HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Demir Küçükaydın Artık Yazılarıyla DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'ta!

Demir Küçükaydın'ı Türkiye'deki ve yurt dışındaki devrimci kamuoyu ve sol çevreler yakından tanıyor.  Kendisi bir "68'li...

Demir Küçükaydın'ı Türkiye'deki ve yurt dışındaki devrimci kamuoyu ve sol çevreler yakından tanıyor. 
Kendisi bir "68'li". 
Biz de epeydir yazı ve üretme serüvenini ilgiyle takip ediyorduk. Neden olmasın dedik ve 7 ay önce Gün Zileli'ye götürdüğümüz teklifi bu defa da Küçükaydın'a yönelttik ve olumlu bir cevap aldık. 
Artık Demir Küçükaydın da yazılarıyla DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'ta "DEMİR KÜÇÜKAYDIN'DAN MEKTUP VAR" üst başlığıyla yer alacak. Küçükaydın'ın yazı desteği bizi çok sevindirdi ve gönendirdi, bunu özellikle belirtiyor ve kendisine çok teşekkür ediyoruz. 
Demir Küçükaydın'ın aşağıda ilginize sunduğumuz yazısıyla birlikte artık bizimle beraber olacağını bilmek hiç kuşkusuz DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT için çok önemli bir adım ve kıvanç verici bir duruştur. 
Sizleri Demir Küçükaydın'ın ilk yazısıyla başbaşa bırakıyor ve kendisine "hoş geldiniz" diyoruz.
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın!
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT



DEMİR KÜÇÜKAYDIN KİMDİR (Yazarın kendi kaleminden kısa hayat hikayesi)
Ana ve baba tarafından Balkan Savaşında göçmüş Makedonyalı ailelerden gelir.

10 Haziran 1949’da, Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde doğar. İki yaşındayken aile Bakırçayı vadisindeki Linyit yataklarıyla ünlü Soma ilçesine taşınır. Babası, Garp Linyitleri İşletmesi’nde işçi, annesi “ev kadını”dır.

İlk ve ortaokulu Soma’da okur. Yaz tatillerinde her türlü işte çalışır.

İlkokulu bitirdiğinde babasının önerisi ve teşvikiyle Çetin Altan’ın yazıları ile tanışır. Babası daha sonra Soma’da Türkiye İşçi Partisi’nin kurucularından olacaktır.

Yatılı olarak Balıkesir Lisesinde okur. Yaz tatillerinde Garp Linyitleri İşletmesi’nde çeşitli işlerde çalışır ve soğuk demirciliği öğrenir.

Lise son sınıfta “Ana dilinizi niçin seversiniz?” başlıklı kompozisyon ödevine, “soru yanlıştır, ana dilimi sevmek zorunda değilim” cevabı nedeniyle atılmamak için tasdikname alır ve İzmir’de Karşıyaka Erkek Lisesi’ne geçer.

Bütünlemeye kaldığı için bir yıl beklemeye kalır.  Bu sürede, Garp Linyitleri İşletmesi ve Şark Sanayi Mensucat Fabrikası’nda işçilik yapar. İzmir Karşıyaka’da boş serserilik günlerinden sonra Türkiye İşçi Partisi Karşıyaka İlçesi’ndeki çalışmalara katılır.

İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji (gece) bölümüne kaydolur. Gündüzleri bir muhasebecinin yanında boğaz tokluğuna işte çalışır, geceleri üniversiteye gider.

68’deki üniversite İşgallerine katılır. Fikir Kulüpleri Federasyonu’nda (FKF) beklentilerinin karşılığını bulamaz. Bir çevre ve örgüt arayışları içindedir. Sonunda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla tanışır ve onlara katılır. Bu çevre daha sonra Devrimci Öğrenci Birliği’ni oluşturur. Bu örgüt İstanbul’daki eylemlerin motoru olur.

Samsun-Ankara Yürüyüşüne katılır. Bu dönemde, sadece boş zamanlarını değil, tüm zamanları ve ömrünü sosyalizm uğruna mücadeleye ayırma ve diploma almama kararı verir.

Devrimci Öğrenci Birliği’nde boylu boyunca devrimci mücadeleye girer; mitingler, yürüyüşler, işgaller, grevler, köylü hareketleriyle dolu hayatının en güzel, en dolu dolu dönemini yaşar

İşçi hareketinin ve şantiyecilerin direnişlerinin ortaya çıkardığı bir işçi önderi olan İsmet Demir ile tanışır ve birlikte işçi hareket ve örgütlenmelerine katılır. Ambarlı Termik Santralı, Nuh Çimento Fabrikası, İzmit Rafinerisi, Taksim Opera İnşaatı ve daha bir yığın irili ufaklı işçi örgütlenme ve direnişlerinde Yapı İşçileri Sendikası (YİS) başkanı İsmet Demir’e yardımcılık eder.

10 Haziran 1969 olaylarından sonra İzmir Aliağa Rafineri İnşaatında örgütlenmek üzere İsmet Demir ile İzmir’e gider. Yaz boyu İzmir’de inşaat ve mensucat işkollarında ve Aliağa’da örgütlenme çalışmalarında yer alır.

Sonbaharda, Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Taylan Özgür’lerle Türkiye’de yeni bir Vietnam için gerilla savaşını başlatma hazırlıklarına katılır. Taylan Özgür’ün öldürülüşü ve Deniz Gezmiş’in tutuklanışı ile hazırlıklar sekteye uğrar.

FKF’nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) Dev-Genç (Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu) olduğu kongrede Cihan Alptekin ile birlikte İstanbul Bölge Yürütme Kurulu’na ve Genel Yönetim Kurulu’na seçilir.

Ancak bir süre sonra, gerilla savaşı sanatını öğrenmek üzere Filistin’e gider. Demokratik Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nde klasik askeri eğitim alır. Ürdün Kralı’nın Fedailere ilk güç denemesinde Demokratik Cephe’dedir. Daha sonra İsrail’e karşı bir “Ameliye”ye (Operasyon, Saldırı)  katılır.

Dört buçuk ay sonra öğrenecek bir şey olmadığını gördüğü ve Türkiye’de işçi sınıfı içinde uzun vadeli çalışmak gerektiği tarzında görüşlere ulaştığı için Türkiye’ye dönme kararı alır. Dönerken arkadaşlarıyla Kargamış’ta hudutta yakalanır. İşkence görür ve tutuklanırlar.

Nizip ve Antep Cezaevlerinde iki buçuk ay hapis yatar. Tahliye olur. İzmir’e gidip Aliağa’daki çalışmalara, grevlere, direnişlere katılır, örgütlenmelerinde çalışır. Necmettin Giritlioğlu öldürüldüğünde yanındadır.

Bu dönemde ayrıca Hikmet Kıvılcımlı’nın çıkarmaya başladığı Sosyalist gazetesinin örgütlenmesinde çalışır. Bu gazetede ilk yazılarını yayınlar.

