Almanya’nın Wilmersdorf kentinde, Mannheimer sokak 53 numaralı evin kapısı teğmen Kurt Vogel komutasındaki bir manga asker tarafından çalındığında tarih 15 Ocak 1919, saat 21 sularıydı.
Kapıyı çalanlar Freikorps diye adlandırılan para militer komünist avcısı askerlerdi.
Evde Alman Spartakist hareketinin öncüleri Rosa Luxembourg, Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck bulunuyordu. Yok edilmeleri emrini Sosyal Demokrat lider Friedrich Ebert vermişti. Tutuklular Eden oteline götürdüler. Teğmen Kurt Vogel otelde her ikisini de işkenceyle sorguladı. Daha sonra da Rosa Luxembourg’un kafasına tek kurşun sıkarak, oracıkta öldürdü ve cesedini Landwehr kanalına attırdı. Cesedi üç ay kadar sonra, Mayıs günlerinden birinde kıyıya vurduğunda öldürüldüğü ortaya çıkacaktı. Wilhelm Pieck kaçmayı başarmıştı. (Bazı kaynaklar Rosa Luxembourg’un dövülerek öldürüldüğünü, Karl Liebknecht’in ise kafasından tek kurşunla vurulduğunu yazar. Doğrusu yukarıda yazıldığı gibidir.)
Rosa Luxembourg Spartakist hareketin ilkelerinde şöyle diyordu: “Emperyalizm, kapitalizmin siyasal düzeninin en yüksek gelişme noktası ve son aşamasıdır. Bütün ülkeler işçilerinin amansız düşmanıdır. Emperyalizme karşı savaş, aynı zamanda işçi sınıfının siyasal iktidarı için savaştır. Kapitalizmle sosyalizm arasındaki kararlı çatışmadır.”
MARKS'TAN SONRAKİ EN YETKİN BEYİN
Rosa Luxembourg’un, Karl Marks’tan sonra gelen en yetkin beyin olduğu söylenir. Rosa Luxembourg hakkında çalışmalar yapan Tony Cliff bunlardan biridir. Nedir o halde Rosa Luxembourg’u dönemin devrimcilerinden, özellikle de Rus komünist liderlerden ayıran?
Rosa Luxembourg, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bağlı bulunduğu Sosyal Demokrat Parti (SPD)’den ayrılarak, 5 Ağustos 1914’te Karl Liebknecht ile birlikte Spartakist hareketini kurdu.
BOLŞEVİKLERLE ANLAŞAMIYORDU
Her şeyden önce Rusya reformizmi ortadan kaldırarak yerine sosyalist bir idareyi koyabilecek bir bilince sahip değildi. Çarlık Rusyası’nda parlamento yoluyla sosyalizme gitmek mümkün olamazdı. Sendikal hareketler çok zayıftı ve işçi eylemleri sorunları çözebilecek güçte değildi.
Reformist hareketler Batı Avrupa’da, özellikle de Almanya’da Bernstein tarafından öneriliyordu. Bernstein’e göre bir partinin görevi işçi sınıfının yaşama koşullarını iyileştirme doğrultusunda çalışmaktı. Emekçilerin ekonomik mücadelesini desteklemeliydi partiler ve bu durumda da iktidarın devrim yoluyla ele geçirilmesi gerekli değildi.
Rosa Luxembourg, “Reform ya da Sosyal Devrim” adlı kitabında Bernstein’in bu düşüncelerini çürüttü. “Bernstein,” diyordu Rosa Luxembourg kitabında, “yükselen sınıf bilincine erişmiş işçi sınıfının özel düşünüş tarzına karşı savaşmaktan başka ne yapmaktadır? İşçi sınıfını kendi tarihsel geleceğinin karanlığından kurtaran kılıca ve işçi sınıfının maddi açıdan burjuvazinin boyunduruğu altında olmasına rağmen, burjuvaziyi yenmesini sağlayacak düşünce silahına karşı neden mücadele etmektedir Bernstein?”
Bir devrimcinin reformizm akıntısı doğrultusunda yüzmemesi gerektiğini söyleyen Rosa Luxembourg, bu akıntıyı küçümsememesi, onu yok kabul etmemesi hatta ona karşı yüzmesi gerektiğini de savunur.
Rosa Luxembourg’un şu saptaması da çok önemliydi: “Burjuva toplumu bir çıkmazla yüzyüzedir. Ya sosyalizme ya da barbarizme dönecektir. Biz bir seçiml yüzyüzeyiz. Ya empryalizmin zaferi ve bütün bir kültürün yokolması, eski Roma’daki gibi çökme, yıkılma, bozulma, uçsuz bucaksız bir mezarlık; ya da sosyalizmin zaferi, emperyalizme ve onun metedu olan savaşa bilinçli şekilde hücüm eden işçi sınıfının zaferi!.. Bu,dünya tarihinin karşılaştığı güçlüktür. O mu, bu mu? Zarı sınıf bilincine erişmiş işçi sınıfı atacaktır.”
