İlyas Aydın adı, Örgütsel Paranoyaya Karşı Devrimci Masumiyetin Simgesi Olsun!
Ayrıntı Yayınları’nın yayınladığı Orhan Savaşçı ile söyleşi kitabı (Cepheden Anılar-Orhan Savaşçı’nın TKHP-C Anıları, Söyleşi: İlbay Kahraman) 45 yıldır tartışılan İlyas Aydın’ın Filistin’de işkence edilmesi ve öldürülmesi olayına ve “ajan” olduğu suçlamasına son noktayı koymaktadır. Gerek Orhan Savaşçı’nın söyledikleri ve kanaatleri, gerekse Ankara’dan, Malatya’dan ve Filistin’ten tanıklıklar, daha önceki tanıklık, söyleşi ve anılarla bir arada ele alındığında sonuç net bir şekilde ortaya çıkmaktadır: İlyas Aydın adlı devrimci, bir örgütsel müşterek paranoyasının sonucu olarak Filistin’de işkenceyle sahte itiraflara zorlanmış ve öldürülmüştür.
Bu konuda bundan altı yıla yakın bir zaman önce de yazmıştım (ekteki yazı). Burada ayrıntılara girmeyeceğim, ancak söyleyeceğim son birkaç söz daha var.
Örgüt içi infazların iki kaynağı vardır: Birincisi, örgüt içi muhalefettir. Bunun örnekleri için Aytekin Yılmaz’ın Yoldaşını Öldürmek (İletişim Yayınları, 2014) kitabına bakılmalıdır. İkincisi ise, örgütsel müşterek paranoyadır. İlyas Aydın cinayeti, bu örgütsel müşterek paranoyanın tipik örneklerindendir.
Gizli çalışma koşullarında bütün örgütsel kademelerde bir polis paranoyası virüsü yayılabilir. Bu virüs bir kere yayılmaya başladığı zaman önüne geçmek neredeyse imkânsız bir hal alır. İlyas Aydın’ın ölümüne yol açan bu olmuştur.
Örgütsel paranoya virüsü, “ortalama zekâ”ya sahip bütün yönetici ve militanları avucuna alır ve onları sağlıklı düşünemez hale getirir. Öyle ki, artık onların akıl yürütmeleri, sadece bu virüsun daha fazla yayılmasına hizmet eder ve virüsün hedeflediği devrimciyi kaçınılmaz bir infaza sürükler.
İlyas Aydın olayında bu durum son derece tipiktir. Bakın, paranoya virüsü insanların mantıklı düşünme yetisini nasıl dumura uğratmış: Mahir Çayan’ın mahkemede “Elrom’u İlyas Aydın öldürdü” açıklamasından sonra (Mahir Çayan’ın bu açıklamayı, İlyas Aydın’ın yurt dışına kaçtığını “sanarak” yaptığı belirtilmektedir) ağır aranma koşullarına düşen İlyas Aydın, Ankara’da, örgütün kaçakları gizlemek amacıyla açtığı bir elektrikçi dükkânının alttaki gizli bölmesinde, kötü şartlar altında saklanırken, günün birinde, “para bulmaya gidiyorum” diyerek çıkıp gitmiş ve bir daha dönmemiştir. Herhalde esasen bu dönmeme durumundan dolayı hakkında “polis olabileceği” kuşkusu ortaya çıkmıştır.
Kuşkunun bu noktada ortaya çıkması ya da büyümesi çok ilginçtir, çünkü bir ajan, örgütün kendisini sakladığı bir yeri, kuşku çekeceğini bile bile asla terk etmez. Eğer terk ediyorsa bunun bir tek sebebi olabilir, o da açığa çıktığını fark etmesidir. Yani ajan, örgütü ancak açığa çıktığı ya da böyle bir kuşkuya kapıldığı koşullarda, canını kurtarmak için terk eder ve bir daha da örgütün semtinden geçmez.
Fakat İlyas Aydın ne yapıyor? Son derece zor koşullarda, önceden tanıdığı Malatyalı devrimci köylülerle bağlantı kuruyor, onların yanında bir yıl süreyle barınıyor (bu arada bacağından yaralıdır) ve yine onların yardımıyla Filistin’e geçip orada her türlü olanağı kullanarak örgütle bağlantı kurmaya çalışıyor.
İlyas Aydın’ın ajan olmadığının birinci kanıtı, saklandığı yeri terk etmesidir. Bir ajan bunu sadece açığa çıktığını düşündüğü koşullarda yapar. Bununla bağlantılı ikinci en kuvvetli kanıt ise, İlyas Aydın’ın, her türlü yolu deneyerek kendini ülke dışına atması (çünkü yakalanırsa belki de idam cezası onu beklemektedir) ve orada örgütle bağlantı kurmasıdır. Hiçbir ajan, açığa çıktığı için terk ettiği örgütle yeniden bağ kurmaz.