Kıvılcımlı’yı ve Türkiye’yi anlamak, kendini teorik olarak geliştirmek için tarih çalışmalarında yoğunlaşır. Bir yandan Boğaz Köprüsü İnşaatında İsmet Demir ile örgütlenme çalışmalarına katılmaktadır.

12 Mart gelir. Sonradan TSİP’i kuracakların hiç bir şey yapmama çizgisine eleştiriler yaptığı ve örgütlenme çalışmalarında bulunduğu için tecrit edilir

12 Mart döneminde, fabrikalarda soğuk demirci olarak işçilik ve örgütlenme çalışmaları yapar. Dev Genç İstanbul davasından tutuklanır. Davutpaşa Kışlası’nda beş ay hapis yatar ve tahliye olur. Çıkınca tekrar işçilik ve örgütlenme çalışmalarına devam eder. Kendisini tecrit eden ve daha sonra TSİP’i kuracaklara karşı yazdığı teorik eleştiri ve polemikleri daktilo ile çoğaltıp örgütlenmeye başlar. Belirli bir toparlanma sağladıktan sonra, Türkiye Komünist Partisi’ni Kıvılcımlı’nın yazdığı Vatan Partisi Programı temelinde reorganize eden kongrenin hazırlayıcılarından biridir.

12 Mart dönemi biterken, bu partinin yarı resmi ve legal organı olarak Kıvılcım gazetesini çıkarmaya başlar. Gazete bir buçuk ay ve altı sayı çıkabilir, ama gördüğü ilgi ve çizgisi rahatsız edici bulunmuştur. Gazeteye yardım eden arkadaşlarıyla birlikte tutuklanır.

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde gazetedeki yazılardan, önce 100 üzerinden 36 yıla, sonra da çok ayıp olduğundan 17 yıla mahkûm edilir. Toptaşı (1,5 yıl), Niğde (7 yıl) cezaevlerinde yatar. Toplu olarak elli metrelik bir tünel kazma girişimine katılır. Tünelin yakalanışı üzerine üstlenenlerden biri olur. Tekrar hücre ve hapis cezası alır. Ayrıca 12 Eylül’deki idamları toplu protestoya katıldığı için tekrar hücrede kalır. Devlet başkanına hakaretten dava açılır.

Malatya E Tipi Özel Cezaevi’ne nakledilir. İstiklal Marşı söylemeyi ve Atatürk eğitimine katılmayı reddettiği için 15 ay müşahede hücresinde kalır.

Tahliye olunca mevcutlu olarak Sarıkamış’a Askerliğe götürülür.

Cezaevi yıllarında birçok yazının yanı sıra, Murat Belge ve Mihri Belli’nin eleştirileri yazar.

Cezaevindeyken, Vatan Partisi’nin içindeki tartışmalara katılır ve bu partinin teorik organı olan Kıvılcım dergisinin (1978-79) üç sayısının ve politik organı Sosyalist gazetesinin son on sayısının (1979) bütün belli başlı yazılarını yazar.

Faşizm, Üçüncü Enternasyonal’in lağvı, Sovyet Devletinin Sınıf Karakteri sorunlarını araştırırken Mandel, Troçki ve Dördüncü Enternasyonal’le karşılaşır ve klasik eleştirel ve devrimci Marksizmi savunan bu geleneğe katılır.

Dışarıdaki arkadaşlarının bu hıza ayak uyduramaması sonucu 12 Eylül arifesinde tekrar tek kalır.

12 Eylül’den sonra Almanya’da çıkan Der Weg - Yol dergisinin bütün temel yazılarını yazar ve gizlice dışarı çıkarır. Ne var ki, bütün bu teorik ve politik çalışmalar Malatya E Tipi Özel Cezaevi’ne topluca sevk ile kaybolur dışarıyla bağlar kopar.

Asker’den “tebdil-i hava” alarak İstanbul’a gelir ve Dördüncü Enternasyonal’in yardımıyla yurt dışına kaçar.

Fransa’da iltica başvurusunda bulunur ve mülteci olur. Fransızca kursularına gider. Dördüncü Enternasyonal’in Fransa Seksiyonu,  Devrimci Komünistler Ligası’nda (LCR) çalışır. Almanya’da daha büyük Türkiyeli bir işçi kitlesi olduğundan Almanya’da yaşamaya karar verir. Dördüncü Enternasyonal’in Almanya Seksiyonu, Enternasyonalist Marksistler Grubu’nda (GİM) çalışmalara katılır ve Almanca kurslarına devam eder.

Göçmen Türkiyelilere yönelik olarak Ne Yapmalı dergisini çıkarmaya başlar. Üç sayıdan ötesi gelmez.

Ergun Aydınoğlu’nun çıkardığı Devrimci Marksist Tartışma Defterleri’nin redaksiyonunda ve çalışmalarında yer alır; orada yazıları yayınlanır. İsveç’te çıkan Kürdistan Press’e yazılar yazar.

Özellikle bir göçmen hareketi içinde sosyalist ve devrimci bir kanat için çalışmalar yapar. Teorik olarak Yeni Sosyal Hareketler ve özel olarak da Siyahlar Hareketi konularında yoğunlaşır.

Bu arada 12 Eylül rejimi sonlarına gelmiştir, hem sosyal hareketler hem de Türkiye solunda tartışmalar ve canlanma başlamıştır. Bu bağlamda Avrupa’da yapılmakta olan Sosyalist Forumlara katılır. Türkiye’de yapılan “Kuruçeşme” birlik tartışmalarının Avrupa’daki mülteciler ve Türkiyeliler arasında yapılan paraleline katılır, bildiriler sunar ve örgütlenmesinde yer alır. Ancak Duvar’ın yıkılışı sonucu oradan bir şey çıkmaz. Ancak bu tecrübeyi ve bildirileri “Birlik mi Rekompozisyon mu” kitapçığında arkadaşlarıyla birlikte toplar ve yayınlar.

Duvarın yıkılışından sonra yaprağın kımıldamadığı ve tüm bu gerici atmosferin özel hayatı bile kuşattığı yıllarda, dünyanın işçilerinin siyah ve beyaz olarak bölünmüşlüğü ve bunun ortaya çıkardığı sorunlar üzerine yoğunlaşır.

Bu arada yeni yaygınlaşmaya başlayan bilgisayarlarla tanışır ve amatör bir bilgisayarcı olur.

İsveç’te Latife Fegan’ın korumasında bulunan Kıvılcımlı Arşivi’nin Amsterdam’daki Sosyal Tarih Arşivi’ne verilişi ve Stockholm’de veri bankasına geçirişinde çalışır.

Taksi şoförü olarak çalışmaya başlar. Almanya’da yabancılar hareketinde yoğunlaşır. Aynı zamanda Türkiye’de çıkan Özgür Gündem’e (1992) haftalık yazılar yazar.

Avrupa’da hazırlanıp Türkiye’de hukuki nedenlerle “kitap dizisi” olarak basılan Sosyalizmin Sorunları teorik dergisinin çıkışında,  örgütlenmesinde, teknik işlerinde çalışır ve yazılarını yayınlar.

