HRANT’I ASFALTA YAPIŞTIRAN SLOGAN, YA DA CEMAATÇİ GLADYOYU AKLAMA KEPAZELİĞİ ÜZERİNE BİR YAZI…
 
Bizim sosyalistlerimiz, ilericilerimiz ve aydınlarımız, artık en küçük bir kuşku dahi duymadan söyleyebilmem mümkün ki, asla akıllanmayacak.
 
Hem kahrolası, hem de artık iyice derinlere kök salmış “gelenekselleştirip” içselleştirdiğimiz Ermeni ve Rum “düşmanlığı” pratiği olanca heybetiyle ortalık yerde öylece dururken, bundan beş yıl önce, bana göre bir aklı evvelin icat ettiği “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganının kendi içerisinde taşıdığı o çok kritik ve bir o kadar da “alengirli muhtevadır beni böyle düşünmeye iten.
 
Biz ne yaparsak yapalım ve ne kadar lanetlersek lanetleyelim, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların çok büyük bir çoğunluğu, az önce sözünü ettiğim o iki geleneksel düşmanlıkla çok uzun yıllardır koyun koyuna yatıyor ve bunlara sımsıkı sarılmaktan asla vazgeçmiyorken, belki de iyi niyetli ve bir “duruş” ifade etme amacı taşıyan bu sloganın, bu halkla, sosyalizm düşüncesi arasındaki soğukluğun sayısız nedenlerinden biri olma yolunda hızla ilerlediğini görmemek için aslında biraz değil, epeyce salak olmak gerekiyor.
 
Sokaktaki sıradan ve “sade” vatandaşın bu slogana bakıp da ağız dolusu küfrettiğini değişik örnekleriyle yakından biliyor olmak, bana en çok da hüzün veriyor. O adam, bunun bir duruş ifade ettiğini düşünmüyor asla ve hiçbir zaman düşünmeyecek de. O adam için bu sloganın taşıdığı önem ve içerik, açıkça söyleyeyim bir “inatlaşma” ifadesidir. Sokaktaki adam, “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganını duyduğu her yerde kendisiyle ve ait olduğu halkla inatlaşıldığını düşünüyor.
 
Ve başkaca da hiçbir şey düşünmüyor.
Sosyalistlerimizin, ilericilerimizin ve aydınlarımızın salaklığının başladığı nokta da işte tam burasıdır. Oysa ki, önümüzde bütün yakıcılığıyla duran görev bu türden bir absürtlükte ısrar etmek değildir.
 
Buradan bakınca, Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak, belki de en önemli iki temel noktanın, “Hepimiz Ermeni’yiz” ”saf”lığı ve haykırışları arasında adeta güme gittiğini görmek de mümkün. İlki, gözlerden ve dikkatlerden kaçan ya da “kaçırılan” bir Hrant Dink portresi, ikincisiyse, dava savcısının bu cinayeti, cumhurbaşkanı, başbakan ve Bülent Arınç telkinleri ve de AKP medyasının iteklemesiyle Ergenekon’a “havale etme” çabası.
 
Önce birincisinden başlayalım.
Hrant Dink, aslında ABD ve AB karşıtı ve bu topraklar üzerinde yaşamaktan asla gocunmayan, bir rahatsızlık duymadığını açıkça ifade eden bir aydın ve her bulduğu fırsatta, bunları dillendirmekten kaçınmamış dürüst ve namuslu bir gazetecidir.
 
“ABD, girdiği her yerden dönerken, geride, birbirlerine düşman birbirleriyle kanlı bıçaklı halklar bırakır, uyanık olmamız gerekiyor” ifadesi ona aittir. “AB üzerinden sorunlarımıza çözüm bulmaya çalışılmasından utanç duyuyorum, olmaz olsun böyle çözüm” ifadesi de…
 
İşte bu Hrant fotoğrafı, tam beş yıl boyunca ya gözlerden kaçmış, ya da “kaçırılmış”tır. Hrant Dink üzerinden bu anlamda, sanki bir tuhaf operasyon gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
 
Oysa ki asıl Hrant, ABD ve AB’ye cepheden karşı duran, sorunların çözümü noktasında emperyalizmin kucağına oturmuş Ermeni Diasporası’nı bile karşısına alan Hrant’tır. Bu Hrant, belki de “Hepimiz Ermeni’yiz” absürtlüğüyle boğulmak istenmektedir.
 
Şu unutulmamalıdır; mesele, yazımızın başında da belirttiğim gibi, bu halkla inatlaşmak pahasına gerçek Hrant Dink’i “Hepimiz Ermeni’yiz” diye bağıra bağıra asfalta yapıştırmak mıdır? yoksa, bu biraz da emperyalizm kokan sloganı ve onun bütün kapsama alanlarını mahkum ederek, bir kumpası daha bozmak mı?
Bu nokta bütün yönleriyle ele alınıp şekillendirilmeyi beklemektedir.
 
İkinci temel noktaya gelince…
Dünden itibaren, kararı veren hakimle, dava savcısının, dünyada bir örneğine daha rastlanılmayacak türden kavgaları medyaya yansımıştır. Hakim, ‘elimizde başkaca delil olmadığından böyle bir karar verdik’ derken, dava savcısı; ‘bir sürü delil var, görmezden gelindi’ ifadesini kullanmıştır. Sözü uzatmaya gerek yok, bu itekleşmede haklı olan taraf kararı veren hakimdir. Savcının karşı çıkıyor gibi görünmesi ise, cinayeti Ergenekon’a havale etme planının en önemli parçalarından biridir. Gül-Erdoğan-Arınç üçlüsünün ortak talebi işte bu havale işlemidir. AKP medyası da, bu planın zemin ve kamuoyu hazırlayıcısı olarak görevlendirilmiştir.
 