Luxembourg 1903-1904 yıllarında Lenin ile de fikir anlaşmazlığına düşmüştü. Ulusallık sorunu, parti bünyesi kavramı ve parti ile kitle eylemleri konusunda Lenin ile aynı düşüncede değildi.
“AĞLAMA, GÜLME, AMA ANLA!..”
Rosa Luxembourg için insanlık trajedilerinin gerçekleştiği yerde gözyaşları yeterli değildi. O yüzden de Spinoza’nın “ağlama, gülme, ama anla,” sözünü kendine ilke edinmişti. Heyecana yer yoktu insan hayatında, akıl gerekliydi. Yakın dostu Klara Zetkin ölümünden sonra şunu yazmıştı: "Rosa Luxembourg’un sosyalist düşüncesi hem yüreğin hem beynin sürekli canlı olduğu bir tutkuydu. Olağanüstü bir kadındı. En büyük amacı, sosyal devrim yolunu hazırlamak, sosyalizme giden tarihsel yolu temizlemekti. Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun en büyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve varlığını sosyalist devrime adamıştı.”
Rosa Luxembourg, günahıyla sevabıyla bir devrim için kendini adamış sayısız kahramanlardan biri olarak tarihe geçti. O ve onun gibiler için günü birlik yaşamın çok fazla değeri hiç olmadı. Kendilerini toplumsal çıkarlar uğruna feda etmeye hazır beyinler olarak ortaya koydular ve çoğu zaman da vahşi kapitalizmin ve faşizmin çarkları arasında ezilip gittiler.
Ancak hep bir umut kaynağı da oldular. Her toplum kendi Rosa Luxembourg’unu yaratmayı istedi. Buna soyunan onlarca kahraman kadın da çıktı dünyanın çeşitli ülkelerinde. Yılmadılar.
Kendi burjuvazisini yaratamadığı için tepeden inme sosyalizm oyalamasıyla yıllarını harcayan Türkiye’nin bir Rosa Luxembourg’u olmadı. Çok ihtiyaç duyulduğu halde ortaya böyle bir kimlik çıkamadı.
Rosa Luxembourg, devrimci parti yapısının ve parti ile sınıf arasındaki karşılıklı ilişkilerin sadece kapitalizme karşıt ve ezilen kitlelerden yana çabalar üzerine değil, ama emekçilerin iktidiktidarının kaderi üzerinde de büyük etkisi olduğunu iyi kavramış ve “Sosyalizm tepeden inme emirle olamaz,” demişti. Mümtaz İdil-Odatv.com
Kapıyı çalanlar Freikorps diye adlandırılan para militer komünist avcısı askerlerdi.
Evde Alman Spartakist hareketinin öncüleri Rosa Luxembourg, Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck bulunuyordu. Yok edilmeleri emrini Sosyal Demokrat lider Friedrich Ebert vermişti. Tutuklular Eden oteline götürdüler. Teğmen Kurt Vogel otelde her ikisini de işkenceyle sorguladı. Daha sonra da Rosa Luxembourg’un kafasına tek kurşun sıkarak, oracıkta öldürdü ve cesedini Landwehr kanalına attırdı. Cesedi üç ay kadar sonra, Mayıs günlerinden birinde kıyıya vurduğunda öldürüldüğü ortaya çıkacaktı. Wilhelm Pieck kaçmayı başarmıştı. (Bazı kaynaklar Rosa Luxembourg’un dövülerek öldürüldüğünü, Karl Liebknecht’in ise kafasından tek kurşunla vurulduğunu yazar. Doğrusu yukarıda yazıldığı gibidir.)
Rosa Luxembourg Spartakist hareketin ilkelerinde şöyle diyordu: “Emperyalizm, kapitalizmin siyasal düzeninin en yüksek gelişme noktası ve son aşamasıdır. Bütün ülkeler işçilerinin amansız düşmanıdır. Emperyalizme karşı savaş, aynı zamanda işçi sınıfının siyasal iktidarı için savaştır. Kapitalizmle sosyalizm arasındaki kararlı çatışmadır.”
MARKS'TAN SONRAKİ EN YETKİN BEYİN
Rosa Luxembourg’un, Karl Marks’tan sonra gelen en yetkin beyin olduğu söylenir. Rosa Luxembourg hakkında çalışmalar yapan Tony Cliff bunlardan biridir. Nedir o halde Rosa Luxembourg’u dönemin devrimcilerinden, özellikle de Rus komünist liderlerden ayıran?
Rosa Luxembourg, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bağlı bulunduğu Sosyal Demokrat Parti (SPD)’den ayrılarak, 5 Ağustos 1914’te Karl Liebknecht ile birlikte Spartakist hareketini kurdu.
