HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Komüntern: "Dersim İsyanı feodal unsurların ümitsiz bir direnişidir"

Yıllardır Dersim konusu çarpıtılarak anlatılır ve özellikle gerici ve Kürtçü kesimlerce Dersim'de yaşanan acı olaylardan Atatürk sor...

Yıllardır Dersim konusu çarpıtılarak anlatılır ve özellikle gerici ve Kürtçü kesimlerce Dersim'de yaşanan acı olaylardan Atatürk sorumlu gösterilmeye çalışılır. Sanki Dersim'de bir Alevi katliamı planlanmış ve uygulanmış gibi yansıtılır. Bu konunun Alevilikle bir ilgisi yok. Bu konu Sivas, Çorum, Maraş katliamlarına benzemiyor. Bu konu Madımak katliamından farklı.

Eğer Kurtuluş Savaşı sırasında çıkartılan isyanlar, cumhuriyet dönemindeki feodal kalkışmalar Alevilere mal edildiği takdirde Alevilere en büyük iftira yapılmış olur. Bir hırsızın, bir katilin, bir sapığın mezhebine bakıp "Bu Sünniymiş" diyerek ne tüm Sünniler karalanabilir, ne de "Bu Aleviymiş" diyerek tüm Aleviler.

Seyit Rıza'nın mezhebi Alevi olabilir. Ama yaptıklarının ve isyanının Alevilikle ilgisi yoktur. Yandaşları ona Alevi diye katılmamışlardır, eşkiyalıklarından, kanun-kural tanımamazlıklarından, uşaklıklarından, akrabalıklarından, aşiret dayanışmasından ve feodal zihniyetlerden dolayı katılmışlardır.

Çapulcu feodal derebeyi Seyit Rıza idama giderken "Evladı Kerbelayız, zulümdür, günahtır" demiş ya;

Zulümden şikayet eden bu eşkiyadan daha zalimi çıkmamıştır Dersim'den:
Seyit Rıza'nın oğlu Bava bir görüşmeden dönerken pusuya düşürülerek öldürülür.
Katilinin Sadoğlu aşiretinden olduğu söylenir. Seyit Rıza silahlı adamlarıyla aşiretin köyünü basar. Herkesi çoluk-çocuk-kadın-yaşlı demeden katleder.

Evleri yakar. Taş üstünde taş bırakmaz. Öyle bir kindir, öyle bir zalimliktir ki bu hırsını alamaz, köy mezarlığına bile saldırırlar. Mezar taşlarını yerlerinden söker, mezarları parçalar, dağıtırlar. Yani sağ olanların canını almakla yetinmemiş, geçmişteki ölülerine bile saldırmıştır. Üstelik katlettiği insanlar da Alevidir.

Bu bilgiyi Alevilerden saklarlar. Açığa vurulsa bir anda gözden düşecektir ama siyaseten gizlerler. O dönemin ünlü bir Alevi ozanı vardır Dersim'de, adı Sey Kaji.

Seyit Rıza, bu ozandan oğlu Bava için bir ağıt yazmasını ister. Ancak Sey Kaji kabul etmez: "Sen ki Sin'i yaktın, ben senin acına rağmen oğluna ağıt yakamam" der.

Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerin kışkırtmasıyla çıkarılan Koçgiri İsyanının elebaşılarından Alişer ile Baytar Nuri'yi devlete teslim etmeyip, onlarla yeni bir isyana hazırlanan çapulcu Seyit Rıza'nın İngilizlere yazdığı mektubu görelim şimdi:

Tarih: 30 Temmuz 1937
"Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan'ın bereketli topraklarından söküp, Anadolu'nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor.

Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim'e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930′da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt'ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan'da işkence yaparak almak istiyor.Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye'nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım."
Seyit Rıza Dersim Generali
Bu mektubun aslı Londra'da, 'Public Record Office' arşivleri arasındadır. O yüzden inkar edemiyorlar ama Seyit Rıza'yı kurtarmaya çalışan zihniyet, mektubu onun yazmadığını, Nuri Dersimi'nin yazdığını iddia ederler. Diğer yalanları gibi bu da yalandır. Mektubun altında Seyit Rıza'nın olduğu kesin olan imza vardır. Nuri Dersimi'ye yazdırtan ve imzalayan Seyit Rıza'dır.
Seyit Rıza'ya seyitlik babasından kalmıştır. Bu şeyh-seyit denen soytarılar babadan oğula, oğuldan toruna sömürür milleti.

