Altıyol’dan Kadıköy’e inildi,
sloganlar ve şarkılar eşliğinde. Vapura binildi. Karaköy’den Taksim’e yürünecekti.
Her zamanki güzergâh kullanılacaktı: Yüksek Kaldırım, Tünel, Galatasaray ve
Taksim. Neşe dolu, barışçıl kitle Yüksek Kaldırım’ı tırmanmaya başlamıştı ki
arkasından bir patlama sesi geldi. Ses kortejin arkada kalan yarısı tarafından
anca duyulmuştu. Gayri ihtiyari sesin geldiği yöne, arkaya bakan gözlerin
gördüğü yarısı sivil, yarısı üniformalı 15-20 kişilik bir grup oldu. Tuhaf bir
bileşimdi. Yüzlerinde garip maskeler ve ellerinde bir tür ateşli silah benzeri
borular bulunuyordu. Sokak tiyatrosu oyuncuları, belki de palyaço
olabilirdiler. Öyle ya kim bu sıcakta acayip maske takar ki? Onca esnafın,
vatandaşın ve turistin arasında kim böyle bir şey yapardı ki? Belki de
marjinaldiler. Kitle hiç oralı olmadı. Ancak bu tuhaf grubun içinden iki kişi tek
dizleri üzerine çöküp ellerindeki ateşli silah taklidi boruları kitleye
doğrulttu. Üstelik ateşlediler, çünkü boruların ucundan ateş çıktığı görüldü ve
yine iki patlama sesi duyuldu.
Ses vardı, görüntü yoktu. İşte o
zaman insanlar bir grup teröristin üzerilerine ses bombası attığını düşündü.
Ama güldü. Ses bombası olduğu anlaşılmıştı, “yememişlerdi.”
Bakışlar tekrar yukarı
çevrildiğinde bu kez kortejin önünden bir duman çıktığı görüldü. En öndekiler
dahil kimse, pek anlam veremedi buna. Ancak rüzgârın marifeti dumanı
yaklaştırdıkça ve duman bir sise döndükçe bunun biber gazı olabileceği akla
geldi. Ama aynı anda burunlara da koku geldi; duman göze değdi, cilde sindi;
zehir ciğere işledi. Kitle çaresiz o noktada daracık caddenin tek çıkışı olan
Saint Georg Hastanesi sokağına bağlanan soldaki merdivenlere yöneldi. Peşinden
de biber gazı dumanı.
Pek çok Kadıköylü biber gazıyla
böyle tanıştı. Kortejin önünden, yokuşun yukarısından patlama sesi gelmemişti;
muhtemelen biber gazı el bombaları yokuştan aşağı bırakılmıştı sessizce. Ama
gazı kim atmıştı? Herhalde polis değildi. Çünkü aşağıdaki tiyatrocu-palyaço
grupta kask yoktu; polis olsalardı kaskları ve kasklarının üzerinde numaraları
olurdu. Üstelik sivil giysili polis gaz ya da ses bombası atmazdı çünkü polis oldukları
sivilliklerinden hiç mi hiç anlaşılamaz.
Hepsinden önemlisi daha bir
hafta ya da on gün önce İçişleri Bakanı (ve İstanbul eski valisi) Muammer Güler
valiliklere gönderdiği bir talimatla biber gazı kullanımının şartlarını ve
usulünü belirlemişti: Biber gazı kullanılmadan önce kitleye biber gazı
kullanılacağının duyurulmasını ve ayrılmak isteyenlere zaman tanınması bir süre
beklenilmesi gerekliydi. Polisin içişleri bakanının talimatını hiçe sayması ve
keyfi gaz kullanılması hiç düşünülebilir mi? Ayrıca izinsiz bir yürüyüş
olduğunu düşündüğünde de polis, kitlenin önünü keser ve uzun uzun kitleye
yapılanın hukuksal anlamını ve neden izin vermediğini anlatırdı. Bu da
gerçekleşmemişti. O zaman kimdi bu ses ve gaz bombası kullananlar?
Tiyatrocu, palyaço ve polis
olamayacaklarına göre geriye tek bir seçenek kalıyor: Bunlar terörist
olmalıydı. Öyle ya ancak teröristler hiçbir neden ve anlam olmaksızın halkın
üzerine şiddet uygulayabilirdi. Üstelik esnaf da büyük zarar gördü. Hem çok
korktular bu maskeli teröristlerden, hem de attıkları gazdan etkilendiler:
Ağlayanlar, kusanlar. Hele turistler, onlar da misliyle korktu. Dubaili bir
turist “Daha da gelmem ülkenize,” diyordu.
