HIDE
GRID_STYLE

OTORİTE VARSA ÖZGÜRLÜK YOKTUR!

SHOW_BLOG

Demir Küçükaydın'dan Mektup Var: "HDP'nin Barajı Aşmasının Örgütsel Sorunları ve Çözümü Üzerine"

Bu seçimler ikinci bir Kobani Zaferi olmak zorundadır. Ama zafer öyle kolay gelmez. Dişle, tırnakla, terle ve savaşlarda kanla kazanıl...


Bu seçimler ikinci bir Kobani Zaferi olmak zorundadır. Ama zafer öyle kolay gelmez. Dişle, tırnakla, terle ve savaşlarda kanla kazanılır.
Kobani Zaferinde, Kürt Özgürlük Hareketi en kıvrak ve esnek taktikle, dengelerdeki en küçük çelişkilerden yararlanarak Türk Hükümetini ve IŞİD’i tecrit edip, aynı zamanda tüm güçlerini Kobani Savaşına yığarak (Yani Türkiye ve Kürdistan’ın şehirlerinde sokağa çıkıp, Türk Hükümetinin direncini kırarak.) neredeyse umutsuz bir durumdan, (birkaç gün daha yardım gelmeseydi cephane de bitmişti ve neredeyse bir imha kaçınılmazdı) bir zaferle çıktıysa; bu seçimlerde de aynı esnekliği ve güç yığılmasını başarmak zorundadır.
Ama taktik esneklikler, bir noktaya yoğunlaşmalar vs. yetmez, bunlar olmadan hiçbir şey olmaz ama sadece bunlarla da bir şey olmaz. Milyonlarca insanın görünmeyen fedakârlıklarını, enerjilerini harekete geçirmek gerekir. Bu ise her şeyden önce canlı ilişkiler, iş ve güç birlikleri, yani örgütlenme demektir.
HDP’nin yüzde on barajını aşması için, akıllıca aday seçimleri; izlenen söylem; Demirtaş’ın önde görünümünün devamı vs. gibi birçok öneri yapılıyor. Bunlar doğru da olabilir ve önemlidir. Ancak örgütsel güç ve çalışma olmadan bunlar hiçbir anlam taşımazlar. Demirtaş’ın en güzel imajları, en akıllıca söylemleri, en akıllıca aday seçimleri bile eğer örgütlü bir çalışma yoksa yüzde onu aşmaya yetmez.
O halde, seçim sürecinde nasıl bir örgütlenme olabileceği, bunun sorunları üzerine açıkça konuşmak ve harekete geçmek gerekmektedir.
*
DEMİR KÜÇÜKAYDIN
Önce sorunlardan başlayalım.
Kürt Özgürlük Hareketi başından beri, Batı’da örgütlenmeyi hedeflemiş, bu alanda elinden geleni ve hatta gelmeyeni yapmaya çalışmıştır. Ancak bu girişimlerin neredeyse hepsi başarısız olmuştur ve başarısız olmaya devam etmektedir.
Özgürlük Hareketi, Batı’daki Türklere ulaşmak bir yana; Batı’daki Kürtleri bile örgütlemekte uzun süre başarısız kalmıştı. Ancak son zamanlarda Batı’daki Kürtler arasında küçük köprübaşları tutup gelişmeler sağlamaya başladı denebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’ın aldığı oylar, daha derinliğinde, bölgesel ayrıntılar düzeyinde incelendiğinde, Demirtaş’ın Türkler veya Batılılar arasında uyandırdığı sempatiye rağmen onlardan oy alamadığı; esas oy artışının şehirlerdeki Kürtlerin bir kısmının AKP’den kopuşundan ve HDP’ye yönelişinden geldiği görülmektedir.
Bu bile yetersiz olmakla birlikte, Kürtler arasında örgütlenmenin fazla bir sorun olmadığını; var olan sorunların daha kolay aşılabileceğini söylemek mümkündür.
