Kemalist resmi ideolojik, aygıtlarca dayatılan, yalan ve kurgu ile inşa edilmiş, çeşitli mitler ve kahramanlık öyküleri şişirilen ve tek adam görüntüsü üzerinden resmedilen, Çanakkale Savaşını gerçekte Alman emperyalistleri yönetiyordu. Kemalistlerin, büyük bir kibir ve gurur ile çizdiği, Çanakkale zafer portresinin asıl aktörleri, Alman emperyalistlerine bağlı ordu komutanlarıydı. Çanakkale'nin baş komutanı ise, bir Alman Amirali olan Liman won Sanders’dir. Tarih bükücü, Resmi tez ideologlarının, Çanakkale Savaşı anlatısı, tarihsel nesnel hiç bir açıdan gerçeğe uymamaktadır. Mustafa Kemal üzerinden, çizilen tek adam rolü gerçekle uyuşmadığı gibi, Çanakkale savaşı emperyalistler arasında gelişen klik savaşının bir cephesiydi. İttihat -Terakki önderliğindeki, Türk burjuva sınıfları, Alman emperyalistleri ile birlikte, bu savaşta yer almışlardı. Aynı zamanda bu savaşta Kürtler, Gürcüler, Lazlar, Tatarlar, Çerkezler, Araplar, Ermeniler ve Rumlardan oluşan yurttaşlar da yer almıştı,

Egemen sınıflar, çıkarları ile uyuşmayan, bütün kötü ve olumsuz örnekleri silmiştir. Çeşitli Ajitasyonlarla, milli benliğin ilk uyandığı yer olarak telaffuz edilen, Çanakkale aslında birçok cephede cereyan eden İtilaf ve ittifak Devletleri arasındaki, bir hegemonya savaşıydı.


Birinci emperyalist paylaşım savaşı öncesi, İngilizler güçlü bir donanmaya ve Hindistan’da geniş bir hâkimiyet alanına sahipti. Öte yandan Avrupa’da kısa süre içinde demir-çelik sanayisi, Üç katı hacmine ulaşan Almanlar, yeni ham madde alanları yaratmak ve uzak pazarlara açılmak istiyordu. Wilhelm Kayser döneminde, zirve yapan Alman yayılmacılığı, paylaşım savaşına katılmak ve pay almak istiyordu. Kayser döneminde Osmanlı ile önemli düzey askeri ve siyasi ilişkiler geliştirilmişti. 1908 küçük burjuvazinin darbesi ile Sultanın iktidarını sallayan Jön Türk Devrimi sonrası, iktidarı ele geçiren İttihat-Terakki kliğinin Alman hayranlığı da, İttifak ve İtilaf Devletleri arsındaki, gerici hegemonya savaşında, Türkiye'nin tercihini belirlemesinde, önemli rol oynamıştı.

Çanakkale Savaşı başladığında, Genelkurmay Başkanı Bronzert V. Sehellendörf, Çanakkale 3. Kolordu komutanı Weber Paşa, donanma komutanı Amiral Souchen, Çanakkale Boğaz Komutanı Amiral Von Usedon, 5. Ordu kurmay başkan yardımcısı Von Wrankenburg idi. Osmanlı ordusunun kurmay heyetinin en önemli mevkilerinde Almanlar çoğunluktaydı. Bu savaşta 19. Tümen komutanlığının başındaki, Mustafa Kemal ise Yarbay rütbesine sahipti.


Döneme ilişkin Şnurov’un şu belirlemesi aydınlatıcıdır:

“Jön Türk devriminden sonra da Türkiye yarı-sömürge karakterini muhafaza ediyordu. Yani kapitalist ülkelerin, ham madde alıp, sanayi mamullerini sattıkları bir pazar durumundaydı. Politik bakımdan Türkiye bağımsız sayılıyordu. Fakat Türkiye, emperyalist ülkelerin elinde oyuncaktı. Bu yüzden Türkiye, ekonomik yönden aşırı derecede bağımlı bulunduğu Almanya tarafından Birinci Dünya Savaşı’na itildi ve Almanya uğruna savaştı. Almanya savaşı kaybedince, Türkiye tam anlamıyla yağma edildi.” (Şnurov-Türkiye proletaryası)

Emperyalizme karşı verilmiş bir mücadele yok, Kemalizm’in bütün savaşı Anadolu halkları ile olmuştur. Kemalizm sermaye düzeni adına, Anadolu’yu kan gölüne çevirmiştir. Ermeni jenosidi, Pontus katliamları, Dersim jenosidi, Koçgiri, Zilan, Ağrı katliamları, homojenleştirme- tek tipleştirme politikaları, asimilasyonlar, Kemalist ideolojik aygıtlarca empoze edilen ve anti-emperyalist demagoji ile çarpıtılan, Kemalist tarihin gerçeği ve özü budur. Çanakkale ve çeşitli cephelerde, sayıları yüz binleri bulan, yoksul Anadolu halkı, emperyalist gerici klik savaşında heba edilmiştir. Enver paşanın Pantürkizm maceracılığı uğruna, Sarıkamış'ta kimi çevrelerce doksan bin olarak öne sürülen, asker hayatını kaybetmiştir. İttihat Terakkinin önderlik ettiği, Türk burjuva sınıflarının, Alman emperyalizmi saflarında yer aldığı, Çanakkale anti- emperyalist bir savaş değil, gerici emperyalistler arasında sürdürülen bir paylaşım savaşıydı. Burjuva moralin aşılanması ve mili benliğin kazınması için, resmi tarih tarafından üretilen, kahramanlık menkıbeleri ve başarı hikayeleri, gerçeğin üstünü örtmektedir. Alman emperyalistlerinin, savaştan yenik ayrılması ile hükmen yenik sayılan, Osmanlının son savaşı da başarısızlıkla sonuçlanmış, 1878-1918 arasında geçen 40 yılda Osmanlı yönetici sınıfı imparatorluk topraklarının %85’ini, nüfusun da %75’ini kaybetmişti. Bu süreçler sonunda, ciddi ekonomik ve politik bir buhrana girmiştir.


