Kandil’de KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok ile yaptığımız iki bölümlük söyleşinin ilk bölümünde 2015 Newroz’unun ardından seçim sathı mailinde yaşanan gelişmeler üzerine konuştuk.
Bu ilk bölümde Kürt hareketinin Dolmabahçe ve Newroz hamlesi, bunlarla bağlantılı olarak AKP içinde açığa çıkan kriz, iktidarın anti-demokratik düzenlemelere hız vermesi, seçim öncesi provokasyon olasılıkları, TSK’nın yeniden öne çıkmaya dönük hamlelerine odaklandık.
AKP’nin temel korkusunun serhıldanlarla Gezi ruhunun birleşmesi olduğunu belirten Ok, Dolmabahçe ve Newroz hamleleriyle AKP’nin krizinin derinleştiğini, bunun Türkiye halkları açısından hayırlı bir gelişme olduğunu belirtiyor. Yaşananların güçlü bir AKP’nin Kürt sorununu çözmeyeceğini gösterdiğini söylüyor ve çözümün garantisinin ise AKP olmadığını, Türkiye halklarının mücadelesi olduğunu vurguluyor.
Hakan Fidan’ın istifasıyla ilgili olarak Ok, Fidan’ın süreçteki tıkanıklığın derinleşeceğini hissederek böyle bir girişimde buluşmuş olabileceğini ifade ediyor. Ok, zayıflayan AKP’nin seçim öncesi provokasyonlara girişebileceğini, MGK’da savaş kararı alındığını bildiklerini ancak seçim öncesi bir savaş halinin AKP açısından işleri daha da zorlaştırabileceğini belirtiyor.
(Editörün notu: Röportajı edit ederken mümkün mertebe konuşma dilini bozmamaya, olduğu gibi aktarmaya çalıştık. Yalnızca, sözlü olarak dinlerken jest ve mimiklerin tamamlayıcılığıyla anlaşılabilen ancak yazıya aktarıldığında anlaşılması güç olan cümleler üzerinde kimi düzeltmeler yaptık.)
Sendika.Org: 2015 Newroz’u geçti. Sizin daha önce çözüm sürecini boşa çıkarır diye tanımladığınız iç güvenlik paketi AKP tarafından Meclis’ten geçirildi. Erdoğan’a kapalı istihbarat, kapalı savunma hizmetleri adı altında bir operasyon yetkisi – olanağı veren cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneği Meclis’ten geçirildi. İnternet sansürü geçirildi. Aynı süreçte Erdoğan, “izleme heyeti ve Dolmabahçe toplantısı doğru değildir” ifadelerini kullanırken Erdoğan’la hükümet arasında ekran önüne yansıyan bir gerilim yaşandı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, bu süreçte Erdoğan ve hükümetin tutumunu ve yaşanan gerilimi?
Sabri Ok: Dolmabahçe açıklaması önemliydi. Orada müzakere taşları kapsamında kamuoyuna açıklanan 10 madde bize göre Türkiye’nin demokratikleşmesini hedefleyen bir açıklamaydı. Özü, yeni bir demokratik anayasadır. AKP’yi bu anlamda müzakere noktasına çekmek, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açmak, Kürt sorununun çözümünün önünü açmak yönünde bir açıklamaydı. Ardından biliyorsunuz Newroz açıklaması oldu, deklarasyon şeklinde Reber Apo’nun. O da tamamlayıcıydı.
Fakat hemen ardından AKP cephesinde yine Erdoğan’ın açıklamalarına baktığımızda tezat teşkil eden bir tutum içine girdiler. Sürecin ilerlemesi, bu on madde üzerinde müzakere yapılması yerine Erdoğan, açıklamalarıyla birçok şeyi reddeden bir tutum içine girdi. Belirttiğiniz gibi izleme heyetinin bilgisi dışında olduğunu söylemesi, yine Dolmabahçe açıklamasını doğru bulmadığını söylemesi, “Bu tür tutumlarla İmralı meşrulaşıyor” gibi açıklamalarıyla…
Aslında kafasının arkasında saklı tuttuğu birçok şeyi daha açık kamuoyuyla paylaşmak zorunda kaldı. Bir de İç Güvenlik Paketi var. Üzerine daha çok otoriterleşen, daha çok diktatörlük sürecine giren Erdoğan’ın kendisi için yaptırdığı yasal düzenlemeler geldi. Özel bir istihbarat, özel bir bütçe… Tüm bunlar diktatörlerin yaptığı şeylerdir, dünyada da böyle. Kendilerine bağlı özel hareketler, örgütler kurarlar. Erdoğan da bunu yapmaya çalışıyor. Bakıyoruz, gerçekten bu sürecin ilerlemesini isteyen bir AKP’nin bu tür söylemlerden, tutumlardan uzak durması lazım. Eğer gerçekten demokratik bir sürecin gelişmesini istiyorsa bu iç güvenlik paketini insan nereye koyacak?
