Bir İzmirli olarak, 2015 Ağustos'unda sezonun ilk lig maçı için Silivri'ye gelen ALTAY'ı izlemek amacıyla gittiğim şehir stadında tanışmıştım "KIZIL KABUS" adlı ALTAY taraftar grubundaki gençlerle. Her deplasman maçına gittiklerini de o zaman öğrenmiştim. Her şey bir yana, böylesi bir taraftarlığa saygı duymamak imkansızdı. O maçtan sonra yazdığım ve iktidarın geçenlerde bir elektronik posta gönderip "KAPATIN" dediği "MEMLEKET POSTASI"nda ve "Bizim Silivri"de yayınlanan yazımda hem maçtan ve hem de KIZIL KABUS'tan söz etmiştim. 

Söz konusu yazım, İzmir ve Silivri'de epey yankı buldu. Kısa bir süre önce de, KIZIL KABUS'tan benimle ilgili ve şahsımı fazlasıyla onore eden bir karşı yazı geldi. Aslını söylemek gerekirse eğer, hiç beklemediğim ve beni çok sevindirip duygulandıran bu yazı, bir yanıyla da yine benim için inanılmaz değerli, hoş bir sürpriz oldu. KIZIL KABUS'a sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. 

Aşağıda, hiç bir yerine dokunmadan, olanca sıcaklığı ve dürüstlüğüyle hem sözünü ettiğim o yazı, hem de 23 Ağustos 2015 tarihli ve yukarıda vurguladığım kendi yazım yer almaktadır. İlginize sunuyor, KIZIL KABUS'a, "BÜYÜK ALTAY"a ve her zaman yürek yangınım İzmir'ime kucaklar dolusu karanfiller yolluyorum.
HAYRİ GÜNEL - 6 ARALIK 2015 - SİLİVRİ  



SİLİVRİ'DE MUHALİF GAZETECİ OLMAK 
SİLİVRİ' DE ALTAYLI OLMAK 
GAZETECİ HAYRİ GÜNEL ABİMİZE

BÜYÜK ALTAYLIYA SELAM OLSUN
 


Yıllardır şehir şehir dolaştık takımımız için , her gittiğimiz yerde ya adam gibi ağırlandık, yada bir çok dostu ve hüznü arkamızda bıraktık , 

Sezonun ilk maçında Silivri deplasmanında tanıdık onu , aslen İzmirli olan HAYRİ GÜNEL Abizimi, Silivri de yaşayan MEMLEKET POSTASI’ gazetesinin güzide kalemi, bizim yanımıza usuldan yaklaştı ve güzel tok bir sesle çocuklar hoş geldiniz kaç gündür sizi bekliyorum , of buram buram İzmir kokuyorsunuz demişti.
Bizde onun beyaz sakallarına düşen o ciğara sarılığından anladık İzmirli olduğunu, gurbette hasret kalmış İzmir’e ve siyah beyaz renklere ,
bizi görünce bayram çocukları gibi bir sevinç düşmüş yüzüne hissettik heyecanını , 
sonra başladık Eskiizmir’ den Eşrefpaşa’ dan Alsancak’tan konuşmaya İzmir Altay derken maç bitti ve bizler evimize doğru yola çıktık,
Arkamızda o güzel adam HAYRİ GÜNEL abimizi bıraktık , iyi temenniler ile ayrıldık, o da özlemini bize emanet ederek, 

Şimdi birçok zorluklarla karşılaşıyor, hepimizin bu düzende karşılaştığı zorlukların eş değerini 
Önce gazeteci olmanın , doğruları yazmanın ağırlığını taşıyor omuzlarında 

Gazetesinin (MEMLEKET POSTASI ) kapanması için baskılar artmış onlarda bu kavgada pes etmek olmaz demişler direnmişler tüm gazeteci emekçileri ile birlikte
şimdi gelen baskılara rağmen hala ayakta dimdik duruyor ve hala o güzel kalemini halklardan , eşitlikten ve emekten yana kullanıyor, emekçi halkın isyanı akıyor gazete sayfalarına , ama bu kez memleket postası olarak değil , SİLİVRİ DEMOKRAT HABER olarak 

Bizler Kızılkabus grubu olarak HAYRİ ABİMİZE selam yolluyor , emanetine sahip çıktığımız bir kez daha haykırıyoruz 
Son kişi kalsakta , bu alçak düzene baş kaldırmaya devam edeceğiz 
Ve Hayri abimizi kısmet olursa şampiyonluk maçımıza İzmire davet ediyoruz 
Belki biraz hasreti azalır birazda Altayımızla övünür , genç kardeşlerimizin yakmış olduğu isyan ateşine
O mahrur gözleri tanıklık etsin diye 

