HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

ULUSLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI NEDİR, BU HAKKI NEDEN VE NASIL SAVUNURUZ?

1- Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı Temelde Ayrı Devlet Kurma Hakkıdır Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, bir ulusun kend...

1- Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı Temelde Ayrı Devlet Kurma Hakkıdır

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, bir ulusun kendi siyasal kaderini kendi iradesiyle belirleyebilmesi anlamına gelir. Bu hakkın tanınması, farklı ulusların zorla içinde tutuldukları bir siyasal bütünden ayrılmasının ve kendi bağımsız ulus-devletini kurmasının kabulünü içermelidir.
Ulus-devlet, kapitalizm döneminin bir ürünü olduğundan, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tarihsel açıdan özünde burjuva demokratik bir siyasal haktır. Proletaryanın devrimci programı, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanındığını söylemekle yetinmez. Çünkü burjuvazi de, siyasal içeriğinin iyice boşaltılması koşuluyla ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasından söz edebilir. O nedenle, bu hakkın tanınmasına bağlı olarak şu hususlarda bir mücadele de yürütülmelidir:
  • Ezen ulusun, siyasal yönden ayrılma hakkı için mücadele eden ezilen ulusa karşı kuvvet kullanmasına kesin olarak karşı çıkılması,
  • Ayrılma hakkının fiilen kullanılıp kullanılmayacağına karar vermenin ezilen ulusun sorunu olduğunun savunulması,
  • Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına karşı çıkan, ezilen uluslara ve ulusal topluluklara baskı uygulayan ya da uygulanmasını savunan tüm siyasal görüşlere karşı ideolojik savaşım yürütülmesi,
  • Ulusal ayrıcalıklara ve resmi bir devlet dili olmasına kesinlikle karşı çıkılması.

2- Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı Günümüzde de Önemini Korumaktadır

Kapitalizm eşitsiz ekonomik gelişmeye dayanır ve dünya üzerinde ulus-devletlerin oluşumu açısından siyasal alanda da bir eşitsiz gelişme söz konusudur. Örneğin Batı Avrupa’da 18. ve 19. yüzyılın sorunu olan ulus-devletlerin kuruluş süreci, Doğu Avrupa, Asya ve Afrika ülkelerinde gecikmeli olarak 20. yüzyılda yaşanmıştır. Somut koşullardaki farklılık nedeniyle, Avrupa’da dönemini tamamlamış olan bir sorun, bir başka coğrafyada çok daha sonra gündeme gelebilmiştir.
Günümüzde, emperyalist rekabet ve emperyalist paylaşım nedeniyle kışkırtılan ulusal çekişmeleri bir yana bırakacak olursak, siyasal bağımsızlığını kazanmak için mücadele yürüten ulusların sayısının artık dünya çapında oldukça küçük bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen ulusal sorun, bugün de önemini koruyan bir sorundur ve doğru bir siyasal yaklaşımı gerektirir.

3- Ezen ve Ezilen Ulus Ayrımı Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı Sorununda Doğru Tutumun İlk Koşuludur

