Yobazlık, toplumsal yaşamdaki gelişmeye uyum sağlayamayan, çeşitliliği sindiremeyen insanın yaşam karşısındaki güçsüzlüğünden beslenir. O yüzden büyük kente göçünce yobazlaşan köylü ‘profesör’ unvanını da alsa, “Bir tenhada can cananı bulunca / Sinemi yaralar dil gizli gizli” dizelerini bile müstehcen bulabilir.
Çünkü gerçekten de köyde gizli gizli yaşanan sevi, türkünün göz yaşartıcı güzellikteki dizelerinde, işitenlerin gönüllerine silinmez biçimde işleniyor, yani açığa vuruluyor. Yobaz ise yalnızca, gizli olanın öğrenilmişliğiyle ilgilenebiliyor, güzelliğin tadını çıkarabilecek gücü kendinde bulamıyor. Bir evin perdesi açıksa, dışarıdan başını çevirip bakmanın bile ayıp olduğu durumların, gizlice kasete çekilip, internetle, basınla yayılmasına, kurbanlarına şantaj yapılarak bir ülkenin kuşatılmasına alet edilmesine ise sesini çıkarmıyor.
Bu köylü kente göçünce bir bakıyor ki, kızların bacakları ortada… Yazın mayolarla hepsi erkeklerle birlikte denize giriyorlar. Sevgililer tenha aramadan, tanınmayacakları yerlerde el ele, kol kola, yanak yanağa, buluşuyorlar, sevişiyorlar… Daha kentli kızın giyimini görür görmez aklına cinsel ilişki gelen, o giyimi görünce başka bir şey düşünmeyen bizim köylü, “azıcık durayım, bakayım, anlayayım, koca bir kent ülkesi tümden namussuz olamaz” diye düşünüp anlama olanağı bulamadan büyük kentlerde çoğunluk onların oldu. Kentte bir “tenha” görür görmez aklına cinsel eylem gelen zavallı ‘göçmüş köylü’, Şehir Hatları vapurlarını ele geçirince, vapurların alt salonlarını kapattı, parkları ele geçirince parklardaki tek duran bankları sevgililer birbirlerine yakınlaşmasın diye, elinden geldiğince ikili üçlü bitişik banklara dönüştürdü. Büyük park ve korularda ağaçların arasındaki bitki örtüsünü, çalıları, yüksek otları, alçak dalları –oralarda yaşayan hayvanların yurdunu yok ettiğini düşünmeden– yersiz sevgililer aralarına gizlenmesin diye söktü, kesti, çöp yapıp attı. Evde kızlarının başını kapattı. Kentte görüp anlayamadığı, anlayamadığı için de benimseyemediği şeyleri laik okuldaki eğitimden bildi. Zaten 12 Eylül’ü yapanlar hazırdılar. ‘Göçmüş köylü’ye İmam Okulu adındaki meslek okullarını sundular. Bir süre sonra, yöneticileri –hangi partiden olursa olsun– onlardan olmaya başladı. Yaşamı yaşamına benzemeyen kentlinin, Müslümanlığını da kendi Müslümanlığına benzetemedi göçmüş köylü.
“Senin oğlun, kızın imam okuluna gelsin” tuzağını kurmuş olanlara, “benim oğlum, kızım imam olmayacak, doktor olacak, mühendis olacak, öğretmen olacak, hemşire olacak” diyecek gücü kendinde bulamadı.
Şimdi oğlunun, kızının imam okullarında, cemaatlerde, tarikatlarda, kuran kurslarında dinini öğrendiğini, böylece namussuzluktan uzak kalacağını, kendisi köyden geldiğinde içine düştüğü yaşamı yaratmış kurumların ise namussuzluk ürettiğini sanıyor.
Ama o bir, üç, beş değil. O, kentlerde çoğunluk oldu. Koca devleti ele geçirdi. Bir ülkenin halkını yöneten oldu. Onu kentteki göç toprağı yetiştirdi. Bu başka biri artık. Ne köylüye benzer, ne kentliye. Bu ‘kente göçmüş köylü’nün çoğunluk olduğunu anlamış olanıdır. Ona bilgisiz olduğunu, bilimi, uygarlığı, kültür çeşitliliğini, düşünce ve inanç çeşitliliğini benimsetmeden, Türkiye’nin geleceği karanlıktır. Bence “Köy Enstitüleri kapatıldı” diye yazıklanmak yerine, artık bir an önce ‘Kent Enstitüleri’ kurulmalı, ülkesini de satsa namuslu kalacağını sanan ‘göçmüş köylü’, kent ve yurttaşlık eğitiminden geçmelidir.
KÖYLÜ FAŞİZMİ
Din faşizmi, şeriat faşizmi geliyor sanılıyor. Bir açıdan bakınca doğrudur. Ama kaynak din değil, çeşitliliği bilmeyen ‘kente göçmüş köylü’ faşizmidir. Faşizm yalnızca AKP ile geliyor sanılıyor. Gerçekte, bütün partilerle geliyor. Emperyalizmin başı, bu dinci-işbirlikçi partiye bu faşizmin öncülüğünü yaptırıyor. Yıllardır söylenegelen ‘muhalefet yokluğu’ gerçeğinin kaynağı da, bütün partilerin insan yapısındaki bu büyük benzerliktir. Geçmişe bakıp bakıp yazıklanmak yerine, bugün için bir şeyler yapmalıyız. Kentleri dolduran, devleti göçüren, satıp savan ‘göçmüş köylü’nün kent uygarlığıyla tanıştırılıp eğitileceği “Kent Enstitüleri” bu işlerin en önemlilerindendir. Üstelik devletten bir şey beklemeden, halkın öncülüğüyle… (Hürriyet Yaşar - Dünyalılar)