CHP içinden ve dışından birçok ulusalcı dost son aylarda Y-CHP’ye eleştirilerini sertleştirdi. Sarıgül olayı, “Cemaatle” yakın ilişki iddiaları, TESEV meselesi… Y-CHP yönetimini emperyalizmce teslim alınmış görüyorlar. Yakın bir dost başka bir yakın dosta veriyor veriştiriyor. Çünkü bir büyük şehirden belediye başkanlığı adaylığı söz konusu. Bu aday dostumuzun daha birkaç ay önce sırtında cop paralandığını unutuveriyor öbür dostumuz, onu neredeyse karşı cepheye geçmiş gibi silkeliyor.
Tüm derdimiz ne? Halka meramımızı anlatabilmek, halkın da bunu anlaması. En azından bazılarımızın derdi bu. Halka anlatmak zor, halkın anlaması zor, halkla kaynaşmak zor… En azından bazılarımız bu yolda elinden geleni yapıyor. Fakat hiçbirimiz bu yönde birbirini beğenmiyor. Şunlar şunlar yapılsa halk anlar… Şunlar şunlar dediklerimiz ne? Orada da anlaşamıyoruz. Anlaşamadığımızda birbirimizi suçluyoruz. Sosyalistler olarak. Şu doğruda birleşsek bakın o zaman halk nasıl anlar, diye feryat ediyor, o yolu seçmeyenleri suçluyor ve böylece rahatlıyoruz. Ah, benim yolumu seçseler her şey güzel olacak ama, kafasızlar bir türlü seçmiyorlar! Huzur buluyoruz bir ölçüde. Yeni bir iç kavgaya dek.
İşin aslı şu ki, birçok durumda ve özellikle belli dönemlerde biz “en doğru yöntemi” seçsek bile halk anlamayacak.
Elbette o sezi “doğru yol” bulma arayışlarımızı, eleştirel aklımızı felç etmemeli.
Peki halk anlamayınca veya halkla kaynaşmak zor gelince genellikle yaptığımız şey ne? Mevcut sol güçlerle, sol da yetmedi mi muhalif olan herkesle birleşmek.
Tamam bunda ne var diyeceksiniz? Birçok şey var. Çünkü bir kere zor olanı, fakat asıl yapılması gerekeni bıraktığınızda o iş size daha da zor gelmeye başlar, halkı kazanma kaygısından büsbütün uzaklaşırsınız. Dahası, asıl amacınızdan giderek sapmaya başlarsınız. Bir diğeri, çaresizliğin getirdiği ruh halinde çatlak coşkulara kapılıp elinizdeki güçleri abartmaya, birleştiğiniz hiç de matah olmayan kişi ve grupları yüceltmeye başlarsınız.
Özellikle bu ülkede solcu kalmak, sosyalist kalmak çok zor. Ülke solculaşıp, sosyalistleşip sonra da dönenler mezarlığı gibi baştan başa. Ölü ruhlar cehennemi. Sosyalist kaldığını iddia edenlerin bile önemli bölümü içerden çürümüş, içerden dönmüş. Yarmaya bile gerek yok, biraz silkeleyin o sosyalist yüzleri, birçoğunun altından saniyesinde kapitalist bir surat sırıtacaktır. Sosyalist zombiler memleketi.
İşte böyle bir ortamda sağlam kalmak iyice zor. O yüzden en delilerimiz, en manyaklarımız, en psikopatlarımız sürdürüyor inatla sosyalistliği. Bu da beraberinde siyasette psikopatolojik bakışı, duruşu, kafayı tümden hakim kılıyor. Deli sosyalistler karnavalı.
Bir yerde sıkı, diri sağlam durmak kolay mı? Sosyalistlik anlamında, emperyalizm karşıtlığı anlamında? Emperyalizm dediğimiz bir kuş değil ki, gözleyesin, sakınasın, emperyalizm demek kapitalizm demek, her tarafımızda, işimizde, aşımızda, oturduğumuz kalktığımız mekanda, evde, sokakta. Emperyalizm içimizde. Ona tam anlamıyla karşı durmak ne kadar olanaklı, kişisel olarak, siyasi grup bazında veya partisel anlamda?
Toyota reklamına çıkan “devrimci” sanatçıyı eleştirdiğinizde kabahati ona değil size çıkarıyor sosyalist dostlarımız. Biraz daha cesaret etseler senin de şuyun yok mu, buyun yok mu diyecekler neredeyse. Haklılar. Her birimiz pislik içindeyiz. Bazılarımız daha bulaşmış, bazılarımız daha az bulaşmış…
Az bulaşmışın temizliğini öne çıkarmak da bir fazilet değil mi?
