HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

HIDIR HOKKA ANLATIYOR: "Davalar süresince herhangi bir pazarlık yapmayacak tek kişi Perinçek'ti!"

GİRİŞ 20 Ekim 1996 tarihli 487. Sayısında “Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor” başlıklı ve kapaktan verdiği haber-anali...


GİRİŞ

20 Ekim 1996 tarihli 487. Sayısında “Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor” başlıklı ve kapaktan verdiği haber-analizle tam 18 yıl öncesinden bugün neler olacağını bizlere söylemişti. Hem de açık seçik ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde. İşte her şey bir yana, sırf bu tespit bile tek başına, çok çok önemli ve bir o kadar da tarihi bir tespitti. Bu yüzden, Türkiye’nin politik geçmişinde bu özelliğiyle kendisine en üstlerde bir yer bulmuştu.

Beğenseniz de, beğenmeseniz de, yanında olsanız da olmasanız da, “Aydınlık”, az önce sözünü ettiğim tespite benzer daha onlarca, yüzlerce tespit yaptı ve neredeyse tamamı hep ve daima doğru çıktı. Bütün bunlara dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, bir “Aydınlıkçı” olmayan ben dahil hepimizin, Aydınlık ve Aydınlıkçıların, ülkenin politik tarihinde belki nicel anlamda olmasa bile, nitel olarak epey iri hacimli bir gerçeklik halinde yer aldığını kabul etmemiz gerekir.

Tam da burada bir vurgu yapmam gerekiyor.
10 Temmuz 1992 tarihinde kapatılan Sosyalist Parti'nin yerine (yine) Doğu Perinçek tarafından kurulmuş olan İşçi Partisi, Aydınlıkçılar diye bilinen yapının politik arenadaki örgütlenmesi olarak 1921’den bu güne uzanan bir politik geleneğin son temsilcisi olma özelliğiyle ülke gündemindeki yerini sürekli ve canlı bir biçimde koruyor. Özellikle son beş yıla damgasını vurmuş önemli gelişmelerden biri olan “Ergenekon” süreciyle bağlantılı olarak akıllara gelen ve lideri de bu sürecin neredeyse tamamını cezaevinde geçirmiş bir parti olarak İşçi Partisi, üzerinde taşıdığı bütün bu özelliklerini belki de büyük ölçüde önder kadrolarıyla üyelerinin militan özverisine borçlu. Silivri Duruşmaları süreciyle iyice belirginleşen ve öne çıkan bu olgu, kendisini solda kabul eden bütün politik örgütlenmelerin, kabul etsek de, etmesek de, bu anlamda önemli dersler çıkarmaları gereken bir numune olarak hepimizin önünde duruyor.

Benim; “dünyaya geldiği günden beri Aydınlıkçı” dediğim Hıdır Hokka, işte bu sözünü ettiğim hem militan ve hem de özverili yüzlerce İşçi Partisi üyesinden sadece bir tanesi. Kendisini, Silivri Duruşmaları boyunca örgütleyip kotardığı “Direniş Çadırları”ndan tanıyoruz. Ama hiç kuşkusuz bu süreçten çok daha öncesini, uzun yılları, yani bir başka deyişle hareketin her dönemini, her anını kapsayan bir parti geçmişi de var Hokka’nın. 

Hıdır Hokka ile, hem bütün bu saydıklarımı, hem de ülke gündemiyle her zaman yanında olduğu politik hareketi konuştum. Elbette ki üzerinde çok tartışılabilecek açıklamaları da oldu Hokka’nın. Bu anlamda olmak üzere, ileride mutlaka yazmayı düşündüğüm kapsamlı bir İşçi Partisi analizi hakkımı saklı tuttuğumu belirterek sözü bana göre bir parti emektarı olan Hıdır Hokka’ya  bırakıyorum…


HAYRİ GÜNEL- Birkaç aydır rahatsızdınız. Sizi zaman zaman yoklayan bir kalp rahatsızlığınız söz konusuydu. Önemli bir politik geçmişiniz var ve bu süreç sizin için hala devam ediyor. Ama ben prensip olarak her zaman, önce insan dediğim için okurların da bilgilenmesi anlamında, söyleşimize başlarken kısaca bu rahatsızlığınızdan söz etmenizi istiyorum…