AKP’nin temel korkusu serhıldanlarla Gezi ruhunun birleşmesi
Zaman zaman kendileri de böyle gizli açık ifade etmek zorunda kaldılar; bu iç güvenlik paketinin esas amacı Türkiye demokratik hareketinin, devrimci hareketinin, kitleselleşen eylemliklerinin önünü almak. Gezi burada çok önemli, çünkü AKP’yi, Erdoğan’ı çok ürküttü, çok değerliydi. Yine 6-7-8 Ekim serhıldanları Kürdistan’da gelişti. Bu da çok ürküttü. Temel kaygısı da Kürdistan’daki serhıldanlarla Gezi ruhunun birleşmesi. Bundan çok çekiniyor, çok ürküyor. Bunların önünü almanın paketidir. Bu neyi gösteriyor. Türkiye’de demek ki kamu güvenliği, istikrar daha faşizan yasalarla, baskıcı yasalarla olacak. Örnekleri var, dünyada daha diktatör rejimler, kişilikler en çok istikrardan bahseden kişilerdir. İstikrar olsun, yeni saltanatları, iktidarları rahat kalsın, hiçbir tepki gelişmesin. İstikrar dedikleri odur. Türkiye’de de Erdoğan bunu istiyor. Bunun için ne lazımsa yasal zeminde bunun hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyor. Güvenlik paketinin amacı bu.
Öbür yandan bakıyoruz Erdoğan, “Kürt sorunu yoktur” diyor. Bir sorunu çözmeye çalışıyorsun ama sorunun kendisini yok sayıyorsun, büyük bir çelişki. Ama tabii bu, Erdoğan açısından yeni bir durum da değildir. Erdoğan hatırlarsınız daha önce de “Düşünmezseniz yoktur” demişti. Ve demokratik devrimci hareketlere, Kürt demokrasi hareketine karşı gerçekten büyük bir öfkesi vardır Erdoğan’ın. Zihniyetinden kaynaklıdır. İstikrar olsun, yeni saltanatları, iktidarları rahat kalsın, hiçbir tepki gelişmesin. Neo-Osmanlıcık gibi bir halife edasıyla kendisini görüyor. Bakıyorsunuz, böyle bir zihniyette böyle bir yaklaşımda gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesi, müzakerenin gerçekleşmesi ilerlemesi çok güç. Anlaşılıyor ki şimdiden böyle tartışmaların önünü kapatmaya çalışıyorlar.
Apo’nun müdahalesi AKP içi çelişkileri harekete geçirdi
Şu önemlidir bizce; Önder Apo’nun Dolmabahçe açıklaması ve Newroz deklarasyonu aslında Türkiye’nin siyasi gündemine bir müdahaleydi. Dikkat edilirse ondan önce tartışılan daha çok güvenlik paketi gibi AKP’nin belirlediği gündemlerdi. Ama Dolmabahçe açıklaması ve Newroz deklarasyonundan sonra gündem değişti. Tartışılan ne oldu? AKP’nin iç sorunları oldu, deşifre oldu sorunlar, ilk kez bu düzeyde açığa vurdu. Hükümet bir tarafa Erdoğan bir tarafa düştü, birbirini doğrulamayan açıklamalar yaptılar. Öbür yandan Gökçek’le Bülent Arınç arasındaki çelişkiler çıktı. Aslında bunlar su yüzüne vuran çelişkiler, sorunlardır. Bir de daha açığa çıkmayan şeyler de var, AKP içten kaynar hale geldi. Aslında bizim dayattığımız müzakere, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü süreçleri sonucunda şimdiye kadar bir şekilde üstünü örttükleri çelişkiler açığa çıktı. Neden? Artık demagojiyle, algı yaratarak hareket edemeyeceğini anladı. Bu alan daraltıldı AKP’ye. Bugüne kadar sanki işler yolunda gidiyordu. Öyle söylerdi hükümet yetkilileri, “Her şey yolunda gidiyor, çözüm süreci yolunda gidiyor” diyorlardı. Payeyi de kendilerine çıkarıyorlardı. Fakat bu manevra alanı, algı yönetme alanı daraltılınca enerjileri, tepkileri içe yönelmeye başladı. Bu da AKP’nin gerçeğini ortaya çıkardı.
