1 Şubat 1979 tarihinde öldürülen Abdi İpekçi’nin Milliyet gazetesindeki köşesinde 19 Nisan 1971’de yer alan Yaşar Kemal söyleşisi... ...
1 Şubat 1979 tarihinde öldürülen Abdi İpekçi’nin Milliyet
gazetesindeki köşesinde 19 Nisan 1971’de yer alan Yaşar Kemal söyleşisi...
ABDİ İPEKÇİ — Yaşar, bugüne kadar edebiyatta ne yapmak
istedin, bundan sonra ne yapmak istiyorsun?
YAŞAR KEMAL — Ta çocukluğumdan bu yana, kendimi bildim
bileli, okur-yazar değilken bile şiir söylerdim. Sonra folklor çalışmaları
yaptım. Röportajlar yazdım. Hikayeler, romanlar yazdım. Çalışma tarzım gösteriyor
ki, halktan yana, halkla birlikte işini gören bir sanatçıyım. Benim kişiliğimi
ve sanatımı halktan ayırmak mümkün değil. Yirmi yedi yaşıma kadar halk içinde,
halkla birlikte çalıştım. Yani bir kol emekçisiydim. 1951’de İstanbula
geldiğimde, elimde bir kitaplık hikaye vardı. Örneğin, benim dünyaya çıkmış ilk
eserim İnce Memed değildir, “Bebek” hikayesidir. Önce Fransızcaya çevrildi,
sonra İngilizceye, İtalyancaya, Rusçaya, Romenceye, birçok dillere. Son yirmi
yılın dünyada çıkmış birçok hikaye antolojisinde “Bebek” hikayesini de buluruz.
17-18 yaşlarımda bende sol düşünce belirmeye başlamıştı. Sanatım onunla tay
gitti, yani paralel. Ben iki şeye inanırım. İki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz
yaratıcılığına, sonsuz değişimine; halk ve doğa. Sanatımı halkımla birlikte,
onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım. Politikam da
sanatımdan ayrılmaz. Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor,
ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın
mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun
karşısındayım. Benim sanatım, içinden çıktığım sınıfın yani proletaryanın
çıkarlarının emrindedir. Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın
halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.
İPEKÇİ — Evet, edebi çalışmalarına daima halka dönük bir
düşünce hakim oldu ve bunu da bir yerde politik düşünce ile birleştirerek
yürüttün. Bir ara aktif politikaya da girdin. Sonra da galiba çıktın. Neden
girdin, neden çıktın?
YAŞAR KEMAL — 1960 Anayasasından sonra Türkiye İşçi
Partisi kuruldu. Bu partiyi kuranlar işçilerdi, sendika liderleriydi. Aşağıdan
yukarı kurulan bir partiydi. Bu parti kuruluncaya kadarki bütün çabalarım,
çalışmalarım gösteriyor ki, ben bu partiye girmeliydim. Kendimi mecbur saydım.
Mehmet Ali Aybarın başkan olduğu bu partiye 1962 yılında girdim. Elimden
geldiğince de çalıştım. Benim hiçbir politik ihtirasım olmadı, olmayacak. Bunda
kararlıyım. Amma emekçilerin yanında, ölünceye kadar onların hakları için,
onların yönetime gelmeleri için sonuna kadar çalışacağım. Benim bütün derdim
emekçi sınıfının bizatihi, yüzde yüz yönetime gelmesidir. Sosyalizm, yalnız ve
yalnız budur, işçilerin adına herhangi bir tabakanın, bölüğün yönetime el
koymasını kabul etmiyorum. Emekçileri sömürenlere ne kadar karşıysam, emekçiler
adına iktidara gelmek isteyenlere de aşağı yukarı o kadar karşıyım.
Benim işim, emekçi ile beraber olmaktır. Emekçiler adına
iktidara el koymuşlar, sosyalizmi her zaman yozlaştırabilirler, demokrasiyi
yozlaştırabilirler. Bilinçlenmiş emekçi, demokrasinin ve sosyalizmin
yozlaşmasına hiçbir zaman izin vermez. Çünkü onun çıkarı demokraside ve
sosyalizmin uygulanmasındadır. Türkiyede 1950’de halkın oyu ile
gerçekleştirmeye çalıştığı demokrasiye ben biçimsel de olsa saygılıyım.
İPEKÇİ — Yani halkla beraber olmasını mı istiyorsun?