"YA BUZ GİBİ SOĞUYORSUNUZ, YA DA ÇOK TERLİYORSUNUZ. İNSAN KRİZİ ANLIYOR

HIDIR HOKKA- Daha önce zaman zaman kalp sıkışmaları yaşıyor ve damarlarda bir tıkanıklık hissediyordum. Hatta 4 ya da 5 krizi ayakta atlattığımı söyleyebilirim. Kriz epey kötü bir durum. Bütün vücudunuz sanki sizin olmaktan çıkıyor. Hani o hep söylenen bir kol uyuşması değil sadece yaşadığınız. Bütün eller, kollar ve vücut bir anda uyuşuyor. Ya buz gibi soğuyorsunuz, ya da çok terliyorsunuz. Kasılmalar da cabası. İnsan krizi anlıyor. Kriz geçtikten sonra ise inanılmaz bir biçimde rahatlıyor, hafifliyorsunuz. Buna bağlı olarak da rahatsızlığınızı unutuyorsunuz. Çadır sürecinin bitmesinin ardından Siyami Ersek’de stend takıldı ve damar açıldı. Çok başarılı bir operasyon geçirdiğimi düşünüyorum. Bu nedenle oradaki doktorlara ve bütün ekibe teşekkür ediyorum. İtina vardı her şeyden önce. En çok da bunun için hepsine teşekkür ediyorum. Şu anda eskisinden çok daha iyiyim. Operasyon sonrasında bana en az bir on yıl daha sağlıklı bir biçimde yaşamımı devam ettireceğim söylendi. Daha ne olsun.

BENİM DAVAMIN GÖRÜLDÜĞÜ SİLİVRİ'DEKİ MAHKEME, ÖZEL GÖREVLİ MAHKEMELERİN BİR DEVAMI, ÜYELERİ DE CEMAATE YAKIN UNSURLAR

H.G- Sizinle ilgili bir dava vardı. Yakınlarda Silivri adliyesinde bir duruşma yaşadınız. Duruşma için size verilen desteği de yakından biliyorum. Bu dava hakkında okurlara vereceğiniz bilgilere buradan aracılık etmek isterim…

