Bütün "eski" şarkılara saygıyla
Ama nasıl içmişim bilader var ya… Lütfü abiye sor, sana anlatsın.
Merdivenden inerken girmiş koluma. Hani düşüp bi tarafımı kırmayayım hesabı. Tam Hilmi abilerin köşeyi dönmüşüz, bi baktım, Gülşenlerin kapı önünde Gülşen’le bu oturuyor. O ara hemen Lütfü abiye dönüp; “abi bizim kapıya kadar yanımdan ayrılma” demeyi akıl edebilmişim. Lütfü abi çakmış vaziyeti tabii. Sonradan anlatıyor bana bunu.
Neyse biz çabuk çabuk bunların önünden geçerken meğer bu arkamdan gelmiş, haberim yok. “Bekle” diye bi bağırışı vardı ki bana, anlatamam. Bi bu bağırışı, bi de Lütfü abinin “bekleyelim bakalım” demesini hatırlıyorum en çok. Gerisi bildiğin bir rüya sanki.
HAYRİ GÜNEL |
Yine bi “geri zekalı” ama bu sefer salaksızından. Ağzımı açamıyorum, öyle böyle değil. Midemde de ufaktan bi bulantı. O konuştukça darmadağın oluyorum sanki. Belli belirsiz bir hal alıyor söyledikleri. Hani uğuldama gibi bir şey. Arada bi; “hadi benimle konuşmamanı anlıyorum”, “peki üç haftadır, tam üç haftadır her gece içilir mi?”, “hayır yani ne olacağını umdun durdun böyle yaparak” gibi şeyler doluyor kulaklarımın içine. Bu arada da yavaşça yürümeye başladığımızı fark ediyorum.
Bizim evin köşesine kadar geliyoruz bu şekilde. O devam ediyor ama. Neyse uzatmayayım, tam evin köşesinde duruyor bu. “Bak” diyor, ama sesindeki hiddet kaybolmuş gibi. “Seninle bir kere konuşacağım ve son defa konuşacağım” Yaprak gibi oluyorum son cümlesiyle. Onunsa umurunda bile değil halim. İçimden biri; “ne olursun gerisini getirme” diye bağırıyor, fakat sadece ben duyuyorum. Bu devam tabii. “Gülşen bana durumunu anlattıktan sonra bir hafta düşündüm. Çok yokladım kendimi. Önce olmaz dedim. Çok saçma dedim. Ama sonra çok tuhaf, her olmaz dediğimde, o olmazların yanında hep senin olduğunu fark ettim. Bu kaba saba herifle ne işin olur senin kızım diye ne zaman kendime kızsam, bu kızmaların çok çabuk bitiverdiklerini gördüm. Benimle üç haftadır neden konuşmadığını anlattı Gülşen. 'Hayır' dememe üzülmüşsün. Beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Beni daha fazla üzmemek için benden kaçmayı seçmiş bir insansın sen. Bu kadarını herkes göze alamaz, bunu anladım”.
Son kelimelerinin arasına sıkışmış o iki tanesi var ya, vurdu beni bilader. “herkes göze alamaz”, “herkes göze alamaz”. Kulaklarımdaki o uğuldama artık sadece bu iki kelimeye teslim etmişti kendini. Sonra aynı kulaklara bir cümle daha uğradı; “Bir daha içip içip it kopuklar gibi sağda solda dolanıp durma, hiç yakışıyor mu sana, içmek yok artık, bana söz vereceksin” Ben tam; “sana ne benim içmemden” demeye hazırlanırken bu susturuyor beni “konuşmam daha bitmedi” diyerek. Çok da uyanık haa. E üniversiteli kız ne de olsa, boru değil. Sadece; “neden söz verecekmişim?” diyebiliyorum, hepsi o kadar.
Başta; “gerisi bildiğin rüya” demiştim ya sana, işte o rüya esas benim bu sorumla birlikte başlıyor. Ama var ya ne rüya, anlatamam.
Her şey bir anda oluyor. Sorum bir anda; “söz vereceksin, çünkü ben de seni seviyorum” diye karşılık buluyor, bir anda kavrıyor eli elimi, bizim evin köşesini bir anda dönüveriyoruz… Evin kapısında oturan komşu kadınlar, annem, neredeyse bütün mahalleli umurumuzda bile değil. Bildiğin el ele durumundayız. Ama evin önünden, mahalleden, semtten, şehirden, memleketten, dünyadan kopup gitmişiz. Masmavi bir boşluğun ortasında sadece ikimiz varız sanki.
Sonra ilk uyanan ben oluyorum; “Eda, annen de kapıda” diyerek. Bununsa hiç ama hiç umurunda değil kurduğum korkak ve kırık cümle. “Biliyorum” diyor sadece. Eli hala elimde… Kesinlikle bırakmıyor. Ben var ya Allaaahhh!!!
Sonrasını kardeşim anlatmıştı. Taraçadan görmüş olan biteni. Hemen bi koşu inivermiş aşağıya. Bulmuş kaseti, takmış teybe, vermiş volümü, vermiş volümü. Bu şehir var ya, dünyanın en güzel şehri bilader.
Sen şarkıyı biliyorsun zaten. Çok da güzel okumuş kadın haa… İlk okuduğunda ben 11 yaşımdaymışım... Geçmiş zaman işte. Nereden bileyim anasını satayım!
(HAYRİ GÜNEL - ("ŞARKILARI OLAN HİKAYELER: 4, HAYAT BİR KURGUDUR ASLINDA")