Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

“Münafikun partisi” (YALÇIN KÜÇÜK)

Bütün filozofların peşinde oldukları bir ve aynıdır; iki adı var,  “gerçek”  ya da  “doğru” diyorlar. Sanki bir aşktır ve mutlaka bir tutk...

Bütün filozofların peşinde oldukları bir ve aynıdır; iki adı var, “gerçek” ya da “doğru”diyorlar. Sanki bir aşktır ve mutlaka bir tutkudur. Bir güzelliktir, nasıl yakalarlar, filiozofların aradığı işte budur. Bir anlamda, hem platonik ve hem açgözlü diyebiliyoruz; çelişki olmazsa olmazdır ve filozoflar kopmayı değil, yolunu tutmayı istiyorlar. Zordur, yalnız zorun peşinden gitmeyi seviyorlar; “gerçek” mi, iğne deliğinin öbür tarafındadır ve geçecekler. Filozoflar, iğne deliğinde yaşarlar. Bizde azdır ve yaşıyorlar.
Kant hiç yaşadı mı, eğer yaşamak sadece Napoleon’un rüzgarından sevinç almaksa, yaşamıştır, ve ama kadın eli tutmamıştır. Sanki hep Silivri’de ve hep doğru’ya kırk merdiven dayamak için uğraşıyordu; doğrudan önce merdivenleri tarif etmek üzere yaşıyordu. Güzel, Kant’ın karşısında, öbür uçta bizler varız; iki ayrı uçtayız, “idealizm” ile “materyalizm”, bunlara sarılıyoruz, bir merdivenimiz var. Kestirmedirler, “götürü” de diyebiliyorum, bizi doğru’ya götürüyor; gerçek, madde’dir, çağırıyoruz ve rahatız, materyalizm gerçekliktir, bir ömür peşinden koşuyoruz. Çok zaman önüne geçiyoruz.
YOLUN İZİNDE
Ben mi, bir “yol var”, beni peşinde olduğuma götürüyor, tabii materyalist,“ama fazladan”, ekleri var, peki neler, işte burada yolumu kaybettiğimi düşünmeye başlıyorum. Bu nedenle olabilir, “bunu söyledim”, “şunu söyledim”, sık sık hatırlıyorum; başkalarını bilmem, bunlardan ben bıkıyorum. Ancak tekrarlıyorum, hepsi, bulma yolumu, tekrar bulmak, mümkünse anlamak ve mutlaka kaybetmemek içindir. Biraz utançla haber veriyorum.
NASIL BULDUM
Bir de Abide-i Hürriyet’te, “On Altıncı Mahkeme” kurulmuştu, “Odatv”diyorlar, ne işim var, ilk duruşmadayız, Başkan Resul Çakır’la biraz konuştuk, sordu, memnun görünüyordu, ben de “Mahkeme Başkanlarını Yargıtay’a gönderiyorum” deyivermiştim. Neden dedim, nasıl oldu, bilmiyorum, ancak neredeyse üç gün içinde Resul Bey, Yargıtay’a gitti, biliyoruz. Yalnız ben bilmiyorum. Nasıl buldum, söyleyemiyorum.
AKP İÇİNDE
Girdim, çıktım. On Üçüncü Mahkeme’de Zeki Baştımar’ın yakın akrabası, Dündar Kılıç ile aynı köyden başkan Köksal Şengün, başlarken mesleğimi sormuştu. “Hapse girer, çıkarım” demiştim, hep öyle oluyor. Çıkınca televizyonlarda haftalık programlar yapıyordum; Anayasa Referandumu var, Cehepe’nin başında ise Kılıçdaroğlu bulunuyor, tek gördüğüm, Referandum’a girmediğidir. 2007 Seçimleri’ne de, o zamanki başkan Deniz Baykal müdahil olmamıştı; bunu da görüp afişe etmiştim. Seçim yerine, Cenevre’ye gittiğini, sosyalist enternasyonalcilik oynadığını biliyoruz. Cenevre kasetleri yok, bilemeyiz; ama artık madde gözlerimize batıyor, Cehepe, Akepe’nin kuruluşundan itibaren destekçisidir ve içindedir. Artık hiç şüphe duymuyoruz. Böylece, çok basitçe, büyük bir ihaneti haber ediyorum.