AKP seçimlerde zorlanacağını görürse provokasyon yapabilir
Şimdi ne olabilir? Benzeri başka durumlar da vardır. Erdoğan’ın izleme komisyonuna karşıyım demesinden sonra Davutoğlu “Sayın cumhurbaşkanıyla istişare yaparak adım atacağız” dedi. Bunun anlamı nedir: Erdoğan’sız adım atmayacağız. Erdoğan’ın da hangi noktada olduğu ortada. Demek ki zaten ilerlemeyen ve bize göre donma noktasında olan sürecin tamamen tıkanması için bir zemin, bir siyasi psikolojik bir durum yaratmaya çalışıyorlar. Bunun bir adım ötesine de gidebilirler. AKP seçimlerde zorlanacağını görür, düşünürse muhtemeldir, provokasyonlar da yapabilir. Kürt legal siyasetine, demokratik siyasetine, Türkiye devrimci hareketine, Kürdistan’da gerillaya karşı süreci tersyüz edebilecek bazı gelişmeleri de beklemek mümkün.
Siz de istikrar söyleminden bahsettiniz. AKP içi gerilimin yansıdığı dönemde Abdülkadir Selvi gibi yandaş yazarlar AKP’nin istikrar sayesinde iktidarını koruduğunu, bu görüntülerle ise büyünün bozulduğunu, halka kriz işareti verildiği yazdı. Erdoğan’ın izleme heyetinden haberinin olmaması, Efkan Ala ve Yalçın Akdoğan gibi iki temel kadrosunun yer aldığı Dolmabahçe toplantısı için ondan onay alınmamış olması mümkün mü? Bu gerilimi ne tetikledi? Seçim sürecinin beklediği gibi gitmemesi, 2015 Newroz’unun AKP’nin beklediği/kurguladığı gibi geçmemesi mi? Sanki burada çözülen, kendi stratejilerine göre gitmeyen bir şeyler var.
Bunların “müzakere, süreç iyi gidiyor, sorun yok” şeklinde açıklamaları vardı; önderliğin yapacağı açıklamadan beklentileri farklıydı. Onlar şunu beklemişler ki önderlik şöyle bir açıklama yapacak: PKK silahları bırakıyor. “İyi gidiyor” dedikleri, herhalde bunun üzerine yaptıkları bir değerlendirmeydi. Tabii böyle bir açıklama olmadı.
Silahı da tartışabiliriz ama AKP arabayı atın önüne koşuyor
Biz, sürecin ilerlemesini istiyoruz. Silahı da tartışma, değerlendirme konusu yapabiliriz. Ama dünyanın her tarafında olduğu gibi sorunlar çözülür, geri dönülmez bir noktaya gelinir, toplum, halk, örgüt herkes ikna olur, ki gerçekten bir sorun vardı ve bu çözüldü, işte o zaman silah tartışılabilir. AKP bunun tersini yapıyor. Arabayı atın önüne koşuyor. Gündemi de öyle oluşturmak istiyor: “Silah bırakılmalı, silah betona gömülmeli.” Yani diyeceksiniz bu yeni bir söylem değil, 40 yıldır iktidarların söylediği budur; “PKK silah bıraksın.” AKP burada yeni bir şey söylemiyor.
Bu açıklama olmayınca zorlandılar. Böyle bir siyasi müdahale ile gündem onlara rağmen belirlenince, herhalde önlerine gelen seçim anketleri de onları tedirgin etti, hoşuna gitmedi. Bu sefer tabii “Nasıl daha iyi bozabiliriz” dediler. Hem “bozalım” diye düşünüyorlar hem de faturası kendilerine çıkmasın; bunun ustalığını, hünerini göstermeye çalışıyorlar.