Birçokları diyor ki, ahlakçılığı bırakın, sosyalist devrime kadar herkes bir şekilde kirlenecek. Biz “siyaset” yapalım. Devrimci siyaset bizi kirden arındırıyor mu? Acaba? Yoksa kiri iyice sabitliyor mu? Meşrulaştırıyor mu onu? O yüzden mi halk bizi fazla samimi bulmuyor. Yoksa halk mı samimiyetsiz? Döndük dolaştık aynı noktaya geldik. Sosyalist kalmalı her şeye karşın. Nasıl peki? Kafayı bozarak. Gerçeği olduğu gibi değil, istediğimiz gibi görmeye kendimizi koşullandırarak. Kitleler çağrımızı kaptı kapacak!! Deliliğin kökleşmesi…
İyi niyetinden en ufak kuşku duymadığım ulusalcı sosyalist dostum. Sen doktor olan, ötekisi sen öykü eleştirmeni arkadaşım. Sağlam duruyorsunuz, saygı duyuyorum. Fakat anımsamıyor musunuz, -içtenlikle ifade ediyorum- bugün emperyalizme karşı mücadelede en önde savaşan bir siyasi hareketin 80 öncesi üç yıldan fazla sürece nasıl bir hat izlediğini? Dünya halklarının baş düşmanı Sovyetler Birliği’dir, ona karşı ABD başta herkesle ittifak yapmak gerekir. NATO ulusal çıkarlarımızı korumaktadır… Bunları ajan oldukları için mi söylüyordu onca inanmış, okumuş yazmış sosyalist. Böyle iddialar var, katılmıyorum. Benimsedikleri hattın doğru olduğuna, solun ancak bu şekilde gelişeceğine inandıkları için inatla o saçmalığı savunuyorlardı. İyi niyetlerinden. Bir tür delilikti.
Bugün yine emperyalizme karşı duruştan ötürü içerde çürütülen subayların birçoğu 12 Eylül darbesinin etkin unsurları değil miydi. Darbeyi ABD bizzat yapmadı, bunlara yaptırdı. Belki çoğu solcu değildi o zaman, ama o darbeyi ajan olduklarından değil, vatansever olduklarından yapmışlardı kafalarınca. Ona inanıyorlardı.
Darbeden sonra ilk başkaldırı, ilk kitlesel “sol” kalkışma Kürt hareketinden geldi. Sosyalistlerin yüzde doksanından fazlası kurtuluşun oradan çıkacağına inanmaya başladı. Bu hareket nasıl ortaya çıktı, kimlerce desteklendi, artık kimse irdelemedi. Şimdinin ulusalcıları dahil neredeyse herkes onlara övgüler düzmedi mi? Ajan olduklarından yapmıyorlardı bunu, ele geçirildiklerinden değil, solun çıkış yolunu böyle bulacağına kuvvetle inanıyorlardı. Bir tür çıldırıydı… Bu çıldırı hâlâ bir kanatta devam etmekte. Ajan oldukları için değil, elbette ajanlar da vardır, sosyalistlik budur diye düşündüklerinden.
Sosyalistlerimiz bir tarafta dursun, ülkede 12 Eylülcü sağ Kemalist diktatörlük hüküm sürmekteydi, değişik hükümetler altında. Sahnemizde, devlet iktidarının başında, kâh hükümetlerle koyun koyuna, kâh onlarla çelişerek bir asker-yargıç devlet iktidarı en önde rol almaktaydı, söz konusu hükümetlerle birlikte. Kimi sağ kimi sol Kemalistler… ABD ile hiçbir sorunları bulunmuyordu, sık sık ziyaretleşirler, pek çok kez yatıya kalırlardı birbirlerinin evlerinde.
Ne zamanki bir şey ortaya çıkmaya başladı, o zaman önce derinden çıtırtılar sonra daha yakından çatırtılar gelmeye başladı iktidar bloğunda. Şu canla başla savaştıkları Kürt hareketi var ya Kürt hareketi... Ülkeyi bölmeye çalışan… Resmen ABD himayesindeydi ve “bölücülere” karşı attıkları her adımda bizzat Coni’yi karşılarında görüyorlardı. İşte o zaman devlet bürokrasisi ayrışmaya başladı. İşte o zaman sosyalistler de ayrıştı. Doksanların ortaları.
