soL Haber Portalı Genel Yayın Yönetmeni Alper Birdal, soL gazetesindeki yazısında "ABD Erdoğan’ı yer mi?" sorusu etrafında yapılan tartışmaları değerlendirdi.
Erdoğan’ı ABD’ye yedirtmek
“Artık ABD de desteklemiyor bu adamı… İpini çekecekler.”
Bu argümanı kahve sohbetinden gazete köşelerine kadar her yerde görüyoruz artık. Sokakta yukarıdaki basitlikte ifade ediliyor. Murat Yetkin gibi medyanın “derin siyaset” uzmanları araya herkesin bildiği birkaç malumat sıkıştırıp “çok özel” istihbarat paylaşırmış gibi yaparak, aynı argümanı tartışıyor. Ana muhalefet partisi, muazzam bir beceriksizlikle, bu argüman üzerine harekete geçiyor. Washington ziyaretleri, bölge politikasında “biz de varız” turları…
Kullanılan ambalajı ve çeşitli hesapları bir kenara bırakalım. ABD Erdoğan’ı yer mi? Soru bu…
Genel Yayın Yönetmenimiz Kemal Okuyan bugün sayfasında bu soruyu da tartıştı. Altı çizilmesi gereken bir saptamayla: ABD ve sermaye sınıfı vitrininde Erdoğan’ın durduğu gerici dönüşümden değil, onun bazı unsurlarından kurtulmak istiyor.
Bunu bir kenara yazalım ve geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal gazetesinde Hakan Fidan’ı hedef tahtasına oturtan makaleye dönelim. Biraz aklı olan, okur-yazar herkes bu makalenin hedefinin MİT Başkanı değil, Erdoğan olduğunu gördü. Başka bir ifadeyle, ABD, etkili bir gazetesi vasıtasıyla Erdoğan’a, Suriye başta olmak üzere, bölge politikası konusunda “ayağını denk al” diyordu.
Ancak söz konusu makalenin, konuyu yalnızca “bölgesel güç derken mayın eşeği oldular” başlığıyla haberleştiren soL’un altını çizdiği bir başka mesajı daha vardı: Suriye’de cihatçı militanların kol gezmesinin sebebi ABD değil, bölgedeki taşeronlar diyordu Amerikan gazetesi. Yani düpedüz yalan söylüyor, Erdoğan ve ekibine “höt” derken ABD’yi aklıyordu.
Tam burada bir es daha verelim ve İstanbul’da yapılan bir toplantıya gelelim. Toplantının başlığı “İstanbul: Bölgesel Merkez, Küresel Aktör Forumu”. Düzenleyici Borsa İstanbul (BİST) ana konuşmacılardan biri Nasdaq Başkan Yardımcısı, öteki Dünya Bankası’nın bir müdürü ve bir diğeri, İslami Finansal Hizmetler Kurulu (IFSB) Genel Sekreteri. Yeri gelmişken, ABD’nin en büyük borsalarından biri olan Nasdaq’ın BİST’e “ortak olduğunu” da söyleyelim. Bahsettiğimiz toplantıda Dünya Bankası adına konuşan kişi “Siz ‘bölgesel merkez’ olmak istediğinizi söylüyorsunuz. Bu diğerlerinden farklı. Çoğu uluslararası merkez olmak istediklerini söylüyor. Bence bu önemli” diyor. IFSB Genel Sekreteri de onu tamamlıyor: Türkiye’nin İslami finans alanında yaptıkları çok önemli…
Yani toplantının özeti şu: ABD’nin en büyük borsalarından biriyle emperyalizmin en önemli kurumlarından biri, Türkiye’nin Körfez sermayesini İstanbul’a çekme stratejisinden zerre rahatsız değil. Mesele bu süreci yönetmek istemeleri, yani bir “inisiyatif alanı” çekişmesinin olması. Aynı hafta içinde ABD’nin dayatmasıyla yasalaşan “terörizmin finansmanı yasası” çerçevesinde bir dizi İslamcı kodamanın Türkiye’deki servetine tedbir konulması da buraya oturuyor.
İlk bakışta birbiriyle alakasız duran bu unsurları bir araya getirdiğimizde karşımıza şu tablo çıkar: Bir; ABD, Erdoğan’la mesafeyi açarak, kendi günahlarının da üzerini örtmeye çalışıyor. İki; emperyalizm, AKP’nin kritik bir unsuru olduğu iktisadi-siyasi-ideolojik bölge tasarımından vazgeçmek niyetinde değil.
O halde, Kemal Okuyan’ın bahsettiği noktaya geri geliyoruz. ABD, Erdoğan’la mesafe açsa da “AKP projesinin” kendisinden vazgeçmiş değil. Erdoğan’ı “yiyerek” bu projenin ne kadarı uygulanabilir, o ayrı bir soru…
Öyleyse, başta sorulan sorunun cevabı ne? Yer mi?
