Yaklaşık 5 bin kişi her zamanki coşkusuyla beraberce Taksim’e gitmek için Altıyol’da buluştu. Günlerden cumartesi, tarih 6 Temmuz’du. Tebligata gidilecekti. Mahkeme Taksim yayalaştırma projesi ve Gezi Parkı’nda yapılması planlanan Topçu Kışlası projelerini iptal etmişti ve bu karar Valiliğe, Büyükşehir Belediyesi’ne ve polise tebliğ olunacaktı.
Altıyol’dan Kadıköy’e inildi, sloganlar ve şarkılar eşliğinde. Vapura binildi. Karaköy’den Taksim’e yürünecekti. Her zamanki güzergâh kullanılacaktı: Yüksek Kaldırım, Tünel, Galatasaray ve Taksim. Neşe dolu, barışçıl kitle Yüksek Kaldırım’ı tırmanmaya başlamıştı ki arkasından bir patlama sesi geldi. Ses kortejin arkada kalan yarısı tarafından anca duyulmuştu. Gayri ihtiyari sesin geldiği yöne, arkaya bakan gözlerin gördüğü yarısı sivil, yarısı üniformalı 15-20 kişilik bir grup oldu. Tuhaf bir bileşimdi. Yüzlerinde garip maskeler ve ellerinde bir tür ateşli silah benzeri borular bulunuyordu. Sokak tiyatrosu oyuncuları, belki de palyaço olabilirdiler. Öyle ya kim bu sıcakta acayip maske takar ki? Onca esnafın, vatandaşın ve turistin arasında kim böyle bir şey yapardı ki? Belki de marjinaldiler. Kitle hiç oralı olmadı. Ancak bu tuhaf grubun içinden iki kişi tek dizleri üzerine çöküp ellerindeki ateşli silah taklidi boruları kitleye doğrulttu. Üstelik ateşlediler, çünkü boruların ucundan ateş çıktığı görüldü ve yine iki patlama sesi duyuldu.
Ses vardı, görüntü yoktu. İşte o zaman insanlar bir grup teröristin üzerilerine ses bombası attığını düşündü. Ama güldü. Ses bombası olduğu anlaşılmıştı, “yememişlerdi.”
Bakışlar tekrar yukarı çevrildiğinde bu kez kortejin önünden bir duman çıktığı görüldü. En öndekiler dahil kimse, pek anlam veremedi buna. Ancak rüzgârın marifeti dumanı yaklaştırdıkça ve duman bir sise döndükçe bunun biber gazı olabileceği akla geldi. Ama aynı anda burunlara da koku geldi; duman göze değdi, cilde sindi; zehir ciğere işledi. Kitle çaresiz o noktada daracık caddenin tek çıkışı olan Saint Georg Hastanesi sokağına bağlanan soldaki merdivenlere yöneldi. Peşinden de biber gazı dumanı.
Pek çok Kadıköylü biber gazıyla böyle tanıştı. Kortejin önünden, yokuşun yukarısından patlama sesi gelmemişti; muhtemelen biber gazı el bombaları yokuştan aşağı bırakılmıştı sessizce. Ama gazı kim atmıştı? Herhalde polis değildi. Çünkü aşağıdaki tiyatrocu-palyaço grupta kask yoktu; polis olsalardı kaskları ve kasklarının üzerinde numaraları olurdu. Üstelik sivil giysili polis gaz ya da ses bombası atmazdı çünkü polis oldukları sivilliklerinden hiç mi hiç anlaşılamaz.
Hepsinden önemlisi daha bir hafta ya da on gün önce İçişleri Bakanı (ve İstanbul eski valisi) Muammer Güler valiliklere gönderdiği bir talimatla biber gazı kullanımının şartlarını ve usulünü belirlemişti: Biber gazı kullanılmadan önce kitleye biber gazı kullanılacağının duyurulmasını ve ayrılmak isteyenlere zaman tanınması bir süre beklenilmesi gerekliydi. Polisin içişleri bakanının talimatını hiçe sayması ve keyfi gaz kullanılması hiç düşünülebilir mi? Ayrıca izinsiz bir yürüyüş olduğunu düşündüğünde de polis, kitlenin önünü keser ve uzun uzun kitleye yapılanın hukuksal anlamını ve neden izin vermediğini anlatırdı. Bu da gerçekleşmemişti. O zaman kimdi bu ses ve gaz bombası kullananlar?
Tiyatrocu, palyaço ve polis olamayacaklarına göre geriye tek bir seçenek kalıyor: Bunlar terörist olmalıydı. Öyle ya ancak teröristler hiçbir neden ve anlam olmaksızın halkın üzerine şiddet uygulayabilirdi. Üstelik esnaf da büyük zarar gördü. Hem çok korktular bu maskeli teröristlerden, hem de attıkları gazdan etkilendiler: Ağlayanlar, kusanlar. Hele turistler, onlar da misliyle korktu. Dubaili bir turist “Daha da gelmem ülkenize,” diyordu.