Bu dönemde ilerlemeci ve iyimser tarih anlayışıyla bir kopuşma yaşar. Umutsuzluktan yola çıkarak da mücadele edilebileceğini savunur ve buna dayanarak mücadeleye devam eder.

Bu arada ırk ve ulus, ırkçılık ve ulusçuluk sorunları üzerinde de yoğunlaşır. Ulus teorisine seksenlerde İngiltere’de yapılmış katkılardan hareketle, ulus konusunda sosyalist programın ulusal olan ile politik olanın ilişkisini koparmak şeklinde ilk formülasyonlarını yapar.

Sadece devletin değil, maddi araçların da tarafsız olmadığı ve sınıfsız topluma gidişin araçları olamayacağı çıkarsamasından hareketle, başka bir uygarlığın programlaştırılması gereği sorununu önüne koyar ve bu konu üzerinde yoğunlaşır.

Radikalleşmiş göçmen gençlerin çıkardığı Köxüz dergisinde bazı yazıları yayınlanır.

İnternet’in bilinmediği zamanlarda, yani 90’lı yıllarda, önce “mailboxlar” ve BBS’ler (Bülten Panoları Sistemi) aracılığıyla izolasyondan kurtulma ve politik faaliyet denemelerine başlar.

Sonra İnternet’in yaygınlaşması ile internetteki forumlara yazılar yazmaya ve tecridi kırmaya çalışır.

Öcalan’ın Suriye’den sürülüşü üzerine internette ve forumlarda daha sık yazar. Kaçırılması üzerine, “Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Türk Girişimi”nin örgütlenmesinde yer alır. Kürt hareketinin içinde bulunduğu dönüşümü çözümleyen yazılar yazar. Bir süre sonra Avrupa’da çıkan Özgür Politika’da haftalık yazıları yayınlanmaya başlar (2003 yılına kadar). 2000’de Yeni Gündem ve Ülkede Özgür Gündem gibi Türkiye’de çıkan benzeri yayınlarda da haftalık yazıları yayınlanır.

Demir’den Kapılar diye kendi sayfasını ve Yazılar ve Yankıları adlı forumu internette açar ve orada yazılarını ve gelen yankı ve eleştirileri yayınlamaya başlar.

2001 yılında Almanya’da Wremen’de yapılan  “Kıvılcımlı Sempozyumu”nun örgütlenmesine katılır. Orada bildiri sunar ve teknik hazırlıklarında yer alır.

Türkiye’de devrimci ve demokratik bütün teorik, entelektüel ve politik güçleri toplayacak bir dergi için çalışma ve girişimlerde bulunur. Bu bağlamda, Açılım adlı bir dergi girişiminde yer alır. Bu derginin daha sonra Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu adıyla yayınlayacağı çıkıp bildirisini bir öneri olarak yazar. Ama Türkiye’deki girişimciler devam etmez.

Benzeri başka girişimlerin de bir sonuç vermemesi üzerine en azından bir internet sitesiyle Türkiye’de radikal demokrat pozisyonları ve politikayı savunacak bir platform oluşturmaya çalışır ve Köxüz Sitesi yayına başlar.

Köxüz’ü Türkiye’de dergi olarak çıkarma girişim,i sorumlu bulunamadığı için, bir sayıdan fazla devam edemez.

Aynı dönemde, İsmail Beşikçi’nin eleştirisi olan Tersinden Kemalizm isimli kitabı yazar ve yayınlar. Marksist din ve üstyapılar teorisinin şekillendirmeye başlar. Bunun ışığında ulus teorisini de kurmaya başlar.

“Büyük Ortadoğu Projesi ve Sosyalist Strateji Sempozyumu”nu hazırlar ve sunulan bildirilerden oluşan kitabı yayınlar.

Türkiye’de dergi çıkaramayınca Köxüz sitesiyle internet yayıncılığı ve kitap yayınında yoğunlaşır. Ancak kitaplarını yayınlayacak yayınevi bulamama nedeniyle bizzat kendi kitaplarını yayınlaması için bir yayınevinin kuruluş ve yayınlarını (Versus Yayınevi) destekler. Ancak yayınevi tam kitaplarını yayınlayacak hale gelince, yayınevi, yeni ortaklar aldığı ve ortakların kendisinin kitaplarını basmayı reddettiği gerekçesiyle  kitapları basılmaz. İki yıllık çaba ve onca maddi ve manevi destek boşa gitmiş olur.

Bu arada sık sık sağlığı bozulmakta, ameliyatlar, vs. birbirini izlemekte ve bütün bunlar da verimini düşürmektedir. Aynı dönemde taksi şoförlüğünden malulen emekli olur.

2007 yılında seçimlerden sonra, Türkiye’ye turist olarak gidebilmeye başlar.

Başka dostların yardımıyla Köksüz Yayınları kurulur. Marksizm’in Marksist Eleştirisi kitabı tekrar basılır. Bunu Bir Devrimcinin Teorik ve Politik Otobiyografisi ve Geleceği Geçmişten Geçmişi Gelecekten Kurtarmak isimli denemeler kitabı izler.

Ayrıca yazdığı çeşitli konulardaki yazılarının derlemelerinden oluşan kitapları internette karşılıksız olarak indirilebilecek şekilde okuyucuya sunar.

Köxüz sitesine saldırılar artar ve teknik sorunlarda yoğunlaşır.

Eski TKP-B’lilerin “Tarihi Konuşuyoruz Sempozyumu”na davet üzerine bildiriler sunar, ancak içeriği tertipleyenlerin işine gelmediği için sansüre uğrar, susuş ve engellemeyle karşılaşır.

Çatı Partisi girişimlerinde yer alır, tartışmalara katılır. Daha sonra bu çalışmaları Demokrasi İçin Birlik Hareketi ve Halkların Demokratik Kongresi, Sosyalist Yeniden Kuruluş gibi örgütlenme ve girişimlerde sürdürmek isterse de yazılarının içeriği rahatsız edici bulunduğundan bürokratik ve idari tedbirlerle önerilerinin tartışılması ve gündeme alınması bile engellenir.

Köxüz sitesi teknik sorunlar nedeniyle (sürekli saldırılar ve aktüalize edememe) bitkisel hayata girer. Kurtarmak için son bir girişimle Jiyan isimli bir siteyle birleştirme çabası başarısız olur ve Köxüz’ün yayanı fiilen biter.

Yazılarını Demirden Kapılar isimli “Blog”unda yayınlamaya devam eder.

Otuziki yıl önceki askerlik firarı nedeniyle gözaltına alınır. Hastalıkları nedeniyle çürüğe çıkar.

Birkaç arkadaşıyla birlikte 2012 yılında ikinci bir “Kıvılcımlı Sempozyumu”nun örgütlenmesinde yer alır ve sempozyumda bir bildiri sunar.

Gezi olayları esnasında neredeyse her gün yazılar yazar ve olayları içinden ve yakından izler.

Kadıköy, Yoğurtçu Parkı’ndaki çalışmalara katılır.