Eğer o gün örgüt içinde sağlıklı düşünebilen tek bir kişi çıkıp bu gerçeği ortaya koysa ve arkadaşlarını sarsarak akıl tutulmasından kurtulmalarını sağlasaydı belki de bütün bunlar olmayacaktı.
Geriye tek bir soru kalıyor. İlyas Aydın, saklandığı yerden “para bulacağım” diye çıkıp neden geri gelmedi?
Bunun cevabını bulmak da o kadar zor değil. Birincisi, yüzbaşı İlyas Aydın, onun örgütle bağlantısını kuran Orhan Savaşçı’nın anlattığı gibi, örgüte sadece iyi niyetle yardım eden bir devrimci sempatizandı. Örgüt içi kurallardan falan da pek haberdar değildi, gizli örgütün acımasız disiplin kurallarını pek bilmiyordu. İkincisi, yakalandığında belki de idamına yol açacak ağır bir suçlama altında bulunduğundan son derece tedirgindi ve kendini bir an önce ülke dışına, Filistin’e atmak istiyordu. Fakat bunu örgüte açmaya çekiniyordu. Örgütün bu konuda gereken duyarlılığı göstermeyeceğini, savsaklayacağını, hatta belki de engelleyeceğini düşünüyordu. Bu yüzden bu işi kendi inisiyatifiyle çözmeye karar verdi. Evet, bu bir anlamda örgütten kaçmaktı, fakat bunun tek nedeni kendini bir an önce ülke dışına atmaktı. “Para bulmaya gidiyorum” bahanesi de son derece tipiktir. İlyas aydın bence, örgüt elemanlarının kendisinin tek başına çekip gitmesine izin vermeyeceklerini düşündü ve onların en büyük zaafının para olduğunu bildiğinden bu bahaneyi akıl etti. Nitekim etkili de olmuş.
Malatyalı devrimci köylülerin, özellikle Süleyman Kırteke’nin kitapta onunla ilgili olarak anlattıkları da masumiyetinin göstergelerinden biridir. Filistin’deki işkence vahşeti üzerinde ise hiç durmayalım isterseniz. Gerçekten acı ve utanç vericidir.
Kırk beş yıl önce örgüt içi infaz rezaleti Adil Ovalıoğlu ve İlyas Aydın’la açılmıştı. Adil Ovalıoğlu’nun masumiyeti, daha cinayet işlendiği an ortaya çıkmıştı. İlyas Aydın’ın masumiyetinin tam olarak ortaya çıkması için ise kırk beş yıl beklemek gerekti.
Kırk beş yıl önce İlyas Aydın adıyla açılan örgüt içi infaz perdesi, İlyas Aydın’ın devrimci masumiyetinin net bir şekilde ortaya çıkmasıyla tamamen ve bir daha açılmamak üzere kapansın.
Gün Zileli - 20.12.2015
***
İlyas Aydın’a Devrimci Onuru İade Edilmelidir…
Mao zedung’un, “insanların başı pırasa başı değildir, kestiğiniz zaman yeniden yetişmez” dediği söylenir. Maocu olduğum dönemden bildiğim birçok sözünü unuttuğum halde, unutmadığım sayılı sözlerinden biridir Mao’nun bu sözü. Buna rağmen, kendi iktidarı döneminde, Stalin dönemiyle kıyaslanamasa bile, epeyce insan başı gittiği bilinmektedir. Mao’nun bu sözü, daha fazla kelle götürmeye meraklı olanları frenlemek için söylediği düşünülebilir.
Kruşçev’i beğenirsiniz, beğenmezsiniz, seversiniz, sevmezsiniz, aynı bir mevzudur ama sanırım Çin Komünist Partisi’sinden kaynaklanarak Maocuların ona “revizyonist” yaftası takmasının bir yafta olmaktan öteye bir anlamı yoktur. Kruşçev bence, döneminin Sovyet bürokrasisinin bir temsilcisiydi ve revizyonizmle falan bir ilgisi yoktu. Yani “teoriyi tekrar gözden geçirmeliyiz” falan dememişti, keşke deseydi, keşke böyle bir cesarete sahip olsaydı. Ne gezer. O, Rusya’da hasbelkader kurulmuş ve yürümekte olan rejimi, fazla sarsıntıya uğratmadan, koşullara göre yürütmeye çalışan bir devlet adamıydı, hepsi bu. Bununla birlikte, Stalin’in ölümünden sonra, çok kısıtlı ölçülerde de olsa Stalin’in suçlarının bir kısmını açıklaması ve Stalin kurbanlarından az bir kısmını rehabilite etmesi pandoranın kutusunun açılmasına hizmet etmesi bakımından hayırlı olmuştur. Kruşçev bu kadarını yapmaya cesaret etmiştir de, Kruşçev hakkında atıp tutan Türkiye solunun ne kadar devrimci cesareti vardır acaba? Sol örgütlerin örgüt içi infazlarında nahak yere hayatını kaybetmiş olanlar hakkında kim sesini yükseltebiliyor?