YAŞAR KEMAL — Halk, 1950 yılında ne yaptı? Kendisini 100
yıldır ezen bürokrasiyi olanak bulunca oylarıyla yönetimden uzaklaştırdı. Bana
öyle geliyor ki, bu gizliden gizliye işleyen, biçimlenen, oluşan, emekçinin bir
çıkar bilincidir. Biçimsel demokrasi, biz de gözümüzle gördük ve yaşadık ki,
bürokrasinin 700 yıllık zulmüne son verdi. Şöyle geriye dönüp baktığımızda
bürokrasinin jandarmalarının birer işkence zebanileri olduğunu görürüz. Bana
öyle geliyor ki, Türk halkının bürokrasiden çektiğini dünyanın hiçbir halkı
hiçbir yönetimden çekmemiştir. Yemen çölleri, Sarıkamışlar, 9 yıllık
askerlikler, zeametler, timarlar, aşarlar ve dayaklar ve hapishaneler, Kuyucu
Murat Paşalar, Celali kırımları... Anadolu halkı tarihin en büyük zulmü altında
inlemiştir ve fırsat bulur bulmaz bürokrasiyi devirmiştir. Sonuç yanlış oldu.
Halk bürokrasi ile Demokrat Partiyi seçmek durumunda bırakılmıştı. Halk, haklı
olarak DP’yi seçti ve sonuç yanlış çıktı. Bu, halkın bilincinin yanlış yola
yönelmesi değildir, yöneltilmesidir.
İPEKÇİ — Senin istediğin sosyalist düzeni halk
getirebilecek mi? Buna inanıyor musun?
YAŞAR KEMAL — Benim istediğim sosyalist düzeni yalnız ve
yalnız halk getirebilir. Benim istediğim sosyalist düzeni halktan başka hiç
kimsenin getireceğine inanmıyorum. Emekçi adına, emekçiden başka hangi tabaka
ve bölük yönetime el koyarsa, halk adına değil, emekçi adına değil, kendi
adına, kendi çıkarına yönetime el koymuş olur. Sosyalizmi halk getiremezse
kimse getiremez. Sosyalizm, bilinçlenmiş emekçinin kendi eliyle kuracağı
düzendir. Başka türlüsü olmaz.
İPEKÇİ — Yani yukarıdan empoze edilecek bir sosyalist
düzeni istemiyorsun, öyle mi?
YAŞAR KEMAL — Böyle bir sosyalist düzen olmaz ki...
İPEKÇİ — Ne olur?
YAŞAR KEMAL — Ne bileyim ben. Bir şey olur, bir düzen
olur amma, emekçiler yüzde yüz yönetimde değillerse o sosyalizm olmaz. 30
yıldan bu yana, sosyalistçe düşündüm, sosyalizm ve emekçi meseleleri üzerinde
epeyce düşündüm, epeyce de okudum, emekçiye sınıf bilinci nasıl götürülür, yani
politik bilinç nasıl götürülür? Elbette aydınlar. Aydınların okumak, öğrenmek,
sosyalist bilince varmak olanakları emekçiden daha çoktur. Yalnız, bu bilinç
götürme, emekçi adına yönetime el koymak için olmamalıdır. Emekçiler içinden
bir bürokrat tabaka yaratmak için olmamalıdır. Bu bilinç götürme işi,
emekçileri yüzde yüz yönetime getirmek için, gelmeleri için olmalıdır.
İPEKÇİ — Bunun Türkiyede olamayacağını, hiç değilse kolay
ve çabuk olamayacağını düşünenler var. Bunlara başka alternatifler arıyorlar,
sosyalistler olarak. Bu görüşe karşı mısın, beraber misin?
YAŞAR KEMAL — Ben, yukarıda da boyuna tekrar ettiğim
gibi, emekçinin yüzde yüz el koymadığı yönetimin adına sosyalizm demem.
İPEKÇİ — Türkiyede bugün sol, birçok parçalara bölünüyor.
Bu hususta ne düşünüyorsun?
YAŞAR KEMAL — Artık epeyce yaşlıyım. Hoşgörürlükle
düşünmeyi öğrendim. Bir bölük sosyalist benim önerdiğim yoldan gitmese de,
sosyalizme varmak için, bana karşı olsa da, ben onu kabul ederim. Düşüncemi bir
örnekle daha iyi anlatabilirim belki. Bugünlerde bir Deniz Gezmiş olayı var.
Ben bu Deniz Gezmiş olayı ile birlik değilim. Ayrı düşüncelerde, ayrı yollardayız.
Yalnız, Deniz Gezmişin karşısına durup dururken, düşünmeden, olayı derinliğine
araştırmadan çıkmam. Deniz Gezmişlerin hareketinin emekçinin bilinçlenmesine
“ne kadar faydası var, ne kadar zararı var?” bunun üzerinde önemle dururum.