İşte o zaman emperyalizmin asıl tehdit olarak gördüğü anti-emperyalizm başladı ülkede. Halka pek dayanmayan, işbirlikçilikten emekli ettikleri, ama bunu kabullenemeyen, isyan eden güçlü bir asker-sivil bürokrasinin anti-emperyalizmi.
Bunu biliyoruz diyor öykü eleştirmeni olan ulusalcı sosyalist dostum, ama dönüşüm, değişim kötü mü? Dönüşmüşler işte, o halde neden arkalarında durmayalım?
Bu yönde bir değişim kötü değil, iyi bir şey. Ama sahne bizim kurduğumuz sahne değil, oyun bizim oyunumuz değil. Başkasının kurduğu sahnede, bize ters bir senaryoda bir grup aktör isyan etmiş. İyi bir şey mi, evet. Fakat bunlar oyunu halkla paylaşmak, sahneyi halkın içine taşımak niyetinde değiller ki hâlâ. Bu gerçekleşse tüm hafızamızı silip biz de katılırız, ama öyle belirtiler yok ki! Akıl hafızası kolay silinir öte yandan, duygusal hafıza çok derindir. Kırılan kalpleri onarmak için aşırı gayret gerekir.
Sağlam durmak, çekirdek kalmak kötü bir şey mi? İyi yönleri çok… Bir sürü madde sıralanabilir. Sağlam durursun, sol sana göre hizaya girer. Sağlam durursun başkalarının fazla gevşemesini engellersin. Sağlam durursun, düşmanda caydırıcı etki yaparsın. Sağlam durursun, çünkü her ülkenin azınlıkta da kalsalar sağlam duran birilerine, güçlere ihtiyacı var.
Ama iktidar olmak istiyor musun? CHP olarak yüzde 25 kâbusunu, sosyalistler olarak yüzde 1 kefenini yırtmak istiyor musun? Biraz genişleyeceksin o zaman.
Birilerine sağlam durmak misyonu kalacak gene, onlar “kötü kişiler” olarak kalmaya devam edecekler, ağır bir misyondur. Meşakkatlidir, fazla takdir toplamaz. Solculardan bile küfür yersin boyuna. Fakat ötekiler dışarıya açılacak.
TESEV’di, başka iddialardı. Hoş şeyler değil. Fakat büyük siyasette bizim psikotik kafamız almasa da bazı esneklikler gerekiyor. Esneklik demek emperyalizmle işbirliği demek. En azından pazarlık ve anlaşma demek. Gücün varsa bunu yapmazsın, gücün yoksa yaparsın. Bakın çok övdüğümüz, övündüğümüz Chavez bile kapitalizmle, yani emperyalizmle bağını kopartmıyor, çünkü kopartamıyor. Emperyalizmle bazen dolaylı bazen doğrudan pazarlık ediyor, tavizler veriyor. Mustafa Kemal İtalyanlarla görüşmedi mi pek çok kez, Padişahla pazarlık etmedi mi, ABD ile mesajlaşmadı mı, hatta sonrasında İngilizlerle görüşmedi mi? Onlara birtakım tavizler vermedi mi?
Yapmayalım diyorsak eğer, o zaman gelip halk içinde kendi sahnemizi kuralım. İşte orada esneklik şart. Halka karşı esneklik. Mustafa Kemal Dersimlilerin gönlünü almak için neler yapmadı ki? Kürtleri karşı cepheye kaptırmamak için sözler vermedi mi? İlk meclis hacılarla hocalarla sarıklılarla dolu değil miydi? Biz neyimize güveniyoruz da Mustafa Kemal’den daha “sağlam” duruyoruz, çarşafı itekliyoruz, Dersim’e öfke kusuyoruz, Kürtleri kakalıyoruz?
Umarım bu yazıdan CHP tavizkârlıkta son sürat devam etsin, siyaset budur mesajı çıkaran olmaz. Maksat sadece aklı uyarmak ve bilgiyi depreştirmektir; yanlış anlayacaklar görülürse de yapacak şey yoktur.
Fakat cidden biraz gerçekçi bakalım çevremize, aklımızı biraz doğrultalım, çok fazla sayıda değiliz. Biraz dayanışma, biraz hoşgörü. Bu kadar az sayıda insan dayanışmayı sürdüremezse nasıl kalabalıklaşırız, kalabalıklaşsak kim bilir nelerle karşılaşırız?
Kaan Arslanoğlu-insanbu.com