HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Minerva Mirabal... Maria-Teresa Mirabal... Patria Mirabal

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele günü hem kadın mücadelesini hem de siyasi mücadeleyi içeren bir eylem günü...


25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele günü hem kadın mücadelesini hem de siyasi mücadeleyi içeren bir eylem günüdür. Zira Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörlük yönetime karşı geliştirilen antifaşist mücadelede Clandestine Hareketi’ni kurarak en önde yer alan Mirabal Kardeşler (Minerva, Maria-Teresa, Patria Mirabal) bu anlamlı güne kaynaklık etmişlerdir. Bu üç kız kardeşin ülkede 30 yıldır süren 1930-1960) diktatörlük yönetimine karşı verdiği özgürlük ve insan hakları mücadelesi birçok kez hapis cezası almalarına yol açmışsa da, etkin muhalefetlerine engel olunamamıştır. Las Mariposas (Kelebekler) olarak anılan Mirabal Kardeşlerin siyasi otoriteye karşı mücadelesi sürmüştür. Diktatör Rafael Trujillo’nun hedefi haline gelen Mirabal Kardeşler, 1960 senesinde 25 Kasım günü Trujillo’nun askerleri tarafından kaçırılmış, önce tecavüz edilip ardından öldürülmüşlerdir.
Mirabal kardeşlerin vahşice katledilmelerinin ardından tüm dünyada kadına yönelik her türlü şiddete karşı ortak bir bilinç oluşturmak ve şiddete karşı direnmek için 25 Kasım günü dayanışma günü haline geldi. Bildiğimiz gibi önce 1981 yılında Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele günü” olarak kabul edildi. Ardından 1999’da Birleşmiş Milletler, 25 Kasım’ın “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” olarak benimsenmesini karar altına aldı. 2011 senesinde de Türkiye, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesini imzalayan ülkeler içinde meclisinde ilk onaylayan ülke oldu.(1)
Mirabal Kardeşlerin diktatörlüğe karşı verdikleri mücadele, insan hakları mücadelesiyle kadın hakları mücadelesinin ayrılmaz bir bütün olduğunu bize göstermekte. Zira şiddet bir insan hakkı ihlaliyken bugün aradan 52 yıl geçmesine rağmen hala insan hakkı en çok ihlal edilenler kadınlardır. Kadına yönelik şiddet, kadın-erkek arasındaki “eşitsiz fizik-güç” ilişkisinin zorunlu sonucu değilken asırlardır süren eşitsiz bir toplumsal-siyasal-ekonomik güç ilişkisinin sürdürücüsü haline gelmiştir. Ataerkilliğin ve kapitalizmin ürünü olan toplumsal cinsiyet dayatmaları kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın hem nedeni hem de sürdürücüsüdür. Biyolojik temelli olan cinsiyet yerine toplumdaki cinsiyet tanımlamalarıyla toplumsal cinsiyet oluşturulur. Kültürel tanımlamalarla dişi toplumsal bir kadına dönüştürülerek “kadın” toplumsal cinsiyeti dayatılırken, erkek toplumsal bir erkeğe dönüştürülerek “erkek” toplumsal cinsiyeti dayatılır.(2) Dolayısıyla toplumsal cinsiyet biyolojik değil, sistematik ve egemendir; bu yüzden politiktir. Çünkü kadının toplumda maruz kaldığı şiddet, ayrımcılık gibi kötü muameleler biyolojik farklılıklardan ileri gelmez. Sadece şiddet bir insan hakkı ihlali olduğu için değil; vatandaşlarını korumakla yükümlü olan devlet görevini yerine getirmekte aciz davrandığı için de siyasidir.