Büyük emekçi kitlesinin bilinçlenmesinde Deniz Gezmiş hareketi faydalı
oluyorsa, bu yol benim yoluma karşı da olsa onu tutarım. Tutmasam bile, onlara
yardım etmesem bile, hoşgörü ile karşılarım. Ben küçük bölümlerin, tabakaların,
küçük örgütlerin bugün beynelmilel, sıkı, korkunç bir örgüt haline gelmiş
burjuvazinin karşısında etkili olabileceklerine inanamıyorum. Organize burjuva
örgütlerinin, pekişmiş sömürücü örgütlerinin modern kapitalizmin karşısına
yalnız be yalnız bilinçlenmiş, örgütlenmiş işçi kitlelerinin bütünüyle çıkabileceğine,
etkili olabileceğine, yönetimi ele geçirebileceğine inanırım.
İPEKÇİ — Yani bürokrat aydınların sosyalizmi yapmak
amacıyla iktidara gelmesini kabul etmiyorsun. Bütün konuşmalarından bu sonuç
çıkarılabilir mi?
YAŞAR KEMAL — Çıkarılmalı. “Tırnağın var ise başını
kaşı”, “kurda neden boynun kalın demişler, kendi işimi kendim görürüm demiş.”
Halkımızın böyle sözleri çok. Herhangi bir sebeple yönetimi ele geçirmiş aydın
ve bürokrat tabakaları, emekçiler adına, çıkarına bir şeyler yapmazlar demiyorum.
Belki bir şeyler yaparlar ama, o sosyalizm olmaz, emekçilerin yönetimi olmaz.
Bürokrasi yönetimi almışsa, aydınlar, teknokratlar yönetimi ele geçirmişlerse,
ekonomi onların çıkarları için çalışacak demektir. Emekçilerin çıkarlarından
daha çok. Biz biliyoruz ki, gördük ki, çağımızda yönetimi ele almış, devlete el
koymuş proletarya sınıfı, yönetimi elinde tutamamış, bürokrasiye kaptırmıştır.
Bunun sebepleri vardır. Bilinç eksikliği, örgüt yetersizliği... Daha bir sürü
sebepleri olabilir. Acı olan, korkunç olan emekçi sınıfının kendi yönetimini
başka bir tabakaya kaptırmasıdır. Çağımızda devrim yapmış emekçi sınıfı,
yönetimi başka bir tabakaya kaptırırken onların emekçilere devretmelerini
beklemek safdillik olmaz mı? Belki olur. Belki derya tutuşa...
İPEKÇİ — Bir iki örnek verebilir misin?
YAŞAR KEMAL — Tabii, Leninin ölümünden sonra Sovyetler
Birliği emekçileri, yönetimin tümünü değilse de büyük bir kısmını Staline,
Stalinin bürokratlarına, kendi içlerinden çıkmış bürokratlara, birtakım
aydınlara kaptırdı. Bugünlerde Sovyetler Birliğinde, yönetimdeki Stalin
bürokratlarıyla emekçiler arasında kıyasıya bir savaş var. Benim üzerinde
durduğum, bütün hayatımda karşı koyduğum ve korktuğum bir şey var. O da
terörizmdir. Halkın üzerindeki baskıdır. Ben diktatoryadan dehşet korkarım.
İPEKÇİ — Sol diktatoryadan da korkar mısın?
YAŞAR KEMAL — Sosyalizmde diktatorya olmamalı. Gerçek bir
sosyalizmde diktatorya olamaz, terörizm gerçekleşemez. Halka baskı diye bir şey
düşünülemez. Örnekler vermek istiyorum. Burjuvaların demokrasisiyle,
proleterlerin demokrasisini aynı kefeye koyacak değilim. İki demokrasinin çok
az biribirlerine benzerlikleri vardır. Gene de benzerlikleri vardır. Burjuva
demokrasisini ele alalım: Bizdeki Süleyman Bey demokrasisini herhalde demokrasi
sayamayız. Bu demokrasinin gerçek bir burjuva demokrasisiyle uzaktan yakından
bir ilişkisi yoktur. Benim dediğim, İngiliz demokrasisidir. Üstünde duracağım,
İngiliz demokrasisinde özgürlük sorunudur. İngiliz demokrasisinde özgürlük var
mı, yok mu? Bütün sorun bu. Bir yanıyla özgürlük yok. Çünkü İngiliz halkı
kapitalistlerce koşullandırılıyor. Kapitalistlerin elindeki on milyonluk gazete
tirajı, milyonlarca seyircisi olan televizyonlar, milyonlarca dinleyicisi olan
radyolar... Halkın düşüncesinin üstünden bir karanlık gece gibi geçiyorlar.
