ŞEBNEM KORUR FİNCANCI'YA MEKTUP
Sevgili Şebnem,
Bu mektubu size el yazımla, kağıda yazıp bir zarfa koyup
göndermeyi isterdim. Ama bir süredir cezaevlerine gönderdiğim mektupların
alıcılarına verilmediğini fark ettiğim için açık mektup yazıyorum. Lütfen
affedin.
Sadece sizin okuyacağınız bir mektup yazabilseydim o zaman
herhalde iyi şeylerden söz etmek isterdim. Çünkü cezaevinde olunca insanın
umutlu şeyler, hatta bazen hafif şeyler duymak, durumla dalga geçmek ihtiyacı
içinde olduğunu zaman içinde öğrendim. Ne ki içinde bulunduğumuz tarihî durum
bu tür insanî ihtiyaçları havailik gibi gösteriyor. Hatta öyle görünüyor ki,
şimdi hepimiz birer kahramana dönüşmek mecburiyetiyle karşı karşıyayız. İçinden
geçtiğimiz zamanın bize bu tür bir sorumluluk yüklemesi haksızlık, evet. Ama
bugünlerde korkmak, çekinmek, tereddüt etmek, durup beklemek gibi insanî
tepkiler göstermek sadece kişisel olarak kendimizin değil, bir ülkenin de
kaderini belirleyebilir.
Hrant Dink Ödülü’nü aldığınızda yaptığınız konuşmada
söylemiştiniz:
“Böylesine anlamlı bir ödüle değer görülmenin oluşturduğu
bir mahcubiyet içindeyim. Hem yalnızca yapılması gerekeni yaptığınızda bu
davranışın ödüllendirilmesinin mahcubiyeti, hem yapılması gerekenin bu
topraklarda olağan bir değer olarak benimsenmesini yaygınlaştıramamış olmamızın
utancı.”
Türkiye’de her dönem yok sayılan sorunlara yakından bakmayı
seçmiş her insan biliyor ki siz zarif fakat kararlı bir biçimde hep yapılması
gerekeni yaptınız. Öldürülmüş, işkence görmüş insanların bedenlerinin
söylediği, kalabalıkların duymak istemediği, iktidarların susturmaya çalıştığı
dili bize tercüme ettiniz. Yaraları okudunuz. Kemikleri bize tercüme ettiniz.
Artık konuşamayan o insanların başlarına gelen korkunç şeyleri bize o bedenlere
bakarak anlattınız. Bunu yapma şekliniz, insana en yakışır bir mahcubiyet
içindeydi. Sanki her seferinde “Başka ne yapılacaktı ki? Elbette gördüklerimi
söylüyorum” der gibiydiniz, başka bir seçeneğin olması size şaşkınlık veriyor
gibiydi. Ne ki bugün “yapılması gerekenler”, kahraman olmayı gerektiriyor ve
siz bu koşullar altında da aynı zarif mahcubiyetinizle gördüklerinizi
söylemeye, insan bedeninden okuduklarınızı bize anlatmaya devam ettiniz. Sadece
yaptıklarınız için değil, sadece böyle biri olduğunuz için bile ölüler ve
yaşayanlar size müteşekkir.
Biliyorsunuz, başka türlü bir insan yarattılar. Sizin her
gününe bir hekim olarak tanık olduğunuz 1980’den bugüne bu ülkede kesintisiz
bir biçimde yürütülen politikalarla “İnsan toplumsal bir canlıdır” teorisine
çürütmek istercesine bencilliği bir ortak değer haline getirdiler. İnsanlar
artık çok eğlenirse mutlu olduklarını sanıyorlar. Korku o kadar yaygınlaştı ki,
bırakın kendinden farklı olanla siyasal veya toplumsal dayanışmayı, insanlar
arkadaşlarını bile yarı yolda bırakmayı kafalarında meşrulaştırabiliyor.
Arsızlık, cahillik, açgözlülük, kabalık toplumun tepelerinden aşağılara doğru
akıl almaz bir baskı ile kabul ettirildi. Bu sistematik bir biçimde yapılmasına
rağmen bu tarih öyle iyi unutturuldu ki bir çok insan böyle yaşamayı kendi
seçimi sanıyor ve çoğu kez savunuyor. Zaten benden çok daha iyi bildiğiniz
şeyleri tekrar etmemin bir nedeni var.
İşte sevgili Şebnem,
Tanklarla, tüfeklerle, sopalarla kabul ettirilmeye çalışılan
bu ahlâka rağmen sizin güçlü zarafetiniz, kararlı duruşunuz, sadece insandan,
insanî olandan yana tavrınız benim gibi yüzbinlerce insanın aklında ve kalbinde
berrak bir biçimde duruyor. Tribünler çoğu kez hak etmeyenlere bağırıyor ya,
ben sizin bunu en çok hak eden insan olduğunuzu bilerek bütün kalbimle söylemek
isterim:
Türkiye sizinle gurur duyuyor.
Biz, sizinle gurur duyuyoruz.
Yanınızdayız.
Dostluğumuzu, arkadaşlığımızı, dayanışmamızı, size olan
saygımızı, hep birlikte üstümüze çullansalar bile bir katre azaltamazlar. İyi
ve vicdanlı insanlar olarak kalmaya, bunu seslendirmeye sizin için devam
edeceğiz.
Mahcubiyetinizin, bir gün utanması gerekenleri utandırmasını
tüm kalbimle diliyorum.
Selamla...
ECE TEMELKURAN - T24