AKP şimdi bir arayış içinde tabii. Yani kendi iç çelişkileri olacak. İstikrar dediği nedir yani; bugüne kadar hegemonikti, kendisine karşı olan herkesi iktidar gücüyle, para gücüyle susturan bir pozisyondaydı. Demokrasiden bahsediyordu. Türkiye’de biliyorsunuz birçok liberaller, aydınlar, Avrupa destekledi AKP’yi. Palazlandı bunun üzerine. Fakat bir noktadan sonra AKP daha da devletleşti ne liberallerin, aydınların ne de Amerika’nın Avrupa’nın beklentilerine tam bir cevap olabildi. Ayrı bir güç olarak kendisini gördü, hem de daha faşizan bir güç olarak kendisini gördü. Dışarıda biraz yalnızlaşınca, toplum içinde Türkiye’de muazzam bir tepki gelişince AKP içinde de sıkıntılar, çelişkiler gün yüzüne vurmaya başladı.
Bunları çözmek için daha çok istikrar, daha çok birlik diyecekler. Bugüne kadarki istikrar dedikleri, iç ve dış koşulların avantajlarıyladır. Ama şimdi ekonomik durum iyi değil, Ortadoğu siyasetine bakıyoruz çökmüş, felç olmuş. Dünya karşısında bakıyorsun epeyi yalnızlaşmış, argümanları eski ve hiçbirisi toplum tarafından beğeni görmüyor. Bundan sonra ne yapabilir AKP? Yani çözüm süreciyle, seçim anketleri onları tedirgin ediyorsa yapacakları daha çok provoke etmek olabilir, zihniyetleri de bu, iç güvenlik paketi de bu amaçlı.
Siz de değindiniz hükümetle Erdoğan arasındaki ilk gerilimlerinde biri Hakan Fidan’ın milletvekilliği adaylığı sırasında yaşanmıştı. Fidan çözüm sürecine ilişkin, Kürt hareketinin kimi kesimleri tarafından da ön plana çıkarılan birisi ve ayrıca Erdoğan’ın sır küpüm dediği bir isim. Fidan’ın adaylığı çok tartışıldı. “Danışıklı dövüş” diyen de oldu, “Erdoğan’a rağmen oldu, Davutoğlu’nun kendisini güçlendirme hamlesiydi” diyen de. Yine KCK Yürütme Kurulu Üyesi Zübeyir Aydar geçtiğimiz günlerde Fidan için “Kendisine üzüldüm, bu duruma düşmemeliydi, yara aldı” dedi. O dönem iddialardan biri de Kürt sorununda çözüm sürecinin tıkanacağının kesinleştiği ve Fidan’ın bunun sorumluluğundan kaçmaya çalıştığı idi. Siz Fidan’ın adaylığı konusunda yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biz onların iç ilişkilerini, çelişkilerini tam olarak bilemeyiz. Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde biliyorsunuz MİT Müsteşarlığı, Başbakanlığa bağlıydı. Fidan ideolojik olarak da AKP’ye Erdoğan’a bağlıydı. Adaylığı, Davutoğlu’nun bunu istemesi sanki Erdoğan’a rağmen oldu. Çünkü Erdoğan çok tepki verdi kamuoyu önünde, basına dile getirdi.
Hakan süreçteki tıkanıklığın derinleşeceğini hissetmiş olabilir
Hakan’ın hesabı ne olabilir. Bence de Hakan şunu görmüş olabilir, başından beri görüşme ve diyaloglarda yer alan birisidir, yani sürecin yönünü az çok tahmin etmiş olabilir. Muhtemelen tıkanıklığın daha da derinleşeceğini hissetmiş olabilir. Bunun faturasının kendisine çıkacağını, kendisinin bu konuda başarısız olacağını düşündüğü için bu süreçten sıyırmak için milletvekili adayı olmak isteyebilir. Bir de riskli tabii Türkiye’de ne olacağı belli değil. Mesela 7 Şubat olaylarında görüldü, gerçekten tutuklayacaklardı Fidan’ı. Bundan sonra da başına böyle belalar gelmesin diye, kaçmak istemiş olabilir. Bir de gerçekten Davutoğlu ile bir yakınlaşma, Davutoğlu ile beraber bir siyaset geliştirme olasılığı da vardır. Ama sonuçta Erdoğan buna müdahale etti sebepleri de vardı. MİT önemli bir kurumdur ve Fidan kendisine bağlı güvendiği birisidir. “Kara kutumdur” dediği. Kara kutusunun böyle bürokratik alandan çıkıp siyaset alanına kaymasını riskli görebilir. Siyaset alanında siyasetin dilidir yani konuşur, tartışır, yönlendirir yönlendirilir, ama bürokratik yerindedir. Bazı kaygıların önünü almak için de Erdoğan Fidan’ın yerinde kalmasında ısrar etti.