Acıbadem ve Yeldeğirmeni dayanışmalarında yer almaya çalışır, ama sağlığı el vermediğinden fazla aktif olamaz.

“Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumu”na bir bildiri sunar.

Gezi olayları esnasında yazdığı yazıları dostlarının yardımıyla elinizdeki bu kitapta yayınlar.

18 Kasım 2013 Pazartesi-Demir Küçükaydın

Yazı ve diğer yayınlarına ulaşılabilecek başlıca adresler şunlardır:

E-Mail

demiraltona@gmail.com

Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.

demirden-denemeler+subscribe@googlegroups.com

Twitter:

https://twitter.com/demiraltona

Bloglar:

http://blog.radikal.com.tr/Blog/demirden-kapilar




İLK YAZI...
MAGNA CARTA, FİRAVUNLAŞMA, ERDOĞAN VE FİDAN'IN İSTİFASI ÜZERİNE MANTIKSAL ÇIKARSAMALAR

Uygarlık demek, Para, Yazı ve Devlet demektir. Ama uygarlığın gerçekten keşif beratını elinde bulundurduğu tek şey aslında devlettir. Çünkü yazı ve para henüz uygarlaşma olmadan; devletten önce bulunmuştur. Devlet demek uygarlık demektir. Uygarlık demek halkın örgütsüz ve savunmasız bırakılması; devlet denen aygıtın tepeden tırnağa örgütlü olmasıdır.
Tarih bir bakıma devletsiz toplumların, yani komünlerin, kandaş kardeşlik topluluklarının uygarlaşmalarının, yani o çürüyen uygarlığın devletini ele geçirmelerinin ve onun tarafından ele geçirilmelerinin tarihidir.
Devleti ele geçirenler, iyi kötü eşit kandaşlardır. Herkes silahlıdır. Otorite gönüllü bir kabule dayanır. Ama uygarlığı feth edenler, bir süre sonra onun kurumları tarafından feth edilirler. Eşitler arasında birinci olanlar bir süre sonra başlangıçtaki yoldaşları ve silah arkadaşları gibi eşit ve silahlı olmayan kölelerden (Örneğin Osmanlı’da Devşirmeler, Yeniçeriler) bir ordu ve iktidar aygıtı oluşturmaya başlar; buna direnen eşit kandaşlar birer birer kardeş cinayetleriyle, komplolarla tasfiye ederler.
Osman Bey, amcası Dündar Alp’i öldürür. Fatih Kardeşlerini boğazlamayı meşru kılan yasalar çıkarır. İstanbul alınana kadar Osmanlı Padişahı eşitler arasında birincidir. Çandarlı'lar hep vezirdir. İstanbul’u aldıktan sonra, Çandarlı’nın başı gider, ondan sonra bütün vezirler de kölelerden çıkar. Korkunç İvan, boyarları yok eder. Stalin, çarlıktan miras kalan kapıkullarından oluşan polis aygıtına, dönek ve kişiliksiz Menşeviklere dayanarak devrimi yapan Bolşevikleri katleder. Atatürk ilk olarak kendini zor günlerinde destekleyen Karabekir’leri, Rauf Orbay’ları tasfiye edip kendine sadık, köle ruhlu üç Ali’lerle kendi egemenliğini kurar. Muaviye ve Yezit, Peygamber’in sahabelerini katleder. Kişilikli, eşit, güce ve egemenliğe direnme potansiyeli olan her şeyi ve herkesi yok ederler. Buna paralel olarak da kendi tarihlerini yazarlar.
Mekanik ve sözde Marksist tarihlerin anlattığının aksine, köleler antik tarihin egemen sınıfıdırlar. Çünkü Firavunlar, Nemrutlar, kölelerden oluşan ordu ve avadanlıklara dayanarak devletleşirler ve Devlet özünde kölelerden (kapı kullarından) oluşur. Ve Antik Tarih’te sömürünün temeli devletin artı ürüne el koymasıdır. Bunun temel biçimi de üretmenlerden zorla alınan vergilerdir. Yani Devlet aynı zamanda Egemen Sınıftır. Ve devlet de özünde kölelerdir.
Tarih bir bakıma komünlerin uygarlaşmalarının; yani fatihlerin Nemrutlaşmalarının; Firavunlaşmalarının; yani devletleşmelerinin; kölelere dayanan bir aygıtı örgütlemelerinin ya da var olan böyle aygıtlar tarafından ele geçirilmelerinin tarihidir.
Şark özetle budur. Şark’ta insanların hakkı yoktur. Çünkü halk örgütsüz ve silahsızdır. Devlet’in “hoşgörüsü”, kıyağı”, gebe bırakması vardır.
Peygamberler ve Allah, son duruşmada, Devlet’e, yani o devletin sembolü olmuş, Nil boyu uygarlığının Firavunu ile Dicle Fırat uygarlığının Nemrutuna karşı, ezilenlerin “senden büyük Allah var” diyerek, bu sınırsız gücü sınırlama; sıradan ölümlü insanları Firavun ve Nemrutlarla Allah’ın kulluğunda eşitleyerek, Firavunların ve Nemrutların mutlak iktidarını sınırlama ve Devleti, insanlara bir takım haklar tanımaya zorlama girişimlerinden başka bir şey değildirler.
Ama Uygarlık ve onun devleti nasıl kendini feth eden kandaş komünü feth edip kendine benzetirse; eşitliğin ve direnişin bayrağı olan Allah’ı da Firavun ve Nemrut’ların birer baskı aracına dönüştürmüştür. Osmanlı padişahları kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak tanımlıyorlardı. Örneğin İslam’ın ilk yıllarında Emevi saltanatı kuruluş yıllarının tarihi, aslında insanların eşitliğinin ve haklarının aracı olan Allah’ın devletin, Firavunluğun, Nemrutluğun bir aracına dönüştürülmesinin tarihidir.
Ama egemenlerin resmi dini ve Nemrutlaşmış ve Firavunlaşmış Allah’ı karşısında ezilen halkın da kendi dini, tarikatları; sevgi dolu ve merhametli, dayanışmacı ve eşitlikçi bir Allah’ı da hep olagelmiştir. Ama o merhametli ve eşitlikçi Allah, saraylarda, kentlerde değil; yoksul insanların evlerinde; uygarlığın bulaşmadığı köylerde; emekçilerin dayanışma örgütleri olan loncalarda varlığını sürdürebilmiştir.
Bu eşitlikçi ve merhametli, korku değil sevgi salan Allah’ın; ezilenlerin, yaşamını emeğiyle kazananların Allah’ının binlerce yıldır oluşturduğu gelenekler olmasa, kendilerinden insani ilişkiye ilişkin hiçbir ahlaki ilkenin çıkarılamayacağı; ulusun ve karın biricik amaç olduğu bu dünya, çoktan soluk bile alınamaz bir yer olurdu.
İnsanlık bugün hala yaşıyorsa bu geleneklerin yüzü suyu hürmetine yaşıyor ve bir gün kurtulursa bu geleneklerin katalizatörlüğü ile onlara dayanarak kurtulabilecektir.