Hakim “delil yok” diye adeta feryat ederken haklıdır. Dava kararını, bu noktadan daha ileriye taşıyacak deliller gerçekten yoktur, çünkü karartılmışlardır.
 
“Yasin Hayal ve Ogün Samast, sadece tetiği çeken ve kullanılan kişilerdir. Yapılan idari soruşturmada bu kişiler hakkındaki gerçekler ortaya çıkmış olmasına rağmen, sorumlular korunmuş, hatta terfi ettirilmişlerdir.
 
Cinayeti planlayan örgütün açığa çıkmaması için olağanüstü bir çaba gösterilmiştir. Hrant Dink’in öldürüleceğini bilen Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, aynı zamanda azmettirici olarak yargılanan Erhan Tuncel’i haber elemanı olarak görevlendiren kişidir.
 
Dink’in öldürüleceğine ilişkin istihbaratı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne süresinde bildirmeyen kişi, zamanın Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi “C” Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer’dir. Yapılan idari soruşturmada bu kişiler hakkındaki gerçekler ortaya çıkmış olmasına rağmen, her ikisi de korunmuş, hatta terfi ettirilmişlerdir. Koruma kalkanını sağlayan ilişki, bunların polis içindeki Fethullah Gülen örgütüne mensup olmalarıdır. Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’in “cemaat”le ilişkileri kanıtlıdır.
 
Cinayeti planlayan örgütün kullandığı tetikçiler, Büyük Birlik Partisi çevresindendir. Yasin Hayal-Ogün Samast ikilisi, Trabzon Nizami Alem Ocakları’nın, diğer adıyla Alperen Ocakları’nın müdavimleridirler. Onları destekleyen ve yargılama neticesinde beraat ettirilen kişilerin, Büyük Birlik Partisi’nin olay sırasındaki il başkanı ve önceki il başkanı olması tesadüf değildir.
 
Beraat ettirilen “büyük abi” Erhan Tuncel, Fethullah Gülen’in Işık Evleri’nde yetişmiş ve olaydan kısa bir süre önce Trabzon’u ziyaret eden Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun koruması olarak görev yapmıştır. Bu görevinin delili olan fotoğraf, gazetelerde yayımlanmıştır.
 
Fethullah Gülen örgütüyle Muhsin Yazıcıoğlu arasındaki ilişki, 17 Kasım 1996 tarihli ve zamanın Başbakanı Erbakan’a sunulan MİT Raporu’nda belirtilmektedir. Bu raporda Fethullah Gülen’in; “1992 yılı içerisinde MÇP’den ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmaları içerisine giren Muhsin Yazıcıoğlu’na maddi manevi destek vermektedir” açıklaması yer almaktadır.
 
Örgüt iddiasının yargılama boyunca araştırılmaması, Hrant Dink’in yakınlarının cinayeti planlayan örgütün ortaya çıkarılmasına dair taleplerinin sürekli reddedilmesi, olayın planlanmasında rolü ve ihmali olan emniyet mensuplarının korunması, yukarıdaki olgularla bağlantılıdır.
 
Cinayeti planlayan örgütün açığa çıkmaması için olağanüstü bir çaba gösterilmiştir. Yargılamanın bundan sonraki safhalarında da cinayeti planlayan örgütün ve azmettirenlerin korunması yönünde şimdiden çaba içerisine giren ve kampanya başlatan çevrenin Fethullahçı medya olması dikkat çekmektedir. 

Trabzon’daki “Rahip Santaro cinayeti”, “MC Donald’ın bombalanması”, Malatya’daki “Zirve Kitabevi katliamı”nın ankasındaki örgütün korunması, “Hrant Dink cinayeti” ve “Danıştay saldırısı”nın beslendiği zemindir.
Bütün bu eylemlerin arkasında Amerikancı Gladyo vardır.
 
İşte, Gül-Erdoğan-Arınç üçlüsünün, cinayetin Ergenekon’a havale edilmesini istemelerinin asıl nedeni budur.
Bir kez daha yinelemekte yarar var. Kararı veren hakimin ‘delil yok’ feryadı haklı bir çıkıştır, büyük olasılıkla doğrudur. Savcının karşı koyuşu ise, bir tertibin parçasıdır. Bir savcının mahkeme başkanına böylesine “diklenmesi” bu gücü nereden bulduğu sorusunun cevabında saklıdır. Savcı bu gücü Gül-Erdoğan-Arınç üçlüsünden, almaktadır. Yargı sisteminin AKP tarafından istenilen şekle ve kalıba sokulduğu bir dönemde, bu üçlünün, arkalarına yalama medyayı da alarak bir mahkeme kararından hoşnut olmadıklarını açıkça belirtmeleri boşuna değildir.
 
Cemaat, diğerlerinde olduğu gibi, Dink cinayetini de Ergenekon’a “bağlamak istemektedir.
Gerçek Hrant Dink’i asfalta yapıştırmaktan öte hiçbir anlam taşımayan “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganının, cinayetin ardında “fail” olarak öylece ve tüm çıplaklığıyla duran Amerikan patentli cemaat gerçeğini “boğuntuya getirmesine asla izin vermemek, tam da bu noktada hepimizin acil ve yakıcı görevlerinden biri olmalıdır.
HAYRİ GÜNEL
- BU YAZI İLK KEZ 13 ŞUBAT 2012 TARİHİNDE, BİZİM SİLİVRİ GAZETESİNDE YAYINLANMIŞTIR
Daha yeni Daha eski