H.H- Ergenekon ve Balyoz davaları devam ederken, Kemal Kılıçdaroğlu cezaevi ziyaretine gelmişti. Kendisine ben, orada, mahkeme salonu diye adlandırılan yerde bir duruşma olmadığını, yurtsever insanların bir tertiple karşı karşıya bırakıldığını ve kamuoyuna bunun anlatılması gerektiğini söyledim. Hemen bir örnek vermeliyim, Abdullah Arapoğulları diye genç bir mahkum getirmişler ve çocuğu Veli Küçük’lerin kaldığı bölüme koymuşlar. Kendisine burada cezaevi koşulları elverdiği ölçüde sahip çıkılmış. Bir gün Ergenekon savcısı Nihat Taşkın bu çocuğu cezaevinden alıyor ve “Beşiktaş’a Zekeriya Öz’e, gideceksin, senin tahliye dilekçeni yazacak, tahliye olmak istiyorsan o dilekçeyi imzalayıp bana getireceksin” diye kandırıp adı geçen savcıya gönderiyor. Burada amaç hemen anlaşılacağı gibi çocuğu sözde “itirafçı” yapmak. Nihat Taşkın, “dilekçeyi sen yazmışsın gibi imzala” diye uyarmayı da ihmal etmiyor. Zekeriya Öz çocuğu çok iyi karşılıyor. Dilekçe diye adlandırılan metinde; bu çocuğun ağızındanmış gibi yazılmış sözde itiraflar yer alıyor. Bu doğrultuda hazırlanan yazıda; “Muzaffer Tekin, Veli Küçük ve Oktay Yıldırım koridorda kendi aralarında konuşurlarken duydum, birbirlerine; ‘Ümraniye’deki bombalar risk altında, haber uçuralım, yerlerini değiştirsinler’ diyorlardı” gibi cümleler var. Çocuk tahliye olacağım ümidiyle dilekçeyi imzalıyor ve alıp Nihat Taşkın’a getiriyor. 20 gün kadar sonra çıkarıldığı mahkemede söz isteyerek, mahkeme başkanı Köksal Şengün’e eliyle savcı Nihat Taşkın’ı gösterip; “Sayın başkan, tahliyem hala çıkmadı, şu savcı 20 gün önce beni cezaevinden çıkartıp Zekeriya Öz’e gönderdi. Zekeriya Öz’ün yazdığı dilekçeyi imzalayıp size getirmemi söyledi. Dediklerini tek tek yaptım. Ama belli ki aldatıldım. Ben şerefsiz biri değilim. Suçlu olarak görülen bu insanlar, elleri öpülmeye kalkışılsa bana sıra bile gelmeyecek insanlar” deyip bir tertibi açığa çıkarıyor. Ben bu ve benzeri tertipleri Kemal Kılıçdaroğlu’na anlattım. Sonra bu gelişmelerle ilgili bir basın açıklaması da yaptım. Bunun üzerine hem bana hem de yaptığı açıklamalar nedeniyle Kemal Kılıçdaroğlu’na, dava açıldı. Benim için açılan dava 10 ve 13. Ağır Ceza mahkemeleri heyetlerine hakaret davasıdır. Kılıçdaroğlu’na açılan dava doğal olarak düştü, benimkisi ise Mart 2015’e ertelendi. Duruşmalara ilişkin çok ilginç bir olay yaşamıştık. Bir Azeri milletvekili duruşmaları izlemek için gelmiş. Girdiği ilk duruşmayı sadece 15 dakika kadar izlemiş ve çıkmıştı. Neden bu kadar erken çıktığını sorduğumda bana; “İçeride bir tertip var, bu hemen görülebiliyor” demişti. Benimle ilgili duruşma süreci çok sürümcemede kaldı. Silivri’deki mahkeme “Özel Görevli Mahkeme”lerin bir devamı aslında. Altyapısı aynı Ben mahkeme başkanına da aynısını söyledim. Bir tertip yaşadığımı belirttim. Zaten Anayasa Mahkemesi bu mahkemelerin bütün kararlarını bozmuş ve cumhurbaşkanı bile bu mahkemelerin hukukla bir ilgilerinin olmadığını belirtmişti. Bütün bunları mahkeme başkanına belirttim. Bunun üzerine başkan cumhurbaşkanını kastedip; “Sonunda onunla aynı noktaya geldiniz, 17-25 Aralık operasyonları olmasaydı siz bunları bu kadar rahat söyleyemezdiniz” dedi. Mahkeme başkanı Kevser Hanım dahil bütün heyet altyapı anlamında Özel Görevli Mahkeme heyeti gibiydi. Özel Görevli Mahkemelerin neredeyse tümü yapı olarak cemaate yakın unsurlardan meydana geliyor.


ERGENEKON VE BALYOZ ULUS ÖTESİ BİR TERTİPTİR... KARADAYI VE KIVRIKOĞLU YURTSEVERDİR

H.G- Türkiye’nin yaklaşık son beş, altı yılına damgasını vurdu, gündemi sürekli yoğurdu, biçimlendirdi, ona şekil verip durdu. Eksilmedi, arttı. Hiç soğumadı, hep sıcak kaldı. Tutuklamalar, verilen hükümler, sahte deliller, cd ve kayıtlar, tapeler, ölümler, garip ve hukuk dışı mahkemeler, uygulamalar, bomba, mühimmat, plan, kroki, itirafçı, teslimiyetçi ve berbat bir zaman dilimi sarmalında beyinlerimize kazındı. Ergenekon, Balyoz ve bunların uzantısı davalarla dolu lanet bir süreçten söz ediyorum… Hıdır Hokka bu süreçle ilgili olarak ne düşünüyor?...