*
Batı ve Doğu gelişim zıtlıkları, firavunlaşma noktasında; devletin keyfiliği karşısında; hakların tanınması ve tanımlanmasında toplanır. İngiltere’nin kapitalizme geçişinin, İngiliz demokrasisinin, Batı’daki refahının sırrı da buradadır.
Bu yıl imzalanmasının 800’üncü yılı kutlanacak olan ve Batı Demokrasisinin kökenindeki belge olarak kabul edilen Magna Carta, aslında “eşitler arasında birinci” olan Kral’ın, Nemrutlaşmasına; silahlı komün ya da aşiret şefleri olan baronların izin vermemesidir. Yani Şark’ta hep Firavunlara, Nemrutlara yenilmiş ve altta güreşmek zorunda kalmış Allah, ilk kez, yine komün geleneklerinin katalizatörlüğü ile Britanya adalarında Kralın Firavunlaşmasının yolunu kesmiştir. Vergiyi bize danışmadan ve bizim iznimiz olmadan alamazsın; bizim şu haklarımız vardır, bunları çiğneyemezsin demiştir. Yani Kral’ın baskıcı ve bürokratik, kapı kullarına ve kölelere dayanan bir ordu ve devlet aygıtı kurmasının yolunu tıkamıştır.
Bu nedenle, İngiltere kralının sıradan ölümlülerinin kaderi üzerinde söz söyleme hakkı; Doğu’da, yani antik uygarlık beşiklerinde, yani örneğin Türkiye’de bir karakol polisi veya Jandarma’nın gücü karşısında sıfır mertebesindedir. Türkiye’de bir karakol polisi bile insanların can, mal emniyeti ve onuru karşısında bir İngiliz kralından bin kat daha güçlüdür.
Bu nedenle, Türkiye’de veya Şark’ta demokratikleşme demek, bu binlerce yıllık pahalı, merkezi,  bürokratik cihazın parçalanması demektir. Bu nedenle devlet düşmanı olmadan demokrat olunamaz.
*
Firavunlaşma sürecinin; devleti ele geçirirken devletleşme sürecinin bir benzeri AKP ve Erdoğan’da da görülüyor. Erdoğan, başlangıçta, eşitler arasında birinci idi. Şimdi ise kendisine hınk deyicilerden derlediği; kendisine laf söyleyecek cesareti ve niyeti de olmayan bir kapıkulları aygıtına dayanıyor. Bütün eski yol arkadaşlarını tasfiye etti. Bütün firavunlar, devasa gösterişli yapılar ile egemenliklerini pekiştirmeye korku salmaya çalışırlar. Bütün bu gigantomani aynen Erdoğan’da da görülüyor.
Erdoğan bir Firavun veya Nemrut olacak, bunun için yolu üzerindeki bütün engelleri temizliyor. Bunun için dün düşman olarak gördükleriyle, Ergenekon ile işbirliğine yöneliyor.
Ancak Erdoğan’ın bu amacına ulaşması giderek zor görünüyor. Fidan’ın İstifası üzerine düşününce, mantıki çıkarsamalar Erdoğan’ın bu hedefine ulaşmasının çok zor olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki günlerde başbakan ile Erdoğan arasında bir çatışmanın başlaması kaçınılmaz görünüyor.
*
Bizim Fuat Avni gibi, ya da politika kulislerini bilen kimi gazeteciler gibi haber kaynaklarımız yok. Olağan bir gazete okuyucusuyuz. Gazetelerdeki veriler ve mantıki çıkarsamalardan başka bir aracımız yok. Ama bu çıkarsamalardan çıkan bir tek sonuç var: Başbakan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir çatışma kaçınılmazdır.
İkinci bir sonuç da şudur: Erdoğan’ın Anayasayı değiştirecek sonuca ulaşabilmesi için, HDP’nin yüzde on barajının altında kalması gerekmektedir. HDP’yi barajın altına tıkabilmek için de HDP’ye karşı saldırı ve provokasyonlar yapmak; bunun için de Ergenekon’la işbirliğinden başka bir yolu bulunmamaktadır.
Ama biz bu yazıda birinci sonuç üzerinde duralım. Neden ve nasıl?
Kritik olay Fidan’ın istifasıdır.
*
MİT başkanı olmak demek, bir ülkedeki en büyük istihbarat kaynaklarının başında olmak demektir. Bu mevkideki bir kişi; seçmenlerin yarısının oyunu ve desteğini almış ve seçimlerden sonra yürütmenin de başına geçmeyi planlayın; ülkenin politik, ekonomik, medyatik, istihbarat vs. olarak en güçlü kişisinin en güvendiği kişi, “sır küpü”; aynı zamanda ülkenin en önemli kritik iki sorununda Ortadoğu ve Kürt sorununda en kritik görevdeki kişi birden istifasını veriyor ve AK Partiden aday adayı oluyor?
Bu çok kritik ve önemli; doğru açıklaması yapılması ve anlaşılması gereken bir olaydır.
Bu olayın, en azından bilinen verilere göre, mantıki çelişkilerden azade bir açıklamaya kavuşturulması gerekir. Aşağıda böyle mantıki çıkarsamalar yer alacaktır. Verilere göre çelişkilerden azade bir açıklamanın tek sonucu Hükümet ile Erdoğan arasında bir çatışmanın yaklaştığı ve kaçınılmaz olduğudur.
*
Şunlar bir veridir:
Recep Tayyip Erdoğan bu seçimlerde anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşıp, devlet başkanlığının yanı sıra yürütmenin de başına geçmeyi planlamakta ve istemekte bunu açıkça ifade etmektedir.
Ayrıca olayın mantığı gereği kendisini seçebilecek bir çoğunluk ve bu yönde o çoğunlukta bir meclis iradesi ve çoğunluğu varsa yürütmenin başı da olabileceğinden; bu yürütmenin başı olması fiilen yasamaya da egemen olması anlamına da gelecektir.
Tabii yargıçları da esas olarak yürütme ve yasama seçtiğinden ve zaten geçen zaman içinde istenen değişiklikler yapıldığından, Erdoğan yargıyı da şimdi bile fiilen kontrolü altına almış bulunmaktadır ve zaten kendisi de yargı bağımsızlığını istemediğini ifade etmiştir.
Yani seçimlerde istediği çoğunluğu alır ve Anayasayı değiştirirse, Türkiye tarihinde hiç kimsenin olmadığı ölçüde güçlü, hiçbir fren ve denge mekanizması olmayan, tek kişi egemenliği sistemi kurulacaktır. Bu devletin yapısının kökten değişmesi demektir ve böylesine bir güç birikiminin riskleri hem burjuvazinin genel; hem de devletin uzun vadeli çıkarlarını düşünen kesimler için çok yüksektir.
