2014 yerel seçimlerinin iki kaybedeni var: Cemaat ve Geziciler.
Cemaat mi parti mi?
Cemaatin ağırlığının ve siyasi varlığının, hayattaki etkisi kadar olmadığı bu seçimde açık seçik görüldü. Sonuçta cemaat bir dayanışma örgütlenmesidir bir parti ise siyasi bir örgütlenme. Biri modernizmin açtığı yaraları bandajlamakla uğraşır, diğeri ise modernizmin ta kendisidir. Birinde yara almış irade yardıma muhtaçlığı hüzünle yaşar, diğerinde ise irade ayakları üzerinde durduğunu ilân eder ve varlığının kabul görmesini dayatır, mücadele eder. Parti ile cemaatin mücadelesinde partinin, yani eskinin “kadersiz”lerinin ama bugün kendi kaderlerini belirlemek isteyenlerin kazanacağı çok açıktı. Kadere isyan siyasetin başlangıcıdır. Haline şükredenler, tevekküle sığınanlar, boyun eğip rıza gösterenler elbette dadandıkları ayinlerde bir kurtarıcının gelmesi için duacı kalacaklardır.
Sol içindeki, liberallerden devşirilmiş savların coşkusuyla, abartılı “Marksist analizlerde” cemaat daima, tıpkı AKP'nin tanımladığı gibi, bir paralel devlet olarak nitelendirilmekteydi. Yerinde duramayan daha “Marksistler” ise Anadolu kaplanlarıyla TÜSİAD'ı karşı karşıya koyup AKP'nin kaplanların temsilcisi olduğuna dair akla hayale gelmedik, şaşırtıcı “sınıf analizleri” yapıyordu. Sırça laboratuvarlardaki bu çözümlemeler Cemaat–AKP rekabetinin aynı zamanda Anadolu kaplanları–AKP rekabeti anlamına gelebileceğinin görülmesiyle, “küçük parçaların kikirdeyişleri, büyük parçaların kahkahaları” eşliğinde tuzla buz oldu.
Sonuçta tıpkı günümüz Fransız felsefeci ve siyaset bilimcilerinin yaptığı türden “cemaat” ya da “imamın ordusu” gibi kendinden müteşekkil hayali “analizler” oy sandığı ve göz yaşartıcı gaz fişeklerinin gerçekliği karşısında kifayetsiz lakırdılara dönüşmüştür. Cemaat, bekleneceği gibi, parti karşısında siyaset alanında önemsiz olduğunu, ezilerek ve tarumar olarak, tüm “Marksistlere” göstermiştir. Bu, siyasetin dayanışmadan daha önemli ve etkili olduğunu göstermekle kalmamış gerçek anlamda seküler bir adım olmuştur. Artık dindarlar açısından dahi hiçbir cemaat bir partinin alternatifi olarak görülmeyecek; parti artık kendi kaderini belirlemek isteyenlerin tek cüretkar örgütlenmesi olarak benimsenecektir.
Geziciler ve partiler
Gezicilerin kaybı ise seçimde yüzde 20 oranında oy alacağı iddiasındaki Sırrı Süreyya Önder'in uğradığı hezimet ya da öngörüsüzlükte değildir. SS.Önder ve HDP'nin yaptığı gibi Gezi'nin diğer siyasi aktörleri de, Gezi'nin yarattığı güç ve coşkuyla hem geziye katılanların hem de katılmayanların tercihlerini ve değişim yeteneklerini dikkate almadılar. Örneğin Beşiktaş ve Kadıköy gibi, Gezi sonrası hem forumların hem de forumlara katılımın Abbasağa ve Yoğurtçu parkları– en çok olduğu ilçelerde CHP yüzde 75 civarı oy oranıyla çıkmıştır. Bu sonuç forumların halkın eğilimlerini okumadığını göstermektedir. Zaten diğer yerlerin yanı sıra bu iki ilçede dahi forumlara katılım Temmuz ayı sonlarından itibaren hızla düşmüştü. Bunda forumların, gelenleri örgütlemek yerine sürekli olarak sonu başarısızlıkla biten eyleme davet eden tavırları, forumlardaki tartışmalar sırasında AKP'den önce CHP'yi hedef tahtasına koyan refleksi, AKP'nin iktidarına son vermeyi her şeyin önüne koyan “seçmen” eğilimini (pratikliğini) görememesi (görse de küçümsemesi) dolayısıyla forumların bir çare adresi olarak görülmediğinin gözlemlenmemesi etkili olmuştur. Oysa Gezicilerin çoğunluğu eleştirilerini bir an olsun esirgemeden CHP'yi hatta MHP'yi mevcut iktidarın alternatifi olarak görüyordu.