AKP sıkışık durumda ve bu da Türkiye devrimci hareketi için hayırlı bir şeydir
Ama şunu söyleyebiliriz AKP’de işler 3-5 yıl önce olduğu gibi daha rahat, daha sorunsuz gitseydi bu sorunlar tartışılmayacaktı. Bundan çıkacak sonuç şudur; AKP’nin sorunları vardır ve gizlenemez hale gelmiştir. Bunların bu süreçte ortaya çıkması AKP’nin epeyi sıkışık durumda olduğunu gösteriyor bence ve iktidarın büyük bir erime sürecinde olduğunu gösteriyor. Bu da Türkiye için, Türkiye devrimci hareketi için, Türkiye halkları için hayırlı, olumlu bir şeydir.
Güçlü olan bir AKP bu sorunu çözmeyecek
Özellikle “çözüm süreci”ne ilişkin girişimlerin ilk döneminde şöyle bir algı da toplumda yaratılmak istendi: AKP olmazsa bu süreç devam etmez. Kürt hareketi de CHP’nin ve egemen siyaset düzlemindeki diğer aktörlerin soruna yaklaşımını çokça eleştirdi. Kobanê direnişi, Kürt hareketinin uluslararası meşruiyetinin artması, bölge dengelerinin değişmesi ve aynı süreçte AKP’nin dış politikasının iflasının ilanı, uluslararası düzlemde güvenilirliğinin tartışılır hale gelmesi ise Kürt hareketinin AKP’ye mecbur olmadığına dair tartışmaları gündeme taşıdı. Daha önce de Kandil’den yapılan açıklamalarda “AKP masayı dağılmaya zorluyor ancak bunu bizim yapmamızı istiyor ki fatura kendisine çıkmasın” denilmişti. Şimdi AKP’nin eridiğini söylüyorsunuz. AKP gittiğinde bu “masa”nın kalıcılığının güvencesi ne? Böyle bir güvence var mı?
Şuna tanık olduk. AKP yaklaşık 13 yıldır iktidarda en güçlü dönemlerini bu süreçte yaşadı. Diyebilirim ki son 8 yıldır da dolaylı, doğrudan hareketimizle sürekli görüşmeler yapıldı. Önderliğimizle, Oslo’da, sonrasında görüşmeler yapıldı. Bütün bu görüşmelerde gelinen nokta ortada. AKP eğer en güçlü olduğu dönemde bu sorunu çözseydi, avantajları vardı tabi. Parlamentoda çok güçlüydü, kamuoyunda desteği vardı. Fakat bu gücünü sorunu çözmek, Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde değil daha da otoriterleşme daha da baskıcı olma yönünde, tekleşme yönünde kullandı. Dolayısıyla şu kanıtlandı, görüldü yani güçlü olan bir AKP bu sorunu çözmeyecek.
Diyeceksiniz ki madem öyleyse neden ilişkiye geçtiniz. Bu da bir mücadeledir. Toplumda bir duyarlılık, bir politik bilinçlenme, bir baskı oluşturulur. AKP’yi bir noktaya çekersin, mümkündür yani. Bunu denemek, bunda sorumlu yaklaşmak yanlış değil. Ama şimdiye kadar yaşananlar gösterdi ki güçlü bir AKP çözüme gelmiyor.
Çözümün garantisi AKP değildir, Türkiye halklarının mücadelesidir
Peki gücünü yitirmekte olan bir AKP? İşte bundan sonraki seçimde bir koalisyon hükümetinden bahsediliyor, AKP’nin tek başına iktidar olamayacağından bahsediliyor. O zaman ne olur diyorsunuz? O zaman biz şunu düşünüyoruz bu sorunun çözümünün güvencesi ve garantisi AKP değildir. Biz aslında Türkiye halklarının, Türkiye devrimci sosyalist güçlerinin, antikapitalist ve anti-tekelci olan tüm güçlerin demokratik iradesi ve mücadelesiyle bu sorunun çözüleceğine inanıyoruz.