H.H- Bu süreç yani önce Ergenekon süreci bir büyük tertibin adı. Ulus ötesi  ve orduya yönelik bir tertip. Temelinde; BOP çerçevesi dahilinde bir eşbaşkanlığın sıfır engelle hayata geçirilmesi amacının yattığı, bu nedenle de mutlak suretle kurulması gereken ve de kurulan bir tertip. Hedefinde milli ordu olduğu kadar, hatta ondan bile daha çok, İşçi Partisi ve Aydınlık’ın da bulunduğu bir tertip. Veli Küçük’ün deyimiyle, “en büyük aptallığı, İşçi Partilileri içeri tıkmak” olan bir tertip… Balyoz sürecinin arka planında ise, milli ordunun, uzun yıllar sonra ilk defa ABD kontrolünden çıkmış olması var büyük ölçüde. Ordunun uzun bir zaman dilimi sonrasında ABD’nin kontrolü ve çizgisinden çıkması dönemi Karadayı ve Kıvrıkoğlu dönemidir. Bu anlamda olmak üzere Karadayı ve Kıvrıkoğlu’nun yurtsever olmadıklarını kim söyleyebilir. Bu komutanlar yurtseverdir.
Yaşanılan berbat günlere gelince… Ergenekon’dan tutuklanan ve hüküm giyen kimi arkadaşlarımız sürecin başlangıcında ve özgürlüğe kavuşma noktasında çok ümitsizdiler. Keza Balyozdan tutuklanan komutanlar da aynı ümitsizliği yaşadılar, bunların hepsini biliyoruz. Sayıları çok değildi bu inanların belki ama sözünü ettiğim türden bir ümitsizliği epey bir süre yaşadılar. Örneğin Fethullah Gülen davasının mahkeme heyeti başkanı olduğu için tutuklanan hakim Ahmet Zeki Üçok, sonra Hikmet Çiçek, sonra Deniz Yıldırım, bunların yanı sıra Balyozdan tutuklanmış olan kimi komutanlar söz konusu ümitsizliği ve teslimiyeti kısa süre de olsa fazlasıyla yaşayan isimlerdir. Bu isimlere ve diğerlerine; “bir daha buradan asla çıkamayacağız” dedirten kötü bir süreçten söz etmeye çalışıyorum. Ama sürecin ileriki bölümlerinde giderek artan halk desteği, onlar da dahil bütün tutukluları içine düştükleri ümitsizlikten, karamsarlıktan çekip çıkardı. Bir gün serbest kalacağız inancı, halk desteğiyle birlikte o ümitsizliği ve karamsarlığı ortadan kaldırdı. Bu tertipleri boşa çıkarıp tutuklu ya da hükümlüleri özgürlüklerine işte bu halk desteği kavuşturmuştur diyebilirim.


SİLİVRİ ZİNDANININ ÖNÜNE ÇADIR KURMA FİKRİ TANER BALKIŞ'IN EŞİNE AİTTİR, İLK HAMİSİ DE "VARDİYA BİZDE" PLATFORMUDUR

H.G- Silivri zindanının önüne kurulan çadırlar tam da bu sürecin bağrından fışkırdı diye düşünüyorum. Adeta bir sembol haline geldi bu çadır meselesi. Öyle ki, dünya medyasının bile dikkatini çekti. Söz gelimi ABD'nin önde gelen gazetelerinden New York Times, sayfalarında ve web sitesinde çadırlara geniş yer ayırdı (13 Kasım 2012). Hürriyet gazetesine yaptığınız bir açıklamada söylediğiniz gibi, ilk kez, henüz 40 günlükken çadırlara gelen torununuz, 4 yaşına ulaştığında son bulmuştu bu serüven. Şu işi bir de bana anlatır mısınız…

