Barış sürecini sürdürmek demokrasi aktivistlerinin, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin görevidir. Anayasa Komisyon üyeleri ve partiler acilen özgürlükler ve temel hakları üzerine odaklanırsa bu süreç ilerleyebilir.
Kürtler halktır, özgündür, ancak inkar edildiler. Kürtler insan haklarını ihlal eden her türlü baskıya uğradılar. Siyasi direniş uzun sürdü, sürüyor.
Uğradıkları haksızlıklar ağırdır ve hala devam ediyor. Altı milletvekili ile birçok yerel yöneticisi dört yıldan fazladır hapistedir. Barış süreci ile bu gerçek arasında bağlantı kurmak kolay değil.
Kürtlerin legal siyasi parti gelenekleri ise yakında 25 yılını dolduracak.
Barış süreci karşılıklı siyasi irade ile başladı; tek bir tarafa mal edilemez. En önemlisi uzun süren baskılar karşısında yine uzun süren bir direnişin getirdiği bir siyasi durumdur.
Barış süreci herhangi bir siyasi iradenin, barış talebi karşısında durarak çok kaybedeceğini bildiği bir noktada başladı. Bu süreç en başta Kürt halkının ve tüm demokrasi güçlerinin yolunu açtı.
Süreçler hedeflerden çok daha değerlidir çünkü diyalog ve müzakere süreçleri tarif eder. Bu konuda kararlılık hedef konusundaki esnekliği de sağlayabilir. Ödün verilecek veya verilemeyecek ilkeler vardır. İşin bu yanı da bir halkın haklı talepleri yanısıra bir insanlık mücadelesidir.
İlkelerden söz ettiğimiz zaman ise bir halkın nasıl yaşamak istediği konusunda kaderini tayin hakkından sözediyoruz. Bugün halkların kaderlerini tayin hakkının tek alternatifi yeni devlet kurmak değildir. Zaten Türkiye’de gelişen Kürt siyasi mücadelesi de devlet kurmayı değil onurlu bir biraradalığı seçti.
İlkelerden söz ettiğimizde aynı zamanda bir ideolojik perspektiften de sözederiz. Kürt siyasal hareketi ilkelerini toplumsallık, özgürlükler, demokrasi, eşitlik ve dolayısıyla mağduriyetlerin giderilmesi üzerine kurdu.
Hiyerarşi, muhafazakarlık, kadının ikinci plana itildiği geneleneksellik, tekçi bir otoriterlik bu ilkelere terstir.
Diyoruz ki; bir barış süreci başladı ve insanlar ölmüyor, evet doğrudan Kürt sorunu ile ilgili ölümler olmuyor, silahlı mücadelenin yerini siyasi mücadeleye vermesi gerektiği anlaşıldı, çatışma olmuyor.
Ama bu ülkede hak ihlalleri devam ediyor ve farklı mağduriyetler üzerinden ölümler oluyor. Gezi direnişi bunun en büyük örneği ve mesela erkek şiddeti kadınları öldürmeye devam ediyor.
Kürt siyasal hareketinin ilkeleri ihlal ediliyor. ve özellikle de toplanma ve gösteri yürüyüşleri saldırıya uğruyor.
Gezi direnişi Kürt siyasal hareketine çok uzak çok yabancı bir direniş değildi. İnsan haklarını, özgürlükleri ilgilendiriyordu. Demek ki diyalog ve müzakere bu alanları da içerecektir.
Diyalog ve müzakere çelişkili tezat davranışlardan arınma içinde devam ediyor. Bunun yolu yasaların değişmesidir ama aynı zamanda diğer haklı direnişlerin Kürtlerin siyasi direnişiyle birleştirilmesidir de.
İdeoloji farkının önemini en son Diyarbakır buluşmasında gözlemledik.
Barzani çizgisinin Türkiye’deki mevcut iktidar çizgisine yakınlığı belli. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle Bismil konuşmasında “ideolojinin deli gömleğini giymek”ten söz etmesi kendisinin ve taraftarlarının ideoloji dışı olduğu mesajını içeriyor.