Kaldı ki bu kişi birikimsizliği, ihtirasları, dengesiz tavırları ile daha büyük bir risk oluşturmaktadır.
Bunlara ek olarak, bu gücün aynı zamanda kuşa çevrilmiş en temel fikir ve örgütlenme özgürlüğü gibi haklar bir yana; bir yana yaşam hakkını bile ihlal eden son güvenlik yasasının geçtiği bir ülkede olduğu düşünüldüğünde nasıl bir cehennemi kişi diktatörlüğünün toplumu boğacağı tahmin edilebilir.
Tabii bunlara ek olarak yolsuzluk ithamları da vardır ve bu iddialar karşısında her uygar politikacı gibi mahkeme huzurunda aklanmayı bir yol olarak seçememiştir ve muhtemelen yargılandığı takdirde ciddi sonuçlarla karşılaşacak durumdadır.
Erdoğan hedeflerine ulaştığı takdirde, izlediği gerilim politikasıyla Ordu’nun darbesi için uygun koşullar oluşacak ve nüfusun şimdiden yarısı olan ve giderek artan bir kesimi böyle bir gelişmeyi denize düşenin yılana sarılması gibi olumlu karşılayabilecektir.
Bu durumda Erdoğan büyük olasılıkla Menderes veya Mursi’nin durumuna düşecek ama aynı zamanda eski kısır bölünme daha sert ve keskin olarak daha yıllarca sürecek demektir.
Bu aslında hem burjuvazinin özellikle şimdi nemalanan kesimleri hem de Ordu içindeki darbeci güçlerin bir kısmının işine gelir. Burjuvazi ordunun darbesine karşı demokrasi bayrağı ile kitleleri yedeğinde tutabilir. Ordu kaybettiği mevzileri yine geri alır. Kayıkçı dövüşü daha yıllarca sürer. O halde, darbecilerin, Ergenekoncuların, inkârcı ve faşist çizginin uzun vadeli çıkarı ile Erdoğan’ın başkanlık hedefi bugün stratejik olarak çakışmaktadır. Ayrıca Erdoğan’ın istediği orana ulaşmak için gerilim politikası izleme niyeti ve bu zorunluluğu duyması (HDP’ye yapılan saldırılar) kısa vadede de Ergenekoncuları ve Erdoğan’ı ayna safa dizmektedir.
Böyle bir durumda, burjuvazi ve devletin uzun vadeli ve genel çıkarını düşünen ve savunanlar, birtakım direnişler gösterirler.
İlk direniş mevzii, bunun gerçekleşmesini engellemek olabilir. Yani Erdoğan’ın o yetkilerle donanmasını engellemek.
Bunun için de Erdoğan’ın seçimlerde gereken çoğunluğu kazanamaması bir yoldur; aynı zamanda bir darbeye göre an az riskli yoldur.
Ama iktidar partisi kendi elleriyle çoğunluğu kaybetmek istemez. Ayrıca bunun bir garantisi de yoktur.
Şöyle bir ara yol bulunmamaktadır. Erdoğan’ın sembolik bir cumhurbaşkanı olarak kalması ve Meclis grubu ve Hükümetin ondan bağımsız olarak bulunması. Erdoğan için bu düşüşün başlaması demektir. Erdoğan sonuna kadar gitmek zorundadır. Ama sonuna kadar gitmek zorunda olması, onun şimdiden AKP’den seçilecek vekillerin kimler olacağını belirlemesinden geçmektedir. Yani Erdoğan’ın istediği çoğunluğu sağlaması yetmez, o çoğunluğun aynı zamanda onun dediklerini yapacak, onun aracı olarak bir çoğunluk olması gerekmektedir. Yani adayları Davutoğlu veya AKP’nin değil Erdoğan’ın belirlemesi Erdoğan’ın amaçları açısından hayati önemdedir.
*
Şimdi Fidan’ın istifasına Erdoğan’ın hedefleri açısından bakalım.
Erdoğan, seçimlerden sonra anayasayı değiştirecek çoğunluğu alır ve başkanlık sistemine geçerse, bakanlar kurulunu kendine bağlı bir kurul olarak düşündüğüne göre, kendisine “ihanet” etmiş; güvenini sarsmış bir kişiyi bakan veya başbakan yapmayacağı veya önemli bir mevkie getirmeyeceği açıktır.
Eğer seçilecek milletvekili listelerini Erdoğan yapacak ise, Fidan’ı milletvekili de yapmayacağı tahmin edilebilir.
Erdoğan’ın şu an,  AKP üzerinde hukuki ve idari bir yetkisi olmadığından; bunu ancak manevi otoritesiyle, ama bunun somut ifadesi olarak de dediklerini harfiyen uygulayacak bir AKP yönetimi ve başbakanla sağlayabilir.
*
Şimdi bu durumda ortaya şu soru çıkmaktadır? Fidan gibi, devletin kara kutusu nasıl olur da istifa eder?
Şu iki varsayıma dayanmalıdır:
a)    Listeleri Erdoğan oluşturmayacaktır veya oluşturamayacaktır;
b)    Erdoğan Başkanlık sistemine geçemeyecektir.
Ancak bu iki koşul varsa Fidan’ın istifası Fidan açısından mantıklı olabilir.
Yakından bakılınca bu iki koşulun da birbirine bağlı olduğu görülür. Yani Listeleri Erdoğan oluşturamazsa, istediği çoğunluğu elde etse bile başkanlık sistemine de geçemeyebilir. Çünkü Kendisinin oluşturmadığı listeler zaten bir zaaf ifadesidir. Kendisinin istemediği listeler oluşturan bir başbakan ve AKP başkanı niye aynı zamanda başbakanlık gibi bir mevkii kendi elleriyle Erdoğan’a sunsun; kendi mezarını kazsın.
*
Şimdi olaya Davutoğlu açısından bakalım. Eğer listeleri kendisinin belirlemesi ve sonra da Başbakan olarak devam etme niyeti ve gücü yoksa Fidan’a böyle ayrıl gel aday adayı ol demesinin bir manası yoktur. Bunu ancak Erdoğan’ın isteği ile yapabilir ki, eğer Erdoğan öyle bir şeyi isteseydi kendi yapardı, Fidan zaten sır ortağı idi.
Demek ki, Davutoğlu, hem listeleri kendisinin belirleyeceğini he de başbakan olarak kalmayı düşünmekte, planlamakta ve bunun için çaba harcamaktadır.
Ama eğer böyle ise, bu Erdoğan’ın aynı zamanda yürütmenin başında olamayacağının öngörüldüğü veya varsayıldığı anlamına gelir. Yani Erdoğan bugünkü biçimiyle sembolik yetkilerle bir Devlet Başkanı olarak kalacak diye öngörülmektedir Davutoğlu tarafından.
*
Şimdi bir de Fidan açısından bakalım. Devletin en güçlü istihbaratına sahip kişi, böylesine belirsiz bir durumda, niye böyle bir riske girsin?