Bizler Hayri abimiz nezdinde Tüm basın emekçilerine yapılan baskılara ve susturmalara karşı
yaşasın emekten taraf Halktan taraf olan BAĞIMSIZ, ÖZGÜR GAZETECİLER ‘e selam yolluyoruz 
Susmayın 
Durmayın 
Daha çok yolumuz var aydınlık yarınlar için 

Fedai MENGÜÇ - KIZILKABUS - ARALIK 2015



"BU BİR MAÇ YAZISI DEĞİLDİR, YA DA... KRAVATLILAR GİDER, ATKILILAR KALIR


Meğer belediyenin hoparlöründen duyurusu yapılmış da ben duymamışım.

Eşimin futbola en az benim kadar meraklı yeğeni telefonla haber verdi, “enişte Altay geliyor” diye. Birkaç defa tekrarlattım aynı cümleyi, verdiği haberi kesinleştirmek için çocuğa. “Saat beşbuçukta Silivri stadında başlayacak maç” deyiverdi en son. Telefonu kapatır kapatmaz saate baktım hemen. Daha üç koca altmış dakika vardı maçın başlamasına. Federasyonun internet sitesi de aynı şeyi söylüyordu. “Ulen Hayri” dedim kendi kendime, “Altay geliyor, Büyük Altay”. Bir heyecan kapladı ki her yanımı, anlatılmaz. “E Altay geliyorsa, taraftarı da geliyordur. Mutlaka aralarında olmam lazım”.


Maça giderken, aslında Piri Mehmet Paşa’daki evimden Silivri stadına değil de, Eşrefpaşa’dan Alsancak stadına gidiyordum. Yalnız değil ama, Tevfik, Hüseyin, Mustafa ve diğerleri. Hani sanki Gaasaray ya da Fener İzmir’e senede bir kere deplasmana gelmiş de, stada akıyormuşuz gibi. O zamanlar öyleydi. Gaasaraylımız, Fenerlimiz hep birlikte giderdik maçlara ve hep birlikte dönerdik. Sahadaki Gaasaray golü yediğinde Tevfik, Mustafa, Hüseyin ve bana, Fener golü yediğinde de biz ona döner, sonra da sağ elimizin baş parmağını geriye itip, diğer parmakları avuç içimize doğru kıvırır ve elimizi bilekten dışa doğru kırarak öne ve arkaya doğru hareket ettirerek o meşhur el hareketini yapar ve inanılmaz bir mavra başlatırdık. Maçlar boyu birbirimize tek sataşmamız bundan ibaretti. Eğlenirdik yani. Daha henüz kapitalistleşmemiş ve metalaştırılmamış olan futbolun “müşteri”si değil, taraftarıydık çünkü. Ve her şeye rağmen çok ilginç bir biçimde, hep de öyle kaldık.


Biraz gecikmiştim aslında maça.
Stada girer girmez, taa karşı kalenin sanki hemen yanı başındaymış gibi duran pankartı görünce yanılmadığımı anladım. Koskoca beyaz bir bezin üzerindeki o iki kelimeye, “Büyük Altay”a doğru hızla yürümeye başladım. Bir ara arkamdan bir ses “dayı nereye?” deyince durdum, sese doğru baktım. Polisti soran. “Nereye olacak, Altay tribününe” dedim ben de ve yürümeye devam ettim. Yukarıdaki polisler daha kalabalıktı. Bir kapıyı açtılar bana, geçtim ve işte sonunda İzmir’e gelmiştim. Eşrefpaşa oradaydı, sonra Çimentepe, Eskiizmir, Hatay, Bozyaka, Gaziemir, Balçova, Üçyol, dışarıda tel örgülerin arkasından maçı izlemeye çalışan ve “sevdaya ceza yok diyen 6222’likler”, taraftar grupları, üniversiteli Altaylılar… Artık Alsancak stadındaydım.  
Baştaki meraklı bakışlar birkaç dakika içinde yerini inanılmaz bir kaynaşmaya bırakıverdi. Zaten bundan daha doğal bir şey olması da imkansızmış gibi görünüyordu. Hepsi de İzmir çocuğuydu çünkü. Konuşma isteklerini “durun önce şu frikiki izleyelim, sonra” diyerek frenledim. Dakika onsekizken, ceza yayının birkaç metre önünden çok genç Halil Yılmaz’ın vurduğu top Silivrispor ağlarına takıldığında kaleci yerinden bile kıpırdayamadı. Tribün yıkıldı zannettim golle beraber. Ardından o müthiş tezahürat… “Bü-yük Al-tay!”