Ezen ve ezilen uluslar ayrımı yapmadan, ulusal sorunda doğru bir politik tutum belirlemek olanaksızdır. Kendi aralarındaki rekabet nedeniyle emperyalist ülkelerde yükselebilecek şovenizme; kendisi emperyalist bir ülke olmasa da başka ulusları ezen bir ulusun burjuva ve küçük-burjuva ulusçuluğuna komünistlerin verebileceği en ufak bir destek bile yoktur. O halde bir yanlış anlamaya fırsat vermemek üzere açıkça ifade edilmelidir ki, ulusal sorunla kastedilen, siyasal açıdan baskı altında tutulan bir ulusun siyasal bağımsızlık sorunudur.
Proletaryanın devrimci programında yer alan ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi, ezilen bir ulusun ezen ulustan ayrılma hakkının kabulünün yanı sıra, emperyalist işgal ve toprak ilhaklarına karşı çıkmayı da içerir. Öte yandan, siyasal bağımsızlıktan yoksun (henüz ulus-devletini kuramamış) sömürge ülkelerin ve toprakları işgal altındaki ezilen ulusların konumu ile, ulus-devletini kurmuş az ya da orta gelişkinlik düzeyindeki kapitalist ülkelerin konumu arasındaki farka da işaret etmek gerekir. Birinciler açısından durum, tarihsel açıdan gecikmiş bir ulusal sorunun çözümünü içerir.
Emperyalist-kapitalist sistemin hiyerarşik yapılanması içinde alt basamaklarda yer alan orta ya da az gelişmiş kapitalist ülkelerde ise, sistemin gereği ortaya çıkan ekonomik bağımlılığın siyasal ve askeri alanlarda müdahaleler üretmesi, dünya kapitalist sisteminin bir işleyiş özelliğidir. Dolayısıyla, bu türden bir “siyasal bağımlılık” ilişkisi, bunun temelinde yer alan ekonomik bağımlılığa son verilmedikçe, yani mücadele doğrudan emperyalist-kapitalist sisteme yönelmedikçe ve sistem dışına çıkmayı başarmadıkça yeniden ve yeniden üretilir.
Bu nedenle, kendi ulus-devletine sahip fakat kapitalist dünya sisteminin genel işleyişi içinde alt konumda bulunan ve dolayısıyla ekonomik açıdan bağımlı olan orta ya da az gelişmiş tüm kapitalist ülkelerin durumu, 20. yüzyılın başlarındaki sömürge ya da yarı-sömürge ülkeler statüsünden farklıdır. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde, bir ulusun kendi “bağımsız ve egemen” ulus-devletine (yani ayrı bir devlete) sahip olmasının engellenmesi biçiminde açık bir siyasal hak gaspı söz konusudur.
Emperyalist sistemin işleyişi içinde her türden eşitsizlik ve bağımlılık ilişkilerinin yeniden ve yeniden üretildiğini veri kabul etmek koşuluyla, kendi ulus-devletine sahip orta ya da az gelişmiş kapitalist ülkelerde “bağımsız ve egemen devlet” konumu devam ettiği, yani burjuva iktidarlar hüküm sürdüğü sürece, gerçekte siyasal bağımsızlığı kazanmak gibi bir sorun yoktur. Bu bağımsızlık, sistemin işleyiş yasaları çerçevesinde zaten kazanılmıştır. Bunun ötesinde “bağımsızlık” sorunu, artık proletaryanın öncülüğünde yürütülen ve sözcüğe de gerçek anlamını kazandıran bir anti-emperyalist (yani anti-kapitalist) ekonomik kurtuluş mücadelesi kapsamında ele alınmalıdır.
Bu tür ülkelerdeki burjuva iktidarların, sistemi hedef almayan fakat emperyalist ülkelerle kendi aralarındaki çekişmelerden ve çıkar çatışmalarından türeyen sözde anti-emperyalist tavırları, anti-emperyalist mücadele ya da tarihsel açıdan haklı bulduğumuz ulusal kurtuluş mücadelesi kapsamında değerlendirilemez.
Öte yandan, bir burjuva devletin diğer bir burjuva devletin topraklarını işgal ve ilhak etmesi durumunda ortaya çıkan “ulusal sorun”da da proletaryanın bakışı net olmalıdır. Bu gibi ilhak ve işgal durumunda, haksız olarak saldırıya uğrayan bir ulusun direniş hakkı da meşru bir hak olarak kabul edilmelidir. Fakat proletaryanın desteği burada elbette ki saldırıya uğrayan ülkenin burjuvazisine değil, işçi ve emekçi halkına olacaktır. Yani bu desteğin burjuva ulus-devletin egemenlik hakkının savunulması ve korunmasıyla hiçbir ilgisi olamaz.

4- Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkının Savunulması Proletaryanın Uluslararası Birliği ve Hegemonyası İçin Hayatidir

Farklı uluslar arasındaki ekonomik eşitsizlikler, yoksulluk zenginlik gibi ayrımlar, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınması ya da siyasal bağımsızlığın kazanılması ile ortadan kalkmaz. Ama ulusal sorunun çözümü, asıl sorunun kapitalizm olduğunu ve emperyalist-kapitalist dünya sistemi yıkılmadıkça, her türlü ekonomik eşitsizliğin yeniden ve yeniden üretileceğini gözler önüne serer.
Bu nedenle, dünya kapitalist sistemini yıkmayı amaçlayan devrimler dışındaki bir “anti-emperyalist mücadele” anlayışı, özünde ulusal kalkınmacı burjuva ya da küçük-burjuva siyasal açılımın ifadesidir ve eninde sonunda kapitalist sistemin içinde kalmaya mahkûmdur. Salt siyasal bağımsızlığın kazanılması ile sınırlı olan ulusal kurtuluş mücadelesi anti-emperyalist devrim kapsamında değildir.
Ancak, bu sınırlı kapsamına rağmen ulusal kurtuluş mücadeleleri, yine de iki nedenle proletaryanın çıkarınadır. Birincisi, asıl olanın proletaryanın kapitalist düzeni yıkmayı hedefleyen mücadele birliği olduğu gerçeğini gölgeleyen “ulusal mücadele” sorununun aşılması. İkincisi, sömürgeciliğe karşı ulusal bağımsızlık istemiyle ayaklanan yığınları, proletarya hegemonyası altında gerçek kurtuluş ve özgürlük savaşımına, yani toplumsal devrime yöneltebilme olanağını yaratması. Siyasal bağımsızlık sorunu, tarihsel açıdan, geniş köylü kitlelerinin feodal uyuşukluktan sıyrılma sorunuyla iç içedir. Ulusal kurtuluş mücadeleleri, geniş köylü kitlelerinin toprak devrimi istemi temelindeki yığınsal başkaldırılarıyla belirginleşmiştir.
Ulusal kurtuluş mücadelesi ile proleter devrim iki ayrı olguyu ifade eder. Proleter devrimin geçerken ulusal sorunu çözmesi mümkündür, fakat ulusal kurtuluş mücadelesinin proleter devrimin görevlerini üstlenebileceğini farz etmek, Marksizmi karikatürize etmektir.
Proletaryanın devrimci partisinin, henüz çözümlenmemiş demokratik istemleri (ulusal sorun gibi, toprak devrimi gibi) savunması, geniş köylü kitlelerini ilgilendiren bu tür demokratik istemleri programına dahil etmesi Marksizmin gereğidir. Fakat bu istemlerin en kapsamlı biçimiyle yaşama geçirilip geçirilemeyeceği proletaryanın devrimde hegemonyasının kurulması sorununa bağlıdır.