DOĞRUYU SEVMEK
Referandum vardı, ben program yapıyordum, ama nasıl oldu bilmiyorum, birden anladım ki, bu “umudumuz” Kılıçdaroğlu, Fethullah Gülen’in borusunu çalıyor ve ben tatlı-sert, “Gülenî” olduğunu söylemeye başladım ve önce evde sarsıntı yaşadım. Temren şiddetle itiraz ediyordu; nasıl oldu, yine bilemiyorum, ama sonra birden sanki Resulümüz Efendimiz’in Hatice’si oldu, “daha daha” diyordu. Ancak o sırada televizyonu Turhan Özlü Dostumuz yönetiyordu, nerede ise her programdan sonra, beni bir tür kovuyordu; doğru, adamları beni dövemiyorlardı, sadece benzetiyorlardı, mutlaktır. Yalnız ben pek aldırmıyordum, çünkü yapmam gereken işim var. Öte yandan, Doğu’nun ve adamlarının doğruyu sevmediklerini hep biliyorum.
BALIKÇI ANLAŞMASI
Fethullah Gülen Tarikatı, Said-i Nursi’nin Nurculuk Tarikatı’ndan çıkmadır; daha basit, kahve diliyle pek “light”, nerede ise tarikat bile değil, bir muhafazakar harekettir. 12 Eylül Diktatoryası’nın, yüksek komutanların, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doktrininin, Türk-İslam Sentezi’nin, uygulayıcısı bir cemaattir ve Akepe ile beraberdir. Akepe Hükümet olunca, Gülen Cemaati de iktidar olmuştur ve cehepe de bir tür ortaktır. Bir, Deniz Baykal’ın, bir balıkçıda, kendisinin Cumhurbaşkanlığı’nı alması karşılığında, o dönem yasaklı olan ve başbakan olması imkansız görünen Erdoğan’la anlaşması  çok riskli, çok kanunsuz, çok cüretli bir ameldir. Rejim yıkıcılığı başlamaktadır. Tabii bir gün ödeyecekler, bırakmayız.
AÇIK İHANET
Kim hatırlayabilir, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin hemen öncesinde Baykal, Erdoğan “aday olmayacak” nidalarındaydı; bir işarettir ve iki olgu arasında bir bağ olduğu nettir, tekrarlıyorum. Biliyorum, çünkü ben de“hayır, olmayacak” çıkışlarını yapıyordum. Üniversite diplomasının olmaması ihtimalini ve sara hastalığını, “Caligula” kitabıyla masalara ve televizyonlara koyuyordum. Buraya gelmiş bulunuyoruz. Nasıl da açık bir ihanet; yine de kördüm, İsa Peygamber elini sürdü, artık ihaneti görüyordum.

HAİN DEMOKRATLAR YÜKSEKTEN KOMUTAN & YAKINDAN AMERİKA & MÜNAFİKUN CHP
İki küçük ek ile devam edebiliriz, bir, Soner Yalçın’a yine teşekkür borcum oldu; bu kitabı, “Caligula”, Sözcü’de tam sayfa yazmış, pek zamanlıdır. Sonradan haberdar oldum. İkincisi, Gülen kendisine yakın olan Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını istiyordu ve buna mukabil, Aydın Doğan Holding, Akepe’nin iktidarının sürmesinin hırslı bir savunucusu olarak, “fevri” Erdoğan’ı “pasif” cumhurbaşkanlığına çıkarmak istiyordu; o tarihte yerleri ayrıdır. Bu nedenle, 2007 Nisan ayında Gülen Partisi, Washington’da, Brookings Institute’da, Erdoğan’ın beyninde tümor olduğunu açıkladı ve Hürriyet Grubu’nun sansür ettiğini biliyoruz. Sadece Akşam’da Güler Kömürcü, Washington’dan yazdı; güzel, Güler bu yolla“Ergenekon Sanığı” olmayı hak etti. Yalnız, bu vesile ile tutuklulardan bir koca bulduysa da, kendisi tutuklanmadı, kovulmakla kaldı, ebedi işsizler ordusuna alındı, tarihe nottur.
ROMANESK ÜLKE
Hürriyet’e gelince, Akepe’ye tapınıyor, Erdoğansız olmayacağına inanıyor, bir yandan beni “Deccal” ilan ediyor ve diğer yandan “sara değil, şeker”deyu “manşetler” atıyordu; şeker ise, gizli olmalıdır. Bunları yapan Ertuğrul Özkök’tür, beni pek sever, ben de severim, ancak Ertuğrul bunları düzenlerken, gazete içinden bana, “Yalçın, çok doğrusun, devam Yalçın” haberleri geldiğini hiç bilmiyordu. Demek çok romanesk bir ülkede yaşıyoruz.
MÜNAFİKUN
Bir küçük parantez ise şudur; paralel-maralel saçmadır ve ikisi, tek iktidardılar. En fazla, iki hizip sayabiliriz ve burada kuşku yok ve 2012 Mayıs ayında, Amerika’da M. Albright’ın başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanan raporun, “Gülen-Akepe” kısmının okunmasını öneriyorum. Ayrıca var, aralarından görüş ayrılıkları oluyor, her partide varlar, ancak tek iktidardırlar. Poliste, savcı ve yargıçlarda ve üniversitede, kadroları Gülen hazırlamıştır ve Akepe için çalıştılar. Burada net olmak durumundayız ve şimdi daha açık görüyoruz; Cehepe’nin Gülencilerini, Akepe destekçiliğinden ayıramayız. “Münafikun”, biliyoruz, fakat artık şaşırmıyoruz.