AKP iktidardayken de eğer bu sorun çözüme doğru giderse yine biliyoruz ki AKP kendi üzerinde devrimci güçlerin, demokratik-sosyalist güçlerin baskısını görmezse, hissetmezse gelmez, gelmedi de bugüne kadar. Demek ki Türkiye sol hareketi, demokratik güçleri, Kürt hareketi AKP’yi bu noktaya zorlayacak kadar olamadı ya da üzerinde bu denli bir ağırlık oluşturamadı. Ya da AKP buna mecbur olmadı. O nedenle çözüme gelmedi. Dolayısıyla biz AKP ile bir çözüm olabilse bile bunu AKP’nin köklü bir zihniyet değişikliğinden çok üzerindeki baskıların karşısında kendisini mecbur görerek bir çözüme gelebileceğini düşündük hep.
Bakarsınız dengeler değişir, demokratik güçler bizzat kendileri çözer
AKP olmazsa biz tabi Türkiye devrimci güçleriyle, sosyalist hareketle, demokrasi güçleriyle, Kürt hareketiyle mücadeleyi daha da geliştirerek, yaygınlaştırarak, yükselterek, Türkiye kamuoyunu çözüm için daha duyarlı hale getirerek ve tabii bunu parlamentoya da hissettirerek, yine denemek yine sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek, yine mümkünse demokratik, barışçıl siyaset yoluyla çözüm sağlamak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışırız. Ama mümkündür parlamento bağlamında bakarsınız dengeler değişir bu irade açığa çıkmayabilir. Bu, dünyanın sonu değil. Demokratik güçler çıkar, bizzat güçlenir, bizzat kendileri çözer. Bu da alternatif bir süreçtir.
YPG-YPJ güçleri olmasaydı o türbeyi getiremeyeceklerdi
Halklara karşı savaş düzeneğine göre örgütlenmiş köklü bir devlet geleneği, kontrgerilla düzeneği var Türkiye’de, uzun yıllar Kürt sorunu merkezli de örgütlenmiş olan. Bir tarafta AKP’li olduğu resmi olarak ilan edilmiş birinin başında oturduğu bir MİT diğer yanda ise ordu. En son Öcalan’ın Newroz açıklamasında ‘Eşme ruhu’ sözleriyle türbenin taşınması sürecinde TSK ve Kürt silahlı güçlerinin işbirliğine dair bir atıf vardı. Hemen ardından TSK’dan bir açıklama geldi. Askeri hareketlilik bunu izledi. Yine kontrgerillanın ilişkili olduğunu bildiğimiz Sözcü gazetesi manşetine ordunun kentsel kalkışmaları bastırma eğitimlerine başladığını taşıdı. TSK’nın tam da hükümet-Erdoğan gerilimi sırasında yapılan açıklamasında dikkat çekici bir vurgu da vardı “TSK iç siyasi çekişmelerin bir aktörü olmayacak demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin gereklerini yerine getirecektir…” Yani ordu ‘devletin temel direği’ olarak vazife başında olduğunu söylüyor, Kürt sorununu zemin yaparak iç siyasette öne çıkıyordu. Ancak Kürt basınında TSK’nın bu çıkışı “Ordu Erdoğan’ı yalnız bırakmadı” sözleriyle yorumlandı ve bir ittifaka işaret edildi. Ortadoğu’nun tamamen bir savaş coğrafyasına dönüştüğü, Necdet Özel’in “Konvansiyonel savaş riskine” dikkat çeken açıklamalar yaptığı bir ortam var. Siz ordunun rolünü, AKP ile ilişkilerini bu süreçte nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şunu önce söyleyeyim daha iyi anlaşılması için. Eşme ruhu nedir, bu aslında topluma bir davettir. Halklar arasında birlik olmak, demokratik değerleri beraber yaşamak beraber sahiplenmek ve kendi geleceklerini demokratik, ortaklaşa belirlemedir. İyi bir şeydir, bütün halklar arasında böyle bir şey olursa. Fakat Türk devleti tabii öyle inkârcı ki buna bile tahammül etmiyor, reddediyor. Bu zihniyetin altında yatan nedir: Kürtlerle PKK ile hiçbir şey olmaz. Doğru da söylerse o doğru PKK’ye aitse yine olmaz. İrade olarak tanımamak, reddetmek… Bu 90’lı yılların zihniyetinin, argümanının bir tekrarıdır. Fakat şu bir gerçek; istedikleri kadar inkar etsinler, PYD-YPG güçleri olmasaydı o türbeyi getiremeyeceklerdi. YPG güçleri alanda hakimiyet sağladılar, yol açtılar, onlar da gitti paşa paşa türbeyi getirdiler. İnkârcı da olmamalılar.
