“Başkaldırıyorum, o halde varım” diyen, yakın tarihin en büyük anti emperyalistlerinden, ilahiyatçı Ali Şeriati için… 1946’dan be...
“Başkaldırıyorum, o
halde varım” diyen, yakın tarihin en büyük anti emperyalistlerinden, ilahiyatçı
Ali Şeriati için…
1946’dan beri oy veriyor bu halk.
Yani altmışyedi yıldır seçim meydanlarına taşınıp duruyor.
Tam altmışyedi yıldır, sözgelimi bir yerleşim biriminde bir
seçim mitingi olacaksa eğer, o bölgedeki diğer bütün yerleşim birimlerinden
insanları getiriyor parti örgütleri mitingin yapılacağı yere.
“Bindirilmiş Kıta”lar deyiminin ortaya çıkış nedeni de işte
bu “insan taşıma” işi adlandırılsın, anlamlandırılsın diyedir.
“Bindirilmiş Kıta” adı üstünde, “toplamadır”. Eklentidir,
gönülden değil, zorlamadır. Çıkar ilişkisiyle beslenir, hayat bulur.
Güçlü ve sağlam değil, tam tersi kaygandır. Bugün buraya,
yarın başka bir tarafa iliştirilebilir.
Köksüzdür çünkü ve yüreksizdir. İşte bu yüzden “Bindirilmiş
Kıta”lara yüzde yüz güvenilmez.
Hayatın her alanında, birçok çetrefilli meseleyi kolayca
çözmüştür bu “Bindirme” işi.
Çünkü, “Bindirme”nin hamurunda nitelik değil, nicelik vardır
sadece. “Bindirme”nin aslında bir göz boyama yöntemi olması da işte buradan
kaynaklanır.
Gezi Direnişi’nin başından beri sürece aktif olarak katılan
ve destek olan kimi dini grupların İslam’a ilişkin söyledikleri ve savundukları
dikkatimi çekiyor nicedir.
Hareket noktalarıysa hep aynı; Nur Suresi 42. ayet!
Ne diyor o ayet hemen söyleyelim:
“Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve ilallâhil
masîr(masîru).”
Yani? Yanisi şu: “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dönüş
de ancak O’na dır”
İşte bunu diyor.
Her katıldıkları miting ya da gösteride açtıkları o meşhur
pankart da aynını söylüyor zaten: “Mülk Allah’ındır”
İslam’ı sol bir bakış açısıyla anlamaya ve anlatmaya
çalışıyor bu sözünü ettiğim gruplar.
Bu temelde olmak üzere en çok ve cepheden karşı çıktıkları
olgu da, bu dünyada ki “Biriktirme”. Biriktirmeden de, her türlü taşınır ya da
taşınmaz mülkü anlıyorlar.
Bu cenahın şimdiye kadar en çok öne çıkmış ismi olan
ilahiyatçı İhsan Eliaçık’ın; “Kapitalizmi temelden, sosyalizmi de usulden
eleştiriyoruz” demesi de bundan.
Tevbe suresi 34 ve 35. ayetlerini bir manifesto bellemişler.
Ne diyor orada? “Kenz (biriktirmek) ateştir”
Buradan yola çıkarak hali hazırda var olan bütün din kisveli
tarikat ve cemaatlere ve elbette ki AKP’ye alabildiğine muhalifler. Tabii en
önce de kapitalizme.
Bu noktada biraz durup, bir tespitte bulunmam gerekiyor.
İslam’a sol bir anlayışla yaklaşmaları, bu dini sosyalist
bir bakışla anlatmaya çalışmaları ve son tahlilde İslam’la sosyalizmi
ilişkilendirmeye çalışmaları hiç kuşkusuz ilginç ve yeni sayılabilir. Önemlidir
de. Ama, dinle sosyalizm arasında kimi bağlantılar kurmaya çalışarak buradan
hareketle de bu ikisini yan yana getirmeye çabalamak, metafizikle diyalektiğin hiçbir
zaman, hiçbir biçimde bir arada olamayacaklarını bilen biri olarak beni pek de
fazla ilgilendirmiyor açıkçası.
Benim asıl üzerinde durduğum ve önem verdiğim konu; “Kenz
ateştir” ayeti.
Yani bu sözünü ettiğim grupları kapitalizme cepheden karşı
durmaya yönelten iki kelime.
Biriktirmek, hiç kuşkusuz kapitalizmin özüdür.
Kapitalist mülk biriktirir. Mülkünü daima çoğaltmak ister.
Varlığının devamı için gereklidir bu.
Biriktirme işi büyüdüğü ve genişlediği ölçüde kimi
organizasyonları, yeni yeni işbölümlerini, üretmenin ve paylaşmanın
sınırlarının ve niteliğinin tekrar tekrar belirlenmesini ve düzenlenmesini de
beraberinde getirir.
Kapitalist sistem bu tür ihtiyaçların hayata geçirilmesiyle
kurulur.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi, kapitalizmin hüküm sürdüğü
Müslüman ülkelerde de bu böyledir.
İşte zurnanın zart diye öttüğü yer de burasıdır.