Ancak Batı’daki tüm Kürtleri örgütlese ve desteğini alsa bile kendini Kürt olarak tanımlayanlar nüfusun yüzde yirmisini aşmazlar. Kürtlerin yarısı da AKP’ye destek vermektedir. Çünkü onlar hem toplumun en alt kesimleridir ve AKP iktidarı döneminde durumlarında belli bir düzelme yaşamışlardır; hem de dinsel bağlılıklarıyla kültürel olarak laik HDP’den ziyade AKP’ye yakındırlar. Yüzde dokuz HDP’nin Kürtler arasındaki Kültürel sınırları gibi görünmektedir. Büyük bir kıta kayması olmadıkça, bunun devam edeceği varsayılabilir.
Nüfusun yüzde sekseni isi, hala Kürt hareketinin çağrılarına şerbetli bir biçimde yerinde durmaktadır. Kendi öncelikleri ve hassasiyetleri vardır. Bu yüzde seksenin içindeki Aleviler ve Yaşam tarzı farklı olanlar bile, koskoca Kobani zaferinin kendileri için büyük anlamı ve önemini kavramaktan dahi çok uzaktırlar ve muhtemelen büyük çoğunluğu Kobani’nin adını bile duymamıştır veya orada ne olduğunu bilmemektedir. Yani durum böylesine fecaattir.
Oylarda yüzde biri artışın seçmenlerin bu yüzde sekseninden nasıl alınabileceğinde toplanmaktadır seçimin ve hatta Ortadoğu’nun kaderi.
*
Kürt Özgürlük Hareketi, şimdilik, Batı’nın en “marjinal” kesimlerine ulaşabilmiş, oralarda birer köprübaşı tutabilmiş ve onlardan bir destek alabilmiştir. Bunlar, küçük sol parti ve grupların bazıları; çevreciler, feministler, LGBTİ’ler, bazı “azınlık” veya “etni”lerin en politik ve sol kökenli kesimleri. Hepsi budur. Ama bunların hepsi bir araya gelse bile henüz o gereken yüzde biri sağlamaktan çok uzaktırlar.
Hatta bu kesimlerin, kültürel kotlarıyla, bizzat Batı’daki geniş ve yoksul kesimlere ulaşmanın bile önünde bir engel olma özellikleri de vardır. Çünkü bu gibi kesimler, aslında iyi kötü daha hallice, hatta üst sınıflara yakın insanlardır.  Bunların giyinişleri, halleri, dilleri, bulundukları veya yaşadıkları yerler vs. ezilen geniş kitlelerde hem uzaktır hem de onlarda sempati uyandırmamakla kalmaz, kuşkuları ve mesafeli duruşlara neden olurlar.
Hatta HDP’nin esas Kürt tabanı ile bu kesimler arasında bile kesin bir kültürel ve sınıfsal doku uyuşmazlığı vardır. Bir HDP toplantısına ya da kongresine gidin şunu görüsünüz. Kürtler son derece yoksul kesimlerdir, özelikle gençler proletaryanın en alt kesimleridir. Bir de onların yanında orta sınıf hatta üst sınıf Türk sosyalistler, feministler vs. ve “azınlık” “Marjinaller” vardır. Arada da koca bir uçurum.
Bu küçük köprübaşına dayanarak geniş yüzde seksene ulaşmak bir yana, şu ana kadar HDP bunları içinde kaynaştırabilmiş değildir. Kaynaşabilecekleri de şüphelidir hatta bu örgüt yapısıyla kaynaşmaları olanaksızdır.
Neden?
*
Bu sorunla Komünist hareket de tarihinde karşılaşmıştı. Bir yanda kendi sınıfına yüz çevirmiş, onda bir gelecek göremeyen burjuvaziden gelen aydınlar; diğer yanda en insanlık dışı koşullarda yaşadığı için radikalize olan ve aynı zamanda modern üretim tarafından ortaçağın köylülerinden farklı olarak modern bir biçimde örgütlenebilen bir işçi sınıfı vardı.
