Daha önce hukuksuz talimatlarıyla gündeme gelen Ankara Savcısı Serdar Coşkun'un, iktidarın kontrolünde olmayan medyanın susturulması amacıyla Ulaştırma Bakanlığı'na gönderdiği skandal talimata medya dünyası ve basın dernekleri sert tepki gösterdi. Hukuksuz talimatta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, uluslararısı hukuk hükümleri ve anayasada güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü ihlal edilmesine her kesimden tepki geldi.
Savcı Coşkun, seçime 20 gün kala muhalefet partilerinin sesini duyurabildikleri tek merci olan alternatif ve yaygın medyanın iletişim altyapısının kapatılması yönünde akıl almaz bir talimat verdi. Savcının hukuksuz talimatına tepki gösteren Gazeteci-Yazar Yavuz Baydar, “Delik deşik edilmiş Anayasanın askıya alındığı fiilen gözüküyor.” dedi.
Prof. Dr. Eser Karakaş ise talimatı veren savcının Anayasal düzene karşı işlenebilecek en büyük suç olan ifade özgürlüğü ve haberleşme özgürlüğünü ihlal suçunu işlediğini belirtirken, “Savcı Anayasanın 90. maddesini yazsın ve günde 50 defa okusun.
Anayasanın 90. maddesinin son paragrafından hiç bir bilgisi yok. Koca toplumda bu kadar önemli görevlere Anayasanın 90.maddesini anlamamış ve belki de hiç bilmeyen birine ne yapabilir.” şeklinde konuştu. Basın Konseyi eski başkanı Orhan Birgit muhalif basını susturmak adına verilen bu talimatın ancak Kuzey Kore savcısı tarafından verilebileceğine dikkat çekti. Diğer yandan basın dernekleri de ifade özgürlüğüne aykırı talimata tepki gösterdi. Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Abakay, “Tek hedefleri seçim öncesi muhalefeti baskı altına almak.” ifadelerini kullanırken Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, “Bu halkın haber alma özgürlüğünün yok sayılması anlamına gelir.” şeklinde konuştu. Medya Etik Konseyi Başkanı Halit Esendir ise “1971'de Türkiye'de kurulmak istenilen Baas rejimi maalesef bugün Müslüman olan bir partiyle yapmaya çalışıyorlar.” sözleri hukuksuz talimatı eleştirdi.
Türkiye Gazeteciler Federasyonu Eski Başkanı Atilla Sertel:
Bu iktidar kendisinden olmayana yaşam hakkı tanımıyor
Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğü tarih boyunca iktidarlar tarafından çiğnendi. Asker ve darbe dönemlerinde de çiğnendi. Ancak son12 yıldır Türkiye'de medya ne yazık ki iktidar tarafından hem şekillendirildi hem de kendi aleyhinde yazan, çizen, konuşan kim varsa cezalandırıldı. Bu cezalandırmalar devam ediyor. Dün dost olduklarına bugün rahatlıkla cezalandırma yöntemini seçiyor. Yarın başkalarını cezalandırabilirler, öbür gün başka birilerini. Yani Kendilerinden olmayan herkesin hem yaşamlarını zora sokuyorlar hem büyük baskılar uyguluyorlar hem ceza evine atıyorlar hem de özgürce yazılmasının çizilmesinin önüne geçmek istiyorlar. Bu bir gerçek. Bu gerçeği söyleyecek bizim söylemlerimiz de ne yazık ki değil.
Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Uğur Güç:
"Dikta rejimlerinde bile olmayan bir şey"
Önümüzdeki seçime nasıl gireceğimiz de belli değil. Her an farklı bir senaryoya karşı seçim de ertelenebilir. Türkiye'nin içinde bulunduğu bu anti-demokratik uygulamaların bir yansıması olarak değerlendirmek lazım. Yani sadece benim sesim duyulsun isteniliyor. Artık dikta rejimlerinde bile olmayan bir şey. Bunun da engellenmesi yani diktatörün tekelinde olmaya giden bir ülkeye doğru gidiyor. Artık demokrasinin olmadığını söyleyebiliriz. Muhalefet partileri ses çıkartmayacak. Zaten devletin kanalları, TRT ve Anadolu Ajansı kendi propagandalarını yapıyor. Havuz medyası da yandaş medya da bunu yapıyor. Ve kaybeden oylarına bir şekilde hani üzerini kapamak istiyorlar. Bu bize seçimin sonrasındaki durumu da ortaya koyuyor. Yani seçim olursa, neler olacağını da gösteriyor. Ne yazık ki iç açıcı görüntüler değil. Basın özgürlüğü zaten rafa kalkmış durumda.
Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç:
Bu halkın haber alma özgürlüğünün yok sayılması anlamına gelir
Bu uygulamanın yaşama geçmeyeceğini umuyorum. Çünkü demokrasilerde bu tür ifade kısıtlayıcı önlemlerin hiçbir ülkeye fayda sağlamadığını, sisteme de fayda sağlamadığını gördük. Basın ve ifade özgürlüğünü aykırı buluyorum. Halkın haber alma özgürlüğünün yok sayılması anlamına gelir bu. Bunun için de bu tür yasaklamalarla hiçbir yere varılmaz. Hukuki açıdan da mümkün değil. Avrupa demokrasilerinde de gerçek demokrasilerde de bu tür yasakların uygulanması mümkün değil. Ama tabi gerçek demokrasilerde.