Rejim yıkıcılığı mı, Deniz Baykal’ın, Gürsel Tekin ile “çarşaf açılımı”yapması, çarşaf giyenlere Cehepe rozeti takması ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Bülent Kuşoğlu ile birlikte zaviye ve tekkelerin açılmasını talep etmesi işte bu yıkıcılığın devamıdır, böylece bir-iki misal vermiş oluyorum. Tekrar ediyorum, artık çok açık, Hamzaçebi’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Bülent Kuşoğlu’nun, çok önceden pre-CHP zamanlarda, hesap uzmanlığı döneminde Gülen’e bağlandıklarını düşünebiliyoruz. Kılıçdaroğlu, Cehepe’ye alınmadan bir riyakar olmuştu; Kuran’dan aktarıyorum. Medine’ye, Nadir’e, ikinci kez bağlamış oluyorum.
YETMEZ AMA HSYK’SI
Deniz Baykal 2007 Seçimi’ne girmedi ve seçimi verdiler. Kılıçdaroğlu, televizyonlarda bütün ısrarlarıma rağmen, Referandum’da taraf olmadı,“referandumu verdiler” ve şu andaki HSYK, bu referandumun sonucu ve ürünüdür. Ve şimdi Meclis’te, “Cehepe Grubu” bu HSYK’yı savunmak için, görülmemiş bir mücadele vermektedir. Ve mücadele eden, Meclis’te“Gülen Partisi” Grubudur. Zindandakiler için ikiyüzlü olanlar, Gülen’in yetiştirdiği savcı ve yargıçlar için kanlı savaşlar yapıyorlar. Bunlara “Münafikun Partisi” diyoruz.
Çok güzel, bir, Kılıçdaroğlu, Karşı Gazetesi’ne verdiği mülakatta, “17 Aralık Devlet Refleksi” buyurmuşlardı. Kılıçdaroğlu için pek doğrudur; çünkü Gülen, artık Cehepe için devlettir. Cehepe artık sadece bu devletin reflekslerine bakmaktadır.
Bir de, “benim kasetimi çıkarırlarsa, genel başkanlıktan hemen ayrılırım” demişler; bir pisliği bir başka pislikle örtmeyi teklif ediyorlar. Ve tam Kemal Kılıçdaroğlu aklına göre bir savunma, pek eminiz. Çok adamı var, Gürsel Tekin, Aydın Ayaydın, burada duruyorum. Başka isim vermiyorum; artık hiçbir şüphemiz yok, Kılıçdaroğlu’nun İsmet Paşa Küfrü, 27 Mayıs Küfrü, Tunceli Küfrü, Türban Küfrü, Ergenekon Küfrü, hepsi hepsi Gülen’in fısıldaması’dırlar. O halde bu, Cumhuriyet Türkiyesi’nin en büyük skandalıdır ve bu nedenle “Münafikun” kategorisi burada yerini pek çok bulmaktadır. Münafık yoksa, skandal yoktur; bunu, bir “katkı” olarak sunuyorum.
DÖNDÜKLERİNİ GİZLİ TUTTULAR
Peygamber, 621 yılında Medine’ye “muhaceret” ettiler; Devellioğlu, bu sözcük için “hicret’ten” çıkıyor demektedir ve muhaceret edenleri de“muhacir” tabir ediyoruz, “göç ettiler” anlamındadır. Güzel, ancak bu kadar değil, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, yirminci yüzyıl başlarında yazmış tanınmış islamologların, Hazreti Peygamber’den “Prophet of Medina” olarak söz ettiklerini okuyoruz, önemlidir, “Medine Peygamberi” diyorlar, Medine Dönemi mühimdir. Bakara, İmran, İbrahim ve Münafikun Bölümleri, Medine’ye aittirler; çok zengin Yahudiler ve çok verimli toprakları Medine’dedir. Bir kısmı, çok değil, Muhammed’i kabul ettiler, ama Uhud’ta savaştan kaçtılar, Muhammed’ten döndüler. Döndüklerini açıklamadılar, gizli tuttular, yerine, Muhammedi olanları, Allah’ın yolunda döndürmeye çalıştılar. Ve bunlara “münafikun” buyurdular; İngilizce ve Fransızca dillerinde “hipokrit”, iki yüzlü ve Rusça’da “riyakar” karşılığıdır. Son dönem Deniz Baykal’ı ve tüm dönemlerde Kılıçdaroğlu’nu anlatmaktadır, aydınlanıyoruz.