5- Proletarya için Esas Olan Sınıfsal Çelişkidir, Ulusal Çelişki Değil

Emperyalizm çağında dünya çapındaki gerçek siyasal kutuplaşma ulus ekseninde değil, sınıf ekseninde yer almaktadır. Ezen uluslarla ezilen uluslar arasındaki çatışmalarda bile, son tahlilde asıl belirleyici olan sınıfsal kutuplaşmadır. Zaten bu yüzden ezilen ulus burjuvazisinin, ezen ulus proletaryasıyla bir savaş birliği oluşturması mümkün değilken, kendi ulusu içindeki proletaryanın ve yoksul köylülüğün başkaldırısından korktuğu anda kendini ezen ülke burjuvazisinin kucağına atması, tarihte sıkça yaşanan bir durumdur.
Ulusal çelişkinin sınıf çelişkisinin önüne geçirilmesine göz yumulmasının siyasal sonucu, küçük-burjuva ulusal devrimci akımların kutsanması ve onların önderliğinde yürüyen mücadelelerden boylarından büyük sonuçların beklenmesi olmuştur. Çeşitli ulusal kurtuluş mücadelelerinin deneyimi, bu tutumun proletaryanın devrimci kavgasına büyük zarar verebileceğini; proletaryanın küçük-burjuva devrimciliğinin kuyruğuna takılması sonucunu doğuracağını; böyle bir durumda da proletaryanın bağımsız siyasal hattından söz edilemeyeceğini; devrimci proletaryanın savaşan emekçi kitleler üzerindeki hegemonyasının bir hayal olacağını ve mücadelenin olsa olsa küçük burjuva devrimci önderliklerin zaferiyle sonuçlanabileceğini kanıtlamıştır.
Bu deneyimler, proletaryanın devrimci siyasal çizgisinden (dünya ölçeğinde sürekli devrim) küçük-burjuva ulusal devrimciliği lehine verilen ödünlerin, proletaryanın mücadelesini zayıflattığını gözler önüne sermiştir. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin, kapitalizmi yıkmayı hedefleyen gerçek bir proleter devrime ilerleyebilmesi için, devrimci proletaryanın ulusal kurtuluş istemiyle ayaklanan yığınların içinde kendi programatik hedefleri ve kendi savaş yöntemleriyle mücadeleye atılıp öncülüğü ele geçirmesi zorunludur. Yani emekçi kitleler üzerinde proletaryanın hegemonyasının tesisi şarttır. Küçük-burjuva devrimci önderliklerin hegemonyası altında ise, sonuç (bu önderliklerin kendileri hakkındaki iddiaları –sosyalist, anti-emperyalist vb.– ne olursa olsun) en iyi ihtimalle ulusal kalkınmacı ulus-devletlerin kurulmasından başka bir şey olmayacaktır.
Ulusal çelişkinin sınıfsal çelişkinin önünde geldiği sonucuna çıkan tüm açılımlar; temel çelişkinin kuzey-güney çelişkisi olduğu yolundaki tezler; ileri kapitalist ülkeler proletaryasının devrimci misyonunu yitirdiği iddiası; Üçüncü Dünyacılık savunusu gibi sözde anti-emperyalist söylemler, bizce Marksizmin özüne, onun proleter devrimlerin tarihsel rolü konusundaki temel kavrayışına ters düşen siyasal eğilimlerdir.
O halde ulusal kurtuluş mücadelesinin gerçek içeriği neyse, bulandırılmaksızın ve sulandırılmaksızın ifade edilmelidir. Emperyalist bir devlete ya da ezen ulusa karşı yürütülen ulusal kurtuluş mücadelesi, proletarya hegemonyası altında proleter devrim kapsamına yükseltilmedikçe, sadece bir ulusal kurtuluş mücadelesidir ve ayrı bir ulus-devlet kurma hedefiyle sınırlı burjuva demokratik kapsama sahiptir.

6- Devrimci Proletarya Ezilen Ulus Burjuvazisinin Ayrıcalıklar Elde Etme Eğilimiyle Mücadele Eder

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı özünde burjuva demokratik bir hak olduğu için, bu konuda burjuvazi ile devrimci proletaryanın siyasal tutumu arasındaki sınır çizgisinin net bir şekilde çekilmesi zorunludur. Ezilen ulusun burjuvazisi açısından ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının anlamı, mücadeleyi kendi sınıf çıkarları temelinde sonuçlandırmaktır. Bu bağlamda, ezilen ulus burjuvazisinin bile, kendisini ezen uluslara karşı yürüttüğü mücadele başarıya ulaşır ulaşmaz, başka ulusları ezmeye, farklı ulusal toplulukların haklarını gasp etmeye yönelmesi tarihte sıkça görülmüştür. Bunun bir örneği, Birinci Dünya Savaşında emperyalist devletlerin işgaline karşı ulusal mücadele yürüterek bağımsızlığını kazanan Türk burjuvazisinin, daha sonra Kürt ulusunu ezmeye yönelen tutumudur.
Bu nedenle devrimci proletarya ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınması istemini, bir başka ulusun sırtından yeni imtiyazlar elde edilmesine karşı çıkılması istemiyle birlikte savunur. Bu, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, ezilen ulus burjuvazisinin şovenizmiyle araya kesin bir sınır çizgisi çekerek savunmak demektir.

7- Küçük-Burjuva Radikalizminin Doğuracağı Yanılsamalara Karşı Uyanık Olunmalıdır

Proletaryanın sınıfsal çıkarları ulusal sınırların ve ulusal dar görüşlülüğün aşılmasını gerektirir. Proletarya, ulusal sorunu mutlaklaştırmaz, fetiş haline getirmez. En iyi durumda, yani ezilen bir ulusun ezen bir ulusa karşı ayaklanması temelinde ortaya çıktığında bile ulusçuluk, özünde bir burjuva ideolojisidir. Küçük-burjuva devrimciliğinin biraz da Stalinizmden ve onun yarattığı “ulusal sosyalizm” anlayışından esinlenerek biçimlendirdiği siyasal akımların varlığı bu gerçeği değiştirmez. Bu durum olsa olsa, tarihsel açıdan burjuvaziye ait olan bir misyonun (ulusal birliğin sağlanması, ulusal devletin kurulması) küçük-burjuva radikalizmi tarafından üstlenildiğine işaret eder.