Topluma “araba kazası” olarak aktarılan Mirabal Kardeşler cinayeti basit bir cinayet olmadığı gibi basit bir kadın cinayeti de değildir. Dikkatle baktığımızda öldürenin devlet, öldürülenlerin ise devletin anti-demokratik uygulamalarına karşı çıkan muhalif kadınlar olduğunu görüyoruz. Şiddet, otoriteye karşı direnen kadına yönelmiştir. Çünkü kadınlar toplumsal cinsiyet tanımlamalarına göre “siyaset dışı alanlarla ilgilenmesi gerekenler”, “sorgulamayan”, “munis” olanlardır. Muhalif bir kadınsa siyasete dâhil olarak hem iktidarı sorgulayan hem de “isyankâr” olarak kadın toplumsal cinsiyetini yerle bir etmiştir. Sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun devlet, toplumsal cinsiyet tanımlamalarını ve buna bağlı oluşturulan toplumsal cinsiyet hiyerarşisini korumak konusunda oldukça muhafazakâr olduğundan muhalif kadınları ciddi bir tehlike olarak algılar. Bu nedenledir ki her muhafazakâr iktidar önce kadının konumunu toplumsal cinsiyet hiyerarşisi içinde sabitlemek ister. Bu amaçla tanımlamalar yapar, demeçler vererek toplumun cinsiyetçi algısını destekler, yönlendirir; değişime dair sadece düşünsel boyutta sınırlı kalan faaliyetleri bile engeller. Türkiye’de kürtajı yasaklamaya yönelik iktidarın hep bir ağızdan terbiye sınırlarını aşan tehdit kıvamındaki açıklamaları bu tarz demeçlerin önemli örneklerindendir. Yine Başbakanın kadını “anne” konumunda sabitlemeye yönelik üç çocuk siparişi de bu anlamda değerlendirilmelidir. Zira iktidar “üreme emeğinin toplumsal örgütlenişi”ni(3) belirleyerek kadını “annelik” ve “doğurganlığa” indirgemektedir. Ağustos ayında Üniversiteli Kadın Kolektifi üyesi olan iki genç kadının Ankara Büyükşehir Belediyesi Melih Gökçek’i kürtaj yasağıyla ilgili yaptığı açıklamalardan(4) dolayı yumurtalı protestosu nedeniyle çok sert bir müdahaleyle karşılaşmaları, muhafazakâr iktidarın, eril iktidar söylemine karşı gelişen muhalefete olan tahammülsüzlüğünün göstergesidir.
Muhafazakâr iktidar “toplumdaki cinsiyet işbölümünü ve üretim araçlarını toplumsal cinsiyet”e(5) göre bölerek de toplumsal cinsiyet hiyerarşisini sürdürür. Bunu, kadın emeğini ucuzlaştırarak, sosyal güvenlik haklarından mahrum ederek, özellikle üst düzey görevlerde bulunmasının önünde “camdan tavanlar” inşa ederek, siyasete girerek ülke yönetimine talip olmalarını engelleyerek ekonomik alandan dışlayarak yapar. Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG)’in 17 Kasım’da açıkladığı “Genelgenin Ardından İstihdamda Kadının Durumu Araştırması” sonuçlarına göre Türkiye’de erkeklerle eşdeğer işlerde çalışan kadınların ücretleri %46 oranında daha düşük.(6) Üstelik kadınlar mesleki eğitimlerle toplumsal cinsiyet algısına uygun işlere yani “kadın işleri”ne yönlendirilmektedir: Kuaförlük, dikiş-nakış kreş ve bakım hizmetleri gibi. Türkiye’de kadının çalışma yaşamına katılmakta yaşadığı zorluklara bir diğer örnek ise Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü(DİSK-AR)’nün TÜİK tarafından açıklanan Hanehalkı İşgücü Anketi Temmuz 2012 dönem sonuçları değerlendirmesidir.(7) Buna göre çalışma çağında her üç kadından yaklaşık olarak sadece biri çalışıyorken, lise ve üzeri eğitime sahip olanlarda kadınlar için işsizlik erkeklerin iki katı oranındadır.

Ekonomik alanda maruz kaldığı ayrımcılık dışında şiddet, kadının toplumsal cinsiyet kalıplarının dışına çıkmasının önündeki en etkili araçtır. Devletin kadını şiddete karşı korumak konusunda gerekli yasal iyileştirmeler yapmaması, caydırıcı önlemler almaması, kadını koruyan politikalar üretmemesi ya da geliştirdiği politikaların takipçisi olmaması, kadınlara destekleyici ve koruyucu kurumsal olanak sunmakta yetersiz olması toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin sürdürücüsü olmasına yol açmaktadır. Bildiğimiz gibi, Adalet Bakanlığı’nın 2010 yılında yaptığı açıklamaya göre kadın cinayetleri 2002-2010 yılları arasında %1400 artış göstermiştir. Kadına yönelik şiddetle ilgili düzenli yapılan ve yayımlanan araştırmaların bulunmayışı bizim, şiddetin oranına dair kıyas yapmamıza engel olsa da en son 2009 yılında yapılan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet” araştırması kadına yönelik şiddetin ülkemizde nasıl normalleşmiş ve yaygınlaşmış olduğunu göstermektedir.(9) Ülke genelindeki kadınların %39’u fiziksel şiddet, %15’i cinsel şiddet yaşarken, %42’si iki şiddetten en az birini yaşamıştır. Ayrıca araştırma, köy-kent ayrımı olmaksızın her yaştan ve eğitimden kadının şiddete maruz kaldığını ortaya koyması açısından kadına yönelik şiddetin sistematikleşmiş olduğunu göstermektedir. Şiddetin toplumda olağanlaştırılmasına bir diğer örnekse şiddet gören kadınların %92’sinin gördüğü şiddeti herhangi bir kuruma şikâyet etmemiş olmasıdır. Bunda ataerkilliğin dayattığı kültürel kabuller oldukça etkilidir. Aile içinde kadına yönelik şiddete tanıklık eden çocuklar kadına yönelik şiddeti normalleştirerek, kadını şiddet gören erkeği de şiddet uygulayan olarak tanımlıyor. Dolayısıyla kendisi de bu kültürün bir sürdürücüsü olduğu gibi şikâyet etmeye hakkı olmadığına inanıyor. Bunun dışında ümitsizlik bir diğer önemli etken olarak karşımıza çıkıyor. Şiddet mağduru kadına devlet tarafından gerekli desteğin verilmemesi, kadına maddi ve manevi anlamda destek olacak yeterli kurum ve kuruluşun bulunmayışı, kadınların devlet tarafından koruma altına alınma taleplerinin dikkate alınmayışı ya da koruma faaliyetinin etkin bir şekilde yerine getirilmeyişi şiddet gören kadınların şikâyet etseler dahi sonuç alamayacaklarına dair inançlarını körüklemektedir. Üstelik kadına yönelik şiddetle ilgili verilen tüm bu istatistiklerin 2007 yılından itibaren uygulanan “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı” çıkartılarak konunun Devlet tarafından “ciddiyetle” ele alınıyorken gerçekleşmiş olması, sorunun salt yasal boyutta değerlendirildiğini de ortaya koymaktadır.
Tüm uluslararası sözleşmelere rağmen sadece Türkiye’de de değil dünyanın her bölgesinde kadına yönelik şiddet her gün artarak devam ediyor. Kadınlar öldürülüyor, tecavüze ve tacize uğruyor, cinsel meta olarak alınıp satılıyor, doğumları hatta cinsel faaliyetleri dahi erkekler tarafından kontrol altında tutuluyor. Türkiye ise bağlayıcı uluslararası sözleşmelere imza atmakta pek hevesli de olsa, iş fiziksel ve psikolojik şiddete karşı kadını korumaya gelince çekingen davranıyor. Ülke içi hukuksal düzenlemeler kadını “rıza” faktörüyle tecavüz olayının mağduru olmaktan çıkarıp neredeyse tecavüzcüleri mağdur konumuna sokuyor.