Medya Etik Konseyi Başkanı Halit Esendir:
Sözün bittiği noktadayız
Türkiye'de maalesef 17-25 Aralık sürecinden sonra demokrasi ve hukuk askıya alınmış. Kanun devleti de askıya alınmış. Tek bir kişinin şahsi iradesi üzerinden fikirleri üzerinden oluşturuluyor. Bu da antidemokratik bir uygulama. Türkiye'den bu tür yanlış uygulamalardan kurtulması lazım. Ama Türkiye ne yazık ki buna hazır değil. Gün gelecek ülke zarar görecek. Bu yapılanı kesinlikle kınıyoruz. Türkiye'nin çok kötü günlere gelindiğini gösteriyor. Şahsi, mal, mülk kavramlarının kalmadığını görüyoruz. Sözün bittiği noktadayız. HSYK'sından başka diğer bütün kurumlara kadar sanki hepsi esir alınmış. Hiç bir şey yapamıyorlar. Bu durum Türkiye için adaletin ve hukukun bitmesiyle aynı şeydi.
Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Abakay:
Demek ki havuz medyası yetmedi bunlara
Ben böyle bir yazının yazıldığına ihtimal vermek istemiyorum ama anlaşılıyor ki bu da sürpriz değil. Bu tür şeyler Türkiye'de demokrasi, insan hakları yok sayıldığı için sürpriz saymıyorum. Ben buna ciddi cevap veremem çünkü çok gayri ciddi bir şey. Cumhurbaşkanlığını ya da Adalet Bakanlığı'nı kapatmayı isteseydi daha çok girerdi gözüne iktidarın. Ama seçimler geçti, geç kalındı. Herhalde bundan sonra HSYK'ya girmek için uğraşıyor. Ciddiye almıyorum, ciddi cevap da veremiyorum. Hükümet yandaşlığında sınır yok. Bağımsız yargı anlayışından yoksun olunca hükümetin adamı olma yolunda bu tür şeyler yaşanıyor. Buna yapan anlayış ve zihniyet elbette cezaevlerine haksız bir şekilde politik amaçlarla insanları doldururlar. Bu anlayıştakilerden adalet beklemenin mümkün olmadığı ortaya çıktı. Yargı böyle bir durumda ne yazık ki. Demek ki havuz medyası yetmedi bunlara.
Millet Gazetesi Yazarı Murat Aksoy:
Hukuk devletinin içinde değerlendirilemez
Bütün bu yapılanların hukuki olmayan adımlar olduğunu biliyoruz. Bu yapılanlar da artık sürpriz değil. Özellikle iktidarın kendisine yönelik her türlü eleştiriyi susturma, görmezden gelmek için her şeyi yaptığını biliyoruz. Dolayısıyla Cumhuriyet savcısının verdiği kararda Ulaştırma Bakanlığı'na yaptığı çağrıda aslında bunun bir parçası. Görünürde bunu savcı yapsa da bu yaptığı siyasi bir adım. Yargı artık üçüncü bir kuvvet olmaktan çıkmış yürütmenin bir uydusu haline gelmiş. Bugün artık bir hakim verdiği karardan dolayı tutuklanıyor, savcılar kendilerine gelen ihbarlardan dolayı tutuklanıyorlar. Bunlar hukuk devletinde olabilecek şeyler değil. Dolayısıyla Ankara Cumhuriyet Savcısı'nın Ulaştırma Bakanlığı'na yapmış olduğu bu çağrıyı hukuk devletinin içerisinde değerlendirmek mümkün değil.
Gazeteci-Yazar Yavuz Baydar:
Delik deşik edilmiş Anayasanın askıya alındığı fiilen gözüküyor
Bu şimdiye kadar delik deşik edilmiş ve askıya alınmış Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının fiilen gözüken bir başka gediğidir. Bunu net olarak söyleyebiliriz. Yasalarda haber alma özgürlüğü net bir şekilde ifade ediliyor. Ancak kağıt üzerinde kalıyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının halkın haber alma özgürlüğünü, medya özgürlüğünü haberleşme özgürlüğü üzerine maddeleri çok net ve açık. Onun yanı sıra Basın Yasasında iki maddelerde de bu özgürlüklerin yeri, konumu, kapsamı derinliği net olarak ifade edilmiş durumda. Kanunların ne söylediğini, halkın haber alma özgürlüğüne nasıl saygı gösterilmesi gerektiğini anlatığını biliyoruz. Kağıt üzerinde böyle durum. Bunun arkasından devam edecek olursak ortada 1990'ları 1980'leri hatırlatan bir durumun bir anlayışın bir zihniyetin olduğu, bu zihniyetin hiçbir zaman geri adım atmamış olduğu gibi bir tablo ortaya çıkıyor.
Prof. Dr. Eser Karakaş:
Savcı olabilecek en büyük Anayasa suçunu işliyor
Haber üzerine ben bu savcı kimdir diye baktım. Anayasal düzene karşı işlenen suçlar bürosu savcısı diye bir unvanı var. Şunu iyi görmek lazım Anayasal düzene karşı işlenebilecek en büyük suç ifade özgürlüğünü, haberleşme özgürlüğünü ihlal etmektir. Savcı olabilecek en büyük Anayasa suçu işlemektedir. Kendi göreviyle taban taban zıt hangi işse sayın savcı onu yapmaktadır. Bir savcının bir gazetenin bir televizyonun neyse herhangi bir gerekçeyle şiddet öğesi yoksa işin içinde, bir kapatılmasını talep etmesi, bir kere bırakın savcılığı hukukçu kişilikle hukukçu kimlikle bağdaşır bir durum değildir. Bunlar nerede hukuk eğitimi almışlardır. Bunlar nasıl hukukçudur