Kendisi devletin en kritik görevinde iken ve Türkiye’nin en güçlü olacak adamının tam bir güvenine sahipken, onun sır ortağı iken, o kendisi için kanunları değiştirmiş, neredeyse bir dokunulmazlık kazanmış iken, en önemli konuların (Ortadoğu ve Kürt Sorunu) doğrudan özel yürütücüsü iken ve tek adam olduğu takdirde Erdoğan üzerinde büyük bir etki sağlayabilecek, aslında ülkenin en güçlü ve görünmez adamı olabilecek iken neden böyle bir riske girip görevinden ayrılmakta ve aday adayı olmaktadır?
Kendisine yapılan bir vekillik ve bakanlık teklifi bunun açıklaması olamaz. Bakan olmak için vekil olmak gerekmez. Yerinde kalarak hiçbir riske de girmeden her iki olasılıkta da (Yani olduğu takdirde Erdoğan’ın başkanlık sisteminde de; Davutoğlu’nun Erdoğan’ı terk etmiş başbakanlık sisteminde de) en etkili kişi olması mümkündü. Bunun için hiç de istifa etmesi ve riske girmesi gerekmiyordu.
Bunun bir tek açıklaması vardır:
A) Bizzat kendisi durumdan rahatsızdır; kendi kişisel geleceği açısından Erdoğan’ın kaderi ile kendi kaderini ayırmak istemiş ve gemiyi terk etmiştir. Bu terk edişte Erdoğan’ın yolsuzlukları hakkında kimsede bulunmayan bilgilerin elinde olması gibi hukuki veya tamamen politik kaygılar mı veya ikisi birden mi belirleyici olmuştur bilemeyiz. Ama bu istifanın bir tek anlamı vardır. Kaderini Erdoğan’ın kaderinden ayırma ve sorumluluğa ortak olmama.
B) Erdoğan’ın bunca güç sahibi olmasından rahatsızdır ve bunun devlet için de büyük risk olduğu düşüncesindedir. Devlet’in stratejik çıkarlarını göz önüne alarak, Erdoğan’ın politikalarına karşı tavır alma.
Ama Erdoğan’ı çok güçlü olarak görseydi, muhtemelen ayrılmayabilirdi. Çünkü eni sonu kendisi bir devlet memurudur ve bir politik sorumluluğu yoktur. Yasalarla belirlenmiş bir çerçevede kalmış ise çekinmesi ve kaderini Erdoğan’dan ayırması için bir neden yoktur.
Demek sadece Erdoğan’dan kaderini ayırmıyor, başarısızlığına da ortak olmak istemiyor değil; aynı zamanda onun başarısını ve tek adam rejimi kurmasını da istemiyor demektir bu istifa.
Çünkü Erdoğan’ın esas hedefi Kürt Sorununda “Barış Süreci”ni seçimlere kadar sürdürmek ve bunu silah olarak kullanıp seçimlerden muzaffer çıkmaktır. Ortadoğu politikasında ise yine Erdoğan’ın en güvendiği kişidir. Böylesine kritik iki görevden ve “Başarılı” olduğu söylenen; Erdoğan’ın geleceğini adeta ipotek ettiği iki kritik görevden çekilmesi aynı zamanda bu işlerin “ehil ellerde” olmaması demektir; yani daha da büyük başarısızlıklar demektir.
Hele seçimlere kadar olan kritik bir dönemde bu görevden çekilme, seçimlerin başarısı bu politikalarla da bağlı olduğundan, başarı umudu görmemek veya izlenen politikanın veya Erdoğan’ın başarısızlığını istemekle de ilgisiz olamaz. İstifanın, öznel niyetler ötesinde nesnel anlamı budur.
Yani Fidan’ın istifası için Davutoğlu’nun daveti, yetmez ve doyurucu bir neden olamaz. Bu davet, Erdoğan’ın yetkisiz bir Cumhurbaşkanlığı ile yetinmesi olasılığı dışında hiçbir değer taşımaz. Erdoğan’ın yetkisiz bir cumhurbaşkanlığı ise, aday listelerini Davutoğlu’nun yapmasına bağlıdır. Listeleri Erdoğan yaparsa, Davutoğlu bir korkuluk olur ve Fidan boşta kalır. Yani sadece Davutoğlu’nun Erdoğan’ın başkanlığını engelleme niyeti yetmez MİT başkanının istifası için, bunu büyük olasılıkla gerçekleşebilecek bir hedef olarak görmesi ve kendisin de bu yönde bir isteği ve niyeti olması gerekmektedir.
Tekrar edelim, Hakan Fiden açısından istifa, Erdoğan’ın gücünü ve etkisini koruması veya tek adam yönetimini kurabilmesi koşullarında, fiilen hiçbir gelecek garantisi olmadan en etkili pozisyonu terk etmek, birden bire sıfıra düşmek anlamına gelmektedir.
Eğer Davutoğlu kabinesinde yer gibi şeyler ise, bunlara istifa etmeden de ulaşabilirdi. Hem de kimseyi de kırmadan ve hiçbir şeyi riske atmadan.
Demek ki, Fidan istifa ederek ve aday adayı olarak, sadece Erdoğan’ın geleceğini iyi görmüyor ve ondan kendini ayırıyor değil; onun karşısında da bir tavır alıyor demektir.
Aslında Erdoğan’ın konumu ya da mantığı, herkesi ya benden yanasın ya da benden karşısın konumu ve mantığına zorlamaktadır. En küçük bir nüans bile karşı olma noktasına varmaktadır.
Bu durumda şöyle bir öngörüde bulunulabilir: Yakında AKP içinde ve Hükümet ile Erdoğan arasında muazzam bir güç mücadelesi başlayacak demektir.
Bu her ikisi için de muhtemelen bir ölüm kalım savaşı olacaktır.
Çünkü olayların iç mantığıyla, Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçememesi düşüşünün başlangıcı olur. Bunun için de listeleri kendisinin belirlemesi hayati önemdedir.
Davutoğlu da eğer Erdoğan’ın ihtiraslarca bir dur deyip onu bir kenara itemezse kendi sonu olur. Bunun için de listeleri kendisinin belirlemesi hayati önemdedir.
Bu mücadelede MİT’in eski başkanı Türkiye’nin en güçlü adamının karşısında yer almış ve aday adayı olarak fiilen istese de istemese de ona karşı mücadeleye girmiş bulunuyor.
Olayların kendi mantığı vardır.
Bu durum, Fidan’ın istifasını isteyip aday olmasını isteyen Davutoğlu’nun Erdoğan’ın kafasındaki modele karşı olduğunu göstermektedir. Erdoğan’ın pirelenmesi hiç de yersiz değildir
Davutoğlu, büyük bir olasılıkla, üç dönüm kuralı nedeniyle zaten çoğu fiilen tasfiye olacak kurucu kuşaklardan ayrı kendi ekibini AKP ve Hükümet içinde kurmayı hesaplamakta ve Erdoğan’ı sembolik bir cumhurbaşkanlığı görevinde düşünmektedir.
Bu arada, muhtemelen eski kadroları da memnuniyetsizlikleriyle yedeğine alıp onların prestijinden yararlanmak istemektedir.
Davutoğlu ile Erdoğan arasında bir gerilim ve çatışma kaçınılmazdır.
Hakan Fidan’ın istifası ve Davutoğlu’nun onu istifaya davet edip aday olarak göstermesinin çelişkisiz başka bir açıklaması bulunmamaktadır.