BOLŞEVİKLERLE ANLAŞAMIYORDU
Her şeyden önce Rusya reformizmi ortadan kaldırarak yerine sosyalist bir idareyi koyabilecek bir bilince sahip değildi. Çarlık Rusyası’nda parlamento yoluyla sosyalizme gitmek mümkün olamazdı. Sendikal hareketler çok zayıftı ve işçi eylemleri sorunları çözebilecek güçte değildi.
Reformist hareketler Batı Avrupa’da, özellikle de Almanya’da Bernstein tarafından öneriliyordu. Bernstein’e göre bir partinin görevi işçi sınıfının yaşama koşullarını iyileştirme doğrultusunda çalışmaktı. Emekçilerin ekonomik mücadelesini desteklemeliydi partiler ve bu durumda da iktidarın devrim yoluyla ele geçirilmesi gerekli değildi.
Rosa Luxembourg, “Reform ya da Sosyal Devrim” adlı kitabında Bernstein’in bu düşüncelerini çürüttü. “Bernstein,” diyordu Rosa Luxembourg kitabında, “yükselen sınıf bilincine erişmiş işçi sınıfının özel düşünüş tarzına karşı savaşmaktan başka ne yapmaktadır? İşçi sınıfını kendi tarihsel geleceğinin karanlığından kurtaran kılıca ve işçi sınıfının maddi açıdan burjuvazinin boyunduruğu altında olmasına rağmen, burjuvaziyi yenmesini sağlayacak düşünce silahına karşı neden mücadele etmektedir Bernstein?”
Bir devrimcinin reformizm akıntısı doğrultusunda yüzmemesi gerektiğini söyleyen Rosa Luxembourg, bu akıntıyı küçümsememesi, onu yok kabul etmemesi hatta ona karşı yüzmesi gerektiğini de savunur.
Rosa Luxembourg’un şu saptaması da çok önemliydi: “Burjuva toplumu bir çıkmazla yüzyüzedir. Ya sosyalizme ya da barbarizme dönecektir. Biz bir seçiml yüzyüzeyiz. Ya empryalizmin zaferi ve bütün bir kültürün yokolması, eski Roma’daki gibi çökme, yıkılma, bozulma, uçsuz bucaksız bir mezarlık; ya da sosyalizmin zaferi, emperyalizme ve onun metedu olan savaşa bilinçli şekilde hücüm eden işçi sınıfının zaferi!.. Bu,dünya tarihinin karşılaştığı güçlüktür. O mu, bu mu? Zarı sınıf bilincine erişmiş işçi sınıfı atacaktır.”
Luxembourg 1903-1904 yıllarında Lenin ile de fikir anlaşmazlığına düşmüştü. Ulusallık sorunu, parti bünyesi kavramı ve parti ile kitle eylemleri konusunda Lenin ile aynı düşüncede değildi.
“AĞLAMA, GÜLME, AMA ANLA!..”
Rosa Luxembourg için insanlık trajedilerinin gerçekleştiği yerde gözyaşları yeterli değildi. O yüzden de Spinoza’nın “ağlama, gülme, ama anla,” sözünü kendine ilke edinmişti. Heyecana yer yoktu insan hayatında, akıl gerekliydi. Yakın dostu Klara Zetkin ölümünden sonra şunu yazmıştı: "Rosa Luxembourg’un sosyalist düşüncesi hem yüreğin hem beynin sürekli canlı olduğu bir tutkuydu. Olağanüstü bir kadındı. En büyük amacı, sosyal devrim yolunu hazırlamak, sosyalizme giden tarihsel yolu temizlemekti. Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun en büyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve varlığını sosyalist devrime adamıştı.”
Rosa Luxembourg, günahıyla sevabıyla bir devrim için kendini adamış sayısız kahramanlardan biri olarak tarihe geçti. O ve onun gibiler için günü birlik yaşamın çok fazla değeri hiç olmadı. Kendilerini toplumsal çıkarlar uğruna feda etmeye hazır beyinler olarak ortaya koydular ve çoğu zaman da vahşi kapitalizmin ve faşizmin çarkları arasında ezilip gittiler.
Ancak hep bir umut kaynağı da oldular. Her toplum kendi Rosa Luxembourg’unu yaratmayı istedi. Buna soyunan onlarca kahraman kadın da çıktı dünyanın çeşitli ülkelerinde. Yılmadılar.
Kendi burjuvazisini yaratamadığı için tepeden inme sosyalizm oyalamasıyla yıllarını harcayan Türkiye’nin bir Rosa Luxembourg’u olmadı. Çok ihtiyaç duyulduğu halde ortaya böyle bir kimlik çıkamadı.
Rosa Luxembourg, devrimci parti yapısının ve parti ile sınıf arasındaki karşılıklı ilişkilerin sadece kapitalizme karşıt ve ezilen kitlelerden yana çabalar üzerine değil, ama emekçilerin iktidiktidarının kaderi üzerinde de büyük etkisi olduğunu iyi kavramış ve “Sosyalizm tepeden inme emirle olamaz,” demişti. Mümtaz İdil-Odatv.com