Oysa bu doğru değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hiyerarşik bakış açısıyla, otoriterliği ile, eşitliğe inanmadığını açıkça belirtmesi ile, dini/geleneksel hayat biçimini dayatma girişimleri ile, üstün millet iradesine çoğunlukçuluk ilkesiyle bağlı oluşuyla, aileyi insan haklarının ve kadının insan haklarının üzerinde tutması ile muhafazakar ideolojinin birçok ilkesine sahip çıktığını tekrar tekrar belirtiyor.
Muhafazakarlığın en önemli ilkelerinden olan insanların herşeye hakim olamayacağı ilkesi ise sürekli çiğneniyor.
Bu açıdan da hükümet radikal pragmatizmi ile neo-konservatizmin bütün olanaklarından yararlanıyor, doğa ve çevre tahribatına karşı bir tavır almıyor.
Ayrıca liderlik anlayışında herşeye kolayca hakim olunabileceği yaklaşımını muhafaza ediyor. Bu dünyadaki liderlik anlayışı değişimine de işaret ediyor.
‘’Bush liderlik rejimi’’ bu yolu açtı ve güçlendirdi. Berlusconi, Sarcozy gibileri bu yolu izledi. “Keyfi özgüven” bu liderlik anlayışının özüdür.
Kürt siyasal hareketine gelince kadınların, doğanın, mağduriyetlerin savunuculuğunu yapma açısından Türkiye’deki en çağdaş siyasi güçtür; insan haklarına, kadınların ve çocukların insan haklarına özen gösteriyor. Eşitlik ilkesine tamamen bağlı kalma arzusuna veya hedefine sahiptir. Demokrasi konusunda ise gelişme ve ilerleme gösterebiliyor. Günümüz sosyalist anlayışına yakın bir konumdadır.
Zayıf noktası ise zaman zaman yükselen Kürt milliyetçiliğine bağlı olarak sorunun sadece Kürtlük açısından çözülebileceği yanılgısına düşebilmesidir.
Kürt siyasal hareketinin bu iki zıt siyasi kutbu ‘’Kürtlük’’ ve biraz da ‘’dindar Kürtlük’’ üzerinden yani sadece milli kimlik üzerinden bağlama stratejisi Diyarbakır buluşmasının ana resmidir. Halkın umutlarını yükseltmek açısından çok olumlu bir rol oynamıştır mutlaka, ama ideolojik zıtlığı da açığa çıkardı.
Barış için diyalog ve müzakere öncelikle bu ideolojik farka saygı göstermek anlamında gelir. Sadece Kürtlüğe veya sadece dini ortaklığa vurgu yaparak barış sürecini geliştirmek mümkün değil.
Öncelikli talepler eşitlik, insan hakları ve toplumsallık üzerine kuruludur. Eşitlik muhafazar ideolojinin hiçbir zaman arzusu ve hedefi olmadı, O halde buluşulacak nokta hukuk devleti ve evrensel ilkelerdir.
Evrensel ilkelerin Kürt siyasal hareketinin ideolojisine daha yakın bir konumda olması aslında bu muhalefetin güçlü olan yanıdır. Ancak evrensel ekonomik çıkarların neo-liberal ve neo-konservatif ideolojilerden yana oluşu zayıf noktaya işaret ediyor; işin bu yanı, petrol/enerji hattı üzerinden sadece Kürtlüğe oynayabilmeye kolaylık sağlayabiliyor.
Barış süreci içine çok tutuklama, çok muhalefet düşmanlığı, çok temenni, çok da ideoloji giriyor.
İdeolojiler çoğuldur, farklı dünya görüşleri, farklı çözüm biçimleri ile siyasete kılavuzluk yaparlar. Muhafazakarı da, liberali de, sosyalisti de, faşisti de, feministi de, millliyetçisi de, ekolojisti de var, sosyal demokratı, neo liberali, neo konservatifi de.
