Merdan Yanardağ adlı gazeteci, İzmir Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde bir konuşma yapmış. Bu yazı, konuşmanın bütünü üzerine olmayacak....
Merdan Yanardağ adlı gazeteci, İzmir Nazım Hikmet Kültür
Merkezi’nde bir konuşma yapmış. Bu yazı, konuşmanın bütünü üzerine olmayacak.
Sadece “devrim adına” söylediği bazı cümlelere değineceğim. BHH’yi ilzam eden
sözlerine, kendisi BHH yürütme kurulunda yer aldığından, sanırım bu kurulun
üyelerinin cevap vermesi ya da bir açıklama yapması daha doğru olur. Ben ise,
ilk BHH genel toplantısında Merdan Yanardağ’ın BHH Yürütmesinde yer almaması
yönünde oy kullanacağımı şimdiden açıklamış olayım.
Aslında bu yazıda Merdan Yanardağ’ın “devrim adına” ileri
sürdüğü bütün zırvalara da değinecek değilim. Çünkü bu epeyce yer tutar. Hatta
devrimin ne olup ne olmadığı konusunda çok daha geniş bir tartışmayı
gerektirir. Benim üzerinde duracağım iki nokta var:
Birincisi, devrimin “kadrolara” ve “öncülere” bağlı
olduğu ve insanların büyük çoğunluğunun “devrimden sonra” kazanılacağı
görüşüdür: “Stalin ‘kadrolar her şeydir’ der. Evet, kadrolara ve öncülere
bağlıdır. O yüzden biz insanların büyük bir çoğunluğunu devrimden sonra
kazanacağız.”
İkincisi, Dersim katliamının, aynı Kronstadt’ta
“anarşistlerin kurşuna dizilmesi” gibi, “devrimin kaçınılmaz bir kötülüğü”
olduğu görüşüdür: “Dersim katliamı nedeniyle cumhuriyetin mahkum edildiğini
anlamak mümkün değil. Dersim ayaklanması ve sebeplerini bir kenara bırakalım.
Bence Seyid Rıza’dan bir devrimci lider çıkmaz, adam seyid bir kere, peygamber
soyundan olduğunu söylüyor. Aslında bir aşiret lideri. Evet bir katliamla
sonuçlanıyor, her devrin kaçınılmaz kötülükleri vardır, kötülüktür Dersim’de
yaşanan. Hiçbir gerekçe Dersim’de yaşanan katliamın kötülük olmasını örtmez.
Kronstadt’ta da Troçki, anarşistleri kurşuna dizdi, çünkü emperyalist ülkelerin
Bolşevik iktidarına saldırısı vardı. Bugünün kavramlarıyla geçmişi
değerlendiremeyiz.”
GÜN ZİLELİ |
Birincisinden başlayalım. Merdan Yanardağ, teoriyi de,
tarihi de pek bilmiyor. Stalin’i araya sıkıştırarak ondan destek almaya
çalışmış. Gerçi Stalinistler’e Stalin’i öğretmek bana düşmez ama Stalin’in
“kadrolar her şeyi belirler” sözü, Leninist öncü parti teorisiyle ilgili olarak
söylenmemiştir. Bu söz, 1930’ların başlarında, zorla kolektifleştirme ve hızlı
sanayileştirme başlatılırken, “kadroların” tayin edici bir rol oynayacağını
belirtmek için kullanılmıştır. Yani Stalin, Sovyet işçilerine ve köylülerine
karşı yeni bir savaş ve katliam anlamına gelen “büyük bir işe” girişirken
cellat rolü oynayacak “kadroların” tayin edici olacağına dikkat çekmektedir.
Gerçekten de halka karşı böyle bir savaşa girişiyorsanız “kadro” dediğiniz
adamlarınız, yani en acımasız kararları alacak olan parti yöneticileriniz,
işçilere kamçı sallayacak sanayi örgütleyicileriniz, köylülerin ürününe son
tohumuna kadar el koyacak yerel yöneticileriniz ve halkın itirazlarını bir
terör ve tutuklama ortamı yaratarak sindirecek NKVD’li gizli polis sürüleriniz
elinizin altında hazır olmalıdır. İşte Stalin’in “kadro” dedikleri bunlardır.