Asıl muhabbet bu golle birlikte başladı.

Fransa’dan, Mardin’den ligin bu ilk maçına gelenler bile varmış aralarında. Hepsi de kendi imkanlarıyla gelmişler. Her deplasmana gidiyorlarmış böyle. Taraftar gruplarından çocuklarla konuştum. Altay’ın neden bu durumda olduğunu taraftardan dinlemek istiyordum. Takımın küme düştüğü sezon tam yirmibeş maç kazanamadığını söylediler. Bundan önceki iki başkanı suçluyorlardı en çok. Özellikle de, İzmir’den sağcı bir partiden milletvekili seçilen başkanı. Adamın kulübü basamak olarak kullandığını ve bunu da bütün İzmir’in bildiğini anlattılar kızgınlıkla. İçlerinden biri, “kravatlılar gider, atkılılar kalır” dedi. Bu cümle çok hoşuma gitti. Sonra transfer yasağına getirdiler sözü. Yasak yüzünden transfer yapılamadığı için, şu anda sahada A2 takımının bulunduğunu, hocanın da altyapı hocası olduğunu belirttiler. Ve biraz öfke biraz da gururla karışık, benim de çok iyi bildiğim o tarihi gerçeğin altını çizdiler. Evet, aynen dedikleri gibiydi; Altay, şimdilerde artık futbolu bir “ürün” olarak gören ve bu “ürün”ü pazarlamaya çalışan dangozların süper lig adını takıverdikleri 1. Ligde en uzun süre oynayan 7 Türk takımından biriydi... Oysa şimdi…


Maça döndük tekrar.
Silivrispor 39’da eşitliği sağlayan golü buldu. 6 dakika sonra da öne geçtiği golü.
İki takımın ilk onbirlerinin parasal toplamı arasında pek bir fark olmadığını öğrendim bu yazıya oturmadan önce internetten. Silivrispor’un onbiri toplam 610 bin avroymuş, Altay’ın onbiri ise 550 bin avro. Ama tecrübe açısından epey önde olan takım Silivrispor’du. Sahadaki iki takıma bakıldığında aradaki tecrübe ve donanım farkı açık bir biçimde hemen görülebiliyordu. Yaş ortalaması yirminin altında olan Altay’ı önündeki haftalarda sıkıntıya sokması olası bir gerçekti bu.

Söylemeden olmaz. Takımın tek yaşlısı olan kaleci Burak’ın yediği ikinci gol oldukça acemiceydi ve özellikle tecrübe anlamında herhangi bir özrü yoktu. Bir kaleci, ceza sahası içine yapılan ortalarda, topa çıkmakta tereddüt ederse, genellikle kalesinde golü bulur. Topa çıkıp çıkmama meselesinde tereddüte kesinlikle yer yoktur. Topa çıkmaya karar veren kaleci, topu mutlaka tutmalı ya da kalesinin önünden uzaklaştırmalıdır. Çıkmayacaksa da eğer, kale çizgisinde beklemelidir. Burak’ın yediği gol, işte bu tereddütün bir sonucuydu. Ve bu golle hem ilk yarı, hem de ikinci yarı bitti.
Futbol adına iki takım için söylenebilecek pek bir şey yoktu aslında. Maç boyu bir türlü organize olamayan orta sahalar, dağlara taşlara defanslar, doğru dürüst kullanılamayan kanatlar, Silivrispor’a çıkan 2 ve Altay’a çıkan 5 sarı kart… Galiba hepsi bu!
Her iki takımı da, önlerindeki maçlarda hatırı sayılacak sıkıntıların beklediğini görmek, Silivri’de yaşayan bir İzmirli olarak beni üzdü. Gördüklerimin toplamı, ışıltılı bir hayal kırıklığıydı.


Uzun sözün kısası; ”Geldik, Gördük, Yenildik”
Olsun varsın, “Burası Alsancak, Burdan Çıkış Yok!” diye bas bas bağırdık mı?... bağırdık “anasını satayım!”
Maç bittiğinde ben yine Tevfiklerle Alsancak stadından Eşrefpaşa’ya yürüdüm… Şaban Amca’nın kahveye yani…

"Kızıl Kabus"a selam ve dostlukla... Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın!


HAYRİ GÜNEL - 23.08.2015 / SİLİVRİ
FOTOĞRAFLAR: HAYRİ GÜNEL"
Daha yeni Daha eski