Sevgili Enver Emmim.
Sen öleli kaç yıl olmuş. Saysam ne saymasam ne.
Daha dün gibi bile değil öğleyin görmüş gibiyim seni.
Akşam belediye otobüsünün camlarından bir sağa bir sola bakınırken, ömür plazanın önünden geçerken bir ara seni görür gibi oldum. Birilerinin boğazına takılmıştın gene yılan kemiği gibi. Dönüp duruyordun.
Hani geçtiğimiz baharda da birilerine ağulu bir kenger dikeni olmuştun da yedi cihan dört kıta senin çocuklarından söz etmişti. O günde görmüştüm seni Gezi Parkında.
Senelerce senelerce evvel miydi, yoksa akşam vakti miydi ne, bir işçi emeğinin karşılığını alamadığı için iş makinasını kendi ekseni etrafında döndürme eylemi yapıyordu da kepçesine dur diyen trafik polisi makinanın kıçının çarpmasıyla nasıl da savrulmuştu.
Orada da sen vardın, gördüm. “Alma mazlumun ahını, kazmayı atlatsan da yersin küreğin sapını” demek istedin. Ben anladım senin işin olduğunu.
Enver Emmi geçen akşam tuhaf bir düşünce beynimi uğraştırdı. Bakalım sen ne diyeceksin.
Bir süredir bir bahçe yapmaya çalışıyorum. Bahçe dedimse şehre çok uzak kırsal, kurak bir tarlaya diktiğim ağaçlar.
Bu ağaçların altındaki otlar beni deli etti. Baharda öyle bir güzel çıkıyorlar k çapalamaya kıyamıyorum .Sen geliyorsun aklıma “hele bira daha büyüsünler de, şimdilik fidanlara zarar vermez” diyorum.
Otlar büyüyor ben tam çapalamaya karar veriyorum birde ne göreyim tümünün boynunda birer gerdanlık gibi duran tomurcuklar. Hadi gel de vur çapayı. Sen bakıyorsun can can.
Hele biraz daha bekleyeyim bakalım hangisi ne renk çiçek açacak.
Komşular “yahu kardeşim her tarafı ot bastı, ne yapacaksan yap, bunların tohumları bizim bahçelere de yayılıyor”  diye sık boğaz ettiler.
Çaresiz bahçeye gittim, yoldan da keskinleştirilmiş bir çapa aldım.
Enver Emmi birde ne göreyim her taraftan sen çiçek açmışsın. Allı, morlu, sarılı, mavili, eflatun, beyaz, pembe.
Hani bir şiirin vardı ya senin “Doğdum yeniden, Şimdi Mor Işıklı Ağulu Bir Kenger Dikeni Oldum”
Çapayı fırlattım en görünmez bir yere. Vurmayacağım bu çiçeklerin hiç birine.
Bahçesini seven etrafına duvar örsün, bana ne.
Gelgelelim kafama takılan şeye.
Bu renk renk, bu cins cins, bu boy boy otlar ve çiçekler ne zaman bir rüzgar çıksa birbirlerine sarılıyorlar.
Ne zaman hava soğuksa geniş yapraklıları  yapraksızların toprağının üstüne yorgan gibi seriliyorlar.
Ne zaman güneş yakıyorsa gene geniş  yapraklılar şemsiye gibi açılıp küçükleri koruyorlar.
Ne zaman kar yağsa bu kez küçükler iğne gibi yapraklarını açıp kar tanelerini yakalıyorlar.
Bu nasıl bir iş birliği Enver Emmi.
Geçen gün metrobüse binip yer kapmak için insanlar birbirini ezmişti de yaşlı bir kadın arada ezilmişti. Yerden kaldırdılar da yer veren gencin gözleri “lanet olsun yine ben yer vermek zorunda kaldım” der gibi bakıyordu.
O gözlerle göz göze gelince senin Cevahir Yüreklilerin aklıma geldi.
Yaşlı kadının kasırgası ne ki acep.
***
CEVAHİR YÜREKLİLER
Bayraklarına küfrettiğimiz çağdı
Fırat akardı, Munzur inlerdi
Ciğerparem ve Cevahir Yürekliler daha sağdı
Ve Malatya Dağlarında, Keban Deresinde yaban keçileriyle seğirttim
Kurda kuşa yem oldum
Ben Halkın Ulusuydum Yani
Doğdum yeniden
Şimdi Mor Işıklı Ağulu Bir Kenger Dikeni Oldum Ve Yılan Kemiği
Boğazlara…
Döner Ha Dönerim
Şimdi Alıcılar Gibi Düşmanın
İman Tahtasına…
***
Enver Emmim sen her yerden her gün renk renk çiçeklerinle yeniden doğuyorsun.
KEMAL YILMAZ-SENDİKA.ORG
Daha yeni Daha eski