Dile kolay, tam 4 yıl 277 gün… Önce CHP İzmir milletvekili ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay Dostumuz’a geçmiş olsun diyelim.
Sonra da, bir yol soralım çok bilenlere:
Eğer bu insan suçsuzsa, niye yattı?..
Yok eğer suçluysa, niye çıktı?..
Cevaplara birinci soru ile başlayalım: Elbette suçsuzdu, ne var ki tekere çomak sokanlardandı... Devletin temel erkleri olan Yasama… Yürütme… Ve Yargı organları; güçler ayrılığı hedefinden sapıp da güçler birliği’ne dönüşünce, geride dördüncü güç olarak sadece medya kalmıştı.
Oysa, çok seslilik tamamen ortadan kaldırılmalıydı kimilerine göre... Bir iki istisna dışında, ortadan kaldırıldı da… Polifoni’nin… Çok sesli demokrasi’nin değişik renkleri… Parayla susturulamayan armonik tonları, muhalefet görevini üstlenen satılmamış beyinlerin büyük bir kısmı, Yargı Erki vasıtasıyla saf dışı bırakıldı. Pasifiye edildi.
Gelelim ikinci sorunun cevabına. İktidar istediği kadar küçümsesin ve önemsemez gözüksün, Taksim Gezi Parkı’ndan sonra çok şey değişti.
İktidar, giderek nobranlaştı… Kabalaştı… Sertleşti.
Kamplaşmayı körükledi. Bindirilmiş kiralık-taşıma kıtalar dışında, halktan ciddi olarak koptu.
SEÇİM İÇİN YATIRIM… İŞTE YARGI ÇALIŞIYOR DİYECEKLER
Baktılar ki, işler giderek kötüye gidiyor… Bu yerel seçimler de giderek yaklaşıyor. Oy kayıplarını önleyebilmek için nahak yere içeride tutulanları salıvermeye başladılar.
Dostlar, bu zevahir sözcüğü, Arapça zahir kökenlidir. Dışyüz anlamına gelir. Zevahir de, zahir’in çoğuludur. Zevahiri Kurtarma’nın ne olduğu bellidir. Deyim yerinde ise karizmayı çizdirmeden belâlı bir durumdan sıyrılmak demektir.
Seçim için, bazı akıllılara (!) göre, son derece uygun bir yatırım olacaktı bu. Zindan kapıları açılacak… 30-40 yıl mahkûmiyet almış kişiler, serbest kalacak ve böylece propaganda çalışmaları sırasında, bu konu aleyhlerinde seçim malzemesi olarak kullanılamayacaktı.
“Bizim tamamen dışımızda” diyeceklerdi her zamanki kasap süngeri ile silinmiş yüzleri ile… “Bakın işte, bağımsız yargı tıkır tıkır çalışıyor” diye sıyrılacaklardı kafalarına göre.
Dostlar… Elbette sadece Balbay’la sınırlı kalmayacaktır bu operasyon. Önümüzdeki günlerde de devam edecektir. Subaylar hariç (belki politik kimliği nedeniyle Engin Alan dışında), siviller şu veya bu benzer gerekçelerle, tahliye edileceklerdir.
Yazmıştım. Sıra subaylara da gelecektir en sonunda. Fakat, seçim-zevahir hesabından da hassas bir konudur bu. Subayların özgürlüklerine kavuşmasının bedeli, İmralı denilen bir adada misafir edilen kişidir. Henüz böyle bir yatırımın sonucunun getirim mi – götürüm mü olacağı konusunda kararsızdır Güçler Birliği.
KAYIP YILLARIN BEDELİNİ KİMLER, NASIL ÖDEYECEK?
Her neye inanırsanız, inanın, yaşam sonsuz değil. Mustafa Balbay, yaşını doldurmamış oğlunu, beş yıl sonra kucaklayabildi. Oğlu, babasına anca kavuştur.
Eşler… Çocuklar… Analar… Babalar…
Bu hiç yoktan yere heba olup giden, hasret dolu yılların hesabını kimler verecek?.. Kimler nasıl ödeyecek?..
Dieter Hildebrandt diye ünlü bir yazar ve kabare sanatçısı yaşardı Almanya’da. Kasım ayında öldü. Tam bu duruma uygun bir sözü vardı:
“Haklı olmanız yetmez… Adâlet kurumunu hesaba katmadan hiçbir yere varamazsınız.”