Bu kurbanlardan ilk hatırladığım, Adil Ovalıoğlu’dur. Aydınlık hareketi içindeki küçük bir fraksiyonun iç hesaplaşmasında öldürüldü. Adil’i tanırdım. Esaslı bir militandı. 16 Haziran gecesi,İşçi-Köylü gazetesine işçi direnişi hakkındaki yazıyı, onunla ve daha sonra Yükseliş’te faşistler tarafından vurularak öldürülecek kardeşi Sami Ovalıoğlu’yla birlikte, Üsküdar taraflarındaki babalarının evinde birlikte yazmıştık. Adil Ovalıoğlu, daha öldürüldüğü anda tüm devrimciler tarafından aklanmış bir devrimciydi. Zaten onu öldürenler de, Adil’in “ajan” falan olduğunu iddia etmiş değillerdir. Bu yüzden bugün Adil konusunda netleşmemizi gerektiren bir durum yok.
Ama, Adil’den sonraki kurban İlyas Aydın öyle mi ya? Yüzbaşı İlyas Aydın, THKP-C örgütünün o zamanki genç subay kadrosunda önemli görevler yerine getirmiş bir devrimciydi. Tutuklanmaların yaygınlaşmasından sonra, hakkında isnatsız söylentiler yayıldı örgüt çevrelerinde: “Mit ajanı” Böylesi bir söylenti bir kere çıkmaya görsün bir insan hakkında, artık peşini bırakmaz. İlyas Aydın’ın da peşini bırakmadı. Umarsız ve yaralı kendini zor bela attığı Filistin kamplarında geldi onu buldu. Oradaki bir takım solcular İlyas Aydın’ı tutuklayıp işkence eşliğinde sorguladılr. İşkence altında aldıkları ifadelere dayanarak infaz ettiler.
İlyas Aydın olayı bugün hâlâ tartışılmaktadır, özellikle o günleri yaşayan solcu ve devrimciler arasında. Ben bugüne kadar İlyas’ın “ajanlığı” konusunda sağlam deliller getiren tek kişiye rastlamadım. Bırakın sağlam deliller getirmeyi, konuştuğum aşağı yukarı herkes, İlyas’ın “ajan” olduğuna inanmadığı hakkındaki vicdani kanaatini belirtmiştir. Buna, İlyas’la o dönemde çok yakın ilişki içinde bulunmuş, İlyas’ın tuttuğu örgüt evlerinde kalmış olanlar da dahildir. Ben doğrudan kendisiyle konuşmadım ama İlyas’ı örgüte alan Orhan Savaşçı’nın da, İlyas’ın ajan olmadığı konusunda son derece net olduğunu biliyorum. Kaldı ki, kendisi hakkındaki söylentilerden haberi olduğu halde Filistin’deki yoldaşlarına ulaşmaktan başka bir düşüncesi olmayan İlyas Aydın eğer gerçekten ajan olsaydı, bugün toprağın altında değil, Mahir Kaynaklar ve diğerleri gibi baş köşelerde “uzman” görüşlerini serd eden birisi olarak yaşamını idame ettirebilirdi.
Peki o zaman bu susuş kumkuması ne? Örgütlere bir şey demiyorum, onlar konuşmazlar, konuşmak işlerine gelmez, çünkü epeycesinin örgüt içi infaz suçu vardır. Peki ama ya bizim kuşak. Bizler neden susuyoruz? Hem de Kruşçev’e o zamanlar hiç tereddütsüz “revizyonist” demiş, onu beğenmemiş olan bizler. Kruşçev kadar cesaretimiz yokmuş demek. Üstelik, Kruşçev, Stalin’in cinayetlerini kısmen de olsa 20 yıl sonra açıklamıştı. İlyas Aydın olayının üzerinden nerdeyse 40 yıl geçmiş bulunuyor.
İlyas Aydın dürüst bir devrimcidir. Rehabilete edilmeli, hak ettiği devrimci onur 40 yıl sonra da olsa kendisine iade edilmelidir.
Bu bir başlangıç olsun! (Gün Zileli - 3 Mart 2010)