Yese bile yarım bırakır.
Erdoğan’ı ABD’ye yedirtmek
“Artık ABD de desteklemiyor bu adamı… İpini çekecekler.”
Bu argümanı kahve sohbetinden gazete köşelerine kadar her yerde görüyoruz artık. Sokakta yukarıdaki basitlikte ifade ediliyor. Murat Yetkin gibi medyanın “derin siyaset” uzmanları araya herkesin bildiği birkaç malumat sıkıştırıp “çok özel” istihbarat paylaşırmış gibi yaparak, aynı argümanı tartışıyor. Ana muhalefet partisi, muazzam bir beceriksizlikle, bu argüman üzerine harekete geçiyor. Washington ziyaretleri, bölge politikasında “biz de varız” turları…
Kullanılan ambalajı ve çeşitli hesapları bir kenara bırakalım. ABD Erdoğan’ı yer mi? Soru bu…
Genel Yayın Yönetmenimiz Kemal Okuyan bugün sayfasında bu soruyu da tartıştı. Altı çizilmesi gereken bir saptamayla: ABD ve sermaye sınıfı vitrininde Erdoğan’ın durduğu gerici dönüşümden değil, onun bazı unsurlarından kurtulmak istiyor.
Bunu bir kenara yazalım ve geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal gazetesinde Hakan Fidan’ı hedef tahtasına oturtan makaleye dönelim. Biraz aklı olan, okur-yazar herkes bu makalenin hedefinin MİT Başkanı değil, Erdoğan olduğunu gördü. Başka bir ifadeyle, ABD, etkili bir gazetesi vasıtasıyla Erdoğan’a, Suriye başta olmak üzere, bölge politikası konusunda “ayağını denk al” diyordu.
Ancak söz konusu makalenin, konuyu yalnızca “bölgesel güç derken mayın eşeği oldular” başlığıyla haberleştiren soL’un altını çizdiği bir başka mesajı daha vardı: Suriye’de cihatçı militanların kol gezmesinin sebebi ABD değil, bölgedeki taşeronlar diyordu Amerikan gazetesi. Yani düpedüz yalan söylüyor, Erdoğan ve ekibine “höt” derken ABD’yi aklıyordu.
Tam burada bir es daha verelim ve İstanbul’da yapılan bir toplantıya gelelim. Toplantının başlığı “İstanbul: Bölgesel Merkez, Küresel Aktör Forumu”. Düzenleyici Borsa İstanbul (BİST) ana konuşmacılardan biri Nasdaq Başkan Yardımcısı, öteki Dünya Bankası’nın bir müdürü ve bir diğeri, İslami Finansal Hizmetler Kurulu (IFSB) Genel Sekreteri. Yeri gelmişken, ABD’nin en büyük borsalarından biri olan Nasdaq’ın BİST’e “ortak olduğunu” da söyleyelim. Bahsettiğimiz toplantıda Dünya Bankası adına konuşan kişi “Siz ‘bölgesel merkez’ olmak istediğinizi söylüyorsunuz. Bu diğerlerinden farklı. Çoğu uluslararası merkez olmak istediklerini söylüyor. Bence bu önemli” diyor. IFSB Genel Sekreteri de onu tamamlıyor: Türkiye’nin İslami finans alanında yaptıkları çok önemli…
Yani toplantının özeti şu: ABD’nin en büyük borsalarından biriyle emperyalizmin en önemli kurumlarından biri, Türkiye’nin Körfez sermayesini İstanbul’a çekme stratejisinden zerre rahatsız değil. Mesele bu süreci yönetmek istemeleri, yani bir “inisiyatif alanı” çekişmesinin olması. Aynı hafta içinde ABD’nin dayatmasıyla yasalaşan “terörizmin finansmanı yasası” çerçevesinde bir dizi İslamcı kodamanın Türkiye’deki servetine tedbir konulması da buraya oturuyor.
İlk bakışta birbiriyle alakasız duran bu unsurları bir araya getirdiğimizde karşımıza şu tablo çıkar: Bir; ABD, Erdoğan’la mesafeyi açarak, kendi günahlarının da üzerini örtmeye çalışıyor. İki; emperyalizm, AKP’nin kritik bir unsuru olduğu iktisadi-siyasi-ideolojik bölge tasarımından vazgeçmek niyetinde değil.
O halde, Kemal Okuyan’ın bahsettiği noktaya geri geliyoruz. ABD, Erdoğan’la mesafe açsa da “AKP projesinin” kendisinden vazgeçmiş değil. Erdoğan’ı “yiyerek” bu projenin ne kadarı uygulanabilir, o ayrı bir soru…
Öyleyse, başta sorulan sorunun cevabı ne? Yer mi?
Yese bile yarım bırakır.