Zengini de, yoksulu da Müslüman olan ülkelerde, kapitalizmin
ve doğal olarak onun en temel dayanaklarından biri olan sömürünün devam
ettirilebilmesi için gerekli temel manivela nedir? Elbette ki din!
Ama nasıl bir din?
Hemen söyleyelim; kapitalist sömürüyü yoksul Müslümanlar
nezdinde “meşru” kılacak bir din.
Peki İslam dini buna müsait mi? Hayır! (Bu “Hayır”ın içini
bir sonraki yazımda doldurmaya çalışacağım)
İşte “Uydurulmuş İslam”ın gerekliliği bu noktada ortaya
çıkar.
Bu İslam baştan aşağıya “Yalan”dır ve İslam değildir.
Ya nedir?
Zengin Müslümanların yoksul Müslümanları sömürmesinin ve
bunun devamlılığının sağlanmasının manifestosudur.
Hadislerle bu kadar çok “oynanmış” olmasının temelinde bu
vardır.
Tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin de!
Şu anda Türkiye’deki bütün tarikat ve cemaatler aslında tek
tek birer kapitalist sermaye grubudurlar. Laik kesimdeki TÜSİAD benzeri
örgütlenmeler, “karşı taraf”ta tarikat ve cemaat olarak karşılık bulur.
Tarikat ve cemaat din değil, az önce sözünü ettiğim “Uydurulmuş
İslam”ın örgütlenme biçimidir.
Yazımın başında bindirilmiş kıtalardan söz ederken; “Bindirme”nin
hamurunda nitelik değil, nicelik vardır sadece. “Bindirme”nin aslında bir göz
boyama yöntemi olması da işte buradan kaynaklanır demiştim. Uydurulmuş İslam da
bir çeşit “Bindirme” değil midir? Yani bir göz boyama yöntemi?
İçi boş olan, köksüzdür. Yalandır. Öyleymiş gibi yapmanın bir
diğer adıdır. Uydurulmuş ya da bindirilmiş olanı temsil eder.
Hem Müslüman, hem de kapitalist olan ülkeler için Bindirilmiş
İslam can simididir.
Bu İslam’ın kendi içinden birtakım peygamberler çıkarması
gerekliliği, hatta çıkartıyor olması, bu anlamda şaşırtıcı olmamalıdır.
Fethullah Gülen’in çok kısa bir süre önce, ‘İslam’ı sadece
Kuran’dan öğrenmek gerekir’ diyenleri kastederek; “Şimdi de ortaya ‘Kuran
İslamı’ diye bir sapıklık çıktı” diye yaygara koparmasının altında, Bindirilmiş
İslam’ın foyasının açığa çıkması ihtimalinin derin korkusu yatmaktadır.
Bindirilmiş İslam, villadır, ciptir, kadındır, bankalardaki
sınırsız paradır, sömürüdür.
İndirilmiş İslam ise halktır!
Halkın dinini bilmesinin, mülkün sömürü yoluyla toplandığı
eller için problem yaratacağı öngörüsü “Bindirilmiş İslam”ın devreye
sokulmasını zorunlu kılar. Kuran İslam’ına “sapıklık” diyen Gülen’in açıkça, “Ben
varım ya, yetmez mi” demeye getirmesi bu yüzdendir.
Bugün gelinen noktada artık, “Bindirilmiş İslam”, “İndirilmiş
İslam”a karşıdır.
Bu bir savaştır ve Bindirilmiş İslam galip gelmek için,
sürekli korkutmaktadır.
Çünkü, geniş yoksul yığınların sindirilmesinin, baskı
altında tutularak kontrol edilmesinin en kolay yolunun, insanı bilinmeyenle korkutmak
olduğunu çok iyi bilir. O yığınların kendi dinlerini bilmesi, Bindirilmiş İslam’ın
işine gelmez. Dini Kuran’dan öğrenmek Bindirilmiş İslam için sonun
başlangıcıdır.
Bu yoldaki en büyük silahı ise hadislerdir. Büyük bir
çoğunluğu bilinçli bir biçimde uydurulmuş ya da çarpıtılmış hadisler. (Bunlar
için bir sonra ki yazımda çok net örnekler vereceğim)
Burada, daha sonra devam etmek üzere kesiyorum.
Yazımın başında, “Bindirme” göz boyamadır demiştim.
Bindirilmiş İslam da öyle.
Ve Bindirilmiş İslam’ın bütün sahte, sömürgen palavracı ve
İslam’da Eşitlik Yoktur” diyen peygamberleri de.
Fussilet Suresi onuncu ayeti ne diyor, kulak verelim mi?
“Yeryüzünde sabit dağlar var etti. Orasını bereketlendirdi.
İhtiyacı olanlar için eşit olarak dört mevsim rızık ve rızık kaynakları var
etti”
Ya Kasas Suresi beşinci ayet…
“Biz istiyoruz ki, ezilenleri yeryüzünde önderler yapalım”
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın.
Recep Tayyip için bir dipnot:
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki; ihtiyaç
fazlasını. (Bakara 2/219)
HAYRİ GÜNEL