Şeyh Sait ya da Seyit Rıza farketmiyor. Çünkü Şeyh'in karşılığı, Seyit'tir.
İkisinin de isyanı Cumhuriyetedir, devrimleredir. Gerici niteliğe sahip isyanlardır.
"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler (seyitler), dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır"denilmiş o yıllarda. Ama hala bu ünvanları sürdürmeye çabalayanlar mevcut.
DERSİM YALANI
Dersim konusu Atatürk'ü, cumhuriyeti ve devrimleri itibarsızlaştırmak amacıyla karşı devrimciler tarafından kullanılan bir tezgahtır. O yüzden katliamın olduğu 1938 yılını değil, ilk harekat kararının alındığı 4 Mayıs 1937 tarihini katliamı anma günü olarak tayin etmişlerdir. Bu tezgahın gericiler ve Kürtçüler tarafından ortak dille ortaya atılan yalanı şöyledir:

"Dersim bir çıban olarak görülüyordu. Amaç Dersimlileri Türkleştirmekti. Ama bunda başarılı olamayınca katliama karar verdiler. O amaçla 1935 Tunceli Kanununu çıkardılar. 1937′de de katliam harekatına giriştiler. Ortada bir isyan yoktu. Sanki isyan varmış gibi, isyanı bastırıyormuş gibi Dersim'i yakıp yıktılar, halkı katlettiler. Katliamdan Atatürk'ün de haberi vardı. Bizzat "vurun!" emrini Atatürk verdi. Manevi kızı Sabiha Gökçen de uçakla Dersim'i bombalayanlar arasındaydı. Dersim'in katliam planını Atatürk yaptı. Trabzon Atatürk evi'nde bu plan hala duvarda asılı durmaktadır."
Sapla saman birbirine karıştırılır, tarihsel gerçekler göz ardı edilir ve sanki Tunceli Kanunu çıkarılıp Dersim'e saldırılmış ve sivil halk katledilmiş gibi gösterilir. Gerçek ise çok farklıdır.
GERÇEKLER
Dersim'de devleti tanımayan, kanunlara uymayan, başına buyruk feodal aşiret düzeni vardı. Ve devlet 10 yıl boyunca bunu düzeltebilmek için uğraştı. Bu amaçla Tunceli Kanunu çıkarıldı ve 1937 senesinde Tunceli'ye yol, köprü, okul, karakol vb. atılımlara girişildi. Buna Dersim'deki onlarca aşiretten sadece 6 tanesi karşı oldu ve aralarında anlaşarak devlete karşı koyma kararı aldılar.

21 Mart 1937 nevruzunda toplanan kalabalık isyancı grubu telgraf tellerini kesip, köprüyü yaktıktan sonra karakolu bastılar ve 33 askeri şehit ettiler. Seyit Rıza denen çapulcu derebeyi isyancıların başındaydı.

Haber Ankara'ya ulaşınca Atatürk "Sorumluluğu alıyorum, vuracağız. Başka çare kalmadı" dedi ve harekat başladı.

Şimdi bu nokta çok önemli: Harekat Ekim ayında tamamlandı ve 262 isyancı öldürüldü. 6 elebaşı idam edildi. Bunlardan biri de Seyit Rıza'ydı. Ortada katliam falan yoktu. Sivil halktan-köylülerden öldürülen yoktu. Atatürk'ün harekat planı da bu dönemdeydi.
Şimdi gelelim haziran 1938′e. Tertipçilerin çarpıttığı ve aradaki kalın çizgiyi yok sayıp sanki 37 ve 38 içiçeymiş gibi göstererek Atatürk'ü katliamcı olarak sundukları dönem. Bu dönemi iyi bilmek ve doğru ortaya koymak gerekir.

1938 Haziranında, 1. İsyan'dan yaklaşık bir yıl sonra birkaç aşiret yeniden isyana başlıyor. İsyan büyüyor ve hükümet yeniden müdahale kararı alıyor. Temmuz-Ağustos ayında isyan dış basına yansıyor. Dış basında hükümetin isyanı gizlediği öne sürülüyor.

O sıra Atatürk Ocak ayından beri hasta. Mayıs'tan itibaren İstanbul'a çekiliyor ve bir daha da Ankara'ya dönemiyor, yatağa düşüyor. Temmuz-Ağustos döneminde ağır hasta ve memleket meseleleriyle uğraşacak, emir-talimat verecek durumda değil. Celal Bayar-Fevzi Çakmak ikilisinin sorumluluğunda çıbanı tedavi etmek yerine kesip atmak fikriyle çok sert bir müdahale başlatılıyor. Öyle ki, ibret olsun, bir daha isyana kalkışamasınlar düşüncesiyle insanlık dışı denebilecek boyutta bir katliama girişiliyor. Sonuç: 13.000′den fazla ölü ve 11.000′den fazla sürgün. Katliam Ağustos sonu başlıyor, Ekim'de sona eriyor ki bu dönemde Atatürk kendinde değil, ölüm döşeğinde.