Bu kritik anda bu “kadrolar” halkı bastırmakta ve zorla çalıştırmakta elbette
tayin edici olacaklardır. Dolayısıyla Merdan Yanardağ, Leninist öncü parti teorisi
açısından yanlış bir örnek vermiştir. Lenin’in düşündüğü öncü partiye böyle bir
cellat rolü biçilmemişti. Gerçi Lenin’in teorisi de yanlıştı ve sonuçta
Stalin’in teorisine yol açtı ama ikisini aynı şey olarak göremeyiz. Lenin’in
devrimde “öncülerin” rolüne büyük ağırlık vermesi ayrıca eleştirilmelidir ama
bunu Stalin’in özel bir dönem için söylediği kadrolara ilişkin sözleri
üzerinden yapmak doğru olmaz.
Öte yandan, insanları “devrimden sonra” kazanma teorisi
de yanlıştır. Üstelik böyle bir teori Lenin’e de ait değildir. Bu teori,
Fransız devriminden sonra ortaya çıkan Louis Blanque’ye aittir. Blanque her ne
kadar kendini devrimci olarak tanımlasa da Bolşevik literatürde bile darbeci
olarak geçer. Çünkü onun teorisine göre, geniş çoğunlukla devrim yapmak mümkün
değildir. Devrim, sıkı örgütlenmiş bir azınlığın işidir. Bu azınlık iyi bir
hazırlıktan sonra bir hamleyle veya darbeyle iktidarı ele geçirir ve bundan
sonra, Blanque’nin deyimiyle “en az yetmiş yıl” sürecek bir diktatörlük
döneminde halkı devrime “kazanır”. Anlaşılacağı gibi, Merdan Yanardağ’ın
söyledikleri, Bolşeviklerden çok Blanque’ye yakındır. Zaten kendisinin ulusalcı
yönelimleri de böyle bir darbecilikle daha çok uyuşmaktadır.
Ayrıca geçerken belirtelim ki, “devrimden önce”,
“devrimden sonra” diye bir şey yoktur. Bunu böyle görenler, devrimi bir
iktidarı ele geçirme ânı olarak anlayan darbeciler ya da Blanqueistlerdir.
Bırakın anarşist devrim anlayışını, Marksist devrim anlayışında da devrim,
iktidarı ele alma ânıyla özdeşleştirilmez. Devrim uzun bir süreçtir,
dolayısıyla insanları “devrimden sonra kazanmak” diye bir şey yoktur. Fiili
duruma bakacak olursak daha da değişik bir sonuç ortaya çıkar ki, aslında
Merdan Yanardağ’ın yaklaşımına bu daha uygundur. İnsanları “kazanmayı” bırakın
bir yana, Stalin’in pratiğinden yola çıkarak, insanların çoğunluğunun (ki bunun
en başında devrimciler, hatta şu bel bağlanan kadrolar gelir) devrimden sonra
yok edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, ikinci maddede ele
alacağımız gibi, Merdan Yanardağ da bu yok etmeye oldukça teşne görünmektedir.
Buradan Dersim ve Kronstadt meselesine geçebiliriz.
Öncelikle Seyit Rıza’ya değinelim kısaca. Seyit Rıza’dan devrimci bir lider
çıkmazmış, adam seyitmiş, bir kere. Peygamber soyundan olduğunu söylüyormuş.
Aslında aşiret lideriymiş.
Ben bugüne kadar Seyit Rıza’nın devrimci olduğunu iddia
edene rastlamadım. Seyit Rıza’nın kendisi de dâhil. Zaten eğer devrimci olsaydı
bunu kendisi açıklardı. Seyit, aşiret reisi veya peygamber soyundan gelme
meselesi ise iyice tuhaf. Yani bu “kötü” sosyal konumlara sahip olanların katli
vacip mi demek istiyor Merdan Yanardağ? Gerçekten anlaşılır gibi değil.
Bundan sonra Dersim’deki “kaçınılmaz kötülüğe” geçiyor.