Aslında Lenin’in Kautsky’den aldığı İşçi Sınıfına bilincin dışarıdan götürüleceği, bu bilincin taşıyıcısının da aydınlar olduğu düşüncesi, bu sorun ve bunun çözümüyle ilgilidir.
Bugünkü HDP bazı bakımlardan 60’ların TİP’ine benzemektedir. TİP’de başlangıçta sendikacıların kurduğu bir işçiler partisi olarak ortaya çıkmıştı. Sonra böyle yürümeyeceği görülünce aydınlara yönelmiş ve Aydınların TİP’e muazzam bir akışı olmuştu. Bu muazzam akışla, bu akışın bir ifadesi olan Çetin Altan’ların TİP’ten aday olmalarıyla TİP 15 milletvekili çıkarmıştı. Bugün önümüzde 65 seçimleri var diyebiliriz. TİP’in 15 milletvekilinin karşılığı yüzde on barajının aşılmasıdır.
HDP de bir Kürt partisiydi, şimdi TİP’in aydınlara yönelmesi gibi, Türkiyelileşmek diyor ve Aydınların gerçekten bir akını başlamış bulunuyor.
Ama TİP bu ikisini kaynaştırmayı başaramadı. Çünkü İşçiler partisiyken Sendikacıların partisi oldu. Aydınların egemenliğine karşı bütün organlarda işçilere çoğunluk diyerek sendikacı bürokratlar ve burjuva sosyalisti aydınların tencere ve kapağı gibi birbirini tamamladığı parti olabildi. (Benzer sorunlar HDP’nin de önünde bulunmaktadır.)
Bu aydınları ve işçileri, 60’ların TİP’inde olduğu gibi farklı kotalarla bir arada tutma çabası bunların ezel ve ebediyen ayrı kalmaları sonucunu yaratıyordu. Sosyalist hareketin tarihsel deneyi ise bunları bir tek sosyalist bilinç içinde kaynaştırmanın; bir amalgam haline getirmenin tek çözüm olduğunu bulmuştu.
Kıvılcımlı’nın güzel benzetmesiyle, aydın kalaya benzer, işçi bakıra ikisi de tek başına yumuşak metallerdir ve bir işe yaramazlar; ancak bunlar aynı potada eriyip tunç olduklarında insanlığı cilalı taş devrinden tunç devrine geçiren çağ atlatan bir manivela olabilirler.
Bu büyük tarihsel deney, geçerliliğini hala korumaktadır.
Ve dünya ölçeğinde baktığımızda işimiz yüz yıl öncesinden çok daha kolaydır. Bugünün aydınları büyük ölçüde iktisadi ilişkiler içindeki konumlarıyla bir burjuva olmaktan çıkmış, bir ücretliye dönüşmüşlerdir. (Örneğin Gezi’nin demokratik karakterini veren bunlardı) Öte yandan daha alt tabakalardaki ücretliler de medyanın yaygınlaşmasıyla giderek modern toplumun alışkanlıklarını vs. benimsemekte; kültürel kopukluklar aşınmaktadır. Hem de bu süreç dünya çapında işlemektedir.
Ancak dünya çapında genel eğilim böyle birlikte, kısa vadede ve Türkiye’de bu kopukluk HDP’de katmerlenmiş ve kangrenleşmiş halde varlığını sürdürmektedir.
*
Birincisi HDP’de hala bireysel üyeliğe dayanan bir örgütsel hayat yoktur. Üyeler büyük ölçüde örgütleri aracılıyla temsil edilmektedirler. Bunların yazılı olmayan kotaları bulunmaktadır. Yani İşçi hareketinin tarihsel deneyine bile henüz çok uzak bir durumda, 60’ların TİP’i durumundadır HDP.