İnsanlar bunlardan birini seçip siyaset yapma alışkanlığına sahipler. O zaman, ideolojinin deli gömleğini giyen kimdir? Kötü ideoloji ile iyi ideoloji ayrımı mı yapılıyor?
Aslında o da yapılmış mesela faşizme bütün dünyada kötü gözle bakılıyor. Faşizm özel hayata kadar müdahil olduğu için herkesi tek potada eritmek istediği için insan hakları açısından ağır kusurlu görülüyor ama onun dışında yasalarla kendimizi etkisinden korumaya çalıştığımız başka bir ideoloji yok.
Barış bu kadar fazla tutuklama, ve tutuklananları içeride tutmaya devam etme, hasta tutukluların insan haklarını ihlal etme, toplantı ve gösteri hakkını sürekli ihlal etme, üniversiteleri özgürlük dışına itme ve piyasaya alet etme, öğrencileri şüphe ve töhmet altında bırakma, işçi haklarını her zaman kırpıp kuşa çevirme, AVM ve betonla şehir estetiğini tarihsel değerleri yoketme, bina fasadlarını yeniden şekillendirme, özel hayata çeşitli biçimlerde mühadele etme, en geniş ve çifte mağduriyet içinde olan kadınları ve Kürtleri en temel haklarından mahrum etme üzerine kurulamaz.
Eğer Kürtlerle barış söz konusu ise bu kadar tutuklu neden var?
Eğer bu barış PKK’nin geçmişte uyguladığı şiddeti ortadan kaldırmak ise Gezi hareketi sırasında direnen gençlere şiddet uygulanması niye?
Meselenin özü şiddetten arınmak mı yoksa dirençli muhalefetten arınmak mı?
Mesele eğer hukuk devletini tesis etmek ise Anayasa komisyonu nasıl oluyor da aniden Meclis Başkanı tarafından dağıtılabiliyor? Üstelik çalışmalarına devam etmek isteyen üç muhalefet partisi çalışma alanlarına gittiklerinde nasıl oluyor da tutanakları tutan memurlar gönderilmiyor?
Meclis sadece bir tek partiye mi ait? Muhalefet tanımayan bir yönetme zihniyeti nasıl bir diyalog ve müzakere yürütebilir?
Son Avrupa Birliği (AB) ilerleme raporunun tespit ettiği olumlu gelişmelerin yanısıra dikkat çekilen konular, özenle eleştirilen konular arasında toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve orantısız şiddet kullanımı yok mu? Kadınların şiddete karşı korunamadığı yok mu?
Tabii bu noktada en temelli çözüm AKP’den kurtulmak değildir. Ona karşı en geniş ittifak değildir. Tam tersine bu partiye oy verenlerin, bu partinin temsilciliğini yapanların dikkatini bu çelişkilere çekmektir.
Çok uzun zamandır bu ülkede kimsenin kimseden kurtulma hakkı olmadığını biliyoruz. Ayrıca kimsenin kimseyi bitirme hakkı da yok.
Nasıl parti kapatılmasına karşı isek aynı şekilde farklı düşünenlerin kenara itilmesine de karşıyız.
Önemli olan demokratik evrensel ilkelerin gerektirdiği özgürlükleri ve hakları temin edecek kıvama gelebilmek.
Müzakerelerin geleceği Kürt siyasi hareketini ilgilendirdiği kadar Gezi Direnişinin aktivistlerini de tüm demokrasi güçlerini de ilgilendirmektedir. Dolayısıyla çözüm ne sadece Suriye’de Kürtlere uygulanan şiddet ve baskıya odaklanarak, ne sadece Kürdistan kavramının bölgedeki anlamına odaklanarak ne de sadece Türk milliyetçilerinin hassasiyetlerine odaklanarak çözümlenebilir.
Çözüm hepsini bir bütün içinde görüp değerlendirebilmeyi ve hukukun üstünlüğünün evrensel ilkelerine bağlı kalarak yol almayı gerektiriyor.
