Türkiyeli Arapların inkarcı ve asimilasyoncu politikaların tuzağında büyük çoğunlukla yer aldığını görmek, çalınmış çocukluğumun yaşamımd...
Türkiyeli Arapların inkarcı ve asimilasyoncu politikaların tuzağında büyük çoğunlukla yer aldığını görmek, çalınmış çocukluğumun yaşamımda bıraktığı izden daha fazla içimi acıtıyor
Kendimi Arap olarak bilirim. Anamdan öğrendiğim dil Arapça. İlkokula başlayana kadar tek kelime Türkçe bilmiyordum. “Yabancı dil”le başladım eğitim hayatıma.
Öğretmenimiz “ülkücü” olarak bildiğinizden. Sınıf başkanı seçerken bir de Arapça Kolu seçerdi. “Arapça konuşmak yasak!” Gölgemiz Arapça Kolu bizi her ispiyonladığında, eşek sudan gelinceye kadar… İşin ironik tarafı, Arapça Kolu da Türkçe bilmiyor, aynı biz gibi. Ama Arapça konuştuğumuzu bilir ya, koşa koşa öğretmene bildiği “bu, şu, o” işaret zamirleriyle bizleri gösterirdi. (Nice yıllar sonra Kürt köyünde öğretmenlik yaparken, Kürt çocukları üzerinde aynı uygulamaya tanık olunca tüylerim ürperdi.)
Biz bu korkuyla Arapça konuşmazdık, Türkçe de bilmiyorduk. Yani hiç konuşmazdık. Dilsizdik yıllarca!
Beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Her sabah “Hizaya gir, marşşş… sol, sol, sol pezevenkler sol” diye “oyun” oynatırdı bizlere. Ne severdik bu oyunu! Kezlerce oynadık; okulda, mahallede, evde. Ta ki, ağabeylerimiz, ablalarımız bize anlamını söyleyene kadar. Ne çok üzüldüğümü hatırlıyorum; öğrendiğim bir iki Türkçe cümleyi de, oyunumu da kaybediyorum diye!
Malumunuz, her sabah “Varlığımı Türk varlığına armağan ettim”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye diye “Türklüğümü” yücelttim, Araplığımın ve yasak olan Arapçamın utanılacak bir şey olduğunu öğrendim. Bir Türk askerinin tek başına dört Yunan askerini “geberttiği”ni öğrendim gururla, kahramanlığına öykünerek “bir Türk dünyaya bedeldir” şiarıyla coştum, evde anne ve babamın Arapça konuşmalarından ar duymaya başladım…
Yabancı bir dille ve bir zorun dayatmasıyla nereye kadar? Ne Türkçeyi bir Türk gibi konuşabiliyoruz, ne de kendi dilimizi öğreniyoruz. Hiçbir yere ait olamıyor, hiçbir alanda başarı elde edemiyoruz. Konuştuğumuzda bizimle dalga geçilir korkusuyla kendimizi ifade edecek cesareti hiçbir zaman bulamıyorduk. Bu özüne yabancılaşan, kendini hiçbir yere ait hissedemeyen benim, benim çocukluğum!..
Kaç yılım böyle geçti, ne zaman kimliğimi buldum? Tahlil etmek zor ve uzun. Ama şimdi bir yetişkin olarak kitap okuma tutkum sayesinde Türkçemi geliştirmekle birlikte fark ettiğim şey, ben hala Arapça düşünüyor, Türkçe konuşuyorum; hala rüyalarımı Arapça görüyorum, anlık reflekslerde dilim Arapçaya dönüveriyor. Demek ki ben Anadilimle varım. Anadilimde okumayı yaşlanmaya yüz tutan bu hayatımda yeni yeni öğreniyorum.
Anadilimi öğrendim ve itiraf ediyorum, hiçbir ülkeyi bölmedim! Ama rejimin başta eğitim olmak üzere her türlü baskı aygıtlarıyla anadilimden, kimliğimden bu şekilde koparıldığım çocukluğumu çalan “hırsızları” sorguluyorum. “Ne hakla?” diye soruyorum. Kendini ülkenin sahibi sayan bir “ırk”, beni ötekileştiriyor, asimile ediyorsa, bölen ve parçalayan O’dur.