Öte yandan tüm bu örgütlerin bir tek parti üyeliğinde kaynaşması bizzat bu örgütlenme modeli nedeniyle olanaksızdır. Tıpkı Hindistan’ın kastları gibi bir durum vardır. Hindistan’da dokunulmazlar aslında bir kast değildir, ama kast sistemi içinde fiilen bir kast durumunu alırlar. HDP içinde de bir de bireysel üyeler veya “münferitler” vardır ama bunlar da münferitler veya örgütsüzler örgütü gibi bir örgüt muamelesine uğramaktadırlar.
Geçen yaz, HDK ve HDP’de bireysel üyeliğe yönelik ve özellikle bireysel üyelerden çok olumlu yankılar alan bir imza kampanyası başlatmıştık HDP’nin kuruluşundan az önce, ama örgütler bunu kendilerine karşı bir tehdit ve saldırı olarak gördüklerinden karşı tavırlar aldılar ve uygulanmak bir yana tartışılma olanağı bile olmadı. Kürt hareketi bunu istese belki olur ama böylece kişiliksiz örgütlerle uğraşmak daha kolay olduğundan, onları birbirine karşı dengelemek daha mümkün olduğundan, onlar da kısa vadeli çıkarları düşünüp kıllarını kıpırdatmıyorlar.
*
Varsayalım ki, böyle örgütsel ve tüzüksel engeller olmasaydı bile, bu kaynaşma olur muydu ve Türkler bu örgüte çekilebilir miydi?
Bu durumda bile şüphelidir. Çünkü aynı programda anlaşmak yetmez; iktisadi ilişkiler bakımından aynı sınıfsal konumda olmak yetmez; aynı kültürel kotlar ve politik kültüre ilişkin kotlar da önem taşımaktadır.
Tipik bir örnek verelim. Kürt hareketi içinde Öcalan dokunulmaz tabudur. Her şeyi tartışabilirsiniz, ama Öcalan’ı değil. Onu tartıştığınız an her şey biter. Kürt hareketi açısından bunun anlaşılmayacak bir yanı yoktur: denenmiş ve uzak görüşlü önderler kolay çıkmaz ve hareketin başarısında bu tür önderlerin varlığı çoğu kez tayin edici olur. Öte yandan Özgürlük Hareketine düşman olanlar da bunu en çok Öcalan üzerinden yaparlar. Bütün bunlar nedeniyle Öcalan’ın bir Bayrak işlevi vardır ve onun kutsallığı ve tartışılmazlığı aslında Türkler için Türk bayrağının kutsallığı gibidir.
Ancak elbet biz bunu böyle görebiliriz tarihsel deneye dayanarak ve sosyolojik bir bakış açısıyla ama normal vatandaşlar; Batı’daki şehirliler için, her hangi bir kişi veya fikrin tartışılmaz olması kabul edilemezdir. Bu noktada kesin bir uzlaşmazlık ortaya çıkar. İçerik olarak Öcalan’ın görüşlerine, programına, stratejisine yakın duranlar, destekleyenler bile sırf bu nedenle uzak dururlar.
Başka bir örnek. HDP’nin bir ilçesi açıldığında, yoksul Kürt gençleri, hem sınıfsal radikalliklerinin ve hınçlarının; hem de Kürt olarak ezilmişliklerinin bir ifadesi olarak oraya hemen bir Öcalan resmi koyuyorlar. Bu o Kürt gençleri için anlaşılabilir; ama “Türkiye Partisi” olmak için ulaşılmak istenen kesimlerin en ileri ve anlayışlı olanlarının bile kabul edeceği bir şey değildir. Haydi, örgüt içindeki üç beş Türk ses çıkarmayıp görmezden geldiler diyelim. Ama Öcalan’ın resminin olduğu yere Batı’nın insanlarını bugün getirmek olanaksızdır.
Başka bir örnek. Toplantıda şehir orta sınıfları ve kadınlar diyelim ki bacak bacak üstüne atıp öyle konuşuyor. Bu son derece normal bir şey. Oradan bir Kürt genci çıkıp bacak bacak üstüne atmayın deyince, diğerlerinin “hop nereye geldik, ne oluyoruz” demesinden daha doğal bir şey olmaz.