Halit Kakınç-Odatv.com
Sonra da, bir yol soralım çok bilenlere:
Eğer bu insan suçsuzsa, niye yattı?..
Yok eğer suçluysa, niye çıktı?..
Cevaplara birinci soru ile başlayalım: Elbette suçsuzdu, ne var ki tekere çomak sokanlardandı... Devletin temel erkleri olan Yasama… Yürütme… Ve Yargı organları; güçler ayrılığı hedefinden sapıp da güçler birliği’ne dönüşünce, geride dördüncü güç olarak sadece medya kalmıştı.
Oysa, çok seslilik tamamen ortadan kaldırılmalıydı kimilerine göre... Bir iki istisna dışında, ortadan kaldırıldı da… Polifoni’nin… Çok sesli demokrasi’nin değişik renkleri… Parayla susturulamayan armonik tonları, muhalefet görevini üstlenen satılmamış beyinlerin büyük bir kısmı, Yargı Erki vasıtasıyla saf dışı bırakıldı. Pasifiye edildi.
Gelelim ikinci sorunun cevabına. İktidar istediği kadar küçümsesin ve önemsemez gözüksün, Taksim Gezi Parkı’ndan sonra çok şey değişti.
İktidar, giderek nobranlaştı… Kabalaştı… Sertleşti.
Kamplaşmayı körükledi. Bindirilmiş kiralık-taşıma kıtalar dışında, halktan ciddi olarak koptu.
SEÇİM İÇİN YATIRIM… İŞTE YARGI ÇALIŞIYOR DİYECEKLER
Baktılar ki, işler giderek kötüye gidiyor… Bu yerel seçimler de giderek yaklaşıyor. Oy kayıplarını önleyebilmek için nahak yere içeride tutulanları salıvermeye başladılar.
Dostlar, bu zevahir sözcüğü, Arapça zahir kökenlidir. Dışyüz anlamına gelir. Zevahir de, zahir’in çoğuludur. Zevahiri Kurtarma’nın ne olduğu bellidir. Deyim yerinde ise karizmayı çizdirmeden belâlı bir durumdan sıyrılmak demektir.
Seçim için, bazı akıllılara (!) göre, son derece uygun bir yatırım olacaktı bu. Zindan kapıları açılacak… 30-40 yıl mahkûmiyet almış kişiler, serbest kalacak ve böylece propaganda çalışmaları sırasında, bu konu aleyhlerinde seçim malzemesi olarak kullanılamayacaktı.
“Bizim tamamen dışımızda” diyeceklerdi her zamanki kasap süngeri ile silinmiş yüzleri ile… “Bakın işte, bağımsız yargı tıkır tıkır çalışıyor” diye sıyrılacaklardı kafalarına göre.
Dostlar… Elbette sadece Balbay’la sınırlı kalmayacaktır bu operasyon. Önümüzdeki günlerde de devam edecektir. Subaylar hariç (belki politik kimliği nedeniyle Engin Alan dışında), siviller şu veya bu benzer gerekçelerle, tahliye edileceklerdir.
Yazmıştım. Sıra subaylara da gelecektir en sonunda. Fakat, seçim-zevahir hesabından da hassas bir konudur bu. Subayların özgürlüklerine kavuşmasının bedeli, İmralı denilen bir adada misafir edilen kişidir. Henüz böyle bir yatırımın sonucunun getirim mi – götürüm mü olacağı konusunda kararsızdır Güçler Birliği.
KAYIP YILLARIN BEDELİNİ KİMLER, NASIL ÖDEYECEK?
Her neye inanırsanız, inanın, yaşam sonsuz değil. Mustafa Balbay, yaşını doldurmamış oğlunu, beş yıl sonra kucaklayabildi. Oğlu, babasına anca kavuştur.
Eşler… Çocuklar… Analar… Babalar…
Bu hiç yoktan yere heba olup giden, hasret dolu yılların hesabını kimler verecek?.. Kimler nasıl ödeyecek?..
Dieter Hildebrandt diye ünlü bir yazar ve kabare sanatçısı yaşardı Almanya’da. Kasım ayında öldü. Tam bu duruma uygun bir sözü vardı:
“Haklı olmanız yetmez… Adâlet kurumunu hesaba katmadan hiçbir yere varamazsınız.”
Halit Kakınç-Odatv.com