Bunca inkar ve asimilasyoncu politikanın tuzağında Türkiyeli Arapların büyük çoğunlukla yer aldığını görmek, çalınmış çocukluğumun yaşamımda bıraktığı izden daha fazla içimi acıtıyor. Anadilinden, kimliğinde koparılmış, velakin her sabah çocuklarımız niye “varlığını Türk varlığına armağan etmesin” diye ayağa kalkan, iki sözünden birinde “Kürtlere karşı değilim ama onlar PKK’lı” savunma mekanizmasına sığınarak ‘celladına aşık’ olan, kendi dili ve kimliğine dair bir laf etmeye kalktığında da “bunlar zaten Eset’çi, Nusayri” suçlamalarına öfke duyan ama öfkelendiği muhatabının iktidarını güçlendirdiğinin farkında olamayan, halkların kardeşliğinden dem vurup, aslında “vatan bölünür” diye kardeşleşmekten korkan Araplar… Son günlerde İşçi Partisi’nin bölgede bir dönem yakaladığı boşluktan filizlenen sosyal şovenizme kapılan “Türkçü” Araplar…
Sayıları öyle çok olmasa da, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni vd. halkların iç içe yaşadığı bu topraklarda eşit yurttaşlığı kavrayamaz ve kardeşliğin ülkesini taşıyamaz durumdaki bir tek kişinin bile, sömürü araçlarından biri olan ırkçılığı beslemeye devam etmesi, yeteri kadar kötüdür. Çünkü egemenlerin iktidarlarını korumanın en etkili araçlarından ırkçılık ve gericilik silahının sömürülenlere yöneldiği ve bu silahların saydığımız nedenlerle sömürülen halkı hem vurduğu hem de ayrıştırarak birbirleriyle vuruşturduğu asla unutmamalıdır.
Şimdi sözüm, “Anadil ülkeyi böler” paranoyası yayanlara; TC diye diye ırkınız dışındaki tüm kimlikleri inkar eden ve sistematik bir biçimde asimile eden sizlere inat, TC demiyorum ve emperyalizme olan bağlılık ve hizmetkarlığınıza karşı ülkemi ve halklarını ölesiye sevdiğimi söylüyorum. Yurtseverlik, TC eliyle halkın derelerini, ormanlarını, barınma alanlarını, sağlığını, eğitimini, geleceğini küresel kan emicilere peşkeş çekmek değil, halkın hakları için kavgayı büyütmektir.
Yoksullaştırdığınız ve geleceksizleştirdiğiniz halklara ırkçılık ve gericilik aşısı enjekte ederek; “TC’sine saldır ki, oyalansınlar”, “Atatürk’üne saldır ki, takılıp ayılmasınlar”, “kimliklerine saldır ve saldırt ki, ayrışsınlar” taktiklerinizi bu halklar artık boşa çıkaracaktır. Özellikle ve özellikle emperyalist çıkar ve iktidar hırsı uğruna yaşamları cehenneme çevrilen Türkiyeli Araplar, tıpkı kendileri gibi ötekileştirilen Kürtlerle, Rojava’da varlığına dahi tahammül edilmeyip soykırıma uğrayan Kürt kardeşleriyle kucaklaşacak, ırkçı ve ayrıştırıcı politikalarınızı boşa çıkaracaktır. İşte o zaman hükmünüz duman olur!
Son söz; Anadil, doğuştan gelen bir haktır ve bu hakkı kullanmak, var olmak demektir. Bu varlığı inkar etmek demek, bölen, ayrıştıran, ezen, sömürenle taraf olmak demektir. Herkesin eşitçe insan olmaktan kaynaklı haklarıyla var olduğunu kabul etmek, insan olmanın gereğidir. Neticede kardeşleşmenin ve hak temelinde ortak bir duruşla halk düşmanlarını titretmenin bir başka adıdır.