H.H- Çadır fikri aslında Taner Balkış’ın eşi Işıl Hanıma ait. İlk hamisi de doğaldır ki “Vardiya Bizde” platformu. Hemen ilk toplantılarında kararlaştırmışlar çadır işini. İkinci toplantılarına beni de çağırmışlardı. Birlikte düşündük taşındık ve bu meseleyi hayata geçirmeye karar verdik. Çadırlar böyle ortaya çıktı. Vardiya Bizde Platformu ve İşçi Partisi’yle birlikte TGB beraberce harekete geçtik. CHP başlangıçta bir katılım ya da destek sunmadı. Yalnızca bazı yöneticiler gelip gidiyordu. Ama daha sonra parti olarak destek vermeye başladı. İzmir, Eskişehir, Antalya örgütleriyle Ataşehir ve Çorlu örgütleri başta olmak üzere CHP yanımızda durdu. Süreç ilerledikçe ADD, ÇYDD gibi sivil toplum kuruluşlarıyla barolar, sanatçı örgütleri, gazeteciler ve doktorlar çadırlara geldiler ve bizimle oldular. 9 Eylül 2011 günü, daha önce jandarmanın kaymakamlıktan izin almalısınız demesine karşılık ilk çadırı kurduk. İlk çadırın kuruluşunda olumsuz bir tavır gösteren jandarma karşısında, başta Çetin Doğan’ın eşi olmak üzere diğer bütün komutan eşlerinin; “bizi dipçikleseniz bile çadır kurulacak” şeklinde belirginleşen kararlı tutumları çadırların doğuşunda büyük bir rol oynamıştı. Süreci belirleyen bir karşı duruştu bu sözünü ettiğim. Cezaevi komuta kademesiyle ilişkilerimiz hep iyi kaldı. Bu da çok önemliydi elbette. Benim çadırların başına geçmem, Doğu Perinçek’in önerisiyle oldu. Ortamın düzenli, disiplinli ve işlevsel bir hale getirilmesi için gerekli görülen böyle bir sorumluluk için isim aranırken Perinçek “Fazla düşünmenize gerek yok, Hokka bu işin üstesinden gelir” demiş. Çadırların başına geçmem de bu şekilde oldu. Ergenekon hükümlü ve tutukluları serbest kalınca, Balyoz davasından tutuklu olan komutan ve subaylar, biraz da bir serzeniş olarak, “Arık çadırları kaldırırlar” demişler. Hatta bizim partiden kimi arkadaşlar da çadırların sökülmesinden yana olmuşlardı. İşte o ara Ulusal Kanal’da katıldığım bir programda “İçeriden son kişi çıkana ve hiç kimse kalmayana kadar çadırlar devam edecek” şeklinde bir açıklama yaptım ben de. Çadırların Ergenekon tahliyelerinden sonra devam etmesi de böylelikle gerçekleşmişti. Çadır nöbetlerimiz çadırların kendileri kadar, hatta onlardan daha fazla ses getirdi. Hiç kuşkusuz İşçi Parti’li üyeler ve TGB’li gençler her zaman daha çoktu bu nöbetlerde. Çadırların başlangıcından sonuna kadar yaşadığı süreci bu şekilde özetleyebilirim.


BU DAVALAR SÜRESİNCE HERHANGİ BİR PAZARLIK YAPMAYACAK TEK KİŞİ DOĞU PERİNÇEK'Tİ

H.G- Şimdi iki soruyu birlikte sormak istiyorum size. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin sonu hep tahliyelerle birlikte geldi. Beş, daha doğrusu yaklaşık altı yılın sonunda gerçekleşti bu tahliyeler ve kamuoyunu epeyce şaşırttı. Böyle bir “son”un bir de talihsizliği vardı sanki. Tahliyelerle Cemaat – AKP kavgasının sonuçları hani deyim yerindeyse “pişti oldular”. Kamuoyunda böyle bir izlenim oluştu en azından. Ve doğal olarak insanların kafasında, ister istemez, “kim bilir ne pazarlıklar yapıldı” türünden sorular oluşuverdi hemen. Özellikle ve en çok da Doğu Perinçek ve oradan hareketle İşçi Partisi, artık giderek ideolojik ve politik bir saldırı argümanına dönüşmeye başlayan sorgulamalara muhatap bırakıldı. Öyle ya, Perinçek de dahil olmak üzere, hüküm bile giymiş olan içerideki bütün insanlar uzun bir tutukluluk süresi sonunda bir gün, bir anda serbest bırakılmışlardı. Ya da böyle bir görüntü hasıl oluverdi. Bu anlamda olmak üzere doğaldır ki  ilk sorum; bu tahliyeleri nasıl okuyorsunuz, diğer sorum ise, daha öznelde Doğu Perinçek tahliyesi için düşünceleriniz nedir şeklinde olacak…
Sözü size bırakmadan önce izin verirseniz ben bu noktada kendi düşüncemi söylemek istiyorum. Bana göre de evet bir pazarlık yapılmıştır ama bu pazarlık, sanılanın ya da iddia edilegelenin tersine, Perinçek’in Erdoğan’la ilgili olarak, elinde bulundurduğunu düşündüğüm çok önemli ve çok kritik bazı bilgi, ya da belge, ya da doküman üzerinden gerçekleşen bir pazarlıktır.. Aynı bilgi, belge ya da dökümanın Merkel’de Fransa’da ve İngiltere’de de olduğunu düşünüyorum. Bu arada ABD’yi söyleme gereği bile hissetmiyorum… Şimdi sizi dinleyebilirim…