Ve bu katliamın iki sorumlusu ve yandaşları çok partili rejime geçişte CHP değil, DP saflarındadır.

Dersim'i bir soykırım, Atatürk'ü bir katilmiş gibi göstermeye çalışanların tertibini bozacak olan bu bilgilerdir.

O nedenle arşivlerin tamamının açılmasını istiyoruz ki gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıksın. Celal Bayar "Atatürk vurun dedi, vurdum" demiş. "Vurun" demek; "katledin" demek değildir ki. Türkçemizde "Vur deyince öldürmek" tabiri vardır ki Dersim'de yapılan da bu olmuştur. Atatürk'ün "vurun" dediğini değil, "7′den 70′e kadın-erkek öldürün, kökünü kurutun, ne pahasına olursa olsun isyanı bitirin!" şeklinde bir emri ya da emirden de vazgeçtik bu yönde bir iması dahi yoktur. Olduğunu iddia edenler bunu ortaya koyamamaktadır, yoktur çünkü. Ve büyük bir olasılıkla Atatürk, 1938'deki 2. Dersim harekatının sonuçlarından haberi bile olmadan vefat etmiştir.

KOMÜNTERN'İN DERSİM AÇIKLAMASI

Şimdi herhangi bir katliama en sert tepkiyi vermesi doğal karşılanacak olan komünist Enternasyonal'in ve o dönemde illegal mücadele veren TKP'nin genel sekreteri İsmail Bilen'in "Rundschau" dergisinin 32. sayısındaki yazısında Dersim hakkında ne söylediğine bakalım:

"İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasının bastırmakla uğraşıyor.

Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır.

Bu bölgeye geçtiğimiz yıl Tunceli adı verilmişti. Dersimin hakim tabakaları yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasadışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir.

Halk Partisi (Kemalistler), iç pazarın gelişmesini isteyen milli burjuvazinin baskısıyla, geçen yıl Cumhuriyetçi devletin bütün ağırlığını ortaya koyarak bu çağ dışı duruma bir son vermeye karar verdi. Özel bir yasa çıkartarak ölüm cezalarını onaylamak da dahil olmak üzere geniş olağan üstü yetkilerle donatılmış askeri bir yönetimin bu kendi başına buyruk vilayet TBMM' nin yerine iş başına geçirildi. Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (şeyhler,beyler, ağalar ve şeyhler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu'nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefi güden bir reform planını zorla uygulamaktı.(...)

Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Kemalist hükümet TBMM' de şu tedbir kararlarını aldırmayı başarmıştır.

1- Aşiretler bundan böyle tüzel kişiliğe sahip olmayacaktır.Bu karara aykırı tüm kararların, belgelerin ve hükümlerin hiç bir geçerliliği yoktur.

2-Aşiret reisinin beyin ya şeyhin tüm yetkilerine son verilmiştir.

3-Aşiretlere ait olan ve aşiret reisleriyle beylerin ve ağaların aşiret adına kendi mülkiyetlerinde bulundurdukları bütün taşınmaz mallar mülkiyetleri hangi resmi belgeye karar ya da geleneğe dayanırsa dayansın devletin mülkiyetine devredilecektir.

İsyanın arifesinde tapu kadastro idaresi feodal aşiret reislerini elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet tedbirlerini uygulamaya başlamıştır.

Bu durumda feodalizm, kendi yasa dışı egemenliğini iktisadi temellerini tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti.

İşte özellikle bu tedbir, isyana yol açan neden olmuştur.

Kitleleri kendi peşlerinde sürükleyebilmek için feodal unsurlar hükümetin silahlı kuvvetinin zayıf olduğu lafını yaydılar.

Yaydıkları söylentiye göre, hükümet, ayaklanmayı bastırmak için silahlı birlikleri göndermeye cüret ettiği takdirde İngilizlerle Fransızlar, Türkiye'ye hemen savaş açacaklardı.

Ayrıca Arapların da isyancılardan yana olduğu şeklinde haberler çıkartıldı.

Feodal unsurlar kamuoyunu bu şekilde hazırladıktan sonra bir çok aşiret kendi arasında ittifak yaptı ve "genel müfettişe" yazılı bir açıklama göndererek idari makamlarla anlaşma temeli olmak üzere utanmazca şartlar ileri sürdü.

