Bu yıl 29 Ekim’in asıl mesajı Ermenek’ten geldi. Yerin üstünde topraktan geçinemez hale gelmiş yoksul kadınların çığlıkları yerin yüzl...
Bu yıl 29 Ekim’in asıl mesajı Ermenek’ten geldi. Yerin
üstünde topraktan geçinemez hale gelmiş yoksul kadınların çığlıkları yerin
yüzlerce metre altındaki eşlere, evlatlara, kömür tozuna bulanmış ekmekle
kapkara zeytini katık ederken sular altında kalan işçilere, oradan da cinayette
payı olmayan herkese ulaştı. Ermenek, Türkiye’nin yoksul köylüsünün, işçisinin
sınıfsal olduğu kadar, 29 Ekim’e damga vuran siyasal mesajıdır artık. Yeni bir
cumhuriyeti birlikte örgütleme görevi; Türkiye’nin yoksul emekçilerini yerin
altında ölümün ve sömürünün karanlığından çıkarma göreviyle, bu memleketin
çocuklarını yerin üstündeki karanlıktan kurtarma görevini de birleştiren
karakterde. Ve Soma’dan, Ermenek’ten sonra piyasacılık sınırları içinde kalarak
yeni bir cumhuriyeti örgütlemek daha da imkansız.
Emekçinin can güvenliği için gerekli yaşam odalarından
kısılan kaynaklarla 1000 odalı saraylar inşa ettirmek de, saltanat sarayının
dış cephesini süslü ışıklandırmak da bu gerçeği örtmeye yetmeyecektir.
Programlı saldırı
Gelelim saldırının programına: Soma’da da, Ermenek’te de
karşımıza çıkan saldırı bir ekonomik programın bütünlüklü ürünü. Meseleyi
sadece madenlerde “işçi güvenliği” eksiklikleri üzerinden ya da “işveren”in
eksikleri zemininde ya da yerelden tartışamayız. Programlı ve bütünlüklü bir
sınıfsal-siyasal saldırıyla karşı karşıyayız.
Mecidiyeköy katliamından sonra yazmıştık; Soma’dan
Mecidiyeköy’e AKP Rejimi’nin üzerinde yükseldiği birikim/büyüme modeli;
ilkel/yağmacı karakterdedir; ilkel birikim “kan ve ateşle yazılmış” bir tarihin
özetidir; emekçiyi güvencesiz çalışmaya ve daha fazla ölüme zorlar, kamusal
varlıklarımızı talana, hizmetleri özele açar. Hepsinden önemlisi “zor”la,
“baskı”yla yaşar, yapılanır. Türkiye’de siyasal rejim bu büyüme modeline uygun,
diktacı temelde gelişiyor. Bugün en çok açığa çıktığı sektörlerse enerji, maden
ve inşaat. Ermenek de Soma gibi, Mecidiyeköy gibi bu yağmacı birikim modelinin
seri cinayetidir. Fail bellidir; mesele faili azmettiren, tetiği çektiren
elleri saptamak; çözümü bu saptama üzerinden programlı örmektir.
Dönüm Noktası: 2012
Maden cinayetleri, AKP’nin yeni enerji stratejisinden
bağımsız okunamaz; aksine ölümlerin artışı bizzat bu stratejinin ürünüdür. Bu
açıdan 2012 yılı bir dönüm noktası. Ne oldu 2012’de? Olan şu: ekonomik büyüme
oranlarında düşüş; sıcak para bolluğunun sona ermeye başlaması, “teğet geçti”
denilen krizin etkilerinin yüzünü göstermesi. Tüm bunlara AKP’nin yanıtı
talanı/yağmayı derinleştirmek oldu. Yapılacak şey belliydi, sıcak paraya
bağımlı bir ekonomi olarak akıllarına gelen ilk formüllerden biri; enerjide
“dışa bağımlılığı” azaltmaktı. Türkiye’nin elektrik enerjisi üretiminde aslan
payı doğalgazda. Enerji Bakanı Taner Yıldız o dönem bu yeni politikayı “cari
açığı düşürmek için yerli kömüre dayalı üretime geçiş” olarak açıkladı. Özetle,
elektrik üretiminde doğalgazın/ihracatın payı azaltılacak, yeni yerli kömür
maden sahaları açılacak, açılan yerli kömür sahalarındaki üretim 2005’ten bu
yana test edilen karlı kiralama yöntemiyle sermayeye sunulacak, böylece
üretim/emek maliyetleri düşürülecek, yerli kömüre dayalı santrallerin kurulması
teşvik edilecek ve halihazırda kamunun elinde üretim yapan termik santraller de
özelleştirme kapsamına alınacaktı. AKP’nin krizle ve cari açıkla mücadele
stratejisi olarak sunduğu bu model hem “ekonomik canlılık” getirecek, hem de
Taner Yıldız’ın sözleriyle “2023’e kadar doğalgazdan 12 milyar dolar tasarruf
sağlayacaktı”.