Bu açıdan da anayasa komisyonunun şimdiye kadarki emeklerini bir kenara itmek yerine onu yeniden canlandırmaya çalışmak lazım.
Anayasal süreç sivil toplum örgütleri açısından da yıllardır sürüyor. Parlamento ciddi bir ilerleme sağlanmadı daha doğrusu sağlanan ilerlemeler, insan hakları ve özgürlükler sorununu çözebilecek nitelikte olmadı.
Halbuki Anayasa Komisyonu bu nedenle kurulmuştu. Son bir yılda edinilen muhalefet düşmanlığı ve hukuksuzluk uygulamalarından ders çıkararak muhalefet partilerinin bu komisyon çalışmalarını sürdürmesi gerekiyor.
Müzakerenin diyalogun devamı tüm demokrasi güçlerinin sorumluluğu altındadır.
Barış sürecini sürdürebilmek tüm demokrasi aktivistlerinin ve tüm siyasi partilerin tüm sivil toplum örgütlerinin görevidir.
Anayasa Komisyon Üyeleri ve partiler acilen özgürlükler ve temel insan hakları konularına odaklanırsa bu süreç ilerleyebilir.
Onların çalışmayı sürdürme deneyimi diyalog ve müzakere alanında yöntem geliştirme açısından son derece faydalı olabilir ve genel anlamda barış sürecin güçlendirir. (BE/BA)
* Büşra Ersanlı’nın yazısı Global Progressive Forum ve Friedrich Ebert Stiftung’un düzenlediği ‘’Kürtler, Barış Süreci ve Anayasal Süreç’’ başlıklı yuvarlak masa toplantısındaki sunumunun düzenlenmiş şeklidir. Toplantıda Sezgin Tanrıkulu (CHP Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı), Prof. Dr. Büşra Ersanlı (Marmara Üniversitesi ve BDP Parti Meclisi üyesi), Meral Danış Beştaş (BDP Genel Başkan Yardımcısı), Rıza Türmen (CHP Milletvekili ve AİHM eski yargıcı) ve Gianni Buquicchio (Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Başkanı) konuştular.
Uğradıkları haksızlıklar ağırdır ve hala devam ediyor. Altı milletvekili ile birçok yerel yöneticisi dört yıldan fazladır hapistedir. Barış süreci ile bu gerçek arasında bağlantı kurmak kolay değil.
Kürtlerin legal siyasi parti gelenekleri ise yakında 25 yılını dolduracak.
Barış süreci karşılıklı siyasi irade ile başladı; tek bir tarafa mal edilemez. En önemlisi uzun süren baskılar karşısında yine uzun süren bir direnişin getirdiği bir siyasi durumdur.
Barış süreci herhangi bir siyasi iradenin, barış talebi karşısında durarak çok kaybedeceğini bildiği bir noktada başladı. Bu süreç en başta Kürt halkının ve tüm demokrasi güçlerinin yolunu açtı.
Süreçler hedeflerden çok daha değerlidir çünkü diyalog ve müzakere süreçleri tarif eder. Bu konuda kararlılık hedef konusundaki esnekliği de sağlayabilir. Ödün verilecek veya verilemeyecek ilkeler vardır. İşin bu yanı da bir halkın haklı talepleri yanısıra bir insanlık mücadelesidir.
İlkelerden söz ettiğimiz zaman ise bir halkın nasıl yaşamak istediği konusunda kaderini tayin hakkından sözediyoruz. Bugün halkların kaderlerini tayin hakkının tek alternatifi yeni devlet kurmak değildir. Zaten Türkiye’de gelişen Kürt siyasi mücadelesi de devlet kurmayı değil onurlu bir biraradalığı seçti.
İlkelerden söz ettiğimizde aynı zamanda bir ideolojik perspektiften de sözederiz. Kürt siyasal hareketi ilkelerini toplumsallık, özgürlükler, demokrasi, eşitlik ve dolayısıyla mağduriyetlerin giderilmesi üzerine kurdu.