İnanılmaz bir baskı altına alıyorlar düşünceleri, duyguları. Bu modern
araçlarla halkları tutsak kılıyorlar. 1963 yılında İngilteredeyken BBC benden
konuşmalar istemişti. Radyoya on konuşma hazırladım. Konuşmalarımı teybe aldılar,
ücretini verdiler, hem de çok büyük bir ücret, fakat yayınlamadılar. O
konuşmalardan birinde İngiltere için “çelikperde” demiştim. Halk
cumhuriyetlerine “demirperde” diyorlardı, Amerikaya “altınperde”, ben de
İngiltereye “çelikperde”yi yakıştırmıştım. Epeyce bir süre kaldığım
İngilterede, İngiltere için bu düşünceye varmıştım. İşte bu “çelikperde”de
kapitalizmin bütün baskısına rağmen bir özgürlük var. İngilterede hiç kimse
düşüncelerinden dolayı kınanmıyor, hapsedilmiyor, baskılara uğramıyor. Bunun sebebi
üstünde düşündüm. Niçin bu özgürlük? Çünkü İngilterede uzun yıllardan bu yana
yönetimde burjuvazi bulunuyor. Burjuvazinin ekonomik bir temeli vardır. Üretim
araçlarına sahip olduğundan ve elindeki bu güce çok güvendiğinden İngiliz
burjuvazisinin yönetimde kalabilmek için başka çarelere başvurmasına gerek
yoktur. Gene biliyoruz ki, çağımızda başka çareye başvuran sınıflar, gücünün
büyük bir kısmını yitirmiş sınıflardır. Almanyada proletarya karşısında
bunalmış burjuvazi, Nazizm çaresine başvurdu. Hitler bürokratları Almanyada
korkunç bir baskı düzeni yarattılar. İtalyada Mussolini de öyle... Proletarya
iktidara yüzde yüz el koyduğu zaman da bir demokrasi gerçekleşecektir. Şimdiye
kadar dünyamızın görmediği, tanımadığı bir özgürlük düzeni kurulacaktır. Ekonomik
eşitlik sağlandığı zaman, arkasından mutlaka ve mutlaka politik eşitliği de
getirecektir. Bütün baskılar ekonomik eşitsizliği sürdürebilmek içindir.
Baskıların temelinde eşitsizlikler yatar. Şimdi bürokrasi üstünde durmak
istiyorum. Bürokrasinin bir özgürlük sağlayabilmesi için ne burjuvazi, ne de
proletarya gibi sağlam bir temeli vardır. O, yönetimde kalabilmek için korkunç
bir baskı düzeni kurmak zorundadır. Bu havadaki sınıfın tek dayanağı bir baskı
örgütü kurmasıdır. Onun için bürokratlar, nerede kim adına iktidara
gelmişlerse, ayakta kalabilmek için, korkunç bir baskı rejimi kurmuşlardır.
Unuttum. Şunu da ekleyeyim: Proletarya yönetime yüzde yüz el koyduğu zaman
düşüncelerinden dolayı hiç kimseyi mahkum etmek gereğini duymayacaktır. Örgütlü
proletaryanın gücü bir özgürlük düzeni, hem de dünyamızın şimdiye kadar
görmediği bir özgürlük düzeni kurmaya yetecektir. Bilinçlenmiş, örgütlenmiş
proletaryanın, düşüncesinden, eyleminden dolayı kimseyi mahkum etmeye,
insanların özgürlüklerini kısıtlamaya bir ihtiyacı olmayacaktır.
İPEKÇİ — Ama Sovyet Rusyada bunun aksi yok mu bugün?
Aydınların, sanatçıların hürriyetsizlikten şikayetleri...
YAŞAR KEMAL — Dedim ya, dünyada en gerçek demokrasi
proletaryanın yönetime yüzde yüz el koyduğu zaman olacaktır. Sovyetler
Birliğinde, eğer birtakım insanlar hapsediliyorsa, düşüncelerinden dolayı
kınanıyorlarsa, proletarya orada yüzde yüz iktidarda değil demektir. Benim
inancım, varılacak yere, en çabuk, gene Sovyet emekçilerinin savaşı sonucu
varılacaktır. Sovyet emekçisi, ne pahasına olursa olsun bürokrasinin son
kalıntılarını da temizleyecektir. Devrim bir bütündür ve süreklidir. Sovyetler
Birliğinde emekçi her an kendini yeniliyor. Sovyet emekçisi 1917’den bu yana
türlü unsurlarla, durmadan, yorulmadan savaşıyor. Sovyet emekçisinin, baştan bu
yana, demokratik çabası, savaşı kesintisiz sürüp gidiyor.
İPEKÇİ — Başlangıçta dedin ki, en çok korktuğum şey
terörizm ve diktatoryadır. Türkiyedeki bu kuşkuların ne durumda?