Bu yanılsamayı aşmanın yolu forumları ikna odalarına çevirmek değil  kitlenin istediği seçim ittifaklarını kapalı kapılar ardında geçmeden herkesin gözü önünde sonuna kadar zorlamaktan geçiyordu. Bu noktada dayatmalarda bulunmadan tavizlere açık olmak, ittifak edileni eleştirmek yerine kendi doğrularını dile getirip yaymak gerekiyordu. Kitlelere düzen partilerini ve diğer aktörleri kıyaslayabilecekleri bir fırsat verilmeliydi. Nitekim AKP'nin karşısında desteklenen  CHP ve MHP'nin seçim kampanyalarının niteliği ve başarısızlığı hayal kırıklığı yaratmıştır. Seçim hileleri ve hırsızlıkları karşısında partiler değil onlara oy verenler sandıkların peşinde koşmuş ve  mücadele etmiş, beceriksiz partilerini kıyasıya eleştirmiştir. İşte böylesi anlar ikna odalarından daha etkili ve ruh çağırma seanslarından daha gerçekçidir. Fakat HDP ve SS.Önder gibi forumlara katılan diğer siyasi aktörler de Gezi'yi bir “ruha” indirgeyerek –gerçeklikten ruhaniliğe ve uhreviliğe geçişle– kendilerini darı ambarında görme zaafına kapılmıştır.
Gezi'nin tek kesin ve apaçık sonucu AKP ve Tayyip Erdoğan'ın artık yönetemediğinin ortaya çıkmasıydı. Bu sonuç çok önemli ve baştan çıkarıcı olmakla birlikte “yönetenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemediği” anlamına gelmiyordu. Fakat herhalde heyecandan olsa gerek, sosyalist ve komünist  siyasi aktörler bu yönde bir niyet okumaya meylettiler. Oysa Gezi herhangi bir önderliğin altına girmediği gibi herhangi bir önderlik de Gezi'yi örgütlemeye niyetlenmedi. Tabanı örgütlemek yerine hemen burjuva siyaset alanına kaçarak belediye başkan adaylığına soyunmak da bu niyetsizliğin ve ona eşlik eden güçsüzlüğün ifadesiydi. Mahallelerde örgütlenmeden, muhtarlıklara talip olmadan başkanlığa soyunmak gerçekten Gezi'nin sahiciliğinden söz etmek yerine “ruhuna” methiyeler düzmekle yetinen bir anlayışın eseri olabilirdi. Bu başarıldı. Fakat 30 Mart akşamı gayet dünyevi bir havada yaşandı ve ayaklar yere bastı. Ayaklar yere bastı ama ayakta kalındı çünkü oturulacak koltukların tümü düzen partileri tarafından doldurulmuştu. Üstelik ayaktakilerin oy yüzdeleri tam da bozdur bozdur harca cinsindendi.
Geziciler
Başarısızlık burjuva siyasi alan içinde olmaktan kaynaklanmıyordu, aksine burjuva siyaset tarzını acemice taklit etmek –HDP reklamları, SS.Önder'in meydan okumaları ve alınacak oy konusunda bol keseden iddialar, seçim ittifaklarını burjuva tarzda kapalı kapılar arkasında konuşmak– ve o alan içinde komünist bir fark var edememek en büyük zaaf ve tercihti.