Şimdi bununla örgütlerin kotalarından ve örgütler aracılığıyla karar verme yapısı; bu nedenle Türk sol örgütlerinin esas olarak zaten HDP’nin örgütsel hayatına katılmadıkları; diğer “marjinal” kesimlerin örgütlerinden gelenlerin de orada kendilerini evlerinde hissetmediklerini göz önüne alındığında, HDP de önceli gibi, aslında bir Kürt örgütü olarak kalmaya mahkûmdur ve öyledir. Az çok bu iki farklı kesimin aynı örgütte çalıştığı yerlerde bile Kürtler ve diğerleri zeytinyağı ve su gibi birbirilerinden ayrı durmaktadırlar.
Bu iki kesim arasında bu alanda nispeten deneyli Türk solcuları bir yandan bireysel üyelik zorunluluğu nedeniyle örgütsel hayata katılsa; diğer yandan Kürtler içindeki oldukça geniş ve radikalleşmiş üniversite öğrencileri kesimi yer alsa belki bu kopukluk ilerde bilinçli ve uzun vadeli bir çabayla bir ölçüde giderilebilir ve Tunçlaşılabilir. Ama şimdilik, hele seçim dönemi hay huyu içinde bunun uygulanması mümkün görülmemektedir.
*
Bu durumda şu sonuç ortaya çıkıyor. Dışarıda Demirtaş’ın ve söylemin oluşturduğu imajın verilen mesajın aksine, HDP örgüt olarak Türkiye’nin batısındakilere ulaşacak örgütsel bir asgari taban ve yapıdan yoksundur; esas olarak bir Kürt örgütü olarak kalmaya devam etmektedir. Hoş olmasa da verili durum budur.
Öte yandan şunu görüyoruz, birçok insan bu imajdan ve söylemden ve mesajlardan etkilenerek hem HDP’nin kazanmasını istemekte, hem de ona destek vermek için kendiliğinden örgüte gelmektedir. Ama orada kendi beklentilerini karşılayacak bir örgütse yapı bulamamaktadır.
Bu çok kötü durumu, hiç çekinmeden açıkça ortaya koyup neler yapmak gerektiğini tartışmak ve çözüm yollarını aramak; deneme yanılma yoluyla denemeler yapmak gerekebilir. Ama bunar uzun vadeli işlerdir. Şu ara seçim var ve zaman hızla akıyor. Bu durumda en azından geçici olarak ne yapılabilir?
Soru budur.
*
Bizim önerimiz şudur. HDP örgütü fiilen Kürtlere yönelik ve onlara dayanan bir örgüt olduğuna göre, Türkler arasında yaşayan ve oradan HDP’ye oy akışı sağlamak isteyenlerin, HDP örgütsel disiplini ve inisiyatifinin dışında, HDP’ye destek veya yüzde on barajını aşma için çalışma girişimleri veya komiteleri kurmalıdırlar.
Elbet fiili çalışmada HDP ve örgütleriyle eşgüdüm ve yardımlaşmayı dışlamaz bu. Ama kısa vadede zaafı bir ölçüde olsun gidermek; elleri kolları serbest, öncelikleri ve stili başka bir çalışma yürütmek için başka yol yoktur.
Özellikle Batı’da (Kürdistan’da da Türkler arasında) HDP’nin örgütsel olarak Türklere ulaşma şansı yoktur ve yolları tıkalıdır. Öte yandan örgütsel olarak insanlara ulaşmadan yüzde onun aşılması çok zordur.
Bu komitelerde veya girişimlerde HDP’ye sempati bile duymayan ama Erdoğan’ın diktatörlüğe gidişini durdurmak için HDP’nin yüzde onu aşması gerektiğini düşünenler bile çalışabilmelidir.