Yapılması gerekenlerin başında, hukuksal anlamda hakkaniyet ilkesine dayanılarak yapılan düzenlemelerle kadına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddet suçlarına karşı verilen cezaların ağırlaştırılması gelmektedir. Kadına yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılığın siyasi olduğu unutulmadan kadınların dayanışma içinde olmaları gerekmektedir. Bu anlamda örgütlü mücadele esas alınmalıdır. Topluma yönelik bilinç yükseltme faaliyetleri ise kadına şiddeti kınayan panolar oluşturmanın çok daha ötesine geçerek şiddet mağduru kadınlara gönüllü psikolojik danışmanlıklar ve desteklerle sağlanmalıdır. Devlet, altına imza attığı sözleşmelere hakkını vererek ve sosyal devlet anlayışı içinde kadınlara ve kız çocuklarına yeterli sayıda sığınma evi açmalı, manevi ve maddi destek sağlamalıdır. Ve unutulmamalıdır ki diktatörlüğe karşı direnişin başını çeken Mirabal Kardeşler’in ölümünden bir sene sonra, Trujillo diktatörlüğü yıkılmıştır. Bu zaferin bize, kadınların şiddete karşı verecekleri mücadeleyi kazanabileceklerinin bir göstergesi olması umuduyla…
Notlar
(1) Yasa 8 Mart 2012’de Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
(2) Eleştirel Feminizm Sözlüğü, “Cinsiyet-Toplumsal Cinsiyet” maddesi, yay. haz. Helena Hırata v.d., çev.Gülnur Acar Savran, Kanat Kitap, 2009, İstanbul, s. 83
(3) “Cinsiyet-Toplumsal Cinsiyet” maddesi… s. 83
(4) “Efendim birisi zina yapmışsa, gayri meşru çocuğu doğursamıymış… Zina yaparken düşünsün onu. Korunsun… Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün. Cinayet bu ya… Acılar olabilir, o acılar bu işi meşru hale getirmez. İstisnalar kaideyi bozmaz. Kimsenin kürtaj yapmaya yaptırmaya hakkı yok…” http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=342134
(5) “Cinsiyet-Toplumsal Cinsiyet” maddesi… s. 83
(6) KEİG’in araştırması 2010 yılında çıkarılan “Kadın İstihdamının Arttırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması” başlıklı Başbakanlık Genelgesinin uygulamasının sonuçlarını yansıtmak amacını taşımaktadır. Araştırma için: http://www.keig.org/content/ara%C5%9Ft%C4%B1rmalar/genelge.keig.ara.rapor.kas%C4%B1m.2012.pdf
(7) http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=1430
(8) http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/siddetarastirmaozetrapor.pdf
(9) 2007-2010 döneminin dolması nedeniyle 2012-2015 yılını kapsayan yeni bir ulusal eylem planı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından tekrar 10/7/2012 tarihinde onaylamasının ardından yürürlüğe girmiştir. http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/2012/kadina_yonelik_siddet_uep.pdf
Burcu Ünalan Altaş
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset ve Sosyal Bilimler Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi
SENDİKA.ORG

Business News