Ve bu sefer, ne alâkası varsa, Dersim isyanıyla Kronstadt isyanını
karşılaştırıyor. Gerçi Kronstadt’da ayaklananlar “seyit” değil, peygamber
soyundan geldiklerini de söylemiyorlar, aşiret reisi de değiller. Yani açıkçası
bu Kronstadt bahriyelileri hiç kimsenin inkâr edemeyeceği şekilde devrimci. Ama
Troçki bunları da devrim adına “kaçınılmaz bir kötülük” yaparak katletmiş.
Merdan Yanardağ’ın sözlerinde bazı tarihi bilgi hataları
var. Muhtevaya geçmeden önce onlara kısaca değineyim. Birincisi, Kronstadt
bahriyelileri anarşist değildi. İçlerinde çok az sayıda anarşist vardı ama
bunlar denizde damla kadar bir şeydi. Kronstadt bahriyelileri esasen “Lenin’in
askerleri”ydi. Devrime fanatik derecede bağlı insanlardı ve ayaklanmadan çok
kısa zaman öncesine kadar Bolşevizmin devrimi temsil ettiğine körü körüne
inanıyorlardı. İç Savaş sırasında Bolşeviklerin ve Kızıl Ordu’nun en zor
durumlarda kaldıkları cephelere acil güç olarak gönderildiler. O cephelerde çok
can aldılar ve çok da can verdiler. Lenin, Kurucu Meclis seçimlerinde
Bolşevikler başarısız olup seçimleri Sosyalist Devrimciler kazanınca bu meclisi
dağıtmaya karar verdi ve bu iş için yine Kronstadt bahriyelilerini yardıma
çağırdı. Lenin’e o kadar inanmışlardı ki, hiç tereddüt etmeden gidip Kurucu
Meclis’in kapısına kilidi taktılar.
Kronstadt bahriyelilerinin Bolşeviklere karşı o kadar
şiddetle ve kararlılıkla ayaklanmalarının tek sebebi, Lenin’e ve Bolşeviklere
fazlasıyla inanmış olmalarının yarattığı hayal kırıklığıdır. Ne zaman ki
köylerine gidip analarının babalarının ürünlere el koyma müfrezeleriyle ilgili
anlattıkları korkunç olayları dinlediler, o zaman kafalarına dank etti. O zaman
kanlarını döktükleri devrimin ayrıcalıklı küçük bir azınlık tarafından gasp
edildiğini anladılar ve tavizsiz devrimciliklerinin gereği olarak bu kez
Bolşeviklere karşı ayaklandılar.
Öte yandan, Troçki’nin, anarşistleri bırakın bir yana, Kronstadtlıları
kurşuna dizdiği de doğru değildir. Troçki o sırada Savaş Komiseri’ydi ama
Kronstadt’ın bastırılmasında doğrudan doğruya yer almadı. Kronstadtlıların
“ördekler gibi vurulacağı” sözlerinin bile ona ait olup olmadığı net bir
şekilde ortaya çıkmamıştır. Leningrad’daki işçi ayaklanmasını doğrudan
bastıran, o sırada bu şehrin şefi durumundaki Zinovyev’dir. Kronstadt’a Kızıl
Ordu saldırısını düzenleyen ise Kızıl Ordu başkomutanı konumunda olan eski
Çarlık subayı Tukaçevski’dir. Her ikisi de Stalin’in 1930’lu yıllardaki Büyük
Temizliği sırasında “zorunlu bir kötülük olarak” idam edilmiştir.
Ayrıca Kronstadt’ta Kızıl Ordu, Kronstadtlılardan bile
daha fazla kayıp vermiştir. Kızıl Ordu’nun bu kadar büyük kayıp vermesinin
nedeni, Kronstadt’ın çok iyi korunuyor olması, Kronstadt’a saldırının buzlar
üzerinden yürütülmek zorunda olması (Kronstadt’tan atılan bir top mermisi
buzları kırdığında onlarca Kızıl Ordu askeri buzlu sulara gömülüp gidiyordu) ve
en önemlisi de aslında Kronstadtlılara büyük sempati duyan Kızıl Ordu
askerlerinin kaçmasını önlemek için arkalarına makineli tüfekli OGPU (Gizli
Polis) müfrezelerinin konmuş olmasıydı. Geri çekilmek ya da kaçmaya teşebbüs
etmek OGPU tarafından vurularak öldürülmek anlamına geliyordu.