8- Devrimci Proletarya Her Ulusal Hareketi Desteklemez

Devrimci proletarya her ulusal hareketi desteklemekle yükümlü değildir. Tarihsel açıdan ileri bir istemle hareket etmeyen, gerici, hatta emperyalist güç odaklarından birinin oyuncağı haline gelmiş –dolayısıyla ulusal kurtuluş mücadelesi kapsamında da değerlendirilemeyecek olan– ulusal hareketlere destek vermek proletaryanın çıkarlarıyla bağdaşmaz.
Herhangi bir tarihsel kesitte gericiliğe hizmet eden ve dolayısıyla desteklenmeyen bir ulusal hareketin, farklı tarihsel koşullarda, proletaryanın destekleyeceği bir ulusal hareket kimliğiyle tarih sahnesine yeniden çıkması (ya da tersi) pekâlâ mümkündür.[4]Bu temelde, değişen somut koşullar karşısında komünistlerin siyasal tutumunun değişebilmesi, Marksizmin belirli bir sorundaki tutarsızlığının değil, tersine tutarlılığının bir göstergesidir. Ancak komünistlerin bu alanda ortaya koyacakları yaklaşımların ulusal önyargılardan, ezen ulus şovenizminden, teorik kopyacılıktan, hatta dar grup çıkarcılığından yakasını kurtarmış ve yalnızca, ulusal hareketlerin somut durumlarının somut tahliline dayanan yaklaşımlar olması gerekir. Komünistler, ulusal harekette veya onun içinde cereyan ettiği ortamda meydana gelebilecek değişmelere bağlı olarak yaklaşımlarını gözden geçirme esnekliğine sahip olmalıdırlar.
Devrimci proletarya, zor yoluyla gerçekleştirilmeyen fakat tarihin belirli bir kesitinde, somut koşulların mümkün kıldığı bir uluslar kaynaşmasını olumlu karşılar. Oysa aynı tarihsel oluşumun, ilerleyen süreçte burjuvazinin kendi içindeki çıkar çatışmaları nedeniyle ayrılıkçı burjuva hareketleri doğurması mümkündür (örneğin vaktiyle ulusal birliklerini oluşturmuş İtalya, Belçika gibi. Avrupa ülkelerinde günümüzde görülen burjuva ayrılıkçı hareketlenmeler). Fakat proletaryanın, tarihsel açıdan olup bitmiş, gerçekleşmiş bir uluslar birliğini tekrar eski bileşenlerine ayırmak gibi bir sorunu ya da bundan çıkarı olamaz.
Devrimci proletarya ulusal sorunda vereceği desteği, asla şu ya da bu milliyetçiliği güçlü kılma noktasına vardırmaz. Oysa burjuvazinin misyonunu üstlenmiş küçük-burjuva milliyetçi önderlikler (kendilerini sosyalist renklere boyasalar da) bu tutumun tam tersini sergilerler.
Sınıfsal çıkarları, bütün ülkelerin işçilerinin birliğini gerektiren ve tarihsel misyonu, ulusların gönüllü birliğini ve kaynaşmasını sağlayarak ulusal ayrılıklara son vermek olan proletarya açısından ulusal soruna verilen destek, “olumsuz” bir görevin yerine getirilmesi anlamını taşır. Proletarya için “olumlu” görev, ulusal ayrılıkların derinleşmesi ve yaygınlaşması değil, olabildiğince büyük ulusal birimleri kucaklayarak ilerleyen bir dünya devrimiyle ulus-devletlerin yıkılması ve ulusların gönüllü birliğine giden yolun döşenmesidir.