Kemalist elit sınıfların, önderliğinde doğan, Türk burjuva Devleti, tekçi-ulusçu bir paradigmaya sahipti. Lozan'da emperyalistlerle, varılan antlaşma sonrası, Türkiye yarı sömürge ve yarı feodal niteliğini koruyordu. Bu antlaşma sonrası Kemalistler, azınlık milletleri ezme politikasın girişti, dillerini yasakladı. Dersimde 1937-38 yıllarında 70 bin Dersimli Kürdü çocuk, yaşlı, sivil ayrımı yapmadan acımasızca katletti ve binlercesini sürgüne yolladı. Kemalistler, Lozan'da Kürt ulusunun, kendi kaderini tayin hakkını çiğneyerek, katliam ve asimilasyonlar yolu ile Kürtleri ve çeşitli etnik azınlıkları Türkleştirdi.

Dönemin adalet bakanı - Mahmut Esat Bozkurt 18 Eylül 1930 günü Devletin Kürtlere bakışını, şu şekilde ifade ediyordu:

“Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır


O dönemin politik durumunu ise Şnurov şu şekilde açıklıyordu:

“Her ne kadar bazı görüntüsel demokratik biçimler varsa da (seçimle meydana getirilen parlamento vb.), Türkiye'de bugün mevcut düzenin özü, bütün demokrasilerden uzak bir diktatörlüktür. Egemen parti dışında hiçbir parti örgütü yoktur ve hiçbir partinin kurulmasına olanak tanınmamaktadır. Sosyal-demokrat partiler bile yasaklanmıştır. Gazete ve dergiler bir an dahi gevşemeyen sıkı bir kontrol altındadır. Hatta bu gazete ve dergilerde hükümet aleyhine ileride herhangi bir makale çıkması olasılığı bile, bunların kapatılmasına yetiyor. Ülkenin tek ve egemen siyasi örgütü olan Halk Partisinin tüzüğüne göre, partinin değişmez başkanı Kemal Paşa'dır.” (Şnurov-Türkiye proletaryası)

17 Şubat-4 Mart 1923 İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar, Kemalist burjuva elitin, yönünü tayin ediyordu. Katılımcı delegelerin çoğunluğunun tüccarlar, büyük toprak sahipleri, ağalar, sanayiciler oluşturuyordu. Katılımcı delegeler arasında, İşçiler ise azınlıktaydı. Bu kongrede alınan kararlar ile, Kemalizm yönünü açıktan emperyalizme çevirmişti. Emperyalistler bir takım ödünler vermeye başlayınca, Kemalistler Emperyalistlerle bir dizi antlaşmalara girişti. İşçi sınıfı ise, dönemin koşularında, hiçbir hakka sahip değildi. Kurulan bir takım, düzmece Komünist partiler ise, ileride iktidarını tehdit edebilecek olası hareketlerin önüne geçmek içindi. Nitekim Kemalizm Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz’de boğdurarak katletmişti.


Özetle Kemalizm bir burjuva ideolojisidir. Milli burjuva devrimine, önderlik eden burjuva-feodal sınıflarının iktidarıdır. Bu yönetici sınıfların altı okla doktrine edilmiş faşist ideolojisidir. Türkiye'nin kapitalistleşme sürecinin, motor gücü olan Kemalizm, kurtuluş savaşı yıllarındaki, cılız anti-emperyalist niteliğini, sonraki yıllarda tamamen kaybederek karşı devrimci çizgiye kaymıştır.

Bir üst tabaka devrimi olan Kemalizm’in bu niteliğini Stalin’den dinleyelim

“Kemalist bir devrim, sadece Türkiye, İran ve Afganistan gibi, sanayi proletaryası hiç olmayan veya hiç denecek kadar az olan, köylülerin güçlü bir toprak devriminin gelişmediği ülkelerde mümkündür. Kemalist devrim, bir üst tabaka devrimidir, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu devrime, yabancı emperyalistlerle karşı-mücadele içinde varıldı ve devrimin sonraki gelişmesi, esas olarak köylü ve işçilere karşı, evet toprak devrimi imkanlarına karşı yöneliyor.” (Stalin-Kemalist bir Devrim Çin'de Mümkünmüdür)

KORAY AKER
Daha yeni Daha eski