Kıssadan hisse aktardım. Tüm insanların kendi kimlikleriyle onur duyduğu ve farklılıkları saygıyla kucakladığı hoşgörülü günler diliyorum.HAMİDE YİĞİT-SENDİKA.ORG
Kendimi Arap olarak bilirim. Anamdan öğrendiğim dil Arapça. İlkokula başlayana kadar tek kelime Türkçe bilmiyordum. “Yabancı dil”le başladım eğitim hayatıma.
Öğretmenimiz “ülkücü” olarak bildiğinizden. Sınıf başkanı seçerken bir de Arapça Kolu seçerdi. “Arapça konuşmak yasak!” Gölgemiz Arapça Kolu bizi her ispiyonladığında, eşek sudan gelinceye kadar… İşin ironik tarafı, Arapça Kolu da Türkçe bilmiyor, aynı biz gibi. Ama Arapça konuştuğumuzu bilir ya, koşa koşa öğretmene bildiği “bu, şu, o” işaret zamirleriyle bizleri gösterirdi. (Nice yıllar sonra Kürt köyünde öğretmenlik yaparken, Kürt çocukları üzerinde aynı uygulamaya tanık olunca tüylerim ürperdi.)
Biz bu korkuyla Arapça konuşmazdık, Türkçe de bilmiyorduk. Yani hiç konuşmazdık. Dilsizdik yıllarca!
Beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Her sabah “Hizaya gir, marşşş… sol, sol, sol pezevenkler sol” diye “oyun” oynatırdı bizlere. Ne severdik bu oyunu! Kezlerce oynadık; okulda, mahallede, evde. Ta ki, ağabeylerimiz, ablalarımız bize anlamını söyleyene kadar. Ne çok üzüldüğümü hatırlıyorum; öğrendiğim bir iki Türkçe cümleyi de, oyunumu da kaybediyorum diye!
Malumunuz, her sabah “Varlığımı Türk varlığına armağan ettim”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye diye “Türklüğümü” yücelttim, Araplığımın ve yasak olan Arapçamın utanılacak bir şey olduğunu öğrendim. Bir Türk askerinin tek başına dört Yunan askerini “geberttiği”ni öğrendim gururla, kahramanlığına öykünerek “bir Türk dünyaya bedeldir” şiarıyla coştum, evde anne ve babamın Arapça konuşmalarından ar duymaya başladım…
Yabancı bir dille ve bir zorun dayatmasıyla nereye kadar? Ne Türkçeyi bir Türk gibi konuşabiliyoruz, ne de kendi dilimizi öğreniyoruz. Hiçbir yere ait olamıyor, hiçbir alanda başarı elde edemiyoruz. Konuştuğumuzda bizimle dalga geçilir korkusuyla kendimizi ifade edecek cesareti hiçbir zaman bulamıyorduk. Bu özüne yabancılaşan, kendini hiçbir yere ait hissedemeyen benim, benim çocukluğum!..
Kaç yılım böyle geçti, ne zaman kimliğimi buldum? Tahlil etmek zor ve uzun. Ama şimdi bir yetişkin olarak kitap okuma tutkum sayesinde Türkçemi geliştirmekle birlikte fark ettiğim şey, ben hala Arapça düşünüyor, Türkçe konuşuyorum; hala rüyalarımı Arapça görüyorum, anlık reflekslerde dilim Arapçaya dönüveriyor. Demek ki ben Anadilimle varım. Anadilimde okumayı yaşlanmaya yüz tutan bu hayatımda yeni yeni öğreniyorum.
Anadilimi öğrendim ve itiraf ediyorum, hiçbir ülkeyi bölmedim! Ama rejimin başta eğitim olmak üzere her türlü baskı aygıtlarıyla anadilimden, kimliğimden bu şekilde koparıldığım çocukluğumu çalan “hırsızları” sorguluyorum. “Ne hakla?” diye soruyorum. Kendini ülkenin sahibi sayan bir “ırk”, beni ötekileştiriyor, asimile ediyorsa, bölen ve parçalayan O’dur.
