Mağripli Marx
Milletvekili Richard Coden, ‘Kur’an yasaları tümüyle terk edilmeden Türkiyeli Hristiyanların Türklerle eşit hâle getirilemeyeceğini’ söylüyor. O hâlde biz de Bay Cobden’a ülkede devlet kilisesinin ve İngiltere hukukunun yerleşik olduğu koşullarda işçilerin Cobden ve Bright gibilerle eşit olabilmelerinin mümkün olup olamayacağını sorarız.”
[Karl Marx, The Eastern Question (Doğu Sorunu), s. 260]
Marx’ın bu ifadesinde dile gelen, kendisine aşırı güvenen ve düşünce mahsulü olmayan oryantalizmi Avrupalı bir yazarın suratına çarpan söz konusu tavrı onun Müslüman dünyaya yönelik yaklaşımındaki ana rengi verir. Muhalefet milletvekiline sorduğu İngiltere Kilisesi’nin ve Britanya yasalarının İslamîleştirilmesi ile ilgili sorduğu bu soru, onun Batı’nın İslam’a yönelttiği eleştirilerle ilgili olarak sıkça kullandığı “”tencere dibin kara seninki benden kara” taktiğine dayanır: İngilizler kendilerine has Anglikan Kur’an’ını vaaz eden bir Anglikan ulemasına sahip olduğu koşullarda Osmanlı’yı nasıl yargılayabilirler? Marx ve Müslümanlarla ilgili bir şeyler yazmadaki güçlükler bu türden bir tavrın sergilediği muğlaklıklar, imkânlar ve önyargılardan kaynaklanır. Marx’ta yoğun ve uzlaşmaz bir anti-emperyalizm söz konusudur, Çarcı, Orta Çağ Victoryacı, Napolyoncu emperyalizmin Araplara, Hintlilere, Türklere ve Çinlilere karşı uyguladığı adaletsizlikleri acımasızca eleştirir. Böylelikle o bağımsız ve ahlaklı bir ses olarak diğer önemli on dokuzuncu yüzyıl düşünürlerinden ayrılır. Sömürgeciliğe dönük bu eleştirisinin yanında, onda emperyalistlerin “ileri-geri”sinden çok az farklı olan bir teleoloji de mevcuttur. Oryantalizme yönelik kinayeli yaklaşımları ve ondaki kapitalist/emperyalist tezahürlere dönük saldırı gerçekleştiren modern olanla alakalı teleolojisi, doğulu olana dair Nietzsche’de görülen oryantalist savunuya ilginç bir biçimde paralellik arz eder.
Onun hayatı zenginliği hor görerek geçmiştir. Devasa eseri herhangi bir konuya indirgenemeyecek zenginliktedir. Marx’ın dine ve Müslümanlara yönelik yaklaşımına rengini çalan, örtük ve başka herhangi bir şeyle kıyaslanamayacak kimi unsurlar mevcuttur. Çocuklarına yatmadan önce Binbir Gece Masalları okuduğundan “Mağripli” takma adıyla anılmıştır. Ayrıca bazı kişiler onu Türklerle kıyaslamıştır. Kendisinin kıymetli bir zekâya sahip bir kişi olarak nitelendiren milletvekili Urquhart bu isimlerden birisidir. Oysa Marx bir Müslüman ülkeye (Cezayir’e) ömrünün son ayları içerisinde ziyaret gerçekleştirme imkânı bulabilmiştir. Bu tip detaylar bizi düşünürün belirli bir konuda ne söylediği hususunda bir kez daha kafa patlamaya zorlamaktadır. Örneğin Marx bir yıl “Türkiye’nin tümüyle Müslüman fanatizmi ile yüklü olduğunu” söylerken, başka bir vakit onu “komünal ve kırsal hayatın harika gelişimi” olarak övmektedir. Bir düşünürün düşüncelerindeki bu heraklitçi yapı bilhassa üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Marx’ın Müslüman dünyaya dönük yaklaşımına dair gerçekleştireceğimiz incelemeyi daha da karmaşık kılan faktörler nelerdir? Bu dünya onun için kaçınılması mümkün olmayan bir ehemmiyete sahiptir: her şeyden önce Engels doğuyla ilgili meselelere yoğunlaşmakta, o Marx’a kendi ismiyle yayınlasın diye Türkiye ile ilgili makaleler göndermektedir. Ortada Marx-Engels’in mitik bir ortak kimlik teşkil ettiklerine dair iddialar varsa da (ki bu mitin teşkil edilmesinin altında Engels’in imzası vardır) Marx İslam bilgisi konusunda Engels’e bel bağlamaktadır. Elliler boyunca ikili arasında gerçekleşen yazışmalardan da anlaşıldığı kadarıyla, Marx Engels’ten Osmanlı ordusunun Tuna’yı geçme ihtimali veya İngilizlerin İran’daki faaliyetleri ile alakalı yazılar istemiş, sonrasında bu yazılar Marx’ın adıyla yayınlanmıştır. Dolayısıyla burada mesele sadece Marx değil Engels’tir de.