H.H- Bir kere her şeyden önce şunun altını çizmek gerekiyor. Bu tahliyeler, düşmanın artık imana gelip, “bu kadar yeter” demesi sonucu gerçekleşmiş tahliyeler değildir. Gezi Direnişi’nden önce de bu ülkede büyük ve önemli halk eylemleri gerçekleşti. Örneğin 13 Aralık ve 8 Nisan büyük mitingleri bu dediğimin göstergeleridir. Tahliyeleri belirleyen eylemlerdir bunlar. Bu özellikleriyle tarihteki yerlerini çoktan almışlardır. Biz isteseydik eğer, 13 Aralık günü o mahkeme salonundan bütün arkadaşlarımızı çekip alırdık. Ama kabul edilebilir gerekçeler nedeniyle böyle bir şey yapmadık. Tahliyeleri halkın iradesi doğurmuştur. Bu davaların Erdoğan üzerine kaldığı ve kamuoyunda asla itibar görmediği, onaylanmadığı bir süreçten söz ediyoruz. Halkın iradesi, kamuoyu nezdindeki onaysızlığı güçlü kılmıştır. Öte yandan hiç kuşkusuz Cemaat- Erdoğan kavgası da tahliye sürecini hızlandıran bir başka etkendir ama halkın iradesi kadar güçlü ve önemli değildir bu kavga ve sonuçları. Bugün Erdoğan en çok da Ergenekon ve Balyoz üzerinden suçlanıyor. İşte burası çok önemli. Kim ne derse desin, ihale Erdoğan’a kalmıştır çünkü. Doğu Perinçek dava süreci devam ederken “1 numara; Gül – Erdoğan – Fethullah Gülen’dir” demişti. Bütün bunları yan yana getirdiğinizde söylemek istediğim şey daha iyi anlaşılıyor diye düşünüyorum.
İkinci sorunuza gelince… Bu davalar süresince pazarlık yapmayacak tek kişi Doğu Perinçek’tir. Pazarlık yapanlar olmadı mı, elbette oldu. Kimi aydınlar ve kürsü sahibi hocalar yaptı bu pazarlıkları. Hepsini tek tek ve çok yakından biliyoruz. Tahliyelerin hemen ardından, kamuoyunda oluşturulmaya çalışılan algı doğru ve ahlaklı değil. İşçi Partisi AKP’yi ve Erdoğan’ı desteklemiyor. Hiçbir zaman bu türden bir kaygımız olmadı. Biz, parti olarak Fethullah Gülen’in üzerine kim gidiyorsa onu destekliyoruz. Bu başka bir parti ve lideri de olabilirdi. O zaman da tavrımız aynı olurdu. Hem sadece bu konuyla alakalı değil anlatmaya çalıştığım destek. Örneğin Putin’le varılan anlaşmayı da destekliyoruz. Sanırım ne demek istediğimi anladınız. Şunu hiçbir zaman unutmayalım; önce Fethullah Gülen’i “götüremezsen”, Erdoğan’ı da “götüremezsin”. Çünkü Gülen gladyonun ta kendisidir. Neredeyse bütün faili meçhullerde hep o var.


AYRIMCI, BÖLÜCÜ SOL, SOL DEĞİLDİR VE EMPERYALİZME HİZMET EDER. HTKP'NİN BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ İÇİNDE YER ALMASINI KENDİLERİNE YAKIŞTIRAMIYORUZ

H.G- Biraz da Türkiye solundaki son gelişmelerden söz edelim istiyorum. Gezi Direnişi ülke solunu, kamuoyunu ve halkı derinden etkiledi. Direnişi takip eden süreç, direnişle bağlantılı olarak “Forumlar”ı, forumlar da bir anlamda yeni bir birlikteliği doğurdu.Tıpkı Kürt siyasi hareketi gibi İşçi Partisi de içerisinde yer almıyor sözünü ettiğim bu birlikteliğin ama buna rağmen Türkiye solunun büyük ve önemli bileşenlerini  bu hareket içerisinde görebiliyoruz. ÖDP, KP ve HTKP bunların başında geliyor. “Birleşik Haziran Hareketi”nden söz ediyorum. Siz bu birliktelik için neler söyleyebilirsiniz…

H.H- Birleşik Haziran Hareketi hakkında detaylı bir bilgi sahibi değiliz. Çünkü hareketin içerisinde yokuz. Olacağımızı ya da çağırılacağımızı da hiç zannetmiyoruz…

H.G- Sözünüzü kesmek zorundayım. Bana göre son cümleniz oldukça önemli. Peki davet alsaydınız gider miydiniz…

H.H- Sizi çok iyi anlıyorum. Evet giderdik ama sadece izleyici olarak. Biz 1921’den beri varız, onlarsa daha henüz dünden beri. Şunu asla unutmamamız gerekiyor. Ayrımcı, bölücü sol, sol değildir ve doğrudan doğruya emperyalizme hizmet eder. Bu anlamda örneğin HTKP’nin bu yapı içerisinde yer almasını kendilerine yakıştıramıyoruz. Zaten bize göre TKP’nin bölünmesinin temelinde de büyük ölçüde az önce sözünü ettiğim gerçeklik yatıyor.