Bunca inkar ve asimilasyoncu politikanın tuzağında Türkiyeli Arapların büyük çoğunlukla yer aldığını görmek, çalınmış çocukluğumun yaşamımda bıraktığı izden daha fazla içimi acıtıyor. Anadilinden, kimliğinde koparılmış, velakin her sabah çocuklarımız niye “varlığını Türk varlığına armağan etmesin” diye ayağa kalkan, iki sözünden birinde “Kürtlere karşı değilim ama onlar PKK’lı” savunma mekanizmasına sığınarak ‘celladına aşık’ olan, kendi dili ve kimliğine dair bir laf etmeye kalktığında da “bunlar zaten Eset’çi, Nusayri” suçlamalarına öfke duyan ama öfkelendiği muhatabının iktidarını güçlendirdiğinin farkında olamayan, halkların kardeşliğinden dem vurup, aslında “vatan bölünür” diye kardeşleşmekten korkan Araplar… Son günlerde İşçi Partisi’nin bölgede bir dönem yakaladığı boşluktan filizlenen sosyal şovenizme kapılan “Türkçü” Araplar…
Sayıları öyle çok olmasa da, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni vd. halkların iç içe yaşadığı bu topraklarda eşit yurttaşlığı kavrayamaz ve kardeşliğin ülkesini taşıyamaz durumdaki bir tek kişinin bile, sömürü araçlarından biri olan ırkçılığı beslemeye devam etmesi, yeteri kadar kötüdür. Çünkü egemenlerin iktidarlarını korumanın en etkili araçlarından ırkçılık ve gericilik silahının sömürülenlere yöneldiği ve bu silahların saydığımız nedenlerle sömürülen halkı hem vurduğu hem de ayrıştırarak birbirleriyle vuruşturduğu asla unutmamalıdır.
Şimdi sözüm, “Anadil ülkeyi böler” paranoyası yayanlara; TC diye diye ırkınız dışındaki tüm kimlikleri inkar eden ve sistematik bir biçimde asimile eden sizlere inat, TC demiyorum ve emperyalizme olan bağlılık ve hizmetkarlığınıza karşı ülkemi ve halklarını ölesiye sevdiğimi söylüyorum. Yurtseverlik, TC eliyle halkın derelerini, ormanlarını, barınma alanlarını, sağlığını, eğitimini, geleceğini küresel kan emicilere peşkeş çekmek değil, halkın hakları için kavgayı büyütmektir.
Yoksullaştırdığınız ve geleceksizleştirdiğiniz halklara ırkçılık ve gericilik aşısı enjekte ederek; “TC’sine saldır ki, oyalansınlar”, “Atatürk’üne saldır ki, takılıp ayılmasınlar”, “kimliklerine saldır ve saldırt ki, ayrışsınlar” taktiklerinizi bu halklar artık boşa çıkaracaktır. Özellikle ve özellikle emperyalist çıkar ve iktidar hırsı uğruna yaşamları cehenneme çevrilen Türkiyeli Araplar, tıpkı kendileri gibi ötekileştirilen Kürtlerle, Rojava’da varlığına dahi tahammül edilmeyip soykırıma uğrayan Kürt kardeşleriyle kucaklaşacak, ırkçı ve ayrıştırıcı politikalarınızı boşa çıkaracaktır. İşte o zaman hükmünüz duman olur!
Son söz; Anadil, doğuştan gelen bir haktır ve bu hakkı kullanmak, var olmak demektir. Bu varlığı inkar etmek demek, bölen, ayrıştıran, ezen, sömürenle taraf olmak demektir. Herkesin eşitçe insan olmaktan kaynaklı haklarıyla var olduğunu kabul etmek, insan olmanın gereğidir. Neticede kardeşleşmenin ve hak temelinde ortak bir duruşla halk düşmanlarını titretmenin bir başka adıdır.
Kıssadan hisse aktardım. Tüm insanların kendi kimlikleriyle onur duyduğu ve farklılıkları saygıyla kucakladığı hoşgörülü günler diliyorum.HAMİDE YİĞİT-SENDİKA.ORG
Hiç yorum yok