9- Ayrılma Hakkının Savunulmasında Ölçüt Ulusal Çıkarlar Değil, Proletaryanın Sınıfsal Çıkarlarıdır

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ayrılma hakkını da içeren bir biçimde tanımak, komünistlerin ulusal sorundaki programatik açılımlarının temel ilkesidir. Fakat proletaryanın ulusal sorun konusundaki tutumunu belirlemede ölçüt, genel ulusal çıkarlar vb. olamaz. Ölçüt proleter sınıfın çıkarlarıdır. Bu nedenle, ayrılma hakkının genelde tanınması, her somut durumda ayrılmanın öğütleneceği ve propaganda edileceği anlamına gelemez. Komünistler, her bir somut sorunu ayrı ayrı ele alıp, proletaryanın çıkarları açısından kendi bağımsız tutumlarını ortaya koyacaklardır. Fakat belirli bir ulusal sorun temelinde ayrılmanın öğütlenemez oluşu, ezilen ulusun ayrılma hakkının reddedilmesi noktasına kadar götürülemez.
Ezilen ulus komünisti açısından temel görev, mücadele bayraklarının (proletaryanın devrimci bayrağıyla, burjuva ve küçük-burjuva ulusalcı bayrakların) birbirine karışmasına fırsat vermemektir. Bu nedenle, ezilen ulus komünisti, siyasal bağımsızlık istemini, kurulacak olan yeni bir ulus-devletin çıkarları için değil, proleter devrimin önünü açacak ileri bir adım oluşturduğu için destekler. Öte yandan da, küçük ulus dar kafalılığına, kendi içine kapanma eğilimine karşı mücadele yürütür ve proletaryanın birliğinin sağlanması mücadelesini başa alır.

10- Ulusal Önyargıların Aşılabilmesi İçin Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkının Kabulü Gerekir

Sınıfsallık adına ve “önemli olan proletaryanın kendi kaderini tayin hakkıdır” gerekçesiyle bile olsa ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının reddi, ezen ulusun ayrıcalıklarının sürüp gitmesine göz yummak sonucunu doğurur. Ayrılma hakkı tanınmadığında, ezilen ulus burjuvazisinin milliyetçi propagandası etkili olur ve kitleleri peşine takabilir. Devrimci proletarya ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanırken, asıl olarak emekçi kitlelerin çıkarına olan tüm devrimci dönüşümleri yaşama geçirecek (örneğin köylüler için toprak devrimi) genişlikte bir mücadelenin önderliğini fiilen üstlendiğinde, burjuva ulusçuluğunun sınırlılığını sergileyebilir. Böylece farklı ulusların emekçi kitlelerinin gönüllü birliğine giden yolu döşemiş olabilir. Burjuva milliyetçiliği ancak böylece etkisiz kılınabilir.
Belirli bir coğrafyada iktidara gelen proletaryanın, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıması, hatta ezilen uluslar lehine pozitif ayrımcılık uygulaması, proleter devrimin dünya ölçeğinde yaygınlaştırılması ve ulusal sınırların ortadan kaldırılması hedefiyle çelişen bir tutum değildir. Çünkü devrimci proletaryanın programı, ulusların kaynaşmasına giden yolun gönüllü birlikten geçtiğini öngörür. Ve gönüllü birlik de ancak ayrılık hakkının savunulması temelinde yaratılabilir.

11- Ayrılma Hakkının Nasıl Kullanılacağı Ezilen Ulusun Bileceği Bir İştir

Devrimci proletaryanın politikasının ulusal sorundaki diğer bir ilkesi, ezen ulus proletaryasının, ezilen ulusun karar vereceği “ayrılık ya da yeni bir birlik” istemi karşısında tarafsız kalabilmesini sağlamaktır.
Ezen ulus işçi sınıfı, ezilen ulusun ayrılıp bağımsız bir devlet kurması ya da kendi iradesiyle bir başka ulus-devletin sınırları içinde yeni bir birlik oluşturma istemi karşısında tarafsız kalabilmelidir. Çünkü ezilen ulus hangi devletin sınırları içerisinde kalırsa kalsın, proletarya zaten bu sınırların ötesinde bütün işçilerin savaş birliğini oluşturacak şekilde örgütlenmeyi amaçlar. Ezilen ulusun her ne olursa olsun “kendi” (ezen) ulus-devletinin sınırları içinde kalmasını savunan işçiler, ezen ulus şovenizmine bulaşmışlar demektir.
Ezen ve ezilen ulus komünistleri açısından asıl olan, tüm kararların proleter mücadelenin ilerletilmesi amacına bağlı olarak üretilebilmesidir. Bu nedenle de ezen ve ezilen ulus proleterlerini kucaklayan bir devrimin gelişmesi durumunda, ezilen ulus komünistine düşen görev, birlikte ortak bir işçi iktidarının kurulmasının yoksul kitlelerin çıkarına olduğu propagandasını yürütmesi, bu uğurda mücadele etmesidir.