Daha önemlisi, Kronstadt’da ayaklananların epeyce bir
çoğunluğu bu kan gölünden kurtulabilmiştir. Kronstadt Devrim Komitesi,
direnişin kırıldığını ve Kızıl Ordu’nun Kronstadt içlerine sızmaya başladığını
gördüğü an, daha önce yapılmış bir planın gereği olarak Kronstadtlıların önemli
bir kısmının buzlar üzerinden yürüyerek Finlandiya’ya kaçmalarını sağlamıştır.
Finlandiya’ya kaçan binlerce Kronstadtlı bu ülkedeki kamplarda mülteci hayatı
yaşamıştır. İsyanın lideri Petruçenko da aralarındaydı.
Yakalanan veya teslim olan Kronstadtlıların başına
nelerin gelmiş olduğunu tahmin etmek zor değil. İsyan sırasında isyancıların
ailelerini bile rehin alabilecek kadar gözü dönmüş, Lenin’in başında bulunduğu
Bolşevik iktidar ele geçirdiği Kronstadtlıların yüzlercesini elbette kurşuna
dizdi. Eğer Lenin istemeseydi ya da kurşuna dizmeyelim deseydi hepsinin hayatı
kurtulabilirdi. Sonuç olarak, ele geçen Kronstadtlıları kurşuna dizen herkesten
önce Lenin’dir. Elbette Troçki’nin de buna onay verdiği açıktır. O halde Merdan
Yanardağ neden bütün sorumluluğu sadece Troçki’nin sırtına yıkmıştır? Bu
sorunun cevabını elbette biz değil, kendisi vermek durumundadır.
Tabii buradaki esas tartışma bu değildir. Merdan
Yanardağ’ın mantığıdır. Ona göre, Kronstadtlılar, Bolşeviklere emperyalist
saldırı söz konusu olduğu için “kaçınılmaz bir kötülüğün” sonucu olarak, “ne
yazık ki” “devrimi korumak için” “zorunlu olarak” kurşuna dizilmişlerdir. Ne
var ki, tarihi işine geldiği gibi yorumlamak sadece iktidar sahiplerinin ve
demagogların marifetidir. Eğer Merdan Yanardağ, yüzeysel bilgilerle kafadan
sallamayıp en azından, Paul Avrich’in Kronstadt 1921 (Çev: G. Zileli, Versus,
2006) kitabını okumuş olsaydı, Kronstadt ayaklanmasını bastırmak için harekete
geçilmeden önce Sovyetler Birliği ile Büyük Britanya arasında bir ticaret
anlaşması imzalandığını, İngiltere ve Fransa’nın isyancılara gerekli desteği
vermediğini, Lenin’in, bir anlamda kapitalizme geri dönüş ve Batılı devletleri
yatırıma davet etme anlamına gelen NEP dönemini başlatmak için Kronstadt
ayaklanmasını bastırmakta acele ettiğini öğrenmiş olacaktı.
Dahası, Merdan Yanardağ, tarihi istediği gibi eğip
bükmeye kalkmasaydı, Batılı emperyalistlerle işbirliğine girenin, tek istekleri
dağ başında kendi kültür ve gelenekleri içinde devlet müdahalesinden uzak
yaşayıp gitmek olan Dersimliler değil, bizzat Kemalist devlet olduğunu
görebilecekti.
Devrime yapılabilecek en büyük kötülük, devrimi
bastırmaktan başka hiçbir anlamı olmayan “kaçınılmaz kötülükleri” devrim adına
savunmaya kalkışmaktır. Daha da kötüsü, ortada devrim falan bile yokken bir
devlet imtiyazlıları rejiminin katliamlarını devrim adına savunmaya
kalkışmaktır. Merdan Yanardağ, İzmir Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki
konuşmasında işte tam da bunu yapmıştır.
Gün Zileli - 5 Mayıs 2015 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com