Yapılmak istenen şey belliydi: Devlet elinde tuttuğu, kamuya
ait olan maden sahalarını sermayeye kiralayacak; her türlü teşviği ve alım
garantisini verecek; sermaye ise emek ve üretim maliyetlerini baskılayarak
üretim miktarını arttıracaktı. Bu ortamda iş güvencesi ve işçi güvenliği
ortadan kalkacak; üretim artarken kölelik de yaygınlaşacaktı. Bu yolla
çıkarılan kömürü devlet garantili şekilde satın alacak ve ısıl değeri düşük
olan Türkiye linyit kömürünün aslan payı elektrik üretiminde kullanılmak üzere
termik santrallere gönderilecek ya da yeni termik santraller yine sermayeye
kiralanan maden sahalarının yakınına büyük teşviklerle kurdurulacaktı. Kalan
kömürlerse yine AKP’nin “hayırseverlik” modelinin sürdürülmesinin hizmetine
sunulacaktı. Tarım arazisi mi? Acele kamulaştırılacaktı. Yırca Köyü’nde
yapıldığı gibi.
Soma tam da bu yeni strateji sonucunda gerçekleşmiş ilk
büyük katliamdı. Hatırlayalım; Alp Gürkan daha önce 130 dolar olan ton başına
üretim maliyetini 24 dolara düşürmekle övünmekteydi. Taner Yıldız ise bu modeli
2012’de Soma’da “özel sektöre olabildiğince en az yükü getiren modeli bulduk”
sözleriyle övecekti.
Nitekim Sayıştay raporlarında gerçek ortaya çıktı. Türkiye
Kömür İşletmeleri (TKİ) yani devlet 2012 yılında Soma Holding’le arasındaki
sözleşmeyi yenilemiş; yıllık 1.5 milyon ton olan alım garantili üretim talebini
2.6 milyona çıkarmış; Soma Holding bu teşvikten cesaret alarak üretimi 3.8
milyon ton olarak gerçekleştirmişti. Devlet, kömürü alacağını garanti etmişti.
Ortada bir “üretim zorlaması” vardı ve bu zorlamayı yapan siyasi iktidar ve
onun yağma ekonomisinin gereklilikleriydi.
2012 yılında ‘krizi fırsata çevirmek’ adına yağma
ekonomisini derinleştirme ve saldırıyı ilerletme kararı alındığını gösteren, bu
gelişmeyi tamamlayan başka gelişmeler oldu. Aynı yıl Erdoğan’ın Türkiye’deki
her türlü yerüstü ve yeraltı taşınmazın kullanılması, satılması, kiralanmasıyla
ilgili son karar/imza yetkisini üzerine aldığını gösteren bir genelge Resmi
Gazete’de yayınlandı. Böylece enerji-maden ve inşaata dayalı yağmacı büyüme
modeli siyasal despotizmin tepe noktasına doğrudan bağımlı hale getirildi.
Bitmedi, 2012 yılında Bakanlar Kurulu’nda yerli kömüre
dayalı elektrik üretiminin teşvik edilmesi için bir dizi yeni karar alındı ve
teşvikler 15 Mart 2013 tarihinde yine Resmi Gazete’de yayınlandı. Böylece maden
sahalarının ‘üretimi arttırmak, sermayeye yeni kar alanları açmak ve emek maliyetlerini
düşürmek’ olarak özetleyebileceğimiz politikayla özele sunulmasının ardından;
bu kez aynı firmalara maden sahalarının yanına kömüre dayalı termik santral
kurmaları için büyük teşvikler sunuldu. Bugün Soma’da Yırca Köyü’nün yürüttüğü
zeytinlik mücadelesi tam da bu teşvikten yararlanarak ilk kazmayı vurma
cesaretini alan Kolin Grubu’nun santraline karşıdır.