Hiyerarşi, muhafazakarlık, kadının ikinci plana itildiği geneleneksellik, tekçi bir otoriterlik bu ilkelere terstir.
Diyoruz ki; bir barış süreci başladı ve insanlar ölmüyor, evet doğrudan Kürt sorunu ile ilgili ölümler olmuyor, silahlı mücadelenin yerini siyasi mücadeleye vermesi gerektiği anlaşıldı, çatışma olmuyor.
Ama bu ülkede hak ihlalleri devam ediyor ve farklı mağduriyetler üzerinden ölümler oluyor. Gezi direnişi bunun en büyük örneği ve mesela erkek şiddeti kadınları öldürmeye devam ediyor.
Kürt siyasal hareketinin ilkeleri ihlal ediliyor. ve özellikle de toplanma ve gösteri yürüyüşleri saldırıya uğruyor.
Gezi direnişi Kürt siyasal hareketine çok uzak çok yabancı bir direniş değildi. İnsan haklarını, özgürlükleri ilgilendiriyordu. Demek ki diyalog ve müzakere bu alanları da içerecektir.
Diyalog ve müzakere çelişkili tezat davranışlardan arınma içinde devam ediyor. Bunun yolu yasaların değişmesidir ama aynı zamanda diğer haklı direnişlerin Kürtlerin siyasi direnişiyle birleştirilmesidir de.
İdeoloji farkının önemini en son Diyarbakır buluşmasında gözlemledik.
Barzani çizgisinin Türkiye’deki mevcut iktidar çizgisine yakınlığı belli. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle Bismil konuşmasında “ideolojinin deli gömleğini giymek”ten söz etmesi kendisinin ve taraftarlarının ideoloji dışı olduğu mesajını içeriyor.
Oysa bu doğru değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hiyerarşik bakış açısıyla, otoriterliği ile, eşitliğe inanmadığını açıkça belirtmesi ile, dini/geleneksel hayat biçimini dayatma girişimleri ile, üstün millet iradesine çoğunlukçuluk ilkesiyle bağlı oluşuyla, aileyi insan haklarının ve kadının insan haklarının üzerinde tutması ile muhafazakar ideolojinin birçok ilkesine sahip çıktığını tekrar tekrar belirtiyor.
Muhafazakarlığın en önemli ilkelerinden olan insanların herşeye hakim olamayacağı ilkesi ise sürekli çiğneniyor.
Bu açıdan da hükümet radikal pragmatizmi ile neo-konservatizmin bütün olanaklarından yararlanıyor, doğa ve çevre tahribatına karşı bir tavır almıyor.
Ayrıca liderlik anlayışında herşeye kolayca hakim olunabileceği yaklaşımını muhafaza ediyor. Bu dünyadaki liderlik anlayışı değişimine de işaret ediyor.
‘’Bush liderlik rejimi’’ bu yolu açtı ve güçlendirdi. Berlusconi, Sarcozy gibileri bu yolu izledi. “Keyfi özgüven” bu liderlik anlayışının özüdür.
Kürt siyasal hareketine gelince kadınların, doğanın, mağduriyetlerin savunuculuğunu yapma açısından Türkiye’deki en çağdaş siyasi güçtür; insan haklarına, kadınların ve çocukların insan haklarına özen gösteriyor. Eşitlik ilkesine tamamen bağlı kalma arzusuna veya hedefine sahiptir. Demokrasi konusunda ise gelişme ve ilerleme gösterebiliyor. Günümüz sosyalist anlayışına yakın bir konumdadır.
Zayıf noktası ise zaman zaman yükselen Kürt milliyetçiliğine bağlı olarak sorunun sadece Kürtlük açısından çözülebileceği yanılgısına düşebilmesidir.