YAŞAR KEMAL — Türkiyede bürokrasi, sosyalist düşüncenin
gücünden faydalanarak yeniden yönetime el koymak istiyor. Bu gücün büyük bir
terör ve dikta yaratması için bir sebep yok gibime geliyor. Kadim bürokratik
güç, sırtını baskıya ve diktaya dayayacağına, emekçilerle birleşir, onunla
birlikte yönetime el koyarsa belki baskı ve dikta gereğini duymaz. Ya da hafif
bir baskı ile yönetimi yürütür. Ben çok korkuyorum ki, Halk Partisinin zulüm
devrine bir daha dönüş olmasın.
İPEKÇİ — O halde ne yapmak lazım?
YAŞAR KEMAL — Anayasayı sonuna kadar uygulamak gerek.
Hükümetlerin, hangi hükümet olursa olsun, Anayasayı karşısına almaması gerekir.
AP yönetimi ele aldığından bu yana Anayasayı karşısına aldı. Gizli ya da açık,
Anayasayı uygulamamak için elinden geleni yaptı. Bilhassa ilericilere,
sosyalistlere karşı inanılmayacak bir baskı düzeni uyguladı. 27 Mayıstan sonra
gördük ki, Türkiyede örgüt olarak büyük güçler ilericilerdir, aydınlardır.
İlerici Anayasaya düşman AP, komprador burjuvazi, toprak ağaları bir daha 27
Mayıs tuzağına düşmemek için ilerici güçlerin karşısına karşı bir örgüt, bir
güç dikmek gereğini duydular. Bunun için camileri kullandılar. Bütünüyle
gericiliği kullandılar. Bu gizli güçler, AP’nin yardımıyla Konya olaylarını,
Kanlı Pazarları, Kırıkhanları yarattılar. Bence her şeyden önce AP yönetiminin
başını, kurduğu bu örgütler yemiştir.
İPEKÇİ — Peki, solun savaşında şiddet metotlarına
başvurulmasını uygun buluyor musun?
YAŞAR KEMAL — Şiddet zor yoldur. Her ne kadar kolay ve
düz görünüyorsa da, şiddet her zaman dolambaçlı, güç bir yoldur. İnsan mecbur
kalmadıkça şiddete başvurmaz. Şiddet çaresizliktir. Hemen hemen kuruluşundan bu
yana İşçi Partisi içindeyim, şu on yıldır Türkiyede İşçi Partililerin,
sosyalistlerin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. İşçi Partililer
inanılmaz bir baskıya, zulüm altında yaşamaya mecbur tutuldular. İşçi
Partilileri dövdüler, öldürdüler, işlerinden ettiler. Böylesine bir baskıya,
zulme maruz bırakılmış insanlar elbette buna karşı koyacaklardı, koymalıydılar.
Benim kanım şu ki, şiddeti doğuran şiddettir. Biz çok gayret ettik. Daha yeni
filizlenen sol, şiddete başvurmasın istedik. Demokratik yollardan emekçilere
biz bilinç götürürken, şiddetle karşılaşmayalım istedik. Anayasa, bizim
emekçilere gitmemize, onlara sınıf bilinci götürmemize, örgütlenmemize izin
veriyordu. Anayasanın tamı tamına uygulanmasını istedik. Yöneticilerin şiddete
başvurmamaları istemekten dilimizde tüy bitti. Biz şiddetin şiddet doğuracağını
biliyorduk. Ben bugünkü solun yersel bazı şiddet hareketlerini bir savunma
sayıyorum, hem de en meşru bir savunma.
İPEKÇİ — Yani meşru yoldan mücadele etmek imkanları açık
tutulsaydı, şiddet metotları...
YAŞAR KEMAL — Zannetmiyorum, olmayacaktı... Ben buna
inanmıyorum ve partinin içinde olduğum için inanmıyorum.
İPEKÇİ — Şimdi Aybar yeni bir parti kurma hazırlıkları
içinde görülüyor.
YAŞAR KEMAL — Ben Aybara güveniyorum. Aybar gerçek bir
sosyalist. Aybar bizim politikacılarımız arasında kendi kişiliğine ve
düşüncelerine saygı duymuş bir yiğit adam. Bizim çağımızda bağımsız düşünmek,
bir düşüncenin kutsallığına kendini adamak, gerekirse kendi üstüne, kendi
hataları üstüne yürümek güç bir iş. Aybar kendi hatalarımız üstüne yürümüş bir
insan. Bir sosyalistin işi, dünyayı temelinden değiştirmektir. Değiştirip de ne
olacak? Dünyayı ne için değiştireceğiz? İnsanları daha çok mutlu kılmak için.