Krize yağmayı derinleştirerek, emekçiyi daha da ölüme
sürükleyerek ve köylüyü “acele kamulaştırma”larla toprağından sürerek yanıt
verme eğilimi; ya da toplamda yağmacı ekonomi modeli açısından 2012’de bir
önemli gelişme daha oldu. Bir yandan sermayeye kamu kaynaklarıyla, kamunun
toprağında, kamunun kömürüyle yüksek teşviklerle özel termik santral kurdurma
yolunu açan AKP, diğer yandan da kar eden termik santralleri özelleştirme
programına kattı. Böylece Kangal, Seyitömer, Afşin-Elbistan ve son olarak
işçilerin direnişiyle önümüzü aydınlatan Yatağan-Yeniköy-Kemerköy termik
santrallerinin de içinde olduğu 17 termik santral özelleştirme programına alındı.
Bir kısmı özelleştirildi; ancak esas darbe bu yıl vuruldu, vuruluyor. Mehmet
Şimşek bu yüzden 2014 yılını “Özelleştirmede rekor yılı olacak” sözleriyle
açıkladı. Termik santrallerin özelleştirilmesi sürecinde hangi firmaların öne
çıktığını saymamıza gerek yok; nerede “millete küfür” varsa, oradalar zaten.
O halde iyi görelim. Bugün Soma’da, Ermenek’te işçilerin
katledilmesi, Yırca’da ‘acele kamulaştırma’ ile köylünün toprağından özel
termik santral için sürülmesi, Yatağan’da, Seyitömer’de termik santrallerin
özelleştirilerek havuza sunulması programı aynı stratejinin farklı ve birbirini
bütünleyen ayakları. Soma’da ‘emek maliyetlerini düşüreceğim, üretimi
arttıracağım’ diyerek işçileri ölüme gönderen taşeron programıyla, Türkiye’nin
birçok bölgesinde köylüyü toprağından özel termik santraller için süren yağma
programı kollarını birleştirip Yatağan’da ve memleketin başka köşelerinde
termik santrallerin özelleştirilmesi saldırısına güç katıyor. Açık ki AKP’nin
yeni enerji politikası madenlerde ölümlere ve ekonominin genelindeki yağmaya
ivme kazandırıyor. Rejim, krize emeğe ve halkın kamusal kazanımlarına
saldırıları yoğunlaştırarak yanıt veriyor ve vermeyi sürdürecek, buna mecbur.
Bu yüzden belirtelim; Ermenek son olmayacak.
Tabloya iyi bakalım. Bu tablo Soma köylüsünü tekellerin
talebiyle tütünden koparan, tarımda mülksüzleştirme programını Türkiye’ye
dayatan 2001 Derviş programıyla hız kazandı; Soma, Kınık köylüsünü madene,
ölüme; ölümden yeni kurtulmuş gencecik bir madenciyi ise “Yarın yine inmek zorundayım”
demeye mecbur bırakan cebir; bu mülksüzleştirme programından bağımsız okunamaz.
Aynı durum şimdi Ermenek köylüsü için geçerli.
Bu programı AKP uyguladı, derinleştirdi; taşeronlaştırma,
güvencesizleştirme, özelleştirme ve yağma siyaseti etrafında inşa ettiği yeni
rejime bu programın harcını kattı.
Ne yapmalı? Hayat öğretir. Yaşamın dayattığı somut ihtiyaç
ve program ilkeleri sloganlarda berraklaşır; görünürleşir. Binlerce Somalı işçi
Kaymakamlığa hangi sloganlarla yürümüştü, hatırlayalım: “Dayıbaşı gidecek, kamu
gelecek”; “Kamu gelecek, dertler bitecek”.
Saldırı bütünlüklü ve programlı. Ya işçiyi öldüren, kamusalı
özelleştiren, köylüyü toprağından süren bu programa programlı yanıt vereceğiz;
ya da kaybedeceğiz.
Zaman halkçı-kamucu bir ekonomiyi örme, yeni bir cumhuriyeti
Haziranca örgütleme görevini bu direnme programı temelinde ilerletme zamanı.
DENİZ YILDIRIM-Siyaset Bilimci/Akademisyen-BİRGÜN