Kürt siyasal hareketinin bu iki zıt siyasi kutbu ‘’Kürtlük’’ ve biraz da ‘’dindar Kürtlük’’ üzerinden yani sadece milli kimlik üzerinden bağlama stratejisi Diyarbakır buluşmasının ana resmidir. Halkın umutlarını yükseltmek açısından çok olumlu bir rol oynamıştır mutlaka, ama ideolojik zıtlığı da açığa çıkardı.
Barış için diyalog ve müzakere öncelikle bu ideolojik farka saygı göstermek anlamında gelir. Sadece Kürtlüğe veya sadece dini ortaklığa vurgu yaparak barış sürecini geliştirmek mümkün değil.
Öncelikli talepler eşitlik, insan hakları ve toplumsallık üzerine kuruludur. Eşitlik muhafazar ideolojinin hiçbir zaman arzusu ve hedefi olmadı, O halde buluşulacak nokta hukuk devleti ve evrensel ilkelerdir.
Evrensel ilkelerin Kürt siyasal hareketinin ideolojisine daha yakın bir konumda olması aslında bu muhalefetin güçlü olan yanıdır. Ancak evrensel ekonomik çıkarların neo-liberal ve neo-konservatif ideolojilerden yana oluşu zayıf noktaya işaret ediyor; işin bu yanı, petrol/enerji hattı üzerinden sadece Kürtlüğe oynayabilmeye kolaylık sağlayabiliyor.
Barış süreci içine çok tutuklama, çok muhalefet düşmanlığı, çok temenni, çok da ideoloji giriyor.
İdeolojiler çoğuldur, farklı dünya görüşleri, farklı çözüm biçimleri ile siyasete kılavuzluk yaparlar. Muhafazakarı da, liberali de, sosyalisti de, faşisti de, feministi de, millliyetçisi de, ekolojisti de var, sosyal demokratı, neo liberali, neo konservatifi de.
İnsanlar bunlardan birini seçip siyaset yapma alışkanlığına sahipler. O zaman, ideolojinin deli gömleğini giyen kimdir? Kötü ideoloji ile iyi ideoloji ayrımı mı yapılıyor?
Aslında o da yapılmış mesela faşizme bütün dünyada kötü gözle bakılıyor. Faşizm özel hayata kadar müdahil olduğu için herkesi tek potada eritmek istediği için insan hakları açısından ağır kusurlu görülüyor ama onun dışında yasalarla kendimizi etkisinden korumaya çalıştığımız başka bir ideoloji yok.
Barış bu kadar fazla tutuklama, ve tutuklananları içeride tutmaya devam etme, hasta tutukluların insan haklarını ihlal etme, toplantı ve gösteri hakkını sürekli ihlal etme, üniversiteleri özgürlük dışına itme ve piyasaya alet etme, öğrencileri şüphe ve töhmet altında bırakma, işçi haklarını her zaman kırpıp kuşa çevirme, AVM ve betonla şehir estetiğini tarihsel değerleri yoketme, bina fasadlarını yeniden şekillendirme, özel hayata çeşitli biçimlerde mühadele etme, en geniş ve çifte mağduriyet içinde olan kadınları ve Kürtleri en temel haklarından mahrum etme üzerine kurulamaz.
Eğer Kürtlerle barış söz konusu ise bu kadar tutuklu neden var?
Eğer bu barış PKK’nin geçmişte uyguladığı şiddeti ortadan kaldırmak ise Gezi hareketi sırasında direnen gençlere şiddet uygulanması niye?
Meselenin özü şiddetten arınmak mı yoksa dirençli muhalefetten arınmak mı?
Mesele eğer hukuk devletini tesis etmek ise Anayasa komisyonu nasıl oluyor da aniden Meclis Başkanı tarafından dağıtılabiliyor? Üstelik çalışmalarına devam etmek isteyen üç muhalefet partisi çalışma alanlarına gittiklerinde nasıl oluyor da tutanakları tutan memurlar gönderilmiyor?