Aybarla bu düşünceyi sonuna kadar paylaşıyorum. Hiçbir taviz vermeden... O
düşünce de şu: İnsan sosyalizm için değildir. Sosyalizm insan içindir. Eğer
sosyalizm, insanları eşit kılmıyorsa, mutlu yapmayacaksa, ki bu mümkün
değildir, başka yollar aramamız gerekir. Yahut da sosyalizmin uygulanmasında
bir yanlışlık var, kendi üstümüze yürüyerek bu yanlışlarımızı düzeltmeliyiz,
gözyaşlarımıza bakmayarak. Savaşlarımızda tek amacımız, insan soyunun mutluluğu
olmalıdır. Sosyalizm bir mutluluk aracı olmayacaksa ne yapayım ben o
sosyalizmi. Sosyalist düşünce bilimsel bir gerçektir. İnsanları mutlu yapmaması
için hiçbir sebep yoktur.
İPEKÇİ — Sosyalist anlayışınız nedir?
YAŞAR KEMAL — Sosyalizm yaşayan bir şeydir, ölü değil.
Her an hayatla tay gitmesi gereken bir düzendir. Her an yenilenen doğada, insan
toplumları da her an yenilenir, değişir. Evren sonsuz çelişkilerden ibarettir.
En büyük çelişki, sömürenlerle sömürülen sınıf arasındadır. Çelişkiler her
zaman niteliklerini değiştirecektir. Ana çelişkiler güçlerini uzun sürelerde
koruyabilirler. Ama onların da nitelikleri değişir. Bunun için bugünkü değişik
dünyamızda bir model sosyalizmin, bir tek modelin olabileceğine inanmıyorum. Bir
tek model sosyalizmi kabul etmek, Marksist düşünceye, diyalektiğe aykırıdır.
Marksist düşüncenin en yetkili bir adamı saydığım Lenin, devrimi yaptıktan
sonra, ya da devrime hazırlanırken kendi modelini yaratmaya uğraştı. Bütün
gerçek büyük sosyalistlerin kurdukları sosyalizm kendi yurt gerçeklerinden,
koşullarından doğmuştur. Sosyalizm modelini, çağın sosyal, ekonomik, coğrafik,
kültürel koşulları yaratır. Türkiyenin sosyalizmi, Türkiyenin tarihi, kültürel,
ekonomik, sosyal, coğrafik koşullarından doğacaktır. Sosyalizm durgun, ölü,
ölecek bir düzen olsaydı her an yaşayan, her an yaratılan, her an yaratan bir
düzen olmasaydı, ehh, belki de onun için bir tek model icat etmek olanağını
bulabilirdik. Eğer dünyamız bir elden çıkmışçasına inişsiz, çıkışsız, düzenli,
her yanı biribirine benzer bir dünya olsaydı, sosyalizmin belki bir tek modeli
olabilirdi. Bu kadar karmaşık, bu kadar çelişkilerle dolu bir dünyada bir model
sosyalizm olabileceğine inanmak, diyalektikten haberi olmamak demektir. Burjuva
düzenlerinin aşağı yukarı bir modelleri vardır. Çünkü burjuva düzenleri, doğaya
karşı, diyalektiğe karşı kurulmuş ölücü kuruluşlardır. Yaşayan sosyalizmi de
bir model kabul edemeyiz. Onun için her memleket kendi sosyalizmini öbür
kuruluşların deneylerinden de faydalanarak kendisi kuracaktır.
İPEKÇİ — Sosyalizmde bir model kabul etmediğine göre,
Türkiye sosyalizmi için şimdiden bir biçim düşünüyor musun, ya da düşünülüyor
mu?
YAŞAR KEMAL — Uzun süreli bir iştir. Bir memleketin
sosyalizmini bütünüyle o memleketin koşulları, o memleketin düşünürleri, o
memleketin emekçileri kurarlar. Kendine özgü sosyalizmin yaratılması uzun
süreli bir çabanın sonucunda olacaktır.
İPEKÇİ — Yönetimi ele geçirdikten sonra mı Türkiye
sosyalizmi kurulacaktır diyorsun?
YAŞAR KEMAL — Hayır. Şimdiden düşünülüyor tabii. Şimdiden
oluşmaya başlıyor Türkiye sosyalizmi.
İPEKÇİ — Şu halde bunun için önemli olan birikim midir?
YAŞAR KEMAL — Evet, birikim. Nasıl emekçi sınıfının
bilinçlenmesi bir birikim sonunda olursa, özgü sosyalizmler de birikimler
sonucunda, büyük çabalarla oluşacaktır. Emekçiyi bilinçlendirme birikimi nasıl
sosyalizme geçmek için kesin bir araçsa, kendine özgü sosyalizmi yaratmak da
ona bağlı bir birikim sonucu olacaktır.
İPEKÇİ — Senin edebiyatta yapmak istediğin de bu birikime
hizmettir denebilir mi?
YAŞAR KEMAL — Odur. Öyle düşünüyorum. Emekçileri
bilinçlendirmek için uzun yıllardan bu yana emekçiler arasında bulunuyorum.