Bu çok mu ütopik bir görüş? Sanmıyoruz. Bunu destekleyen iki örnek bizzat Kürt Hareketinin tarihinde var.
Birinci örnek. Biliniyor 2007 seçimlerinde, “Bin Umut Adayları” vardı. Bu adaylar esas olarak Batı’daki Kürtlerin oylarıyla seçilmişlerdi: Ancak bunlar içinde Ufuk Uras’ı desteklemek için, Ufuk Uras’ı desteklemeyen ÖDP’den ve Kürtlerden bağımsız bir destekçiler hareketi ve örgütlenmesi oluşmuştu. Ve bu örgütlenmenin çalışmalarının kazandırdığı, Kürt oylarına eklenmiş beş on bin oy sayesinde Ufuk Uras seçimi kazanabilmişti.
HDP’nin bugün elbet işi daha kolay ve HDP’ye lazım olan da yüzde bir ikilik bir artış sağlamak. Böyle girişimler ve örgütlenmelerin böyle bir artışı sağlayabileceğini gösteriyor u deney.
Ayrıca şunu da belirtelim ki, bu girişimin çalışmaları sayesinde politikleşen ve radikalleşenler HDP içinde neredeyse ona en tutarlı desteği sunan sol örgütün (Yeşiller ve Sol Gelecek) temelini oluşturmuşlardır.
Bir diğer örnek Mersin’de 2011 Seçimlerinde Ertuğrul Kürkçü’nün seçim kampanyasıdır. Bu kampanyaya, sadece Ertuğrul’un içinde bulunduğu örgütten değil, yüzlerce insan sadece Ertuğrul’un sembolik ismi ve sosyalist kimliği nedeniyle uzak yerlerden gelip çalışmalara katılmışlardır. Elbette Ertuğrul’un kazanmasının temelinde de Kürtlerden gelen oylar vardır. Ama bu gibi çalışmaların da hiç küçümsenmeyecek bir katkısı olduğu görülmüştür.
*
Bu seçimlerde, bu iki örneğin tecrübelerinden hareketle benzer biçimde davranılabilir. HDP’nin yüzde onu aşması için çalışmak isteyenler bir araya gelip sadece bu hedefe yönelik olarak komiteler, girişimler kurmalı ve çalışmalara başlamalıdırlar.
HDP ile elbette işbirliği olanakları aranmalıdır ve HDP isterse bunlara yardım etmelidir ama bunlar HDP’lilik üzerinden değil, HDP’nin yüzde onu aşması hedefi üzerinden daha geniş bir kitleyi kapsayıcı ve seçim çalışmasını bu yönden yürütücü olmalıdır.
Böyle bir çerçeve, pek ala bir Marksist’in, hatta bir CHP’linin bile, “ben CHP’liyim ama bu seçimde HDP‘nin yüzde ona aşması, Erdoğan’ın diktatörlük heveslerini kırmak için şarttır. Bu nedenle HDP’ye oy verilmelidir” diyebileceklerin de bu çalışmalarda yer almalarını sağlayabilir.
HDP kendi açısından elbette, “biz yüzde onu aşmak için dilenmiyoruz, bizde gönlünüz varsa verin” tarzında kendi propagandasını yapabilir. Doğrusu da budur kendisi açısından. HDP’nin diğerini söylemesi de zaten doğru olmaz
Böylece birbirlerini bağlamadan ve engel olmadan fiili ve nesnel bir işbirliği içinde çalışabilirler.
Yani bu komiteler HDP’nin seçim çalışmaları için değil; HDP’nin yüzde onu aşması için komiteler olmalıdır.
Böylece çok geniş kesimler bir araya getirilebilir.
Haydi göreve.

Demir Küçükaydın - 10 Mart 2015 Salı

(Bu yazı, Demir Küçükaydın'ın Demirden Kapılar (http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/) bloğunda yayınlanmıştır. Yazının DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'ta yayınlanmasında kendisinin onayı vardır)