12- Devrimci Proletarya Büyük ve Demokratik Bir Biçimde Birleşmiş Devletlerden Yanadır

İlkesel olarak Marksizm küçük devletlere bölünmeye karşıdır, merkeziyetçiliği savunur. Fakat bürokratik merkeziyetçiliğe karşı olan Marksizm, merkeziyetçiliği demokratik bir yapılanma temelinde savunur. Bu nedenle, devrimci proletaryanın ulusal sorundaki programı, ekonomileri, hayat tarzları, ulusal bileşimleri vb. bakımından değişik özellikler taşıyan bölgelerin özerkliğine karşı çıkmaz.
Marksizm, ulusların zor yoluyla merkezi birliğinin oluşturulmasına karşı olduğundan, merkezi birliğe giden yolda federasyonun bir adım oluşturması durumunda federasyon istemini hoşgörüyle karşılar.

13- Ezen ve Ezilen Ulusun Komünistlerinin Politikaları, Taktikler Düzeyinde Farklılaşsa Bile Özde Aynıdır

Proletaryanın tarihsel çıkarları açısından asıl olan, ezen ve ezilen ulus proleterlerinin ortak devrimci iktidarının kurulabilmesi ve bu nedenle ayrılma hakkının tanınması temelinde, ezilen ulusun emekçi kitlesinin birlik yönündeki gönüllü iradesinin oluşturulmasıdır.
Ancak somut koşulların farklılığına bağlı olarak, aynı hedefe varabilmek için, işçi sınıfının enternasyonalist politikası özde bir fakat propaganda ve taktiklerde farklı olabilir. Ortak hedefe ancak, ezen ulus komünistlerinin ayrılma hakkını tanımaları ve ezilen ulus komünistlerinin ise, propagandada ağırlığı birliğe vermeleri ile ulaşılabilir. Birliğin öğütlenir bir durum olması halinde (1917 Ekim Devrimi sürecinde olduğu gibi, ezen ve ezilen ulusları kucaklayan bir proleter devrimin gelişmesi durumunda) bile, ayrılma hakkının tanınması iki açıdan zorunludur: Birincisi, ezen ulus proletaryasının egemen ulus şovenizmine karşı siyasal bilincinin geliştirilmesi ve pekiştirilmesi. İkincisi, ezen ulus komünistlerinin kendi egemen ulus şovenizmine bulaşmamış olduklarını ezilen ulusa pratikte kanıtlayabilmeleri.

14- Örgütlenmede Esas Hedef Proletaryanın Örgütsel Birliğini Sağlamak Olmalıdır

Marksist enternasyonalizmin ulusal soruna yaklaşımındaki en önemli ayırt edici kriter, örgütsel alana ilişkindir. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasını, proletaryanın ulusal ayrılıklar temelinde örgütlenmesi noktasına kadar genişletmek dar kafalı milliyetçilikten başka bir şey olamaz. Ezen ve ezilen ulus işçi sınıfının devrimci örgütlenmesinin esas platformu, birbirinden ayrı duran ulusal partiler değil, tek bir devrimci dünya partisi olmalıdır.
Bir ulusal kurtuluş örgütü hiçbir koşulda devrimci sınıf partisinin yerini tutamaz. Bu yolla proletaryanın devrimci sınıf örgütlenmesine olan ihtiyaç ortadan kalkmaz. Temel soru şudur: Proletaryanın sınıf birliği mi, ulusal kurtuluş mücadelesi temelinde ulusal birlik mi? Proleter devrim hedefiyle, ulusal kurtuluş hedefinin aynı şey olmadığının somutlandığı alan tam da budur. Ezen ve ezilen ulus proleterlerini kucaklayacak bir proleter devrimin henüz uykuda olduğu bir dönemde, ezilen ulusun kurtuluş mücadelesi öne çıkabilir. Fakat bu nedenle de bir ulusal kurtuluş mücadelesi, proleter devrim katına yükselmiş olmaz.