Politika yapan bir adamım. Sanatım da buna bağlıdır. Onun da bilinçlendirmeye
yararı olmasını, hem de çok yararı olmasını isterim. Sosyalizm benim için
insanları bütün yabancılardan arıtıp bütün yozlaşmalardan kurtarıp kendi özüne
kavuşturmaktır. İnsanın bir tek mi özü var? İnsanın özü nedir? Belalı bir soru.
Bana öyle geliyor ki, insanın özü, onun yaratıcılığıdır. Ortaya gerçek, sağlam
bir insan tarifi koyabiliriz bu yoldan giderek: İnsan, yaratıcı bir mahluktur.
Gene yukarıda söylemiştim. Evrende iki sonsuz doğurgan yaratıcı güç vardır.
Biri insan, öbürü doğa. İnsan, yaratıcılığını yitirdiği gün, doğa
yaratıcılığını bitirdiği gün her şey bitecektir. Doğa da insan da yok
olacaklardır. Biz, sosyalistler olarak insanları yitirmiş oldukları yaratıcılıklarına
kavuşturmak amacındayız. Yeryüzünde en büyük çabamız budur. Çünkü sömürgenlerin
ilk ve başlıca işleri insanları kişiliklerinden sıyırmak olmuştur.
İPEKÇİ — Son olarak bir soru sorayım Yaşar. Genel olarak
tartışması yapılan bir sorun var. Sosyalist bir iktidarın kurulması şiddet
yoluyla mı olmalıdır, oy yoluyla mı olmalıdır? Bu tabii çok şematik bir...
YAŞAR KEMAL — Birikim yoluyla olmalıdır. Şimdi şudur;
bizim Türkiyedeki birtakım sosyalistlerin de hataları bu. Kimisi diyor ki, ben
oyla gelirim. Elbette en güzel şey, en makbul şey, proletaryanın halkın oyu ile
iktidara gelmesidir. Bundan daha ideal bir şey düşünülemez. Yalnız ben ille de
oyla gelirim diye kaideler koymak yanlıştır, sosyalizme karşıdır. Ben ille
şiddet yoluyla gelirim demek de sosyalist düşünceye karşıt olmak demektir.
Kaide konamaz. İlle ben gerilla yoluyla gelirim, dağdan inerim, Ankarayı işgal
ederim, yanlış bir düşüncedir. Marksizme karşıdır. O zaman nedir? O zaman
birikim sağlayacağım ben. İşçi, emekçi bilinçlenecek ve örgütlenecek.
Örgütlendiği zaman oyla gelir, oyla gelemezse öyle bir koşul doğar ki, öyle
gelir. Belki de helikopterle gelir!
Şimdi arkadaş, edebiyata gelince; biraz evvel dedim ki,
bizim işimiz kendi özüne kavuşturmak insanoğlunu. Ha, edebiyatın bunda büyük
büyük faydası vardır. Mesela ben Türk aydınlarından çoğunun iyi niyetine rağmen
sosyalizme yardımcı olacağına inanmıyorum. 200 yıldır Türk aydını Batının
maymunluğunu yapmıştır. Taklit etmiştir Batıyı... Maymun, yaratıcı değildir.
İnsana benzer ama, yaratıcı değildir. Türk burjuva aydınları da 200 yıldır
Batının maymunluğunu yaptığı için 200 yıl insana bir yardımı olmamıştır.
İPEKÇİ — Sen maymun olmak istemiyorsun?
YAŞAR KEMAL — Evet! Maymunlara karşı dövüşen adam maymun
olur mu canım? 200 yıldır insan soyuna hiçbir şey katmamış, çok az şey katmış
yahut da, ne bileyim ben, karıncanın sidiğini denize yaptığı gibi bir şey
yapmış. Buna da fayda denmez. Şimdi 200 sene sonra kendi özümüze dönelim, kendi
sosyalizmimizi, gerçek sosyalizmi kuralım derken, bunlar karşımıza geçerler
bizim. Bu sefer bunlar kendilerine model ararlar.
İPEKÇİ — Bunlar dediğin kim?
YAŞAR KEMAL — Aydınlar. Birtakım aydınlar model ararlar.
Ya Sovyetler Birliği modelini ararlar, ya Çin modelini ararlar. Halbuki Leninin
bütün çabası, kendi modelini yaratma çabası olmuştur.
İPEKÇİ — Allende’yi böyle kabul eder misin?
YAŞAR KEMAL — Allende benim için ideal. Ve dünyadaki
bütün sosyalistlerin yüreğine su serpti. Çünkü bir iddia vardı ki, Marksizme
karşı bir iddiadır bu, “Marksistler iktidara oyla gelemezler,” derler. Şimdi bu
tecrübede Allende, sonunda yenilse bile, “oyla gelemez” düşüncesinin yanlış
olduğunu göstermesi bakımından büyük bir iş yapmıştır. Yüreğime su serpti.