Öte yandan Hakan Fidan’ın sadece AKP’li olarak değerlendirilmesi de yanlıştır. O aynı zamanda “Devlet Aklı” denen, yani bu devletin uzun vadeli çıkarlarını savunan aklı temsil eder. İstihbarat örgütlerinin görevi devletin stratejik çıkarlarını belirlemek ve savunmaktır.
Yani bizzat devletin uzun vadeli çıkarlarını düşünen akıl da Erdoğan’ın büyük bir risk olduğu noktasındadır büyük bir olasılıkla
Buna ek olarak bölgedeki diğer devletlerin ve büyük devletlerin de Erdoğan’dan sıdkının sıyrıldığı açık olduğuna göre, Erdoğan fiili güçler bağlamında kendisi açısından çok tehlikeli bir tecrit içine girmiştir.
Aslında şimdi geri çekilse, hedeflerini küçültse, köşesinde sembolik olarak durmayı kabul etse kedisi için bir çıkış yolu ve uzlaşma kapısı bulabilir.
O şimdi muazzam bir idari, ekonomik, medyatik ve siyasi gücü elinde bulundurmaktadır. Ama bunca güç bile o iktidarı korumaya yetmez.
a)    Bizzat Bülent Arınç’ın dediği gibi kendisinden nefret eden bir yüzde elli var
b)    Dünya’da ABD, Fransa, Almanya; bölgede Mısır, Suriye ve büyük ölçüde de İran kendisine karşıdır.
c)     Kürt Hareketi karşıdır.
d)   Kendi partisindeki eskiler karşıdır
e)    Bizzat atadığı başbakan karşıdır
f)      Devlet aklı karşıdır
g)    Cemaat karşıdır
Erdoğan’ın tek adam yönetimine ulaşma olasılığı çok zayıftır. Böylesine büyük stratejik güçleri karşıya alan bir gücün ayakta kalması ve hedeflerine ulaşması zordur.
Erdoğan ya ileriye gitmek zorundadır ya da düşer. Bisikletteki bir adam gibidir. Duramaz. İleriye gitmek için ise kendisiyle en küçük farka bile müsamahasız olmak ve onu karşıya itmek dolayısıyla karşı cepheyi büyütmek zorundadır.
Hedefine ulaşamadığı takdirde ise düşüş zorunludur. Bu düşüşün bir noktada durması da zordur çünkü öylesine keyfi bir yönetim ve akçeli işler vs. vardır ki, sonu ancak hapiste biter.
Bunları muhtemelen kaldıramayabilir uğradığı tecrit ve “ihanet” zinciri sonunu görmeden sağlığının bozulmasına yol açabilir.
Eğer Erdoğan böyle düşmezse, hedeflerine ulaşırsa, bu toplumu öylesine gerecektir ki, bir süre sonra askeri darbeyi bile toplum mumla arayacaktır. O zaman da yine düşecektir.
Erdoğan’ın düşüşü kaçınılmazdır.
Eğer birinci yoldan düşerse, daha reformcu ve tecridi olabilir. Daha az gerilim ve can kaybı demektir.
Erdoğan’ın Maymunlardan öğrenmesi gereken bir ders vardı. Maymunlar bir elleri veya ayaklarıyla bir dalı tutmadan diğer dalı bırakmazlar. İki eli ve iki ayağı da hiçbir zaman boşlukta kalmaz.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ve seçimler veya başkanlık sistemine geçmesi arasındaki dönem boşlukta kaldığı dönemdir. Cumhurbaşkanıdır ama henüz başkanlık sistemine geçilmemiştir; yetkileri yoktur. Ve artık hukuken AKP’nin ve Hükümetin başında değildir; istifa etmiştir.  Yani boşlukta bulunduğu, bir dalı bıraktığı ama diğer dalı henüz tutmadığı seçimlere veya başkanlık sistemine geçinceye kadar olan bir dönem vardır.
Bunun riskini muhtemelen gördü. Ama çareyi yanlış yerde aradı. Tipik şarklı kafasıyla davrandı. Açık ve kişilikli ilişki yerine bağımlılık ilişkilerine dayanmak. Güçlü ve kişilikli gördüğü bir başbakanla açık bir pazarlıkla bunu yapabilirdi. Ama bu onun aynı zamanda gücü ve iktidarı paylaşması anlamına gelirdi. Bunun için, güçsüz ve kendisine bağımlı ve muhtaç ve kendi kontrolünde olabileceğini sandığı Davutoğlu ile bu boşluktaki dönemi doldurmayı denedi.
Şunu unuttu, en güçsüz, en bağımlı, en az kişilikli insanlar, genellikle ellerine ilk yetki geçirdiklerinde birikmiş kompleks ve ihtiraslarıyla hareket ederler. Kölelik ve firavunluk aynı madalyonun iki yüzüdür. En sıradan ve korkak askere çavuş pırpırını takarsanız karşınıza bir canavar çıkar. İşkencede en çok konuşanlar diğer konuşanlara karşı en acımasız olanlardır.
Böyle durumlarda kişilikli insanlarla sağlam ilişkiler gerekir ama kişilikli insanlar ise öyle pozisyonlara düşmezler ve gelmezler.
*
Özetle, sınırlı verilerden ve onları açıklamak üzere çelişkisiz bir açıklamaya yönelik mantıki çıkarsamalardan çıkan şudur: Erdoğan önümüzdeki günlerde ihanete uğradığını düşünecek ve aday listelerini kimin belirleyeceği üzerine Davutoğlu ile mücadeleye girecektir. Davutoğlu ise açıktan savaşan değil, yüze gülüp arkadan çalışan bir yapıdadır. Muhtemelen bir şey yok deyip bildiğini okumaya devam edecektir.
Tabii bu konumlanış, Davutoğlu’nu ister istemez, cemaate yaklaştıracaktır.
Davutoğlu şimdilik, açıktan bayrak açmaktansa, köstebek gibi sessiz ve derinden çalışıp mevziler oluşturmaktadır.
Erdoğan’ın başkanlığı giderek bir hayale dönüşmektedir.
Kendisi özellikle Ergenekon ve faşistlerle ittifak yaparken karşısında Çok geniş, Cemaatten Kürt hareketine, CHP’den Davutoğlu’na ve AKP’nin eskilerine kadar geniş bir koalisyon bulacaktır.
Erdoğan’ın en büyük özelliği hiçbir araya gelmeyenleri ve gelemeyecekleri bir araya getirme yeteneği idi. Bunu Gezi’de başarmıştı. Muhtemelen şimdi de yine başaracaktır.
Bekleyelim göreceğiz. Bu akıl yürütmede nerede yanlış yaptığımızı da olaylar bize gösterecektir.

DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 24 Şubat 2015 Salı

(Bu yazı, Demir Küçükaydın'ın Demirden Kapılar (http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/) bloğunda yayınlanmıştır. Yazının DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'ta yayınlanmasında kendisinin onayı vardır)

Business News