Ordu yine siyasetin içinde, merkezindedir
Türk ordusu kendisine toz kondurmuyor. “Şununla şunu yapmayız, bununla konuşmayız. Biz bildiğimizi yaparız, okuruz.” Ama gerçek pratikte öyle değil. YPG, YPJ olamasaydı o türbeyi getiremeyeceklerdi. Bunu kamuoyundan gizliyorlar tabi. Şu var, Türk ordusu her zaman siyasetin içindedir bize göre. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda bu böyledir. Türkiye Cumhuriyeti’nin harcını öncülüğünü yapan ordudur. Böyle bir cumhuriyeti kuran ordu, cumhuriyetin geleceği üzerinde duyarsız kalmaz. Kalmadı da zaten. İktidarların değişmesi Türkiye’de neredeyse on yılda bir olmuştur, darbelerle. Bunlar açık olan. Bir de açık darbelerin dışında yönlendirmelerle yapılan, manipülasyonlarla yapılan, baskılarla yapılan, post modern darbelerle yapılanlar var. Velhasıl her zaman siyasetin içinde merkezinde ordu olmuştur. Dünyadaki gelişmelerle beraber, Gülen’in içinde olduğu Balyoz vs operasyonlar vardı. Belki son birkaç yıl kendilerini biraz baskı kendilerini biraz baskı altına hissettiler. Muhtemelen NATO bu operasyonların arkasında deyip bir tedirginlik yaşadılar tabi. Son dönemlerde o da yoktur, yine ordu siyasetin içindedir, merkezindedir. En hayati, en kader belirleyici noktada.
Genelkurmay’ın da açıklamasından anlaşıldığı üzere tutumlarını açık ya da yine gizli ortaya koyuyorlar. Bu açıdan Erdoğan’ın bazen orduya karşı, askere karşı mücadeleyle böyle böbürlenmesi, mağduriyet siyaseti aslında hikayedir. Şu anda orduyla araları da gayet iyidir, aslında ordu daha hakimdir denebilir pek çok konuda. Özellikle Kürt sorunu konusunda, Ortadoğu siyasetinde, Türkiye’nin demokratikleşmesi iç güvenlik paketi gibi önemli konularda ordunun rolü çok önemli. Ordu burada siyasetin içinde ve hâkimdir. Fakat orduya bu hakimiyet gücünü veren siyasetin kimliksizliği ve kişiliksizliğidir; Türkiye egemen siyasetinin. Eğer parlamentoda gerçekten partiler, iktidarlar burjuva anlamda demokrasinin olduğu başka ülkelerde olduğu gibi kendi iradelerini, yetkilerini kullanır ve sahip çıkarlarsa ordu bir hizaya gelmek zorunda. Fakat şu anda Türkiye’nin durumu bu değil. Söylüyorum ordu yine siyasetin içindedir, merkezindedir; özellikle Kürt sorunu konusunda.
Ordunun provokasyonlarda rolü olabilir
Çok da rahat değil tabi. Muhtemelen onların bir ruhu var tabii. Onların da Dolmabahçe’ydi değil mi… Büyükanıt’la Erdoğan arasında. İroni gibi oldu. Orada bir anlaşma vardır. Ordu Kürt sorununda bir şey aldı yani orada. Bir referans her zaman var. Bu konuda ordu her zaman rahat hissedecek, her zaman söyleyecek bir sözü olacak bir karar ve irade gücü unsuru olacak kendisini öyle gördü. Böyle bir anlaşmaları oldu Dolmabahçe’de. Zaten böyle de görüyor. O açıdan önümüzdeki süreçte bu rahatsızlığını, tepkisini ortaya koymak, sürecin daha da tersyüz olmasını sağlamak, siyasetin çözümsüzlüğünü ortaya koyup ordunun yine daha akıllı düşündüğü imajını, algısını yaratmak için ordunun o provokasyonlarda rolü olabilir.