Maskeli teröristler duman dağılırken yok oldular; mistik ya da fantastik bir “efekt” vermek istemiş olabilirler, artistler ya…
Onlar buharlaşırken başkaları zuhur etti: “Maske var, deniz gözlükleri…”
Galata Kulesi civarı yüzü gözü kızarıklık üstü süt beyazı insanlarla doldu bir anda. Ağızlarını ya bir eşarp ile bağlamış ya da toz maskesiyle kapatmışlardı. Civardaki lokantalarda yemek yiyen turistlerin gözleri dehşet ve endişeyle açıldı ve aynı hızla iştahları kapandı. Telefonların deklanşörlerine asılıyorlardı mütemadiyen.
“Aşağıda ne var, gidebilir miyiz?” diye soruyor bir turist kadın. “Bize bunu yapanlar var,” diyor yüzü kırmızı beyaz bir genç, burnundan akan sıvının farkında değil. Turist “Yani polis,” diyip yukarıya yöneliyor.
Kitle tekrar yüksek kaldırıma çıktığında trafiğin aşağı doğru yönlendirildiğine tanık oluyor. Tünel meydancığında bekleniliyor azıcık; ne var ki Gezi Parkı’na kavuşmak için sabırsız kitle. Ufukta görünen Galatasaray’daki bir başka kalabalığın çekim gücüne kapılmamak elde mi? Temkinli ama aceleyle yola konuluyor tekrar. Rus Konsolosluğu henüz geçilmişti ki Galatasaray üzerine yürüyor ve arkasından seyyar bir “fişkiye.”
Ara sokaklar adeta su sıkılmak ve gaz bombası atılmak için var. Her girilen yerden bir başkaları geliyor. Tarlabaşı’ndan da kask numarasız maskeliler saldırıyormuş. “İmdat polis!”
Ardından slogansız İstiklal Caddesi buluşmaları, sonra sloganlar, “Biber gazı oley!” plastik mermiler, dört çeker “fişkiyeler.” Sabır, yılmayan, bezmeyen bir halk ve adeta şuursuzca cadde boyunca bir aşağı bir yukarı giden su sarnıçlarının ardından koşuşturan kasklı kasksız ama kask numaraları olmayan maskeliler? “Kim bunlar, devlet yok mu?”
Esnaf camlarında dağılan plastik mermilerden ve vitrinlerinin ahşap ve plastik kısımlarına  geldiğinde yangına neden olan gaz fişeklerinden endişeli, kepenklerini kapattıkları dükkânları civarında bekleşiyor. En çok da balık pazarında tezgâhlarının üzerinde branda gerili olanlar korkuyor.
**
Maskelilerin gazından, suyundan bezen insanlar saat 21 civarı Galatasaray Lisesi’nin büyük kapısının önünde yola oturdu. Sessiz ve sakin bir bekleyiş içindeydiler. Sadece bakışları konuşuyordu. Kalabalıklaştılar, birkaç sıra oldular. Gözlerdeki kararlılık boşluğu dövüyordu. İyi ki de öyle yapıyorlardı yoksa insan teninin kaldıracağı bir bakış değildi onlarınki. Tünel tarafından zırhlı araçlar, damperli kamyonlar geldi, belirdi önlerinde ve onların arkasında da maskeliler.
Şef maskeli “Akrebin içinde iki yaralımız var, yolu açın geçelim,” dedi. Oturanlar inanmadı “Öyle olsa çoktan ambulans gelmişti.” O tartışma sırasında biri Akrebin arka kapısını açtı ve içeri baktı: “İçeride değil yaralı, kimse yok!”
“Devletin polisinin sözüne inanmayıp içine mi bakıyorsunuz yahu,” dedi müzakere eden maskelilerden biri.
Herkes tebessüm ederken iki biber gazı el bombasını oturanların üzerine atıp geri çekildiler hızla. Birkaç gaz fişeği daha geldi. Oturanlar gazdan etkilenip dağılmaya çalışırken üç kadın hiç kımıldamadı, bir erkek hareketlenen ve motorları gürültüyle homurdanan araçların önünde kaldı, elleriyle boşluğu durduruyordu zırhlılardan önce.
**
Kimdi bunlar? Maskeliler değil diğerleri?
Sahibi belli olmayan Tanrısal bir ses haykırdı: “Halkız biz, yine geleceğiz!”
Sonra Davudi bir gürleme: “Bu, daha başlangıç; mücadeleye devam!”


7 Temmuz 2013
Özcan Özen
Daha yeni Daha eski