Marx’ın Müslüman Doğu ile ilişkisindeki tutarlılıklar ve tutarsızlıklara dair bir şeyler ifade etmek gerek. Bunlar politik gelişmelerin değişen ve öngörülemez niteliği ilgilidirler. Güçler arasında hızla ittifaklar kurulabilmekte, bu ittifaklar bir gecede aynı hızla değişebilmektedir. Zira o günlerde dünya İngiliz savaş gemilerinin müttefik olunan Osmanlı’ya yardıma koşup Kırım Savaşı’nın başladığı dönemde yaşanan Yunan isyanını bastırmasına tanıklık etmektedir. Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler başka bir çarpıcı örnek sunmaktadır: 1833’te Çar Mısır’daki düşmanlarını yenmeleri için Türklere yığınla asker gönderir. Oysa bir on yıl sonra aynı Mısır Ruslara saldıran Türklere yardım eder. Diplomasi alanındaki bu uçuşkanlığa dikkat kesilmediğimizde Marx’ın gazetecilik alanında söz konusu abartılı tutarsızlığa cevap yetiştirmesi ve bu cevaplardaki değişkenliğe aşırı anlamlar yükleme riskiyle karşılaşırız. Esasında o dönem zamanın ruhunda insanı sersemleten kendiliğinden gelişimine şahit olunmaktadır.
Son bir ikazda daha bulunmak lazım: Marx’ın bir düşünür olarak bilhassa Avrupa dışı kültürlere dair okumaları bağlamındaki gelişimine de bakmak gerekir. “tarihin en barbar milletleri bile zaman içerisinde birer medeniyet hâline getirdiği, Hindistan’dan İrlanda’ya dek “her yerden” bahseden Komünist Manifesto Kovalevski, İslam bahsinde de Bernier ile Raffles gibi yazarların okunması üzerinden Batı dışı dünya konusunda daha derinlikli bir bilgiye kavuşur. Birçok yazar 1850’lerden itibaren Marx’ın eserinde Rusya’ya dair rafine bir görüşün oluştuğuna işaret eder ve bu görüşün belli ölçüde Müslüman dünyaya da teşmil edilebileceğini söyler. Kırım Savaşı Marx’ın Osmanlı’ya olan ilgisinin başladığı önemli bir momenttir. 1853 tarihli mektubunda Engels’e “tüm Doğu sorununa nasıl Fransız kaldığından” bahseder ama mektubun sonunda “kütüphanede yığınla kitap var, söz veriyorum, Türkiye ile ilgili birkaç kitaba göz atacağım” der. Sonraki yıllarda Osmanlı Türkiye’sinin devrimin sahasına mı dönüşeceği yoksa başka ülkelerde (bilhassa Rusya’da) yaşanacak devrimin katalizörü mü olacağı hususu Engels ve Marx’ı İslam ve Müslüman toplumlar hakkında daha çok şey okumaya iter. Bu, genel manada yetmişlerin sonunda kaleme alınan, bugün “etnoloji defterleri” denilen çalışma içerisinde geliştirilmiş Avrupa dışı dünyanın etnolojisine dönük genel ilgi çerçevesinde icra edilecek bir okumadır. Müslüman dünyaya dair statik bir bilgi düzeyine sahip olduğuna yönelik her türden görüş, Marx’taki bu gelişmeyi somut olarak anlayamayacaktır.
Ian Almond
[History of Islam in German Thought: From Leibniz to Nietzsche, s. 135-137]