Selahattin Demirtaş da açıkladı basına. Bazı eski Jitemcilerin, bazı eski devlet içinde devlet denilen gizli bazı derin güçlerin Kürdistan’da örgütlendiği, yerelde zaman zaman tehdit edici tutumları olduğu, zaman zaman mesajlar gönderdikleri sağa sola, bazı şahsiyetlere, kişilere… Mümkündür böyle olabilir. Ama ondan da çok son günlerde ordunun hareketliliğinden bahsetmek gerekebilir. Mesela Şemdinan bölgesinde, Botan bölgesinde bazı yerlerde yoğun askeri sevkiyat var. Oramar bölgesinde gerilla mevzilerinin bombalanması, top atışları oldu. Gerillanın buna karşı cevabı oldu. Yine Mardin yöresinde benzer şeyler oldu, nokta operasyonu yapmak istediler. Medya Savunma Alanları’nda çoğu zaman keşif uçakları dolaşıyor, bazen savaş uçakları da gelip dolaşıyor. Tur atıp gidiyor. Ama keşif uçakları her zaman var. Türk uçakları. NATO’nun, Amerika’nın da olabilir ama sonuçta Türk uçakları.
Seçimden önce yeni bir savaş AKP’yi daha çok zora sokabilir. Milli Güvenlik Kurulu’nda savaş kararı alındığını biliyoruz
Bunların hepsi kışkırtıcı, provokasyon zemini yaratmaya çalışan unsurlar. Sadece askeri alanda değil siyasi anlamda da bakarsanız Kürdistan’da özellikle son dönemde yoğun operasyonlar, tutuklamalar var. Bir tarafta toplumda yaygın tutuklama operasyon hazırlıkları, askeri hareketlilik bu süreci böyle istediği şekilde gelişmesi için ordu değerlendirmek istiyor tabi. Böyle bir durum olabilir. Tabi AKP’nin işinde ne kadar yarar, orduyla bu konuda ne kadar anlaşırlar bilemiyorum. Tersi de olabilir mesela. AKP bu kadar zordayken yeni bir savaş -seçimden önceden bahsediyorum- AKP’yi daha çok zora sokabilir. Ama mevcut hareketlilik kafalarında birtakım planların olduğunu gösteriyor, bu zamanlama sorunudur. Milli Güvenlik Kurulu’nda savaş kararı alındığını biliyoruz. Ertelendi, bu zaman meselesidir. O zamanı kendileri tayin etmek istiyor. Seçimden önce mi olur sonra mı olur.
Biliyoruz ki Türkiye Ordusu NATO ordusudur. NATO-ABD merkezli kontrgerilla organizasyonunun merkezindedir. ABD’nin Erdoğan’a yönelik çeşitli eleştirilerini göz önüne alırsak ordunun pozisyon alışında bu durumun etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Nasıl yansır ordu-AKP ilişkilerine?
Türkiye, Amerika için önemlidir. Hem coğrafi hem de jeopolitik bağlamda önemli bir yerde duruyor ve büyük bir pazardır, kimse kolay vazgeçmez. Türkiye demek sadece AKP, Erdoğan demek de doğru değil. Nitekim Erdoğan’ın şahsında son dönem bazı tepkileri vardır Amerika’nın Avrupa’nın. Fakat bunun askeri alana NATO politikalarına ne kadar yansıyacağını anlamak lazım. Sanmıyorum. NATO özgündür. Türk ordusuyla NATO ilişkileri bütün siyasetin üstündedir. Bir anlamda şöyle düşünüyor gibidirler: “Siyaset kendisini konuşsun, çalsın, oynasın, biz ne yapacağımızı biliyoruz.” Gerçekte biraz odur. İki; NATO ile Türk ordusunun ilişkileri çok eski, çok köklü, çok stratejiktir. Siyasi sıkıntılar önemli bir etki yapmaz. Ordu yerindedir. NATO ilişkileri kolay yerinden oynamaz.SENDİKA.ORG