İstedikleri şey hükümeti feodal yöneticilerin zorbalığa dayanan keyfi rejimlerini tasfiye yolunda aldığı tüm tedbirlerden vazgeçmeye zorlamaktı."
Yazıdan görülmektedir ki; Komünist Enternasyonal gerici feodal isyan karşısında müdahaleyi desteklemektedir. İsyanı inkar edenlere bu tarihi belge bir tokat gibidir.
SONUÇ:
Bu tezgahın ve bu tertipçilerin Dersim İsyanı'nı çarpıtmaları, gerçekleri saptırmaları ve katliamı Atatürk'e maletmeye çalışmalarının sebebi ne olabilir? Sebep açıktır: Cumhuriyetle ve Atatürk'le hesaplaşmak. Bu yalanların ve iftiraların dinciler tarafından da destek görmesinin asıl nedeni budur. Bugün açıkça Atatürk'e saldıramıyorlarsa da Dersim'le bunun yolunu açmayı amaçlamaktadırlar. Dersim'i Atatürk'e maledip milletin kafasını bulandırdıktan sonra girişecekleri diğer konu İstiklal Mahkemeleri olacak ve sözde binlerce masum insanın bu mahkemelerde yargılandığını, birçoğunun idam edildiğini ve idam emirlerinin de Atatürk tarafından verildiğini öne süreceklerdir. Bundan sonraki aşama ise devrimler olacak ve Hilafetin kaldırılması ile yeniden kurulması tartışmaları gündeme getirilecektir. Bu senaryonun sonunda varılmak istenen hedef; Atatürk'ü silmek, devrimleri rafa kaldırmak, devlet işlerinde dinin referans alındığı yeni Osmanlıcı bir siyaset izlemek ve sahte demokrasi görüntüsüyle teokratik bir düzene geçmektir.

Geçmişle yüzleşmek, yaraları sarmak ve acıları tazmin etmek böyle olmaz. Gerçekten o amacı taşıyanlar, arşivleri tümüyle açarlar. Seçme birkaç belgeyle insanlar yanlış yönlendirilmez. Araştırmacılara, gazetecilere, tarihçilere bütün belgeler, dökümanlar, kayıtlar sunulur. Ondan sonra mesele enine boyuna belgeleriyle-kanıtlarıyla tartışılır ve sorumluları ortaya çıkar. Gerekirse gıyaplarında da yargılanırlar. Ama tezgahçı-tertipçi mahkemelerle değil. Tarihçilerden, ilgili akademisyenlerden oluşan kurulla yargılanırlar. Çünkü bu mahkemeden hapis cezası çıkacak değildir. Kimlerin ne derece suçu, sorumluluğu olduğu belirlenecektir. Yoksa tertipçilere kalsa Ermeni katliamlarından bile Atatürk'ü sorumlu tutacaklardır. Hatta bazıları yapmaktadır da. Mustafa Kemal'in gençliğinde İttihat ve Terakki'ye üye olduğu, Ermeni katliamını İttihatçıların yaptığını, cumhuriyeti de İttihatçıların kurduğunu, dolayısıyla cumhuriyetçilerin Ermeni katliamcısı olduklarını söyleyebilecek derecede alçalabilmektedirler. Bilimsel tarih anlayışında onun bunun düşmanlığına, ideoloji karşıtlığı ya da taraftarlığına yer yoktur. Ön yargısız ve objektif olarak tamamen belgelerin ve kanıtların ışığında konular ele alınır ve yorumlanır. Cemaatçi, ırkçı, intikamcı ve liboş zihniyetle değil!

Dersim'i bir hesaplaşma olarak görenlerin ırkçı faşistleri "intikam!" çığlıkları atmakta ve Türklerle aynı gök altında yaşamak istemediklerini söyleyecek kadar kin saçmaktadırlar. Bunlar bu şovenliklerini Koçgiri, Şeyh Sait ve Dersim İsyanının elebaşısı olan Nuri Dersimi'nin "Kürt gençliğine Hitabe"sinden almaktadırlar. Bakın o hitabedeki şu ifadelere:

Kürdistan denilen harabezar anayurdun istihlasi için.
İntikam!...
Kürt diyarında uluyan sırtlan ve çakallar ırkının mülevves vücutlarından Kürt vatanını tathir için.
İntikam!..
"Medeniyet"denilen kahpenin peşine sığınarak bize uluyan köpekleri susturmak icin.
İntikam!...İntikam!. ..İntikam!...

Geçmişi kaşıyanlar ve millete yanlış aktaranlar bilmelidirler ki bu tavırlarıyla halkları birbirine düşürebilir ve bir iç çatışmaya yol açabilirler. Çünkü bu gözünü kin ve nefret bürümüş çapulcu sürüsü karşısında şiddetten başka, kafalarını ezmekten başka yol olmadığı düşüncesinde olan bir milliyetçi faşist potansiyel de mevcuttur. Bunların çatışması topluma da sirayet eder ve 70-75 yıl önceki bir acıyla yüzleşelim derken çok daha büyük acılar yaratılabilir. Serdar Kaan Korkmazgil-Kemalistler.net

Business News