Başarısızlık bir yandan Gezi'yi ve Gezicileri örgütlenmekten kaçarken diğer yandan belediye başkanlığına soyunmaktan kaynaklanıyordu. Bu Gezi'deki komünistlerin ve sosyalistlerin başarısızlığıydı: Gezi'den sonrasını örgütlemek yerine "Gezi'nin ruhunu" örgütlemeye çalışmak...
Geziciler ise kendiliğinden hareketi örgütlü bir harekete dönüştürmeyi sürekli olarak erteledikleri için başarısızlığa mahkum oldular. Mevcut siyasi yapılarla yetinerek bu yapıların (CHP olsun HDP ya da diğer sosyalistler olsun) kendilerini ikame etmelerine ve “kurtarmalarına” bel bağladılar.
Ayaklananlar yürümeyi öğrenme girişmişlerdi ancak daha sonra bunu ertelediler ve önemsemediler çünkü onlar da seçimlerde yaşanacak bir ittifakın AKP'nin sonunu getireceğine inandılar. Özellikle 17 Aralık'tan sonra kendilerini tamamen cemaatin hamlelerinin yaratacağı sonuçlara terk ettiler.
Örgütlenme ve parti
Oysa AKP bir an olsun örgütlenmekten ve mücadele etmekten vazgeçmedi. Tüm aleni yolsuzluklara ve şaibelere rağmen var olma mücadelesini sürdürdü. Sesleri kısılsa bile konuştu. İradeyi sağlam tuttu. Doğrusu “Sağlam İrade” sloganı da bir önderden çok partiyi işaret ediyordu. Gerçek siyasi iradenin ancak parti olacağının ilânıydı, parti çatısı altında kalmaya davetti.
Aynı zamanda Cemaat ve Gezicilerde eksik olanı ve neden kaybettiklerini gösteriyordu.
Oy verilen bir partinin ya da parti taraftarı olmanın değil partili olmanın önemi bu seçimde iyice ortaya çıkmıştır. Önce gönüllü sandık görevlisi olmaya yapılan çağrılar, ardından oyuna sahip çık seferberliği insanları politik öznelere dönüştürmüştür. Seçimin akabinde sadece oy verdiği sandığın değil oy verdiği partiye hiç oy çıkmayacak sandıkta bile bulunmanın, o sandıkta yapılacak hilenin de hile olacağının farkına varıldı. İnsanlar partilerden önce oylarının peşine düştü, tıpkı daha önce AKP seçmenin düştüğü gibi. Artık bu aşamadan sonra AKP seçmeninin "AK Partili" olması gibi onlar da partili olacaktır.
Geziciler, eylemlilikleriyle burjuva siyaset tarzının dışına çıktıkları gibi, burjuva siyaset anlayışının dışına çıkmaya da en yakın olanlardır. Burjuva siyaset anlayışının taklitçisi sosyalistlerin onları örgütleyememesi de bu yüzdendir. Asılları varken taklitlerine itibar edilmemiştir. Gezicilerin burjuva siyaset alanı dışında örgütlenmesi mümkündür ancak henüz durdukları bu alanın dışında yer alarak onlara hitap etmek yanıtsız kalacaktır.
Bu seçimin bir kaybedeni partili partisiz tüm Gezicilerdir. Ama kaybedilen sadece bir muharebedir. Gezcileri var eden "Bu daha başlangıç mücadeleye devam" sloganı hükmünü koruyor ve Geziciler bu muharebeyi kaybetmelerine rağmen mücadelede vazgeçmeyecektir.
Ayaklananlar yürümeyi öğrenecektir.
Bu kez yenilgiden de ders çıkarabiliriz:
Örgütsüz güç, güç değildir.
31 Mart 2013 - Özcan Özen
Daha yeni Daha eski