Maskeli teröristler duman
dağılırken yok oldular; mistik ya da fantastik bir “efekt” vermek istemiş
olabilirler, artistler ya…
Onlar buharlaşırken başkaları
zuhur etti: “Maske var, deniz gözlükleri…”
Galata Kulesi civarı yüzü gözü
kızarıklık üstü süt beyazı insanlarla doldu bir anda. Ağızlarını ya bir eşarp
ile bağlamış ya da toz maskesiyle kapatmışlardı. Civardaki lokantalarda yemek
yiyen turistlerin gözleri dehşet ve endişeyle açıldı ve aynı hızla iştahları
kapandı. Telefonların deklanşörlerine asılıyorlardı mütemadiyen.
“Aşağıda ne var, gidebilir
miyiz?” diye soruyor bir turist kadın. “Bize bunu yapanlar var,” diyor yüzü
kırmızı beyaz bir genç, burnundan akan sıvının farkında değil. Turist “Yani
polis,” diyip yukarıya yöneliyor.
Kitle tekrar yüksek kaldırıma
çıktığında trafiğin aşağı doğru yönlendirildiğine tanık oluyor. Tünel
meydancığında bekleniliyor azıcık; ne var ki Gezi Parkı’na kavuşmak için
sabırsız kitle. Ufukta görünen Galatasaray’daki bir başka kalabalığın çekim
gücüne kapılmamak elde mi? Temkinli ama aceleyle yola konuluyor tekrar. Rus
Konsolosluğu henüz geçilmişti ki Galatasaray üzerine yürüyor ve arkasından
seyyar bir “fişkiye.”
Ara sokaklar adeta su sıkılmak
ve gaz bombası atılmak için var. Her girilen yerden bir başkaları geliyor.
Tarlabaşı’ndan da kask numarasız maskeliler saldırıyormuş. “İmdat polis!”
Ardından slogansız İstiklal
Caddesi buluşmaları, sonra sloganlar, “Biber gazı oley!” plastik mermiler, dört
çeker “fişkiyeler.” Sabır, yılmayan, bezmeyen bir halk ve adeta şuursuzca cadde
boyunca bir aşağı bir yukarı giden su sarnıçlarının ardından koşuşturan kasklı
kasksız ama kask numaraları olmayan maskeliler? “Kim bunlar, devlet yok mu?”
Esnaf camlarında dağılan plastik
mermilerden ve vitrinlerinin ahşap ve plastik kısımlarına geldiğinde yangına neden olan gaz
fişeklerinden endişeli, kepenklerini kapattıkları dükkânları civarında
bekleşiyor. En çok da balık pazarında tezgâhlarının üzerinde branda gerili
olanlar korkuyor.
**
Maskelilerin gazından, suyundan
bezen insanlar saat 21 civarı Galatasaray Lisesi’nin büyük kapısının önünde
yola oturdu. Sessiz ve sakin bir bekleyiş içindeydiler. Sadece bakışları
konuşuyordu. Kalabalıklaştılar, birkaç sıra oldular. Gözlerdeki kararlılık
boşluğu dövüyordu. İyi ki de öyle yapıyorlardı yoksa insan teninin kaldıracağı
bir bakış değildi onlarınki. Tünel tarafından zırhlı araçlar, damperli kamyonlar
geldi, belirdi önlerinde ve onların arkasında da maskeliler.
Şef maskeli “Akrebin içinde iki
yaralımız var, yolu açın geçelim,” dedi. Oturanlar inanmadı “Öyle olsa çoktan
ambulans gelmişti.” O tartışma sırasında biri Akrebin arka kapısını açtı ve
içeri baktı: “İçeride değil yaralı, kimse yok!”
“Devletin polisinin sözüne
inanmayıp içine mi bakıyorsunuz yahu,” dedi müzakere eden maskelilerden biri.
Herkes tebessüm ederken iki
biber gazı el bombasını oturanların üzerine atıp geri çekildiler hızla. Birkaç gaz
fişeği daha geldi. Oturanlar gazdan etkilenip dağılmaya çalışırken üç kadın hiç
kımıldamadı, bir erkek hareketlenen ve motorları gürültüyle homurdanan
araçların önünde kaldı, elleriyle boşluğu durduruyordu zırhlılardan önce.
**
Kimdi bunlar? Maskeliler değil
diğerleri?
Sahibi belli olmayan Tanrısal
bir ses haykırdı: “Halkız biz, yine geleceğiz!”
Sonra Davudi bir gürleme: “Bu,
daha başlangıç; mücadeleye devam!”
7 Temmuz 2013
Özcan Özen