Meclis sadece bir tek partiye mi ait? Muhalefet tanımayan bir yönetme zihniyeti nasıl bir diyalog ve müzakere yürütebilir?
Son Avrupa Birliği (AB) ilerleme raporunun tespit ettiği olumlu gelişmelerin yanısıra dikkat çekilen konular, özenle eleştirilen konular arasında toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve orantısız şiddet kullanımı yok mu? Kadınların şiddete karşı korunamadığı yok mu?
Tabii bu noktada en temelli çözüm AKP’den kurtulmak değildir. Ona karşı en geniş ittifak değildir. Tam tersine bu partiye oy verenlerin, bu partinin temsilciliğini yapanların dikkatini bu çelişkilere çekmektir.
Çok uzun zamandır bu ülkede kimsenin kimseden kurtulma hakkı olmadığını biliyoruz. Ayrıca kimsenin kimseyi bitirme hakkı da yok.
Nasıl parti kapatılmasına karşı isek aynı şekilde farklı düşünenlerin kenara itilmesine de karşıyız.
Önemli olan demokratik evrensel ilkelerin gerektirdiği özgürlükleri ve hakları temin edecek kıvama gelebilmek.
Müzakerelerin geleceği Kürt siyasi hareketini ilgilendirdiği kadar Gezi Direnişinin aktivistlerini de tüm demokrasi güçlerini de ilgilendirmektedir. Dolayısıyla çözüm ne sadece Suriye’de Kürtlere uygulanan şiddet ve baskıya odaklanarak, ne sadece Kürdistan kavramının bölgedeki anlamına odaklanarak ne de sadece Türk milliyetçilerinin hassasiyetlerine odaklanarak çözümlenebilir.
Çözüm hepsini bir bütün içinde görüp değerlendirebilmeyi ve hukukun üstünlüğünün evrensel ilkelerine bağlı kalarak yol almayı gerektiriyor.
Bu açıdan da anayasa komisyonunun şimdiye kadarki emeklerini bir kenara itmek yerine onu yeniden canlandırmaya çalışmak lazım.
Anayasal süreç sivil toplum örgütleri açısından da yıllardır sürüyor. Parlamento ciddi bir ilerleme sağlanmadı daha doğrusu sağlanan ilerlemeler, insan hakları ve özgürlükler sorununu çözebilecek nitelikte olmadı.
Halbuki Anayasa Komisyonu bu nedenle kurulmuştu. Son bir yılda edinilen muhalefet düşmanlığı ve hukuksuzluk uygulamalarından ders çıkararak muhalefet partilerinin bu komisyon çalışmalarını sürdürmesi gerekiyor.
Müzakerenin diyalogun devamı tüm demokrasi güçlerinin sorumluluğu altındadır.
Barış sürecini sürdürebilmek tüm demokrasi aktivistlerinin ve tüm siyasi partilerin tüm sivil toplum örgütlerinin görevidir.
Anayasa Komisyon Üyeleri ve partiler acilen özgürlükler ve temel insan hakları konularına odaklanırsa bu süreç ilerleyebilir.
Onların çalışmayı sürdürme deneyimi diyalog ve müzakere alanında yöntem geliştirme açısından son derece faydalı olabilir ve genel anlamda barış sürecin güçlendirir. (BE/BA)
* Büşra Ersanlı’nın yazısı Global Progressive Forum ve Friedrich Ebert Stiftung’un düzenlediği ‘’Kürtler, Barış Süreci ve Anayasal Süreç’’ başlıklı yuvarlak masa toplantısındaki sunumunun düzenlenmiş şeklidir. Toplantıda Sezgin Tanrıkulu (CHP Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı), Prof. Dr. Büşra Ersanlı (Marmara Üniversitesi ve BDP Parti Meclisi üyesi), Meral Danış Beştaş (BDP Genel Başkan Yardımcısı), Rıza Türmen (CHP Milletvekili ve AİHM eski yargıcı) ve Gianni Buquicchio (Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Başkanı) konuştular.