Bizim monark bir hoş adam. Küba ziyaretinde Raul Castro’ya söylediğini iddia ettiği sözler malum: “En önemli olan halkın devrimidir, silahlı devrim değil. Halk sandıkta devrim yapar ve onun için de mutlu olur. Yoksa silahla yapılan devrim, devrim değildir.”
Önce monarkın etrafından dolanıp başka birkaç söz söyleyelim.
Meşru müdafaa ve öz-savunma
Tarihte karşı-şiddete başvurmadan elde edilen bir hak kazanımı mevcut değil. İktidar hayatı hedef aldığında başka ne yapılabilir ki. Kadın, ataerkilliğin bütün hışmını arkasına almış bir erkeğe; İşçi, bütün kapitalist sömürünün pervasızlığına sırtını yaslamış bir patrona; Devrimci, tutsak insanlığın faşizme dair biriktirdiği ne kadar deneyim varsa heybesinde taşıyan gardiyana; Kürt, insanlık dışı olan ne varsa ete kemiğe bürünmüş hali olan kontrgerillaya; Köylü, canının parçası olan ağaçlarını zorla söken özel güvenlikçiye karşı şiddet uyguladığında, bütün bunları nereden tartışmalı?
Ezilenlerin şiddetini egemenlerin şiddetinden ayırmak adına, meşru müdafaa ve öz-savunma üzerine yeniden yeniden düşünmek ve konuşmak lazım. İnsanı insan kılanın hayatını bir şekilde sürdürmekten fazlası olduğunun, haysiyet olduğunun, vicdan olduğunun, adalet duygusu olduğunun farkındaysak, o halde meşru müdafaanın ve öz-savunmanın, her gün yaşadığımız o tahrip edici yabancılaşmayı aşmanın biricik olmasa da en etkili yolu olduğunu kabul etmekle başlayabiliriz.
Şiddet ve siyaset
Siyaset ile şiddeti, ancak birinin bittiği yerde diğerinin söz alabileceği düşman kardeşler olarak tarif etmek, insanlık tarihindeki hak kazanımlarının hepsinin ancak karşı-şiddet uğraklarından geçmek pahasına gerçekleştiği düşünüldüğünde, boşa düşer. Ezilenlerin karşı-şiddetini devletlerin örgütlü ve sürekli şiddet eliyle sürdürdükleri rejimlere içkin olan şiddetle bir tutmak, ezilenlerin devletleri taleplerinin meşruluğuna “ikna ederek” kıymık kıymık kazanmasını geçerli siyasal strateji olarak görmekle eşdeğerdir.
Bir not düşelim: Burada niyet, gündelik hayatta ya da daha genel düzeyde elde edilen kısmi kazanımları küçümsemek değil. Bütün bu hak alma ve devleti “ikna etme” süreçlerinde bir dip akıntısı olarak şiddetin ve karşı-şiddetin işlemekte olduğunu görünür kılmak önemli. Egemenler tarafından tarif edilen ve gün aşırı değiştirilen “hak sınırları”nı ihlal etmeksizin hakları korumanın ve genişletmenin mümkün olmadığının ve hak alıcı her türden tavrın ve siyasetin bir tür karşı-şiddeti içerdiğinin farkına varmak önemli.
Bu anlamda, egemenlerin ve egemen değerler üzerinden kişilerin sistemli ve örgütlü biçimde uyguladığı yoğun şiddeti bir tür eşyanın tabiatı addedip, ezilenlerin yer yer patlamalı karşı-şiddetlerini kriminalleştirmek, çok kaba olacak ama düzene hizmet etmekten başka anlama gelmez. Yine karşı-şiddet biçimlerini bir türlü kendi istediği gibi olmadığı için eleştirerek, “isyan olsun ama örgütsüz olsun”, “bu düzen yıkılsın ama şiddete bulaşılmasın” yönünde “sipariş”lerin gündelik hayatta “varlığın sömürgeleştirilmesi” deneyimleri dahilinde ne kadar karşılığının olduğunu iyiden iyiye düşünmemiz gerekiyor.
Devrimler silahla olur
Gelelim bizim monarkın vecizesine. Devrimler “sadece” silahla yapılmaz kuşkusuz. Devrimciler iğneyle kuyu kazarak siyasal rejimi, devleti teşhir ederler, halkın çıkarları çerçevesinde tartışmalar yürütürler, siyasal stratejiler belirler, bu stratejiler dahilinde gündelik hayatı örgütlerler, nerede hak gaspı varsa orada olurlar, hakkı gasp edilen insanları haklarını talep etmek, kendi hak taleplerini diğer insanların hak talepleriyle bir araya getirerek siyasallaştırmak için uğraşırlar.
Bu arada devletler boş durmaz, hak taleplerinin siyasallaşması, devlete, rejime, iktidara karşı bir alternatif siyasal hat haline gelmesinin önüne geçmek adına maniple eder, tecrit eder, birbirine kırdırır, cezalandırır, çok ileri gittiyseniz döver, hapseder, işkenceden geçirir, sakat bırakır, öldürür.
Tarihin belirli uğraklarında devrimci bir dönüşümü sandık yoluyla “kolaylaştırmak” mümkün olmuştur; sayısız örnekte bu türden “barışçıl” geçişler devletler tarafından bastırılır, “demokratik” hükümetler alaşağı edilir, nizam böylece yeniden tesis edilir. Bu türden barışçıl bir geçişin kendisini tahkim edebildiği, devrimci dönüşüme alan açtığı ve güçlendirdiği örneklerde ise eski rejimin silahları elinden alınmış ve halka verilmiştir.
Devrimler silahla olur. Ya tepeden tırnağa silahlanmış bir katliam mekanizması olarak devlete anladığı dilden yanıt verirsiniz ya da “yumuşak geçiş” rejim değişikliklerini, devletin elinden silahlarını alarak kalıcı kılmaya çabalarsınız. Devrimler silahla olur. Eliniz silah tutmasa bile size yönelen silahları susturmadan, işlevsizleştirmeden, devletin silahlı kolluklarını o silahları indirmeye -zorla ya da rızalarını sağlayarak- ikna etmeden devrim yapamazsınız.
Aslında sözü çok fazla uzatmaya gerek yok, devrimler silahla olur.
Sıradaki parça bizim monarka gelsin: (SONER TORLAK-SENDİKA.ORG)