“Oyla gelemez.” Ne demek oyla gelemez? Gelir. Göbek ata ata gelir işte. Oyla da
gelir, şiddetle de gelir, bilmediğimiz türlü yollardan gelebilir. Yeter ki, bir
birikim olsun, yeter ki, bilinç birikimi olsun, yeter ki, örgüt birikimi olsun.
Yeter ki, kendi modelini yaratma birikimi ve çalışması olsun. Şimdi benim edebiyatta
yaptığım şey, edebiyatçı olarak, bununla tay giden bir hikayedir. Ben sanatçı
olarak elimden geldiğince kendi kendime, kendi değerlerimize karşı
yabancılaşmamaya çalıştım. Bilinçli olarak kendi gerçeklerimize, kendi insani
değerlerimize, kendi kendine sadık kalmaya çalıştım. Sanatımı memleketimin
koşullarından, kişiliğinden, renginden ayırmamaya gayret ettim. Her insanın bir
yoğurt yiyişi var. Her milletin de... Sosyalist insan yeni bir insandır.
Sosyalist sanatçı yeni bir sanatçıdır. Bu kendimize dönüşte, roman sanatında
birtakım kaynaklara başvurmak zorunluluğunu duydum. Dünyanın büyük ustalarından
yararlanmak, onlara çıraklık etmek olağandır. Stendhal’den, Balzac’tan,
Tolstoydan, Dostoyevskiden, Faulkner’dan faydalanmak olağandır. Dünyanın bütün
kültür değerlerine başvurmak zorundayız. Dünyada tek başımıza yaşamıyoruz. Amma
temel, kendimiz olacağız. Kendi kültür değerlerimiz ile yetiştikten,
büyüdükten, kaynaştıktan sonra elbette dünya kültürüne başvuracağız, dünya
kültür değerlerinden faydalanacağız. Yalnız, kendi kültür değerlerine sırt
çevirmiş bir kimse hiçbir zaman dünya kültür değerlerinden faydalanamaz. Bir
Türk romancısı, bir halk hikayecisi Köroğlunu nasıl anlatır bilmiyorsa, bir
masalcının ustalığına varmamışsa, Dede Korkutu okumamışsa, Yunusu
ezberlememişse, Karacaoğlanı, Pir Sultanı yüreğinin derinliğinde duyamamışsa,
onun bir Homerosu anlayabileceğini sanmıyorum. Bir Kafka’ya, Bir Çehova, bir
James Joyce’a varabileceğine inanamıyorum.
İPEKÇİ — Gene politikaya dönelim mi?
YAŞAR KEMAL — Dönelim.
İPEKÇİ — Sosyalist yönetimin kurulması şiddet yoluyla mı,
yoksa oy yoluyla mı olmalıdır?
YAŞAR KEMAL — Bence böyle bir sual sorulmamalı bile. İlle
de oy yoluyla gelirim diye bir kaide koymak sosyalizme aykırıdır. İlle de
şiddet yoluyla gelirim, o da aykırıdır. Mesele, birikim meselesidir. Emekçiyi
bilinçlemek, örgütlemek, onda yönetime el koyacak birikimi gerçekleştirmek.
İşte bütün mesele bu. Geleceğin koşulları bilinmez ki, yönetime nasıl geleceği
bilinsin. Tahminler yapılabilir ve bu tahminler her zaman doğru çıkmayabilir
de.
İPEKÇİ — İktidara gelmek için senin hiçbir tahminin yok
mu?
YAŞAR KEMAL — Ben Türkiyede işçi kadar köylünün de gücüne
güveniyorum. Devrimci yeteneğine inanıyorum. Ekonomik denge bozulduğunda, köylü
bugünkü durumundan aşağı bir yere indiğinde Türkiyede devrim gerçekleşebilir.
Köylünün bugün bulunduğu durumdan aşağılara inmesi gün meselesidir, bugünkü
gidiş, köylüyü şimdiki ekonomik düzeyinde tutamaz.
İPEKÇİ — Söz sözü açtı, unuttuk. TİP’ten neden
ayrıldığını söylemedin.
YAŞAR KEMAL — Basit bir gerçek. TİP niteliğini yitirdi.
Bürokratların eline geçti. Emekçilerden koptu. Bir aydınlar kulübü oldu.
Emekçilerden yana bir insan olarak TİP’te daha uzun bir süre kalamazdım. Yolcu
yolunda gerek. Ben kendi yoluma, onlar kendi yoluna.
İPEKÇİ — Teşekkür ederim.