Kuran’ın “münafikun” bölümünü ayrıca sunuyorum ve öneriyorum. Cehepe artık bir bütündür. Fethullah’a teslim olduğunu, Gülen’in iradesini kabul ettiklerini, “resignation” ve İbrani “şalom”, Arabi “selam”, sakladılar; iki yüzlü ya da riyakar davrandılar ve bihakkın “münafık” oldular. Başka noktalara bakma gereğini duymuyorum, başından sonuna kadar, Baykal ve Kılıçdaroğlu dönemleri bir, Ergenekon Meselesi’nde davranışları tam ikiyüzlü, tam riyakar ve tam münafikane, bu yeterlidir. Çok yeterlidir, Meclis’teki son “paket” tartışmasında, sabaha doğru, Cehepe adına konuşan münafık, on dakika boyunca fasulya yemeği anlatıyormuş, arkadaşlarım izlemişler. Bunlar, münafıktırlar.
Ergenekoncuları, uzun yıllar darbeci gördüler. Hiçbir adım atmadılar. Yedi buçuk yıl tutukluluğu yeterli saydılar. Balyoz Davası Yargıtay’da görüşülürken, Kılıçdaroğlu, hâlâ “askeri darbe” diyordu ve iki korkularını dışa vurdular. Bir, Albright Raporu’nda açık, Gülen, Silivri’den bir tek insanımızın dahi çıkmasını istememektedir. Cehepe’nin artık Gülen’den ayrı bir iradesinin olmadığını biliyoruz. İki, Cehepe, Silivri boşalırsa, sona ereceklerinden emindirler. Ve üç, Meclis’te artık münafıklar bir gruptur ve Gülen için savaşıyorlar. Artık Meclis’te “Münafikun Grubu” var, ve Uşak’tan Dilek, Denizli’den İlhan Cihaner, Eskişehir’den Süheyl Beyler oradalar. Oturuyorlar.
İKİ RAHATSIZLIK
Girdim, çıktım, bir ara dönemim oldu, hem televizyonda düzenli program yapıyordum ve hem de televizyonlara pek sık davet ediliyordum; Gülen’i iki açıdan rahatsız ettiğimi biliyorum. Bir, Kılıçdaroğlu’nun Gülen’in adamı olduğunu ısrarla açıklıyordum. İki, Silivri’den milletvekili adayı yapmayı ortaya attım, ısrarla savunuyordum; Kılıçdaroğlu etkisine girmişti ve kaçamıyordu. Aldığı haberlere göre Mustafa Balbay’ı istiyordu; dışarıda olursam, başkalarını kabul edebilirdi, ve tutuklanmayı bekliyordum. Yakınlarımızla konuşuyorduk, yakındır.
SAMANYOLU TERTİPLERİ
Gülen, Samanyolu Tv içinde, tertiplerini hazırlamaktan hiç geri kalmıyordu, polisleri Mersin’de beni idama teşebbüs ettiler. Ayrıca iki dizi yaptılar, birisi“Kollama”, izleniyordu, Minik Kaya’nın Yalçın Küçük olduğu, Referandum öncesinde, yargı kararıyla tespit edildi, tazminat ödediler.
Ama ne olursa olsun, sonunda, Beşiktaş’ta savcının önüne çıktım, kaçmadım, Savcı Zekeriya Öz’dür. Tutuklanacaktım, biliyordum, sorulara hiç cevap vermedim, Zekeriya Bey’in saygılı davrandığını ifade etmek istiyorum. Bitti, Avukatımız Yiğit Akalın ile beraberdik, çıkıyoruz, birden aklıma geldi, “Zekeriya Bey, beni tutukluyorsunuz, bu nedenle görevden alınacaksınız” dedim, neden ve nasıl, bütün bunları bilmiyordum. Hâlâ bilmiyorum. Yalnız yine de tedbiri elden bırakmadım, kağıt istedim, yazdım, kağıdı istedi, vermedim. Güzel bu sure’nin de sonundayım. Zekeriya Öz “Kollama” dizisine bunları eklemeyi ihmal etmemiş, zamanı olmuş; ancak çok kısa bir zaman içinde görevinden alındığı kesindir. Hep biliyoruz. Ama ben bunu nasıl biliyorum, işte bunu pek bilemiyorum. Tabii, bu bir yöntem işidir, bilemediğim işte bu yöntemdir. Seziyorum, fakat bilmek başkadır; bunu içtenlikle yazabiliyorum. Şu da var, şimdi düşünüyorum, bunu bilmenin benim için zor olmadığını kabul ediyorum; peki, sonra, burada durmak zorundayım. Bir yoldur, devam ediyorum.
Prof.Dr. Yalçın Küçük - Odatv.com

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA