07 Haziran 2013
Özcan Özen
[1] http://tv.cnnturk.com/video/2013/06/08/programlar/egrisi-dogrusu/egrisi-dogrusu/2013-06-07T1930/index.html
[2] Bu yazı kaleme alınırken Taksim Dayanışması heyetinin
Bülent Arınç ve AB heyetiyle görüşmelerinin içeriğine dair henüz www.taksimdayinaismasi.org
adresinde yer alan bir açıklama yapılmamıştı.