15- Ezilen Ulus Milliyetçiliğine Yönelik Eleştiriler Ezen Ulus Şovenizminin Değirmenine Su Taşımamalıdır

Ulusal sorunda işçi sınıfının enternasyonalist eğitiminin özünü, ulusal farklılıkların ve eşitsizliklerin (ezen-ezilen ulus ayrımı) işçi sınıfının birliğini baltalamasının önüne geçmek oluşturur. Devrimci proletaryanın amacı, burjuva ulusalcılığının aşılması ve her ulustan proleterler arasında gerçek bir savaş birliğinin, kardeşliğin yaratılmasıdır.
Ne var ki farklı tarihsel koşullara sahip olunduğunda, burjuva ulusçuluğunun taşıdığı nitelik de farklılık içerebilir. Ezen ulusun baskıcı, kudurgan şovenizmiyle, ezilen ulusun ulusalcılığı aynı kefeye konulamaz. Bu nedenle ezen ulusun komünistleri, ezilen ulusun milliyetçiliğine yönelik eleştirilerin, ezen ulus şovenizmini gölgelemesine asla izin vermemelidirler.

16- UKKTH’nin Karşısına “Ulusal Kültürel Özerklik” İsteminin Dikilmesine Karşı Çıkılmalıdır

Kapitalizm altında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı isteminin gerçekleşmesi, genel olarak baskı altında tutulan ulusun siyasal mücadelesini, örgütlenmesini ve çeşitli mücadelelere girişmesini gerektirir. Bu durum salt ezilen ulus içinde değil, ezen ulus içinde de verili siyasal dengelerin değişmesine, devrimci altüstlüklere yol açar.
Bu nedenle genelde ezen ulusun burjuva liberalleri, reformist ve şovenist sosyalistleri, ulusal sorunun artık gözardı edilemeyeceği bir noktada, ezilen ulusun ayrılma hakkının tanınması yerine “ulusal kültürel özerklik” istemini ileri sürerek, ulusal kurtuluş mücadelesinin içini boşaltmaya (ayrı devlet kurma hakkını yadsımaya) çalışırlar. Böylece proletaryanın da ulusal sorun karşısındaki devrimci yaklaşımını baltalamak, onun bakış açısını bulandırmak isterler.
Aynı tutumun yansıması ezilen ulus burjuvazisi ve reformist sosyalistleri arasında da görülebilir. Ulusal sorunun, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı yoluyla, yani ezen ulusun burjuvazisine karşı mücadeleye girişilerek çözülmesi yerine, çeşitli uzlaşmalarla, kısmi reformlarla (örneğin kendi dilinde eğitim yapma, kendi kültürünü geliştirme gibi) ve emekçi yığınları fazla ayağa kaldırmadan “çözümlenmesini” isterler.
Marksizmin ulusal sorundaki programatik açılımı, ezilen ulusun kendi dilinde eğitim gibi haklı taleplerini zaten içermektedir. O nedenle devrimci proletaryanın programı, bu tür haklı taleplerin ardına sığınıp ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesinin yerine “ulusal kültürel özerklik” isteminin geçirilmesi eğilimine karşı çıkar.
Çünkü ulusal sorunda siyasal çözüm bütün kapsamıyla savunulmadıkça, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı istemi yaşama geçirilmedikçe, ulusal sorun aslında varlığını sürdürecek, ezen ve ezilen ulus işçi sınıfının birliğinin önünde engel oluşturmaya devam edecektir. İşte bu nedenle devrimci proletaryanın programı, gerçek bir siyasal çözümün, “ulusal kültürel özerklik” türünden liberal gevezeliklerle gündemden uzaklaştırılmasına karşıdır.

Business News