ÇÖZÜM SÜRECİ VATANA İHANET SÜRECİDİR... DİNK DAVASI YENİDEN BAŞLATILSA AİLESİ VE AİLESİNİN ÇEVRESİNDEKİ HERKES SORGULANMALI

H.G- Söyledikleriniz epey ilginç. O zaman sizi kesmeden hemen burayla bağlantılı bir diğer soruma geçmek istiyorum. Çözüm süreci denince aklınıza neler geliyor…

H.H- Çözüm süreci vatana ihanet sürecidir. Sürece destek verenler, politik çizgileri ve düşünceleri ne olursa olsun, doğrudan doğruya bölücülüğe hizmet ediyor demektir. Sözünü ettiğim destekçiler, “Yetmez ama evet”çiler, “İkiz ihanet yasaları”nı görmezden gelenler ve “Hepimiz Ermeni’yiz” diye bağıranlardır. Hrant Dink davası sonuçlandı ama şimdi bu saydıklarımın hiç biri ortada yoklar. Hani nerede “Hrant’ın arkadaşları”? Nerede “Hepsi Ermeni” olanlar? Bana göre Dink davası yeniden başlatılsa, ailesi ve ailesinin çevresindeki herkes sorgulanmalı.


PARALEL YAPI DERİN DEVLETİN TA KENDİSİ. MOSSAD DA İŞİN İÇİNDE. EN TEPEDE İSE ABD VAR. GÜLEN BU YAPI İÇERİSİNDE BİR FİGÜRAN

H.G- Son sorum şu; Hıdır Hokka “paralel yapı” için ne düşünüyor, var mı böyle bir şey gerçekten, yoksa bu da diğer onlarcası gibi bir AKP uydurması mı… Son Zaman gazetesi operasyonu için neler söyleyebilirsiniz örneğin…

H.H- Bu sorunuzla ilgili olarak çok kestirmeden gideceğim. Hiç kuşku yok ki paralel yapı bir AKP uydurması değil. Böyle bir oluşum var ve bize göre derin devlet dediğimiz yapının da ta kendisi. Bu anlamda CIA ve MOSSAD da işin içinde. Gladyo ve mafyanın merkezi. Hepsinin tepesinde ise ABD var. İpler her zaman olduğu gibi hep onun elinde. Fethullah Gülen böyle bir yapı içerisinde diğerleri gibi bir figüran. Zaman gazetesi operasyonunu da bu bağlamda görmek ve okumak gerekiyor. Operasyon hakkındaki doğru bakış açısının temelinde bu söylediklerim var.

MUSTAFA KEMAL'İN YOLUNDAN GİDEREK YARIM KALAN MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİMİ TAMAMLAYACAĞIZ. BUNDAN HİÇ KİMSENİN KUŞKUSU OLMASIN

H.G- Bitirmeden önce son cümlelerinizi duymak istiyorum…

H.H- Deminden beri konuştuğumuz bu tertipler ve tezgahlar, milletin başına örülen çoraplardır. Ama ümitsizliğe asla gerek ve yer yok. Eskisinden daha donanımlı ve hazırlıklıyız. Üstesinden geleceğiz. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Mustafa Kemal başarmış ve nasıl başarılacağını da bizlere, herkese, bütün dünyaya göstermiş. O’nun yolundan giderek biz de başaracağız ve yarım kalan, yarım bırakılmış “Milli Demokratik Devrim”i mutlaka ama mutlaka tamamlayacağız.

H.G- Bana böyle bir söyleşiyi gerçekleştirmek için zaman ayırmış olmanızdan ötürü size çok teşekkür ediyorum…


H.H- Ben de size, bize böyle bir fırsat yarattığınız için teşekkür ediyorum.

HAYRİ GÜNEL
23 ARALIK 2014 - SİLİVRİ
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT

Business News